• Sonuç bulunamadı

3.5. AMERİKAN BAŞKANLIK SİSTEMİNDE DIŞ POLİTİKA

3.5.4. ABD Dış Politikasında Hükümet Dışı Kuruluşların Etkisi

3.5.4.2. Medya ve Kamuoyunun ABD Dış Politikasına Etkisi

Amerika’da medya ve medyanın örgütlenmesi liberal ekonomik sistemin bir parçası gibi mücadeleci bir zemine oturmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak medyada devlet etkisinden çok özel sektör etkisi daha belirleyicidir. Buda özel medya kuruluşlarının finansmanını oluşturan reklam sayesinde medyanın sermaye yönlü olmasını sağlamaktadır (Vural, 1994: 44-46). Sermayeyi elinde bulunduran çıkar çevrelerinin menfaatleri, iktidar ile uyumlu olunca, medyanın finansmanını sağlayan sermaye kuruluşları aracığıyla medya da hükümet ile uyumlu hale gelir. Son yıllarda medyanın sermaye eksenli büyümesi, sermayenin de hükümete yakın olması medyanın dolaylı olarak hükümetin etkisi altına girdiğini söyleyebiliriz. Ama daha önce örneğin; Vietnam savaşında durum çok farklıydı.

ABD medyasında Vietnam savaşında yapılan yayınlar ile körfez savaşında yapılan yayınlar arasında dağlar kadar fark vardır. Çünkü körfez savaşında medya ile iktidar ortak hareket etmişlerdir (Alemdar, 1999: 35-40). Bunun en açık örneği körfez savaşında CNN televizyonun kullandığı ve savaş için kamuoyu oluşturan, kameralar önünde ağlayan ve bir hastanede gönüllü çalıştığını, Saddam’ın askerlerinin kuvözlerdeki bebekleri yere atıp ölüme terkedildiği söyleyen kız, medyanın gücüyle Amerikan kamuoyunu savaşacak bir psikolojiye sokmuş ve gereken kamuoyu desteği sağlanmıştı. Gerçek şu ki 15 yaşındaki kız o hastaneye hiç gitmemişti o hastanede çalışan bir gönüllü de değildi. O Kuveyt’in Amerikan büyükelçisinin kızıydı. Adı Nayirah-el Sabah’tı gerçek daha sonra ortaya çıksa da artık çok geçti Amerika Irak’a girmişti (www.haber7.com, 2013).

ABD dış politikasında medyanın gücü yadsınamaz derecede büyüktür. Politikaların oluşturulması aşamasında tepki çeken dış politika kararları medyanın

gücüyle kamuoyunu arkasında toplamaktadır. 11 Eylül saldırılarından sonra agresifleşen ABD Irak ve Afganistan’a savaş ilan etmesi medyanın ABD kamuoyunu yaptığı tek taraflı yayınlarla Amerikan kamuoyunu savaşa hazırlamasıyla mümkün olmuştur. Bugün gelinen noktada dış politikada ABD kadar medyayı etkin kullanan bir güç yoktur.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4.1. FARKLI HÜKÜMET SİSTEMLERİNİN KULLANILMA SEBEBİ

Günümüzde farklı hükümet sistemleri kullanılmaktadır. Bu farklılığın sebebinin ne olduğuyla ilgili farklı görüşler ileri sürülmekte, tartışmalar ve karşılaştırmalar yapılmaktadır. Ama hükümet sistemlerini karşılaştırırken şu sorular sorulması lazım, neden farklı sistemler uygulanıyor? Tek sistem her devlete uygulanmaz mı? Bu sorulara en tatmin edici cevabı şöyle verilebilir; Parlamenter sistem kusursuz olsaydı parlamenter sisteme karşı oluşturulan başkanlık sistemi olmazdı. Başkanlık sistemi kusursuz olsaydı parlamenter ve başkanlık sistemlerinin karışımı ile oluşan yarı başkanlık sistemi oluşturulmazdı. Yarı başkanlık sistemi kusursuz olsaydı bugün dünyanın birçok ülkesinde hükümet sistemleri tartışılmazdı. Demek ki her sistemin kusurlu yanları var ki bunun doğal sonucu olarak başka sistemler ortaya çıkmış ve farklı sistemler uygulanıyor. Bu noktadan sonra şu sorular ortaya çıkıyor, bir devlet hangi sistemi uygulamalı? Veya uygularken hangi kıstasları dikkate almalı?

Şüphesiz bir sistemin yüzde yüz başarı sağlaması beklenemez. Ama en çok fayda sağlayan bir sistem varken insanın daha az fayda sağlayan ve durmadan yeni arızalar yaratan bir sistemin kullanılmasında ısrar etmesini insan mantığı ile açıklamak neredeyse imkansızdır. Bunun yanında bir yerde kullanılan ve çok etkin olan bir sistemi de orada uygulandığı şekli ile başka yerde kullanılması etkinliği azaltabilmenin yanı sıra ciddi sorunların oluşmasına da neden olabilir. O halde bir yerde kullanılan ve başarılı olan sistemi başka bir yerde kullanırken o yerin şartlarına uygun hale getirmek sistemin başarı sağlaması için bir zorunluluktur. Yani bir insan karadan denize geçerken gemi kullanırken, denizden karaya çıktığında ise gemiyle yolculuğuna devam etmesi mümkün olmamaktadır. Bu motorlu araçların değişen şartlara uygun hale getirilmesidir. Temelde aynı amaca hizmet eden gemi ve kara araçları deniz ve kara şartlarına göre uyarlanıp kullanılmaktadır. Bu durum beşeri yönetim sistemleri için de geçerlidir. Örneğin; Türkiye’nin parlamenter sisteme geçiş yapması, bir kara aracını denizde kullanmaya çalışmakla aynı anlama gelmektedir. Çünkü parlamenter sistem toplumun değerlerine uygun hale getirilmeyip başka ülkelerden alınan hali ile uygulanması başarılı olmamasının en önemli nedenidir.

