• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Kadın, Din ve Maneviyat

1.2.2. İslamiyet ve Kadın

Cinsiyet konusu, Kur’an merkezli ve modernite merkezli İslamî tartışmalar arasında önemli bir yer teşkil etmektedir. Bu tartışmanın ön saflarında, modernist Kur’an yorumcuları, feminist, dilci, antropolog, filozof ve sosyologlar yer almaktadır (Stowasser, 1998: 42). İslâm’da kadının yerini değerlendirmede üç temel görüş söz konusudur. İlki Müslüman kadınların koşullarının iyileşmesi için dinlerini terketmelerini şart koşan görüş; ikincisi İslâm içinde kalarak da iyileşebileceği görüşü; üçüncüsü ise İslâm’da kadın sorunu olmadığı görüşüdür (Çakır, 2000). Ancak “İslam ve kadın” konusunun, hangi çerçevede ele alınırsa alınsın, problemli bir alan olarak

sunulduğu görülmektedir (Şişman, 2011: 78). Bu konu ile ilgili tartışmalar devam etmektedir.

İslam’da kadın ve erkek eşitliği ile ilgili günümüzde devam eden problemli konulardan bazıları, kadının devlet başkanı olamaması10

çok eşlilik ve evin idaresinin erkeğe verilmesidir (Armağan, 2007: 239- 241). Ayrıca bir erkeğin şahitliğine karşın iki kadının şahitliği, erkeklerin kadınların üstünde tutulması ve kadının mirastan erkeğin yarısı kadar pay alması gibi konulara yönelik eleştiriler söz konusudur (Coşkun, 2011: 122).

Aslında Kur’an toplumu ilgilendiren konularda açık kapı bırakmıştır. Bu nedenle kölelik konusu gibi uygulamalar zamanla kalkmıştır. Ancak kadın sorunlarıyla ilgili olarak çok eşlilik, miras ve şahitlik konusu devam etmiştir (Güç, 2008: 670). Bazı modernist/feminist araştırmacılar bu konuları İslam’ın kadın aleyhtarı tutumunun bir göstergesi olarak yorumlamıştır. Arsel (1987: 17, 19) ve Çalışlar’a göre (1994: 24) İslam dini, kadını genellikle çocuk yetiştiren ve neslin üremesini sağlayan bir makine olarak görmüştür. Hatta Cahiliye Araplarının kız çocuklarını toprağa diri diri gömmelerinin İslam dinince kınanması, onların kız ile erkeği eşit görmelerinden çok, kadınların doğurganlığı nedeniyledir. Aslında Cahiliye Dönemi’nde kadınlar, İslam dönemindeki kadınlara göre daha özgürdü. Lat, Uzza ve Menat adlı putların dişi olmaları, kadınların savaşlarda aktif olmaları ve onların açık gezip erkeklerle rahatça konuşmaları, boşama hakkına sahip olmaları, Cahiliye Dönemi’ndeki kadınların özgürlüğüne örnektir.

Modernist İslamcı yazarlar ise bu tartışmalı konuları İslamî çerçevede yanıtlamaya çalışmıştır. Örneğin kadının devlet başkanı ve hâkim olamaması hadisinin, “İranlıların başına Kisra’nın kızı kraliçe oldu.” haberi üzerine söylenmesi, bunun genel bir hüküm ve yasak olmayıp o günkü İranlılara gelecek bir belanın mucizevî bir şekilde önceden haber verilmesi şeklinde yorumlanmıştır. Hâkimlik konusunda ise İslam âlimleri arasında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî ve Şiî

