• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Kadın, Din ve Maneviyat

1.2.1. Yahudilik ve Hristiyanlıkta Kadın

Toplumsal değişimle birlikte etkili olan önemli faktörlerden biri: Mevcut dine, din anlayışına veya dinin yaşanış biçimine yapılan itirazdır (Okumuş, 2008: 323- 324). Modernizmle birlikte seküler düşüncenin yaygınlaşması ile yaşanan toplumsal değişim, kadının toplumsal konumunu değiştirdiği gibi dinî öğretilere karşı algıyı da değişmiştir. Örneğin Amerika’da kadın rollerinin değişmesiyle birlikte kadınlara kilise ve sinagoglarda önemli roller verilmeye başlanmıştır. Yeni teolojik konular oluşmaya başlamış, Tanrı ve kilise algısında değişim olmakla birlikte cinsiyet eşitliği ve adalet konuları da devreye girmiştir (Hargrove, Schmidt, 1985: 117). Kadın aleyhtarı

tutumların dinden kaynaklandığına dair bazı feminist araştırmacılarda genel bir kanaat oluşmuştur. Örneğin Woodhead (2013: 79), dinin en çok görünür yanının her zaman onun erkek yüzü olduğunu savunmuştur. Kaufman’a göre (2003: 543), özellikle radikal dinî öğretilerde kadınların yaratılış yönünden psikolojik olarak daha duygusal ve erkeklerden daha farklı olduklarına inanılmaktadır. Bu farklılıklar nedeniyle cinsler arasında net bir ayrım yapıldığını görebiliriz.

Bu anlayış doğrultusunda Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet’te kadın ile ilgili hükümler eleştirilere tabi tutulmuştur. Topcan (2010: 76), Yahudilik ve Hıristiyanlık inancında kadına ilişkin negatif ayrımcılık içeren kurallar olduğunu aktarmıştır.

Yahudilikte, özellikle Ortodoks Yahudiliğinde, Hristiyanlığa oranla erkekleri önceleyen daha çok kural vardır. Ortodoks Yahudi erkekleri her sabah, “Beni kadın olarak yaratmayan yüce Tanrımız, âlemlerin efendisi…” duası ile kadın olarak yaratılmadıkları için Tanrı’ya şükrederek güne başlamaktadır. Kadınların takip etmeleri gereken kurallar ve kısıtlamalar söz konusudur. Örneğin giydikleri kıyafetlerin uzunluğu, kısalığı ile ilgili kurallar vardır. Talmud’a göre evli kadınlar eşarp veya şapka gibi aksesuarlar takmalıdır. Kadın bir erkeğe, evli değilse dokunmamalı, parfüm veya kolonya sürmemelidir. Kadın ve erkek ibadet boyunca yan yana durmamalıdır. Talmut’a göre kadın kısır ise erkek kadını boşamalıdır; eğer erkek kısır ise kadın, boşanma için erkeği zorlamamalıdır. Kadın aldattığında bu boşanma nedeni iken erkek aldattığı zaman ve aldattığı kadın evli olmadığı takdirde bu durum, problem olarak görülmemektedir. Kadınlar adet dönemlerinde, temizlenene kadar erkeklerden ayrı olmalıdır. Adet dönemi bittiğinde “mikvah” denilen ritüel banyolarını yapmalıdırlar. Ayrıca eğer kadın erkek doğurursa bir hafta, kız doğurursa iki hafta boyunca kirli olarak addedilmektedir (Kaye, t.y. : 2-4).

Yahudilikte yer alan bu tür kurallar radikal feministler tarafından eleştirilmektedir. Kadına dair bazı şeylerin değişmesi için Yahudilikteki mitolojik ve ritüellere dayalı sistemlerin yıkılmasını istemektedirler (Carmody, 1987: 205). Ayrıca Hebrew, Ladino, Yiddish ve İngilizce dillerinde kadınlara dair unutulan veya bilinen metinlerin tekrar yorumlanmasını isteyen feministler vardır (Levitt, 2001: 8013).

Aslında Yahudilikte, teoride kadın sosyal, dinî ve hukukî alanda geri plana bırakılsa da Yahudi toplumunun devamı için, evlilik ve ev hayatı hususunda kadına çok fazla

sorumluluk düşmektedir. Bu nedenle kadın ve erkek anlayışları farklı faktörlerin de etkisiyle birlikte daha çok bu eksende şekillenmiştir. Bu durum, teori ile pratik arasında her zaman bir simetrinin olmadığını göstermektedir (Gürkan, 2012: 2, 18).

