• Sonuç bulunamadı

2.7. TÜRKİYE PARLAMENTER SİSTEMİNDE DIŞ POLİTİKA

2.7.1. Cumhurbaşkanı ve Dış Politika

Cumhurbaşkanı 1924 anayasası 31’nci maddesinde TBMM üyeleri arasından ve dört yıl için seçilirdi. Yetkileri sembolik ve tekrar seçilebilirdi. Ayrıca 39’ncu maddesine göre cumhurbaşkanının herhangi bir karar üzerine ısrar etmesi durumunda bakanlar kurulunun imzası gerekirdi. Bu da karşı imza kuralının 1924 Anayasasında kabul edildiği ve cumhurbaşkanının siyasi sorumsuzluğundan kaynaklanır. Diğer taraftan 1961 Anayasası cumhurbaşkanın siyasi sorumsuzluğu aynen kabul edilirken cumhurbaşkanının seçilmesinde değişiklik yapmıştır. Buna göre cumhurbaşkanı kırk yaşını doldurmuş TBMM üyeleri arasından gizli oyla yedi yıl için seçilir hükmü getirilmiştir (Gözler, 2014: 27-39). 1924 Anayasası cumhurbaşkanı TBMM üyeleri arasından seçilirdi. Bu hüküm 1961 Anayasasında da kabul edilmiş, ayrıca yüksek öğretim yapma zorunluluğu getirilmiştir. 1982 Anayasasında ise cumhurbaşkanının meclis dışından da seçilmesinin önü açılmıştır (Gözler, 2014: 312-313).

1982 Anayasasının 104’uncu maddesine göre cumhurbaşkanının genel olarak yürütme ile ilgili özel olarak dış politikayla ilgili yetkileri şunlardır; yabancı ülkelere Türk devletinin temsilcilerini göndermek ve Türkiye Cumhuriyetine gönderilen yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek, milletlerarası anlaşmaları onaylamak ve yayınlamak, Türk silahlı kuvvetlerinin TBMM adına başkomutanlığını temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek, Milli Güvenlik Kurulunu toplantıya çağırmak ve başkanlık etmek ve Başkanlığında toplanan bakanlar kurulu kararıyla sıkı yönetim, olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararnameleri onaylamak (Anayasa, md:104).

Anayasaya göre cumhurbaşkanı görevlerini iki şekilde yapabilir. Birincisi “re’sen” (tek başına) yaptığı işler, ikincisi karşı imza kuralı ile yaptığı işler. Karşı imza

kuralı ile yaptığı işlerde cumhurbaşkanı değil başbakan ve bakanlar kurulu sorumludur. Tek başına yaptığı işlemlerde anayasa mahkemesi ya da başka yargı mercilerine başvurulamaz (Şahin, 2015: 237-238). Cumhurbaşkanını tek başına yapabileceği işler içinde en önemlileri yürütmenin başı olan başbakanı atamak ve silahlı kuvvetlerin başkomutanı olmaktır. Bunların dışında dış politika ile ilgili yetkileri genel olarak karşı imza kuralı yöntemiyle yapılmaktadır (Kılıç, 2014). Anayasal olarak bu yetkilere sahip olsa da uygulamada cumhurbaşkanı yürütmenin sorumsuz tarafını oluşturduğu için inisiyatif genel anlamda sorumlu kanadı oluşturan başbakan ve bakanların elindedir. Cumhurbaşkanı hiçbir şekilde ortak imzaladıkları kararlardan sorumlu olamaz (Aslan vd., 2015: 6-7).

Parlamenter sistemde yürütmenin iki kanatlı olduğunu ve bunlarından cumhurbaşkanının sorumsuz, bakanlar kurulunun sorumlu taraf olduğunu ve genel olarak bu sistemde kabul görülen kim sorumluysa o yetkilidir (Gözler, 2007: 284). Her ne kadar parlamenter sistemde bu böyle kabul edilse de Türkiye’de cumhurbaşkanına verilen yetkilerin genişliğinden dolayı gerek zorunluluk gerekse de güç mücadelesinden dolayı cumhurbaşkanları kendilerini dış politikanın içinde bulmuşlardır. Daha açık bir ifade ile güçsüz ve koalisyon hükümetlerinde cumhurbaşkanının dış politikayı yönlendirmesi bir zorunlulukken, diğer durumlarda ise kendi yetkilerini kullanarak dış politika anlayışını uygulatmak istemesi iki güç arasındaki güç mücadelesine sahne olmuştur.