10

Ebu Bekre (r.a.) anlatıyor: “Resulullah aleyhisselatu vesselam’dan işitmiş olduğum bir kelimenin Cemel vak’ası sırasında Allah’ın izni ile faydasını gördüm. Şöyle ki bir ara, neredeyse ashab-ı cemele katılarak onların yanında savaşmaya karar vermiştim. Hemen, Resulullah (aleyhisselatu vesselamın), “İranlıların başına Kisra’nın kızı kraliçe oldu” diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü hatırladım ve onlara katılmaktan vazgeçtim. O zaman Efendimiz : “İşlerini kadına tevdi eden bir kavm felah bulmayacaktır.” Demiş idi. (Buhari, Fiten 17, Megazi 82;Tirmizi, Fiten 75 (2263); Nesai, kudat 8 (8, 227). (akt. Canan, 1993:386-387).

hukukçular arasındaki genel kanaate göre, kadınlar hâkimlik yapamaz. Zahiri âlimleri ile İbn Cerir et-Taberî ve Hasan el-Basrî gibi İslam âlimleri ise, kadınların her çeşit davada hâkimlik yapabileceklerini savunmuştur (Koçer, 2010: 161- 166).

Şahitlik konusundaki Kur’an-ı Kerim ayetleri ise unutkanlık ile ilgili değil; o günün kadınlarının genel özellikleri icabı ticaret ve borçlar konusunda pratiklerinin olmayışı nedeniyle alınmış bir karar olarak yorumlanmıştır (Sağlam, 2013: 353). Kadının mirastan erkeğin yarısı kadar pay alma nedeni ise (Nisa 4/7-12) sosyal ve tarihsel şartlarla ilişkilendirilmiştir (Sucu, 2005: 30). Miras ile ilgili gerekçeler, ev geçindirme sorumluluğunun kocaya ait olması, evlilik sırasında kocanın mehir adıyla kadına yaptığı ödeme gösterilmektedir. Dolayısıyla miras konusundaki hüküm belli gerekçelere dayanmakta ve mutlaklık taşımamaktadır (Düzgün, 2012: 96).

İslam dininde, kadınlardan beklenilen iffet konusu, aslında erkekler için de geçerlidir (Nur 24/30-31). İffetsiz kadın ile iffetsiz erkek arasında fark olmadığı gibi bunlar birbirine denktir (Nur 24/3) (Hatemi, 1995: 103-104). Aynı şekilde zina konusu, tefsir ve hadislerde olduğu gibi sadece kadına ait bir suç değildir. Verilecek olan 100 değnek cezası hem kadın hem de erkek için geçerlidir (Hepşen, 2010: 100).

Kur’an’da çok eşliliğe yer verilmesi (Nisa 4/3) ve Hz.Muhammed’in birçok kadınla evliliği de en çok tartışılan ve eleştiri alan konular arasındadır (bk. Tekin, 2013). Aslında İslamda bir kadın, evlenmeden önce isterse kocasının çok eşlilik yapamayacağına dair şart koşabilir. Çok eşililikte zarar gördüğü takdirde ise boşanma davası açabilir. Ayrıca çok eşlilik bir emir değil bir izindir (Karaman, 1993: 26). Azeem’e göre (1995: 25-26), çok eşlilik kabul görmemekle birlikte, kanunla çelişmiyor ise aldatmanın meşru görülmesi, modern dünyanın akıl almaz paradokslarından birisidir. Savaş ise (2008: 1005) Cahiliye Dönemi’nde erkeğin istediği kadar kadınla evlenebildiğini ve bunun bir sınırının olmadığının bilindiğini, İslam’ın bunu dörtle sınırladığını ve birden çok kadınla evlenmenin, yerine getirilmesi güç şartlara bağlandığını aktarmıştır.

Çok eşlilik ile ilgili bu yorumlarla birlikte Halime Toros, Emine Şenlikoğlu gibi İslamcı kadın yazarlar, muhafazakâr çevrelerde dahi bu konunun istismar edilip kadınların mağdur edilmesi hakkında eleştirilerde bulunmuşlardır (akt. Kara, 2003: 203).

“Erkekler kadınlar üzerine kavvâmdırlar” (Nisa 4/34) ayetinde “kavvâm” vurgusu; erkeğin kadın üzerinde sorumluluk sahibi olduğunu, mal kazanmanın ve ev gereksinimlerinin ona ait olduğunu belirtmek içindir. Bu durum, erkeğin Allah’a daha yakın olduğu anlamına gelmemektedir (Amuli, 2008: 310).

