• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE

1.3. Dinî Grupların Niteliği ve Etkileri

1.3.2. Dinî Grupların Psiko Sosyal ve Dinî/Manevî Etkileri

Din, insanın karşılaştığı problemlere karşı güçlü bir başa çıkma mekanizması olarak işlev görebilmektedir (Jones, 2004: 319). Dinî inanç ve uygulamalar; başkalarına yardım etme, cömert olma, merhamet etme gibi davranışları telkin etmesi nedeniyle kişilerin problemlerini çözmeyi kolaylaştırabilmektedir (Koenig ve Larson 2001: 72). Manevî dönüşümler ise öz saygı, öz güven ve öz kimliğin olumlu yönde gelişmesine katkı sağlamaktadır (Zinnbauer ve Pargament, 1998: 173). Yapılan birçok bilimsel araştırmadan, din ve maneviyatın hem zihinsel ve fiziksel sağlık arasında bağlantı olduğu ortaya çıkmıştır (Koenig, 2004: 1194). Fiziksel semptomlar için manevî ve varoluşcu unsurların, anlam ve umut gibi olguların olumlu açıdan destekleyici olduğu görüşü gittikçe artmaktadır (Breitbart, 2002: 272).

Bununla birlikte yapılan bazı araştırmalarda din ve maneviyat her zaman olumlu duyguları ve ilişkileri desteklememekte; suçluluk, utanç ve korku duygularına sebep olabilmekte; sosyal izolasyon, düşük kendilik algısı, katı bakış açısı da ortaya çıkartabilmektedir (Koenig ve Larson, 2001: 72). Buna rağmen, araştırmaların büyük bir kısmında, dindarlık ve maneviyatın ruh ve beden sağlığını olumlu yönde etkilediği görülmüştür (Horozcu, 2010: 211). Özellikle son yıllarda yapılan çalışmalarda psikolojik sağlık ile dindarlık arasında pozitif ilişkinin olduğunu gösteren sonuçlar ağırlıktadır (Gürsu, 2011: 3). Özellikle içgüdümlü olarak içselleştirilmiş bir din, sağlık ve mutluluk ile pozitif açıdan etkilidir. Ayrıca dinî inanç ve uygulamaların, stresli durumlarda insanlara olumlu etkisi vardır (Pargament, 2005: 279). Kanada’da yaşayan Afrikalı, orta yaşlı 50 kadınla yapılan araştırmada; kadınların, ırkçılık baskısının getirmiş olduğu depresyon ve stresten uzaklaşmak için Kilise cemaatinde olmayı ve Tanrı ile bağ kurmayı sıkıntılarla bir başa çıkma yolu olarak kullandıkları görülmüştür (Beagan ve diğ., 2012: 103). Cohen ve Koenig’in tespitine göre (2003: 215), yaşlı yetişkinlerde başa çıkma eğiliminde dindarlık ve maneviyata yönelme yaygındır. Rieben ve arkadaşlarının araştırmasında (2014: 812) manevî figürlere bağlılığın, problemlerle başa çıkmada etkili bir yönü olduğu görülmüştür. Bir başka araştırmada ise kocası tarafından şiddete uğrayan kadınlar için maneviyatın, travmatik olaylarda bir nevî sığınak işlevi gördüğü ve iyileşmelerine yardımcı olduğu tespit edilmiştir (Drumm ve diğ. 2014: 385). Hurlbut’ın (2011: 28) koruma altındaki evsiz kadınlarla yaptığı araştırmasında, sağlığı destekleyici davranışlarla maneviyat arasında pozitif yönde olumlu ilişki olduğu; Vahia ve arkadaşlarının (2011: 97) araştırmasında ise daha düşük gelir ve eğitim seviyesine sahip kişilerde maneviyatın, önemli ölçüde strese karşı dayanıklı olmalarına yardımcı olduğu saptanmıştır. Kalkstein ve Tower’in (2008) araştırma sonucunda, günlük manevî deneyimlerin olması ile psikopatolojik rahatsızlıkların azalması, yakın arkadaş ilişkilerinin çoğalması ve kişisel sağlığın artması arasında ilişki olduğu ortaya çıkmıştır.

Tiliouine ve arkadaşlarının (2009: 55) Cezayir’de 2909 kişi ile yaptıkları araştırma sonucunda, dinî pratiklerin ve dinî içerikli diğergamlığın olumlu ruh hali ile pozitif yönde ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Ellison’un araştırma sonucuna göre (1991: 80), dinî inanç, yüksek düzeyde yaşam doyumuyla, kişisel mutlulukla ilişkili; travmatik yaşam olayları sonucu oluşan psiko sosyal olaylarla ise daha az ilişkili çıkmıştır.

