• Sonuç bulunamadı

4.3. YÜRÜTMENİN KARŞILAŞTIRILMASI

4.3.1. Yürütmenin Genel Karşılaştırılması

Siyasal iktidarı ben, mülkiyet düzenlemek ve korumak için ölüm cezası dahil diğer bütün daha hafif cezaları da içeren yasa yapma hakkı ve toplumun gücünü, bu yasaların uygulanması ve devletin dışardan gelecek zararlara karşı savunulması yönünde kullanma hakkı olarak alıyorum. Elbette ki bütün bunlar sadece kamu yararı için yapılmış olmalıdır (Locke, 2004: 3).

Locke’un vurguladığı siyasal iktidarın eylemlerinde kamu yararı gözetmesi noktasına biz her iki ülkenin siyasal iktidarının hangisi daha çok kamu yararını gözetiyor noktasından dahil olacağız. Ama öncesinde her iki sistemin ne getirdiğini karşılaştırmalı olarak analiz etmeliyiz.

Parlamenter sistemde yürütme çalışma arkadaşlarından oluşan kollektif bir yürütmedir. Ama başkanlık sisteminde yürütme tek kişide toplandığından başkanın oluşturacağı hükümette yer alan kişiler başkanın danışmanı statüsündedirler. Son karar başkana aittir (Lijphart, 2006: 108-112). ABD başkanlık sisteminde yürütme gücü tek kurum tarafından yani başkanlık kurumu tarafından yürütülürken, Türkiye’de başbakanın liderliğinde bakanlar kurulu ve cumhurbaşkanı arasında paylaştırılmıştır.

Bunun doğal sonucu olarak başkanlık sisteminde tepede bir çatışma yaşanmazken, parlamenter sistemdeki iki başlılık ve bu ayrı iki gücün çatışması sistemin aksamasına ve işlememesine neden olmaktadır. Bu noktada Locke’un kamu yararı gözetme söylemine geri dönersek parlamenter sistemdeki bu çatışma kamu yararını gözetmesi ya da etkin bir şekilde yerine getirmesi pek beklenemez bir durumdur. Hatta bu çatışmalar Türkiye’de kamu yararı tesis etmediği gibi kamu için daha fazla külfet getirmiştir.

Hüseyin Yayman’a göre, Türkiye’de yönetimsel alanda meydana gelen sorunların yalnızca idari bir sorun olmaktan öte toplumun her alanına sirayet eden bir bunalım yaratmıştır (Yayman, 2016: 19-21). Bundan dolayı oluşan belirsizlik ortamında illegal örgütler türemiş ve hatta legal örgütler de kendilerine vazife çıkartıp ülkede ihtilaller yapmış, Locke’un siyasal iktidarın ana görevi olarak gördüğü kamu yararı bir çok kez askıya alınmıştır. Oysa Amerika’da böyle bir durum gerçekleşmediği için kamu yararı aksamadan devam etmiştir.

Amerika’daki başkanlık sistemini Türkiye’deki parlamenter sistemden ayıran ikinci en önemli ayrım hükümet istikrarıdır. Bu bakımdan Türkiye’de ortalama bir hükümetin ömrü iki yıl bile değildir. Doksan dört yıllık cumhuriyet tarihinde altmış beş hükümet kurulmuştur. Diğer tarafta 1776 yılında kurulan ABD’de sadece 45 hükümet kurulmuştur. Bu istikrar Amerika’yı tek başına olmamakla birlikte dünyanın süper gücü yapan sebeplerin başında gelmektedir. Sadece hükümet istikrarı değil aynı zamanda kullanılan anayasalara baktığımızda da bu farkı görmekteyiz.