Hz. İsa kitlelerin ezilmesine, küçümsenmesine karşı çıkmış ve cinsler arası eşitliği vurgulamıştır. Kadınları dinlemiş ve onları da dinine kabul etmiştir. Kendisi evlenmediği halde hayatının her anında kadınlara yer vermiştir. Ancak, İsa'dan sonra Hıristiyanlığın temellerini atan; fakat bunu yaparken kendi görüşleriyle ilahi mesajı farklılaştıran Pavlus, kadınların konumuna dair olumsuz yaklaşımlar öne sürmüştür. Pavlus'tan sonra gelen Kilise Babaları ise kadın karşıtı söylemi daha uç noktalara taşıyarak kadını, yeryüzüne günahı getiren ve erkeği cehenneme sürükleyen bir nevi şeytan olarak yansıtmışlardır (Gökdemir, 1994: 114-115). Ayrıca Hristiyanlıkta kadının miras ve şahitlik gibi hukuki statüsü yok derecesindeydi (Alaskarova, 2015: 79-80) Hristiyanlığın Katolik mezhebinde, Hz.İsa’nın annesi Meryem örneğinde olduğu gibi, ilkin kadın, dinî figürlerinin kullanılması konusunda daha geniş bir alana sahip olmuştur. Hristiyanlığın yeni Protestan yorumu ise kadınların pozisyonu konusunda çok daha kapalı ve belirsizdir (Furseth, Repstad, 2011: 313). İsa’nın kadının eşitliğine yaptığı güçlü vurguya ve erken Hristiyan dönemde kadınlara liderlik rolleri verildiği ile ilgili kanıtlara rağmen, toplum tarafından uygulanan baskı ve zulümler nedeniyle Hristiyan toplumu, boyun eğmeye ve ataerkil yapıya geri dönmeye başlamıştır. Kültürel normların hâkim etkisi, kadınların Kilisedeki rolünü azaltmıştır. Günümüzde hâlâ kilise, koordinasyon ve karar verme konusunda kapsayıcı dinî imgelerden ve dilden yoksun bir erkek egemen kültürün etkisi altındadır (Martin, 1995; Henderson, 2004: 1). Özellikle pentekostal ve karizmatik kiliselere bağlı muhafazakâr Hristiyanlar, anti- feminist görüşler benimsemiştir (Horn, 2011: 17).

Yahudi-Hristiyan geleneğinde, Havva günah işlemiş ve Âdem’i kandırmıştır. Havva’nın teşvik edici bu tutumu, kadınlara dair negatif bir imaj oluşturulmasına neden olmuştur. Adet dönemleri, hamilelik dönemleri ve çocuk doğurma, kadın cinsinin ebedî günahından dolayıdır. İncil’deki Havva’nın rolü Yahudiliktekinden daha önemlidir; çünkü onun günahı tüm Hristiyan inancının temelini oluşturmuştur. Nitekim Havva kendi hatasından, kocasının günahından, hatta tüm insanlığın ilk günahından ve Tanrı’nın oğlunun ölümünden de sorumlu tutulmuş; onun kızları da onun gibi günahkâr

kabul edilmiştir. İncil’de, annenin doğurduktan sonraki kirliliği, doğan bebeğin kız yahut erkek doğmasıyla farklılık arz etmiştir. Katolik İncil’inde kız kardeşin doğumu bir nevi kayıp olarak belirtilirken, erkekler özel bir ödül gibi anlatılmıştır (Azeem, 1995: 5, 7).

Aslında Kilisenin kadına dair bu görüşleri Pagan Grek kültürünün Yahudi geleneğine ve oradan Eski Ahit’e yansıması ile olmuştur. Hıristiyanların Eski Ahiti de İncil metinleri ile birleştirip Kutsal Kitap’ta bütünleştirmeleri nedeniyle Grek pagan kültürü etkisi Hıristiyanlığa yansımıştır. Ayrıca Kilise babalarının, Yunan filozoflarının görüşlerinden de etkilendikleri bir gerçektir. Özellikle Aristo ve Sokrates’in görüşleri sadece Batı dünyasını değil Kilise liderlerini de etkilemiştir. Sokrates, kadını erkek ile hayvan arasında bir yerde tanımlarken Plato, kadının irrasyonel ve duygusal yönünün daha ağır bastığını ve erkekler kadar rasyonel olamadıklarını aktarmıştır. Aristo için ise baba, anne ve çocukları üzerinde yönetici olarak görülmüştür (Engelbart, 2007: 76).

Bununla birlikte dinlerdeki mistik temayüllerin, çoğu zaman kadına karşı daha ılımlı bir köprü kurduğu belirtilmektedir. Çünkü mistik temayüller, merkeze manevi yükselişi ve sevgiyi almıştır. Sevgi merkez alındığında kadın, aşk objesi olarak öne çıkartılmıştır (Köysüren, 2013: 44).

Sonuç olarak, erkek egemen toplumun kuralları etkisinde kalan Yahudilik ve Hristiyanlıkta kadına edilgen bir rol biçmiştir. Bu durum kutsal kitaplardaki metinlere de yansımıştır. Tevrat ve İncil’de yer alan kadın ile ilgili metinler günümüzde hâlâ tartışılmaktadır. Bununla birlikte dinlerin mistik boyutunda, cinsiyetçi ayrımlardan uzak bir yaklaşım olduğu söylenebilir.