Eğer Türkiye bugün yeni bir sistem uygulayacaksa bu sistem başka toplumlarda uygulandığı şekli ile uygulanırsa, hangi sistem olursa olsun başarılı olma

şansı yoktur. Çünkü uygulanacak sistem toplumun kimyasına uygun bir hale getirilmezse başarısız olması kaçınılmazdır. Yani Amerika’daki başkanlık sistemi oluşturulurken parçalanmış Amerika’yı birleştirirken, aynı şekli ile Türkiye’de uygulanırsa örneğin eyalet sistemine geçilirse bir bütün olan devlet parçalanmış olur. Böyle bir durumun gerçekleşmemesi için ABD’de başarılı bir şekilde uygulanan başkanlık sisteminin içindeki mekanizmaları iyi analiz edip Türkiye’deki toplum yapısına uygun hale getirilmelidir.

İkinci en önemli sorun Türkiye ile ABD siyasal sistemlerini karşılaştırırken rutin siyasi gündemi genelde başkan üzerinde şekillenmektedir. Çünkü o ülkede siyasetin en tepesinde bir başkan var ve ondan daha popüler siyasi bir kişilik yoktur. Bana göre güçlü bir devletin olmazsa olmazı ve olması gerekeni budur. Ama diğer taraftan Türkiye’ye dönüp baktığımızda yalnız siyasetin içindekileri değil dışardaki kişilerin bile başbakan ve cumhurbaşkanının popülaritesini gölgede bırakacak derecede gündemde olmasını görebiliriz.

Türkiye’de bir işadamını, küçük bir siyasi parti liderini, bir dernek başkanının veya bir bürokratın popülaritesine bakın, hepsi sahip oldukları bu popülerlikle zamanla kendilerini iktidara ortak olarak görürler. Hal böyle olunca Türkiye’deki muhalif siyasi partilerin liderleri ve milletvekillerinin Avrupa’da veya başka ülkelerde sık sık programları çıkıp kendi ülkesinin aleyhinde konuşması kaçınılmaz olmaktadır. Ama Amerika’da seçimi kaybeden bir cumhuriyetçi ya da bir demokrat partili üyenin Türkiye’de ya da başka ülkede, ülkesinin aleyhinde konuştuğu pek görülmez. Bunun en önemli sebebi parlamenter sistem içinde oluşan grupların iktidara gelmediği zaman başka ülkelerden destek almaya çalışmasıdır. Bu durum partilerin yurt dışı bağlantılarının ve temsilciliklerinden kaynaklanmaktadır.

Türkiye’deki siyasi parti ve derneklerin yurtdışı bağlantıları ülke lehine faaliyet göstermesi gerekirken, sistemin hantal ve denetimden uzak olması ters etki oluşturmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak ülkenin siyasetinde başka ülkelerin etkisi kaçınılmaz olmakta, bu da devlet içinde devlet ve “derin devlet” ya da daha popüler olan ismi ile “paralel devlet” yapılanmalarının oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Parlamenter sistemlerde, özelde Türkiye’deki parlamenter sistemin, tepede oluşan bir çatışmanın diğer alanlara yayılması kaçınılmaz olduğundan, devletin

bürokrasisindeki kişilerin de kendi başına hareket ettiği görülmektedir. Tam da bu noktada Mustafa Erdoğan’ın verdiği örnek zihnimizi daha da berraklaştıracaktır. Mustafa Erdoğan diyor ki;

Beyaz enerji operasyonunu yöneten devlet güvenlik mahkemesi savcısı Talat Şalk IMF, Dünya Bankası ve Avrupa birliğinden bilgi ve belge istedi. Bir savcının, hükümete ve devlete haber vermeden yabancı ülkelerle ve kuruluşlarla ilişkiye geçip kendi ülkesindeki bir meseleyle ilgili bilgi istemesi ‘yargı bağımsızlığı’ olarak mı, yoksa ‘devletin parçalanması’ olarak mı değerlendireceğiz? (Erdoğan, 2002: 87-95).

Bu örnek devletin bürokrasisinin hükümet gibi hareket ettiğini göstermektedir. Bu örnek belki de savcıya başka bir seçenek bırakmadığındandır, belki de savcının sistemdeki başka çıkarlara göre davrandığındandır. Ama her ne durumda olursa olsun bir savcının devletin kademelerini aşıp kendi insiyatifiyle görev alanının dışına çıkması yargı bağımsızlığı değil devletin sisteminin işleyememesidir. Daha önce de verdiğimiz bir örnekte Kıbrıs görüşmelerinde Türkiye’nin Atina büyükelçisinin kendi başına Türkiye aleyhindeki yunan isteklerini kabul etmesi, aynı şekilde bürokrasinin kendi alanı dışına çıkarak bir hükümet gibi karar alması, mevcut sistemin içinde olduğu durumu gözler önüne sermektedir. Diğer tarafta ABD başkanlık sisteminde bir dışişleri bakanı dahi başkandan bağımsız böyle davranışta bulunması kesinlikle görülmemektedir.