• Sonuç bulunamadı

3. YABANCILAŞMA KAVRAMI VE KURAMSAL ÇERÇEVE

3.3. Yabancılaşma Kavramı Yaklaşımları

Yabancılaşmanın kavramsallaştırılmasında klasik yaklaşımlar olarak adlandırılabilecek yaklaşımlar Hegel, Feurbach ve Marks tarafından ortaya atılmıştır. Yabancılaşmanın modern yorumları ise; Herbert Marcuse, Charles Wright Mills ve Melvin Seeman tarafından yapılmıştır (Soysal, 1997). Bu yaklaşımlar tarihsel akışı içinde aşağıda incelenmiştir.

3.3.1. Hegel

Yabancılaşma kavramı çağdaş sosyolojide sıklıkla kullanılan bir kavramdır. Kavram, dinsel ve felsefik bir kökten gelmekle beraber zaman içinde bu anlamlarından ayrılarak Alman Filozof G.W. Friedrich Hegel tarafından rasyonel anlamına kavuşmuştur (Uğur & Erol, 2015:184).Yabancılaşma kavramını ilk olarak kullanan Hegel‘e (1961) göre yabancılaşma, “insanın fiziki ve ruhi varlığı arasındaki ayrımın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır”. Hegel, yabancılaşma kavramını çoğunlukla “ben” in kuşatılması yoluyla bireyin özgürlükten vazgeçmesi ve hatta kişiliğinden uzaklaşma anlamında kullanmıştır (Artar, 2016:34). Hegel’de yabancılaşma dağılma anlamına gelir, basit bir bileşimin dağılıp daha karmaşık bir bileşim haline gelme sürecidir (Kiraz, 2015:45).

Hegel’e göre varlık, “düşünce gibi, diyalektik yönteme uygun olarak boyuna gelişen, ilerleyen bir süreçtir”. Gelişmenin temelinde kendi kendisini açan bir ereğe yönelen bir ilke vardır. Bu gerçeklik sonucu oluşan ilke Mutlak, Akıl, Tin ya da Geist’dır. Mutlak ya da Geist ile anlatılmak istenen şey; evreni aşan bir varlık değil bütün bir evrendir. Geistin kendi kendini gerçekleştirme, tanıma ve bilme süreci vardır ve bu süreç diyalektik bir süreçtir (Aydoğan, 2015:275). Hegel laik düşünce temelinde yabancılaşmayı ele almış ve irdelemiştir.

Hegel’e göre; düşünen özne olan insanla ilişkili olmayan hiçbir gerçek yoktur. Bu gerçek, insanın gerçeğidir. Çünkü insanın görevi kendini keşfetmek ve her şeyin kendi öz bilincinin bir özelliği olduğunu gözlemlemesidir. Din ve sanat da insandan ayrı düşünülemez. Ayrım yapılması birçok yabancılaşmanın ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu süreç içinde temel aktör Ruhtur ve kendini geliştiren gerçeğin kendisidir. Ruh önce kendi dışında var olduğuna inandığı bir dünya yaratmıştır. Ancak sonrasında bu dünyayı kendisinin yarattığını anlamıştır. Dünya yalnızca ruhun eylemi içinde ve sonucunda var olabilmektedir. Ruh, yeni bir dünya yaratırken kendini dışlandığı ya da yabancılaştırdığının farkında değildir. Ancak zamanla bunu fark etmektedir. Hegel, yabancılaşmanın Ruhun bu kavrayışının eksikliği sonucu ortaya çıktığını söylemektedir. Yabancılaşma ancak kişinin tamamıyla öz bilincine kavuştuğunda, kendi çevre ve kültürünün Ruhtan kaynaklandığını anladığında sona erecektir (Ergil, 1978:94).

Hegel’in öngördüğü yabancılaşma kavramı birbiriyle ilişki olan iki maddeyle özetlenebilmektedir. Bunlar (Özbudun, Markus, & Demirer, 2008:18):

- Bireyin özde farklı olmadığı ve geçmişte birleşik olduğu bir şeyden ayrıldığının farkındalığı

- Bireyin özde farklı olmadığı ve geçmişte birleşik olduğu bir şeyden ayrı olan benliğinden kasıtlı olarak vazgeçişi ya da teslimiyeti; yani yabancılaşma durumundaki kendisini, bu ayrılığın zeminini yok etmek üzere kurban edişi

Özetle; Hegel’e göre dünyada nesnelleşme ve kişinin kendine yabancılaşması söz konusudur. Hegel bu yabancılaşmanın nasıl sona erdirileceğine ilişkin yorumlar yapmış ve geliştirmiştir. Hegel yabancılaşmayla nesnelleşmeyi özdeşleşmiştir. Nesnelleşmeyi olumsuz bir durum olarak göstermiştir.