Kadının darp edilmesine dair ayet de (Nisa 4/34) tartışmalı konular arasındadır. Düzgün’e göre (2012: 95) darb müessir fiildir. Bu nedenle kanun eliyle uygulanır ve bunun için ciddi bir suç gerekmektedir. Geçimsizlik ise ciddi bir suç değildir. Darp, bulunulan mekândan uzaklaşmak, sakinleşme ve düşünme fırsatı olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle bu ayete dayanarak eşlerine şiddet uygulayanlarla birlikte ayete dövme anlamını veren müfessirlerin de bu suça ortak olduğu söylenebilir. Topuz’a göre (2013: 116) kadına şiddetin gittikçe arttığı günümüzde bu davranışların İslam diniyle bağdaştırılması; bazı kesimlerin alışkanlıklarını gerekçelendirmek adına inanç gereği olarak savunması vahim bir durumdur. Aslında kadına nasıl muamele edileceği konusunda Hz.Muhammed’in davranışları örnek alındığında İslam dininde kadına şiddet uygulanmadığı görülecektir.

Kadın ile ilgili en tartışmalı hadislerden olan, cehennem ehlinin çoğunluğunun kadınlardan oluştuğu11

rivayetlerinin sahihliğinde bazı âlimlere göre şüpheler vardır. Örneğin Ateş’e göre (2000: 171, 199) bu tür problemli ve kadınları incitici ifadeler taşıyan rivayetler, gerek isnad gerekse metin açısından sahih değildir. Bunlara güvenilerek, İslam ve Hz.Muhammed hakkında bir yargıya varılması yanlış olacaktır. İslam’da kadın ve erkek her ikisi de insandır ve her iki cins de Allah’a kulluk etsinler diye yaratılmıştır (Karaman, 1993: 17-19). Kadın da erkek gibi Allah’ın yeryüzündeki halifesidir ve onun emir ve yasaklarından sorumludur (Eskicioğlu, 1994: 113). “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, ondan en çok korkanınızdır” (Hucurat 49/13) ayetine bakılacak olursa Allah katında kadın olsun erkek olsun, en değerli

11

Hz. Cabir (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ile birlikte bayrama katıldım. Efendimiz hutbeden önce, ezansız ve ikametsiz namaz kılardı. Sonra Bilâl (r.a.)’e dayanarak kalktı. Allah’tan korkmayı emretti ve O’na itaate teşvik etti. İnsanlara vaaz edip (ölümü, ahreti, cenneti, cehennemi) hatırlattı. Sonra kadınlar bölümüne geçti. Onlara da aynı şekilde vaaz etti, hatırlatmalarda bulundu. Ve: Allah için tasadduk edin, zira sizin ekseriyetiniz cehennem odunusunuz!” buyurdu. Yanakları kararmış itibarlı kadınlardan biri kalkarak:

“Niçin ey Allah’ın Resulü? Dedi (niye cehennem odunlarıyız?)” Resulullah açıkladı:

“Zira siz kadınlar çok şikâyette bulunuyor, kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz.” Bunun üzerine kadınlar takılarından tasadduk etmeye başladılar. Hz. Bilâl’in eteğine atıyorlardı.” (Buhâri, Iydeyn 7; Müslim, Iydeyn 4, (885); Ebu Dâvud, Salat 248, (1141); Nesâî, Iydeyn 19, (3, 186, 187)). (akt. Canan, 1993: 521-522).