Charzyńska’nın (2015: 1931) alkol bağımlılığı tedavisi gören 56 kadın ve 56 erkek katılımcıyla yaptığı araştırmasında iki cinsiyet için de maneviyatın tedaviyi olumlu yönde etkilediği, bununla birlikte ahlakî değer düzeylerindeki artışın (kendini affetme hariç) sadece kadınlarda görüldüğü ortaya çıkmıştır.

Benzer sonuçları Türkiye’de yapılan çalışmalarda da görmekteyiz. Ayten ve arkadaşlarının araştırmasında (2012: 76) bireylerin olumlu başa çıkma yöntemi olarak, başlarına gelen herhangi bir sıkıntıyı hayra yorup içlerinde bulundukları zor durumda Allah’tan yardım dileme eğilimleri arttıkça hayat memnuniyeti düzeylerinin arttığı görülmüştür. Karslı’nın (2011) araştırmasında dindarlığın öfke kontrolünde önemli etkileri olduğu görülmüştür. Pınar’ın (2013: 6) 200 kişiye uyguladığı araştırma sonucuna göre duanın ruh sağlığı üzerinde olumlu etkileri söz konusudur. Özellikle karşılaşılan zorluklarla mücadele etmede duanın olumlu etkileri vardır. Horozcu (2010: 273)’nun 507 katılımcı ile yapmış olduğu çalışmasında, örneklemin dua sayesinde psikolojik olarak rahatlamaya inanma oranı, %91; şifa bulmaya inanma oranı, %84,7 ve rızıkta bereket elde edileceğine inanma oranı, %86,2’dir. Gürsu’nun (2011: 5) 1009 kişilik örneklem grubuyla yapmış olduğu araştırmada ergenlerde dindarlık düzeyi arttıkça psikolojik sağlıklarının olumlu yönde olduğu görülürken; Tokur’un (2011) 1000 birey üzerinde yapmış olduğu araştırmada stres ile dindarlık arasında negatif yönde anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Öztürk’ün (2008: 187) sığınma evlerindeki kadınlarla yaptığıaraştırmasında katılımcıların zor anlarında Allah’a sığınıp ondan yardım diledikleri ve böylece yaşadıkları zor anları çok daha hafif atlatabildikleri görülmüştür.Şentepe’nin (2016: 213) Sakarya Üniversite’sinde öğrenim gören 1092 öğrenciden oluşan bir örneklem üzerinde incelediği araştırma sonucuna göre dindarlığın affetmeyi, affetme ve dindarlığın ruh sağlığını anlamlı derecede yordadığı belirlenmiştir. Özellikle kendini affetme boyutunun, ruh sağlığını en yüksek derecede yordadığı bulgulanmıştır. Akgül’ün (2014: 155) araştırmasında ise özellikle iç güdümlü inanca sahip kişilerde hayatı anlamlandırma sürecinde daha güçlü farkındalıkları olduğu görülmüştür. Buna göre inancın hayatı anlamlandırmada etkisi olduğu söylenebilir. Dindar olanların, daha az dindar olanlara oranla psikolojik sağlık ile birlikte bedensel sağlık açısından da daha iyi durumda olduklarını ortaya koyan araştırmalar mevcuttur (Köylü, 2010: 5-6). Unterrainer, Lewis ve Fink (2012: 382) dindarlık ve maneviyatın, akıl hastalığının yanı sıra, bağımlılık ve intihar davranışlarına karşı koruyucu bir işlevi

sağlama sürecinde önemli bir rol oynadığını aktarmıştır. Yazgan’ın (2014: 108-110) yapmış olduğu araştırmaya katılan kanser hastalarının şifa aramak için %82,8’inin dua edip namaz kıldığı; hasta olmayanların ise %75,2’sinin dua edip namaz kıldığı görülmüştür. Hasta bireylerin dinî tutumlarının kanser hastası olmayan bireylerden yüksek olduğu belirlenmiştir. Katılımcıların kanser hastası olma durumunun spiritüel inançlarını etkilediği ve hasta grubun manevî inançlarında daha çok dinin etkin olduğu saptanmıştır. Errihani ve arkadaşlarının (2007) yaş ortalaması 49 olan 1600 Faslı kanser hastasının dinî inançlarıyla ilgili yaptıkları araştırmada, katılımcıların %49’u İslamî görevlerini yerine getiren, %51’i ise dinî vecibelerini yerine getirmeyen olarak bulunmuştur. Birinci grup, kanseri kabullenmiş ve bunu ilahî bir sınav olarak algılamıştır. İbadetlerini yerine getirmeyen grupta suçluluk duygusu olduğu görülmüşve bunlardan %95’i ibadet etmeye başlamıştır. Tüm gruplarda yeni davranış şekilleri tespit edilmiştir. Gruptaki 450 kadın artık başörtüsü takmaya başlamıştır. Grubun %19’u Kur’an-ı Kerim’de adı geçen popüler tedavi yöntemlerinden olan bitkileri kullanmaya başlamıştır.