Türkiye 150 yıllık parlamento geçmişinde hep anayasa tartışmaları ile geçirmiştir. 1808 senedi ittifak ile anayasal bir sürece giren Türkiye 1839’da Gülhane hattı hümayunu,1876 kanun-i esasi, 1921 ve 1924 teşkilatı esasiye, 1961 ve son olarak 1982 anayasası ile bugüne dek yedi anayasa kullanan ama diğer tarafta hemen hemen aynı sürede Amerika’da tek anayasa kullanılmıştır (Kuzu, 2011: 110-130). Tüm bunlara rağmen Türkiye’de sistem sorunu yok demek için bir insanın akıl ile mantıkla ilişkisinin kesilmesi demektir. Ki zaten parlamenter sisteme geçiş sancılı olmuş ve her dönemde yeni sistem tartışmaları olmuştur. Bu sistem tartışmaları son kırk yıldır başkanlık sistemi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu yüzden Türkiye’de bu iki sistem sık sık karşılaştırılmıştır. Başkanlık sistemine geçişi savunalar yukarıda saydığımız başkanlık sisteminin istikrar, çatışmadan uzak ve duraksamadan işleyen yönlerini ileri

sürmüşlerdir. Karşıt olanlar ise başkanlık sisteminin güney Amerika ülkelerinde otoriter bir hal almasını örnek gösterip bu sistemin diktatörlüğe neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Sartori bunun böyle olmadığını ileri sürmüştür.

Sartori’ye göre Latin Amerika’da sistemin otoriterleşmesinin başkanlık sistemiyle hiçbir ilgisi yoktur. Aksine buralarda uygulanan başkanlık sisteminin doğal sınırları dışına çıkmasının bir sonucudur. Latin Amerika’da uygulanan başkanlık sisteminin otoriterleşmesinin sebebi burada başkanlara ekstradan verilen (çeşitli veto, kararname çıkarma, geniş olağanüstü yetkiler ve fesih yetkisi gibi) yetkilerle başkanları güçlendirmeleri otoriter yönetimlerin oluşmasın zemin hazırlamıştır (Sartori’den aktaran, Erdoğan, 2005: 208-212). Teziç ise Sartori’nin görüşlerini doğrulayan bir analiz yapmıştır. Teziç’e göre, Latin Amerika’da uygulanan başkanlık sisteminin teorik sınırları dışına çıktığı için uygulamada sistemin doğal sınırlarının dışına çıkması ile askeri müdahaleler sonucu yürütmenin diğer güçleri etkisi altına almasına sebep olmuştur (Teziç, 1986: 434-435). Teziç’in bu tanımını baz alırsak bu görüş sadece başkanlık sistemi için geçerli değildir. Parlamenter sistemde güçlü bir siyasi partinin parlamentoda mutlak çoğunluğu ele geçirmesi ile aynı durumun bu sistemde de olması kaçınılmazdır. O halde başkanlık sisteminin diktatörlüğe dönüşür söylemi gerçek değildir. Kanaatime göre hangi demokratik sistem olursa olsun yasal sınırları iyi çizilmemiş bir sistem diktatörlüğe dönüşmesi önlenemez. Hatta kuzu’ya göre, parlamentodan bir diktatörün çıkma olasılığı başkanlık sisteminden bir diktatör çıkma olasılığı daha yüksektir. Çünkü parlamentoda güçlü konuma gelen siyasi parti hem yasamayı hem de yürütmeyi birlikte yönlendirme gücü elde edeceğinden bir diktatörün çıkması yüksek olasılıklıdır (Kuzu, 2011: 54-66).

Türkiye’de parlamenter sistemin başarılı olma şansı yoktur. Çünkü devletin birliğini temsil eden devlet başkanlığı makamı halkla bir bağı olmamaktadır. İster meclis tarafından seçilsin ister halkın oylarıyla seçilsin devlet başkanının tarafsızlığı şüphelidir. Oysa İngiltere’de kraliyet makamı kaldırılmadığı için tarihsel olarak halkın zihninde bir değere sahip olan bu makamın tarafsızlığı şüphesizdir.

Sonuç olarak bir sistemi uygularken sistemi toplumun dokusuna uyarlayıp uygulamak gerekir. Ama sistemin temel argümanları yok edilmeden uygulanmalıdır. Bunun yanında daha sonra toplumda bir hasar oluşturmaması için sistemin yasal alanını

ve sistemin içindeki güçlerin yetki sınırları titiz bir şekilde belirlenmelidir. Özellikle yürütme ile yasama arasındaki denge iyi oluşturulmalıdır. Aksi halde hangi sistem uygulanırsa uygulansın başarı şansı yoktur.