olanların takva ehli olduğu anlaşılmaktadır (Güloğlu, 2011: 46). Çünkü Kur’an’da, kadın ya da erkek cinsinden çok, kişinin inanıp inanmaması ön plandadır (bk. Ali İmran 3/ 195, Nahl 16/ 97, Ahzab 32/ 35, Nisa 4/ 124; Tevbe 9/ 72). Kur’an’da yer alan kadınlara baktığımızda (Hz.Meryem ile Lut’un karısı gibi) onların cinsiyetlerinden dolayı değil, imanları ve inkârları açısından övüldükleri ya da yerildikleri görülmektedir (Coşkun, 2011: 119). Ayrıca Kur’an’da Nisa/Kadınlar suresinin var olması İslam’ın sadece erkeklere değil, kadınlara da hitap ettiğinin bir göstergesidir (Gültepe, 2008: 198). Nisa 4/34- ve 35. ayetlere bakıldığında ise kadın ve erkeğe ayrı üstünlükler verildiği anlatılmaktadır. Ayrıca Kur’an’da inananların eşit olduğuna dair vurgu yapılmaktadır. Bu durum, varoluşsal anlamda Allah katında kadın ve erkeğin eşit olduğunu; ancak toplumsal görevler söz konusu olduğunda iki cinsin birbirlerinden farklı üstünlükleri olduğunu ve birbirlerini tamamladığını göstermektedir (Düzgün, 2012: 86).

Kur’an ayetleri ve hadislere yapılan eleştirileri bu ve buna benzer gerekçelerle İslamcı yazarlar açıklamaya çalışmıştır. Buradan, İslamiyet sonrasında kadının geri plana itilmesini kabullenici bir yaklaşım oldugu sonucuna ulasilabilir. Erkilet’in de belirttiği üzere (2015) modern dünyanın dayatmalarına karşı gelirken pre modern zamanda kadının uğradığı haksızlık ve ayrımcılıkları görmezden gelmek yanlış olacaktır.

İslamiyet sonrasında erkek egemen dinî söylemin yaygınlaşması ile ilgili farklı yorumlar söz konusudur. Bazı yazarlara göre İslam’da kadına verilen haklar, Hz. Muhammed döneminde yaşatılmış; onun vefatından sonra ise bu durum gerilemeye başlamıştır (Smith, 1991: 166- 167; Hatipoğlu, 2000: 9; Kotan, 2007: 11; Coşkun, 2011: 125; Gürhan, 2010: 75; Erkilet, 2015). Hz. Muhammed’in vefatından sonra fıkıh, hadis, tefsir, kelam, tasavvuf gibi disiplinler teşekkül etmiş ve insanlar Kur’an kaynağından çok bu ikincil kaynaklara bakarak problemlerini ağırlıklı olarak çözmeye çalışmıştır. Bu disiplinler zamanla Kur’an vahyinden öncelikli gelmeye başlamıştır. Zamanla şerhçilik ve haşiyecilikten öteye gidilememiş ve geçmişin yanıtlarıyla gündemdeki sorunlara çözümler bulunmaya çalışılmıştır (Özdeş, 2005: 223). Böylece kadınlar, halifelik gibi önemli görevleri üstlenecek potansiyelde oldukları halde uydurma hadisler gerekçelendirilerek insanca yaşama dair temel haklarını dahi yitirmiştir (Martı, 2009: 113). Erkek Müslüman âlimler icma’ ve kıyas ile kadına dair hakların tam aksi yönünde hüküm verirken, doğru düzgün okuma yazması olmayan kırsal kesim kadınları ise kendi

haklarından tamamen habersiz oldukları için bu hükümlere itiraz etmemişlerdir (Honarvar, Nayer: 1988: 385). Bu nedenle, fıkıh ve hadis kitapları Kur’an’ın kadına tanıdığı hakları ellerinden almakla birlikte, anlatılan her şeyi din olarak sorgusuz kabul eden Müslüman kadının da bu yanlışta payı olduğu söylenebilir (Dokuz, 1999: 107). Aslında İslam dini kadına üst düzeyde değer vermiştir (Sabbah, 1992: 26; Schimmel, 1999: 25). Bu değeri anlamak için Cahiliye Dönemi’ne bakmak yeterlidir (Okumuş, 2008). Ancak zamanla ataerkil ve otoriter kültür hâkim olmuş ve bu düşünce çağımıza kadar süregelmiştir. Ataerkil kültür, dinî söyleme de yansımıştır. Sonuçta İslam’ın kadınlara verdiği hakları ellerinden alan, erkek egemen dinî söylem olmuştur (Sağlam, 2013: 349- 350; Güloğlu, 2011: 52- 53; Gültepe: 199; Sucu, 2011: 207; Karslı, 2003: 163, 171). Buna göre, aslında kadın haklarını ve onun sosyal hayattaki hareket alanını kısıtlayan şey fıkıh kitaplarından çok; gelenekler, töreler ve Doğu zihniyetidir (Uludağ, 1995: 10- 11).