1982 Anayasasının güçlendirdiği cumhurbaşkanlığı makamı ve o makamda olanlar dış politikada yetkilerini kullanmaktan çekinmemiş her daim dış politika içinde yer almışlardır. Askeri İhtilali yapan Kenan Evren gerek cumhurbaşkanı olmadan önce askeri cunta lideri olarak gerekse seçildikten sonra dış politikada ana aktör olmuştur. Örneğin, 12 Eylül darbesinden hemen sonra Yunanistan’ının tekrar NATO’ya alınmasını onaylayan Kenan Evren olmuştur. Dönemin NATO komutanı General Rogers sorunun aşılmasında Evren’in büyük katkı sağladığını belirtmiştir. Hatta dönemin ABD başkanı Jimmy Carter “ darbe olmasaydı sorunun çözümünün mümkün olmayacağını” söylemekten çekinmemiştir. Kenan Evren cumhurbaşkanı seçildikten sonra da dış politikada Amerika’yla yakın çalışmış körfez savaşında incirlikle beraber 12 önemli askeri üssün kullanılması için anlaşmalar yapmıştır (Sarıer, 2016: 168-169). Kenan evrenden sonra gelenler de parlamentonun işlevsizliğinden dolayı dış politikada

öne çıkmışlardır. Kenan evrenden sonra cumhurbaşkanı olan Turgut Özal dış politikayı adeta tek başına yönlendirmiştir. Cumhurbaşkanı Özal dışişleri bakanlığındaki hiyerarşiye önem vermemiş gerek gördüğü zaman bakanlıkları atlayarak doğrudan daire başkanlarıyla görüşmüş, büyükelçi ve dış politikadaki önemli bürokratların atamasında deneyimli olanları değil kendine yakın kişileri atamıştır (Doster, 2016: 201-203). Özal böyle yaparak dış politikada yerleşik bürokratik anlayışı aşıp kendine yakın kişileri atayıp dış politikada daha etkin olmaya çalışmıştır.

Cumhurbaşkanı bu ve buna benzer yetkilerini kullanmada herhangi bir sorun yaşamamıştır. Ama güçlü bir hükümetin kurulması ve cumhurbaşkanıyla farklı siyasi eğilimde olması yürütmenin tepesinde her halükarda bir krize sebep olmuş ve olmaktadır. Bunun sebebi yukarıda da açıkladığımız olağanüstü bir durumda hazırlanan bir anayasada cumhurbaşkanına verilen yetkilerin kullanılmasıdır. Nitekim Kenan Evren’inin cumhurbaşkanlığı döneminde o günün şartlarında askerlerin siyaset içindeki etkisi oldukça fazlaydı. Bundan dolayı sivil hükümet ile asker kökenli cumhurbaşkanı arasında dış politika alanında ya da başka alanlarda bir zıtlaşma zaten o günün şartlarında beklenmezdi. Ama askeri etkinin azalmasıyla yönetimin sivillere geçmesiyle bu orantısızlık gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Özal cumhurbaşkanıyken partisinin seçimleri kaybetmesi ve oluşan DYP-SHP koalisyonu ile ilk zıtlaşmalar başlamıştır. Hatta bazılarına göre Özal yürütme gücünün farklı siyasi düşüncelerde olması sistemimin işleyememesinin önündeki engel olarak düşünmüştür. Bunlar Özal’ın cumhurbaşkanlığından istifa edip aktif siyasete girerek başkanlık sistemini getireceğini ileri sürmüşlerdir (Doster, 2016: 201-203). Özal’dan sonra gerek dış politikada gerek diğer konularda cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu arasında hep bir zıtlaşma olmuştur. Süleyman Demirel’in darbecilerle oturup seçilmiş Refah-Yol hükümetini devirmesi, Ahmet Necdet Sezer’in başbakan Bülent Ecevit’in yüzüne anayasa kitapçığını fırlatması bu iki makam arasındaki çatışmanın geldiği aşamanın vahametini anlamamız bakımından emsal oluşturur. En son olarak 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde azınlığın çoğunluğa hükmetmesi, mevcut sistemin bu haliyle devam edilmeyeceği anlaşılmıştır.