• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE ÖRNEĞİ

2. KÜRESELLEŞME SÜRECİNİN TÜRKİYE’DEKİ GELİŞİMİ

2.2. Kamu Yönetimi Anlayışındaki Gelişmeler

doğrudan devri yapılmaktadır. Burada yerel ya da ulusal denetim de “tahkim”

kurumu nedeniyle mümkün olamamaktadır.

1980’lerle birlikte dünya gündemine getirilen, özelleştirme ve yerelleştirme politikaları sonucu geleneksel merkezi yönetim - yerel yönetim ilişkileri ile birlikte belediyecilik anlayışı da değişime uğramıştır. Ülkemiz, 1970-80 yılları arasında demokratik, güçlü ve katılımcı yerel yönetim anlayışı doğrultusunda bazı önemli deneyimlerin yaşandığı bir dönem geçirmiştir.

Ancak, bu gelişme süreci, 1980’lerden sonra önce askeri darbe ile altüst edilmiş, ardından 1980’li yılların ikinci yarısından sonra kamunun küçültülmesi projesiyle devreye giren şirketleşme, özelleştirme, borçlandırma gibi uygulamalarla geriye götürülmüştür.

Daha fazla iç ve dış yatırımı kentlerine çekebilmek için kıyasıya bir yarış içine itilmiş olan belediyeler toplumsal kimliğinden uzaklaştırılmış, yerel kamu hizmetlerinin bir işletme mantığı ile götürülmesi eğilimi artmıştır.

Burada yerel yönetimlerin kentlisine kamu yararı ilkesi çerçevesinde kamu hizmeti sunumundan çok, yatırımın kazançlılığı ön plana çıkmıştır. Yurttaş ve kenttaş kavramının yerini müşteri kavramı almıştır.300 Belediyelerin başarısı, artık kentlisine götürdüğü kamu hizmetinin niteliği ile değil, yöresine çekeceği yatırımın büyüklüğü ve karlılığı ile ölçülür hale gelmiştir. Bu bağlamda, yerel yönetimlerin de kamusal özü eritilmektedir.

Küreselleşme sürecinde önce hizmetlerin, Belediyeler bünyesinde kurdurulan şirketler eli ile gördürülmesi ve süreç içinde de bu şirketlerin de özelleştirilerek yatırımların ve hizmetlerin tümüyle özel sektöre devri yoluna

gidilmiştir. Bu çerçevede 1980 sonrası belediyelerde yoğun bir şirketleşme dönemi yaşanmıştır. 1998 yılında belediye şirketlerinin sayısının 680’i bulduğu belirtilmektedir.301 Başta altyapı hizmetleri olmak üzere pek çok yerel kamu hizmeti “özerk” belediye kurumlarına aktarılmıştır. 20.11.1981 tarihinde İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürlüğü kurulmuş302 ve daha sonra bunu ASKİ, İGDAŞ gibi diğer kentlerin su ve kanalizasyon kuruluşları ve şirketleri izlemiştir. Yedinci ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planlarında da benzer yaklaşımlarla, nüfusu 100 bini aşan belediyelerde su ve kanalizasyon idarelerinin kurularak bu hizmetler için yap-işlet-devret modelinin etkinleştirilmesi öngörülmüştür. Daha sonraki süreçte ise bu hizmetlerin özelleştirilmesi gündeme getirilmiştir.

Bugüne kadar yerel kamu hizmeti olarak görülmüş ve toplumsal eşitsizliği azaltma aracı olarak kullanılmış altyapı hizmet alanı piyasa malına dönüştürülmektedir. Kentsel alt yapı yatırımları, çok uluslu şirketler için en kazançlı yatırım alanlarından birisi haline gelmiştir. 1980’lerden sonra, büyük ölçekli kentsel yatırımlar yabancı sermaye kurumları eli ile gerçekleştirilirken, kentleşme sürecinde dışa bağımlılık artmaktadır. Belediyelerin dış kredili proje sayısı 1986 yılında yalnızca 2 adet iken, 1997 yılında 102 adede çıkmıştır.303 Dünya Bankası gibi uluslararası kredi kuruluşları da büyük ölçekli kentsel altyapı alanına girmekte oldukça istekli görünmektedir. Ancak,

300 Keleş, a.g.e., s.568.

301 Birgül Ayman Güler, “Yeni Sağcı Yerelleşme Anlayışı, Kent Gündemi, Şehir Plancıları Odası yayını, Ocak-2004, S.06, s. 39.