Bu görüşlerle birlikte kadına karşı toplumsal algının değişmesinde farklı nedenlerin de olabileceğini öne sürenler vardır. Bahadır’a göre (2005: 26-27, 36); Hz. Ömer’in uygulamaları, medreselerin kurulmasıyla kadına yönelik olumsuz eleştirilerin ortaya çıkması ve iktidar kavgası kadına yönelik kısıtlamalarda etkili olmuştur. Aslan ise (1999: 48) zamanın Arap aristokratlarının çıkarları için kadınların baskı altına alındığını belirtmiştir. Köse (1998: 96) Kur’an’da kadın ile ilgili ayetleri yanlış yorumlama nedenlerinden birisinin, Kur’an’da bazı davranışlarda bulunan ya da birkaç söz sarf eden kadınların davranış ve sözlerinin genele indirgenmesinden kaynaklandığını açıklamıştır. Yusuf suresinde Aziz’in karısının yaptığı hatalı davranış nedeniyle aleyhte düzen kurmak anlamına gelen “keyd” kelimesinin kullanılması ile bu kavramın tüm kadınlara atfedilmesinde olduğu gibi bunu tüm kadınlara genellemek yanlış olacaktır. Yadsıman’a göre (2005: 88) kadın aleyhtarı rivayet ve yorumlar önemli ölçüde, Yahudi ve Hristiyan geleneğinden beslenmiştir. Çünkü Yahudi ve Hristiyan geleneğindeki kadınların aklının noksan olduğu, eğitilmemeleri gerektiği, şahitliklerinin kabul edilmeyeceği gibi yorum ve tavırların birbirleriyle örtüştüğü görülmektedir.

Sonuçta Türkiye dâhil, tüm Müslüman ülke ve topluluklarda kadın hak ve özgürlükleri konusunda problemlerin olduğu; bunun yalnızca devletlerin baskısından kaynaklanmadığı ve kadınları ötekileştirenlerin, kendilerini birtakım İslâmi referansları

da kullanarak meşrûlaştırdıkları açıktır (Çakır, 2000). Şahsî kaygılar veya erkek hâkimiyetini korumak için İslam’ın kadına tanıdığı haklar göz ardı edilerek fıkıh, hadis gibi ikinci kaynaklara yansıtılmış, köleden biraz daha özgür, çocuktan biraz daha akıllı kadın profili çizilmiştir (Amuli, 2008: 303; Bilgin, 1997: 30; Hatemi, 1995: 35; Tuksal,2012a: 277, 281). Erkeklerin adalet duygusunu terk ederek ataerkil düzeni kadınlar aleyhine bir güç ve iktidar unsuru olarak kullanmaları, onların mahrumiyetler yaşamasına neden olmuştur (Demirel, 2010: 97).

Aynur’a göre (2013: 119-120) günümüzde Müslüman toplumlar insan hakları konusunda önderlik görevini üstlenememişlerdir. Bu nedenle ilimle amel arasında bir uyuşmazlık söz konusudur. Bu durum Kur’an-ı Kerim’in günümüz koşullarına aktarılamamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle İslam düşünürlerinin yeni problemlere karşı açılım sağlamaları gerekmektedir.