Meme kanseri hastası olan kadınlarla yapılan araştırmalarda ise hastalık nedeniyle kişilerin maneviyata yöneldikleri, sosyal destekle birlikte manevî inançların hastalığa çözüm arayışını pekiştirdiği, hastalığı kabullenme ve hayata olumlu bakma açısından motivasyon sağladığı ile ilgili olumlu sonuçlar ortaya çıkmıştır (Mesquita ve diğ., 2013; Garlick ve diğ., 2011: 78; Phillips ve Janusek, 2014: 72, 77; Gulatte ve diğ., 2010). Ayrıca kanser dışında mastektomi ameliyatı olan, menopoza giren ve kronik pelvik hastalığı olan kadınlar ile parkinson hastaları, kronik böbrek rahatsızlığı olup hemodialize girenlerle yapılan araştırmalarda, kişilerin bu tür problemlerle başa çıkmasında, maneviyatın olumlu yönde etkisi olduğu görülmüştür (Elias ve diğ., 2015; Giaquinto ve diğ. 2010; Valcanti ve diğ., 2012: 837; Steffen, 2009: 721). Bununla birlikte Mann ve arkadaşlarının (2008: 19), hamile kadınlarla yaptığı araştırma sonucunda; dindarlık ve maneviyatın kaygının azalmasında etkili olduğu görülmüştür. Waddell ve Lawson’un araştırmasında ise (2010: 181) kadınlarda yaş, algılanan sağlık durumu, depresyon, gönüllü olarak çalışma gibi etkenlerle birlikte dinin de pozitif ruh haliyle ilişkili olduğu tespit edilmiştir.

Dinî/manevî çevre veya grupların da psiko sosyal açıdan insanlara olumlu yönde etkileri olduğunu görmek mümkündür. Argyle, İngiltere’de yapmış olduğu araştırmada kilise

arkadaşlıklarının sosyal açıdan insanlara destek sağladığını ortaya koymuştur. Moberg ve Taves ’in 1343 yaşlı kişi ile yaptıkları araştırma sonucuna göre, çeşitli dinî cemaatlere bağlı olmak huzurlu olma ile ilişkili çıkmıştır. Ayrıca Idler’in New Haven’da 2811 yaşlı üzerinde yaptığı araştırma sonucunda, kiliseye gidenlerde ve özel ibadetler yapanlarda depresyonun azaldığı görülmüştür (akt. Hallahmi ve Argyle, 2000: 453-460).

Myers ve arkadaşlarının araştırma sonuçlarına göre, sosyal destek psikolojiyi olumlu yönde etkilemekte ve iyileşmeyi kolaylaştırmaktadır (akt. Koenig ve Larson 2001: 72) Chan’in (2011: 306). İlk tüp bebek deneyimi olan 339 Çinli kadınla yaptığı araştırmasında, psikolojik ve manevî iyilik halini amaçlayan beden-zihin ve maneviyat grubu ile iletişime geçen kadınların fiziksel sıkıntı, anksiyete ve uyum bozukluğunun alt düzeyde olduğu raporlanmıştır.