3.3.2. Feurbach

Alman idealizminden materyalizme geçişin ilk durağı Feuerbach’dır. Feurbach felsefesi Marks felsefesi için itici güç özelliği taşımaktadır. Hatta Marş Feurbac’ı eski felsefenin fatihi olarak görmektedir. Feurbach’ın felsefesi Marks’ı çalışmalarının girişini oluşturur demek yanlış olmayacaktır (Aydoğan, 2015:276).

Hegel, tarihin yapıcısı olarak Tanrı’yı kabul etmiş ve insan varlığındaki Tanrı’nın insana yabancılaşma halinde olduğunu ve tarihi süreçte Tanrı’nın kendisine döndüğünü kabul etmiştir. Feurbach Hegel’in bu düşüncelerini ters çevirmiştir. Feuerbach’a göre Tanrı fikri, “insanoğlunun, kendi güçlerini kendi dışındaki bir varlığa aktarmasından doğmaktadır. İnsanoğlu, ancak Tanrı’sına sığınarak kendi gücüne ulaşabilmekte; Tanrı’sının kuvveti ve varlığı oranında ise yoksullaşmaktadır” (Erş, 2015:21). Feurbach, kişinin Tanrıdan uzaklaştıkça yabancılaştığını öne sürmektedir. Bu uzaklaşma dinden uzaklaşma anlamına da gelmektedir. Kişi bir dine mensup olduğu ve Tanrı’ya yakınlaştığı sürece yabancılaşmadan uzaklaşmaktadır denilebilir.

3.3.3. Marks

Marks, Hegel’in nesnelleşmeyle yabancılaşmayı birbirine karıştırdığını, dolayısıyla nesnelleşmeyi kötü bir durummuş gibi lanse ettiğini düşünmektedir. Bu yönünü eksik olarak görmektedir. Marks, Feuerbach’ın görüşlerini kabul etmekle beraber, insanın dini yönden yabancılaşmasının yabancılaşma türlerinden, insanın kendi kendine yabancılaşma biçimlerinden sadece biri olduğunu öne sürmüştür. Marks’a göre insan, bir kendi faaliyetlerinin ürünü olan köle, güçsüz ve bağımlı bir varlıktır. Bu varlığıyla ilişki kurduğu ayrı, bağımsız ve güçlü nesnelerden oluşan bir

dünya meydana getirmekte ve kendi kendisine farklı biçimlerde yabancılaşmaktadır (Özgüney, 2015:41).

Marks’a göre kapitalist üretim şekli ve ilişkileri kapsamından birden çok yabancılaşma deneyimi yaşamaktadırlar. Bunlar (Erdoğan İ. , 2007:202):

- İş alanındaki yabancılaşmada insan ürettiği nesneden yabancılaşır; Üretilen nesneden yabancılaşma üretim sürecinin, üretim faaliyetinin bir sonucudur. Mallar/emtialar insan emeğinin yabancılaşmış ürünleridir.

- İnsan üretim sürecinden yabancılaşır: Neyin nerede, hangi koşulda, ne amaç ve sonuçlarla üretileceğine karar verme gücünden insanın tümüyle yoksun bırakılması; iş koşullarının tümüyle insanın dışında, ona rağmen belirlenmesi.

- Ürün üretildikten sonra, ücret vererek üretilenden ve zenginlikten emeğin yoksun bırakılmasıyla gelen yabancılaşma;

- Kaynaklarla bağ kuran paranın, özü ve değeri tanımlaması ve tapılan amaç haline gelmesiyle oluşan yabancılaşma

- Kendini gerçekleştirememe nedeniyle veya üretim tarzının getirdiği materyal ve bilişsel egemenlik altında biçimlenmiş kendiyle, kendi kendinden yabancılaşması.

- Diğer insanlardan yabancılaşma: İnsanın işine, işinin ürününe ve kendisine olan ilişkisinde gerçek olan, aynı zamanda diğer insanlarla olan ilişkisinde de gerçektir.

3.3.4. Herbert Marcuse

Marks toplumda yabancılaşan kesimin işçi sınıfı olduğu ve işçilerin bu durumdan kurtulması gerektiğini savunmaktadır. Marcuse ise buna karşılık olarak ileri sanayileşmeye sahip toplumu incelemiş ve toplumun tek boyut haline dönüşme olarak isimlendirdiği yabancılaşmanın toplumun tüm kesimleri için geçerli olduğunu ileri sürmüştür. Yapılan iş ve üretimde kullanılan araçlar değiştikçe işçi tutum ve bilinçleri de değişmektedir. İşçi sınıfı yeni düzene ayak uydurmaya başlamıştır ve yeni duruma karşı olumsuz yaklaşımından gittikçe sıyrılmaktadır (Bayhan, 1995:32).