İslam’ın kadına verdiği değeri ortaya çıkartmak için Kur’an-ı Kerim’in yeniden tefsirini yapmak ve hadisleri tekrar eleştirel bir bakış açısıyla ele almak, kadının İslam’daki konumunu değiştirecektir (Armaner, 1961: 131; Barlas, 2003: 5; Göçeri, 2010: 30). Bu anlayışta olanlara göre Kur’an-ı Kerim’in tefsirini yaparken ilgili ayetler bütüncül bir yaklaşımla, nüzul sebepleri ve dönemin sosyokültürel şartları ele alınarak analitik ve rasyonel tarzda değerlendirilmelidir (Özdeş, 2005: 217).

Aslında Kur’an, “adalet” çerçevesinde yorumlandığında, kadın konusunda yapılan yanlışlar ortaya çıkartılmış olacaktır (Gürhan, 2011: 123). Adalet, aslında Batı toplumlarının kadına sunduğu eşitlikten daha kapsayıcıdır. Çünkü kadın ve erkek arasında mutlak eşitlik yoktur. Allah onları fiziksel ve ruhsal olarak birbirlerinden farklı yaratmıştır. Onlar birbirlerini tamamlayıcıdırlar (Koçer, 2010: 161-166; Armağan, 2007: 234 - 237). Ayrıca kadın ve erkek arasındaki farklılıklar, göz ardı edilecek kadar eşit değildir (Muhsin, 1997: 168). Adalet esas alındığında, farklılıkları da göz önünde bulundurmak gerekir. Bu nedenle Kur’an, cinsiyet farklılıklarını göz önüne alarak aralarında adalete dayalı bir denge kurar. Aile içerisinde farklı roller vererek elbise ve beden gibi birbirlerini örterler ve korurlar (Dokuz, 1999: 107). Örneğin kadınlara cihat yani askerlik farz değildir. Bazı hallerde (irtidat gibi) kadına verilen ceza, erkeğe verilen cezadan daha hafiftir. Kadının diyeti, erkek için ödenecek diyetin yarısıdır. Kadın, izni olmadan evlendirilmez. Yeme, içme, giyinme ve barınma gibi ihtiyaçlar kocası

tarafından karşılanır. Eğer kocası sütanne bulursa bebeğini emzirmeyebilir (Armağan, 2007: 241- 242).

Sonuç olarak, din, kadın rollerini şekilendirmede tek güç olmamakla birlikte etkisi yadsınamaz. Nitekim, bazı kadınların problemleriyle mücadele etmede dinlere, özellikle mistik öğretilere ilgi duydukları da bilinmektedir. Bu nedenle dini tümden yok saymak veya toplumun kadına biçtiği hatalı sosyal konumun tek müsebbibi ilan etmek indirgemeci bir yaklaşımdan ibaret olacaktır. Aynı şekilde, kadının statüsündeki değişimleri genel geçer doğrular olarak kabul edip İslamî hükümleri bu değişimlere uydurmak için bazı ayet ve sahih hadisleri görmezden gelmek de bir çözüm değildir. Ayrıca İslam’da kadın ile ilgili çalışmaların çoğunluğu kadın problemine çözüm sunmaktan çok İslamcı ya da İslam karşıtı görüşlerin savunulması şeklinde olmuştur, denebilir. Bu durumun değişen kadın rollerine ve güncel meselelere İslamî açıdan ne gibi bir farkındalık veya fayda sağlayacağı şüphelidir. Modernizmin getirmiş olduğu problemler dışında, İslamî metinleri gerekçe gösterip kadın aleyhine bunu kullananların da varlığını göz önüne almak gerekir. Aynı durum bazı dinî gruplar için de geçerlidir. Bu nedenle yapılması gereken şey, İslam’ı savunarak veya eleştirerek kadın konusunu işlemek değil, değişen kadın rolleri sonucu ortaya çıkan sorunlara dinî açıdan çözüm aramak olmalıdır. Bünyesinde çok sayıda kadın üye barındıran dinî gruplar, bu çözüme yardım sağlayacak potansiyele sahip görünmektedir.