Türkiye’de dinî grupların etkileri ile ilgili yapılan araştırmalarda da benzer sonuçları görmek mümkündür. Hortaçsu’ya göre (1998: 84), son zamanlarda toplumsal destek ile ilgili yapılan çalışmalarda, kişilerin üyesi oldukları gruplardan aldıkları maddî ve manevî desteğin insanların esenliği için faydalı olduğu vurgulanmaktadır. Bahaîleri inceleyen Çapar’ın aktardığına göre (2011: 133-134) bu gruba bağlı olanlar maddî ve manevî yardımlarla birbirlerine destek olmaktadır. Atay’ın (1996: 174) Kıbrısî cemaatiyle ilgili yaptığı araştırmasında, cemaatte rekabetçi ve çatışmacı kişiler olsa da benmerkezci egoların yıkılıp Allah’a kulluk çerçevesinde kendilerinden çok başkalarını düşünen, mütevazı insan olmaları sağlanmaktadır. Cengil’in (2010: 152, 244) Çorum ilinde, Halvetî Uşşâkî tarikatının Ruhzârî koluna mensup 120 erkekle yaptığı araştırma sonucunda, katılımcıların %64,1’i kendilerini manen daha huzurlu hissettikleri için tasavvufî yaşantıya devam ettiklerini, tarikata girdikten sonra katılımcılar %85,0 oranında, öncesine göre daha mutlu olduklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca katılımcıların %89,2’si, grup içerisinde olumsuz kişilik özelliklerini devam ettirmediklerini aktarmıştır. Bilge’nin (2008: 130) araştırma sonucunda ise, tarikat mensuplarının genelde dinî ve manevî kazançlar dışında dinî bir gruba mensup olmanın verdiği bazı imkânlardan yararlandıkları, özellikle dostluk ortamından hoşnut oldukları görülmüştür. Dinî gruplar kişilerde olumlu ve sağlıklı gelişmelere yardımcı olmasına rağmen, bunun tek yönlü olmadığını da unutmamak gerekir.

Cemaatler, kişiyi bencillikten uzaklaştırıp ortak sorumluluk alınmasını sağlar. Bu nedenle toplumsal bağların çözülmesine engel olması açısından önemli katkıları olduğu gibi kişilere aidiyet duygusu da kazandırmaktadır. Ancak farklı değer ve yaşam tarzlarına sahip bireylerden ‘ortak iyiyi’ gözetmelerini beklemek hayalî olacaktır (Kurt, 2009: 101). French ve Raven’e göre (1959) grup üyeleri cezalandırılmaktan, reddedilmekten ve kınanmaktan kaçınmak için veya grubun onayını kazanmak için de gruba uyum sağlama eğilimindedirler. Hogg ve Turner ise (1987) bireylerin, grup tarafından kabul görmek için grubun kurallarına uyum sağlama davranışı gösterdiklerini aktarmıştır (akt. Hogg, 1997: 87- 89). Ayrıca cemaatin sağladığı “biz şuuru” diğer cemaatleri ötekileştirmeye neden olabilmektedir. Bu ayrışmanın keskinleşmesi sonucunda çatışmalar yaşanabilmektedir. Tarihte bu tür dinî nitelikli çatışmaları görmek mümkündür (Eren, 2000: 112).

Dinî grupların tek başlarına bir mezhep ya da akımı temsil etmemekle birlikte – istisnalar dışında- dinî düşünce ve zihniyet dünyasına müspet katkılarından söz etmek de oldukça güç görünmektedir (Sarıkaya, 1998: 102). Çünkü itaat ve telkin ön koşuluyla “grup düşünmesi” dışında insanların özeleştiri yapması engellenilmektedir. Ayrıca üstad silsileleri ve menakıb edebiyatıyla taklitçiliğin önü açılmaktadır. Bununla birlikte mensupların nafile ritüeller veya maddî yardımlar gibi bir takım fedakârlıklara zorlanmaktadır. Bu gibi grup içi görevler dinî boyuta büründürülerek dinin aslına zarar verebilmektedir. Grup liderine ölçüsüzce verilen değer, onların söz ve yazılarına kutsallık atfetmelerine, dinî metinlerin batınî yorumlarına kapı açılmasına neden olabilmektedir. Grubu ayakta tutmak gibi menfaatler için dinî-ahlakî normlar üretilerek tedhiş ve şiddet yoluna da sapabilir (Büyükkara, 2007: 134).

Görüldüğü üzere dinî grupların, dinî ve manevî faydalarının yanında koşulsuz itaat gibi negatif tarafları da söz konusudur. Ancak Cerrahîleri inceleyen Karaatlı’nın da belirttiği gibi (2006: 146) dinî gruplara içeriden ve dışarıdan bakmak arasında büyük bir fark vardır. Geleneğin içerisinde olanlar için şeyhe teslim olmadan, kendini tamamen nefsin köleleştirici sahipliğinden kurtarmadan bir adım bile yol alınamayacaktır. “Dışarıda” olanlar için ise bu durum koşulsuz boyun eğme veya benliğin yok oluşu olarak nitelendirilecektir.

Araştırmalarda çıkan sonuçları genel olarak değerlendirdiğimizde, din ve maneviyatın insana psikolojik ve bedensel anlamda pozitif yönde etki etmekte olduğunu belirtebiliriz. Bununla birlikte, dinî gruplar ise insanları dine/maneviyata yönelten etkenler arasında yer aldığı görülmektedir.