Marcuse sanayinin gelişmesinden dolayı işçi emeğinin yerini makinelerin almaya başladığını bunun da insana daha az ihtiyaç duyulmasına neden olduğunu savunmaktadır. İnsana duyulan ihtiyaç azaldıkça denetim artmakta bu da insanları köleleştirmektedir. Marcuse’nin yabancılaşma ile ilgili görüşlerinden şu sonuçlara ulaşılabilmektedir (Soysal, 1997:16):

- Teknolojik düzenlemenin egemen olduğu toplum, sistemin muhafazası ve idamesine yönelik olarak bütün öge ve değerlerin bütünleşmesiyle kapalı ve güdümlü bir toplum haline dönüşmektedir.

- İşçi sınıfının da karşı çıkma ve aşma gücünü yitirmesiyle silahsız kalmış bu toplum, böylece “ tek boyutlu toplum” olarak nitelemektedir”

3.3.5. Charles Wright Mills

Mills, Marks’ın toplum temelli yabancılaşma kavramına ruhsal bir yan katarak psikolojik ve sosyal psikolojik bir bakış açısına sahip yabancılaşma yorumu getirmiştir. Mills, Marks’ın etkisi altında kalmış ve Marksist düşünceye sadık bir düşünürdür. Mills (2002), ‘Beyaz Yakalılar’ adlı çalışmasında işçi sınıfı kadar olmasa da yadsınamayacak sayıya sahip fikir emeği sunan beyaz yakalıların oluşturduğu kesimin kendi güçlerinin farkında olmadığı vurgusu yapmıştır. Bu kesimin bağımsız bir sınıf oluşturamamalarını yabancılaşma kavramıyla ifade etmiştir. Mills’e göre beyaz yakalı kesimi oluşturan kişiler kendilerini güvende hissetmemekte bundan dolayı içinde bulundukları koşulları algılayamamaktadırlar (Darıyemez, 2010:11). Mills yabancılaşmanın yoğun olduğu kitle toplumunun özelliklerini şöyle belirlemiştir (Bayhan, 1995:35):

- Kişilerin çoğunluğu başkalarına ait fikir, düşünce ya da kanaatleri dinlemekte ancak kendilerine ait fikir, düşünce ya da kanaatleri bu kadar kolay ifade edememektedir. Kamu, tamamen toplama bireyler yığını haline getirilmiştir ve kitle haberleşme araçları tarafından şekillendirilmektedir.

- Kitle haberleşmesinin örgütlenme biçimi kişilerin anında ve etkinlikle cevapta bulunmalarına imkân bırakmamaktadır.

- Kamuoyunun, bir kez oluştuktan sonra kendini gerçekleştirmesi için kamuca girişilmesi gereken eylemler, bu eylem kanallarım örgütleyen ve kontrolü altında tutan resmi makamlarca ya da iktidar çevrelerince denetlenmektedir.

- İktidar kurumlan karşısında kitleleşmiş kamunun bağımsızlığı kalmamakta, iktidar kurumlanın ve resmi makamların görevlisi olan kimseler kitleler üzerinde açık ya da örtülü yollardan nüfuzda bulunmakta, kişilerin karşılıklı ve özgür tartışma, kamuoyu yaratabilme özgürlükleri daha oluşmadan önlemek istendiği ve önlendiği görülmektedir.

3.3.6. Melvin Seeman

Amerikalı sosyologlar 1960’lı yıllardan bu ana yabancılaşma kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Yabancılaşmayı yalnızca kuramsal boyutta ele almamışlar aynı zamanda deneysel çalışmalar yoluyla yabancılaşmayı ölçülebilir bir kavram haline dönüştürmeye çalışmışlardır. Melvin Seeaman da bu sosyologlar arasında yer alan ve fikirleri benimsenen bir sosyologdur (Eryılmaz & Burgaz, Özel ve Resmi Lise Öğretmenlerinin Örgütsel Yabancılaşma Düzeyleri, 2011:274)

Seeman (1959) yabancılaşmayı sosyo-psikolojik açıdan incelemiştir. Güçsüzlük, yalnızlık, doyumsuzluk gibi toplumsal köklere sahip duygusal kavramlardan yola çıkarak güçsüzlük, anlamsızlık, normsuzluk (kuralsızlık), dışlanma (izolasyon) ve kendine yabancılaşma olmak üzere yabancılaşmayla ilgili beş boyut belirlemiştir. Seeman, yabancılaşmadaki temel bileşeni kişinin kurumsal yapılar karşısında duymuş olduğu çok yönlü güçsüzlük olduğunu belirtmektedir (Seeman, On The Meaning of Alienation, 1959). Günümüzde geçerliliğini koruyan Seeman’ın belirlediği bu beş boyut ilerleyen konularda detaylı incelenmiştir.