302 Alada, 2001, s. 170.

303 Güler, 2004, s. 38.

ülkelere bu konularla ilgili götürülen kredi verme tekliflerinde; yapısal uyum ve yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması gibi neo-liberal söylemler ön koşul olarak ileri sürülmektedir.

Alınan dış kredilerde “borç para” vermenin yanısıra:304

ƒ Özelleştirme koşulu,

ƒ İmtiyaz isteği,

ƒ Yabancı şirketlerin yerli firmalar gibi işlem görme konusunda güvence istemi, ancak, buna karşın;

ƒ Uluslararası tahkim koşulunda diretme,

ƒ Var olan kamu örgütlenmesinin tasfiye edilmesi, konularında baskı ve yönlendirmeler de söz konusudur.

Bu yaklaşımı, Antalya Su ve Çevre Sağlığı Projesi kapsamında; 1995 yılında Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ile Antalya Su ve Atık İdaresi arasında akit olunan 3893 TU İkraz nolu, İkraz Anlaşmasında görmek mümkündür.305

1980’lerin ikinci yarısında yaygınlaşan yerel kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi sürecini özellikle 1990’lı yıllarla birlikte yabancılaştırma ya da

304 Güler, a.g.e., s. 38.

305 19.10.1995 gün ve 22438 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan bu anlaşmanın;

• Proje tanımının yapıldığı Çizelge 2, Madde b’de; yeni bir kurumsal yapı ile hizmetlerin işletiminde özel sektör katılımının sağlanması,

• (2)Kurumsal Yapılanma başlığı altındaki (b) maddesinde; anlaşma döneminde özelleştirme sürecinin sonuçlandırılma aşamasına getirilmesi ve

• Uygulama programı bölümünde de; 31.10.1995 tarihine kadar su, kanalizasyon ve yağmursuyu drenajı hizmetlerini özelleştirmek üzere ihale ilanına çıkılması koşulları yer almaktadır. Ayrıca, Su fiyatlarının da ne şekilde belirleneceği anlaşma metninde özellikle belirtilmekte, ancak, belediye bu süreçte devre dışı bırakılmaktadır.

kamu hizmet alanlarının yabancı firmalara devri dönemi izlemiştir. Yukarıda belirtilen proje kapsamında Antalya içme suyu, 1995 yılından başlayarak 10 yıllığına Fransa kökenli Lyonnaise des Eaux adlı şirket tekeline geçmiştir.

Aynı model 1995’ten sonra Bursa ve Diyarbakır kentlerinde de denenmiştir.306 İçmesuyu dışında, hafif raylı sistem, metro, kanalizasyon, çöp ve katı atık gibi yerel hizmetler de özelleştirmeye konu olmuştur. Kamu tekelinde bulunan barajlar gibi büyük altyapı tesislerinin yapım ve işletilmesinde bile bu yaklaşım izlenmektedir. Örneğin, İzmit Yuvacık Barajı imtiyazını 16 yıllığına İngiltere kökenli Thames Water firması almıştır.307

1980 sonrası yerel altyapı ve kamu hizmetlerinin finansmanında bir kamu hizmet ve kredi kurumu olan İller Bankasının etkinliği azaltılırken yerel yönetimlerin içinde bulunduğu finansman sıkıntısının, küçük ve orta ölçekli yerleşmelerde özel piyasalar, büyük kentlerde ise yabancı sermaye tarafından karşılanması öngörülmektedir. Belediyelerin büyük kentsel projeleri için gereksinim duyacakları parasal kaynağın dış kredilerden sağlanması özendirilmekte, bunlar için de ölçek sorunu belediyelere birlikler kurdurularak çözülmeye çalışılmaktadır. Belediye Birliklerinin sayıları 1980 ve özellikle de 1990 yılından sonra hızlı bir artış göstermektedir. 1930-1964 döneminde kurulan belediye birliği sayısı yalnızca 34 iken 1998 yılında bu sayı 1443’e ulaşmıştır. Belediye Birlikleri sayılarının yıllar içindeki gelişimi incelendiğinde şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır:

306 Güler, 2004, s. 37.

307 Güler, a.g.e., s. 38.

Tablo: 3- Belediye Birlik Sayılarının Yıllar İçindeki Gelişimi Yıllar Birlik Adedi 1940-1950 3 1951-1960 3 1961-1970 30 1971-1980 185 1981-1990 309 1991-1998 913 TOPLAM 1443 Kaynak: < www.yerelnet.org.tr >, (2.3.2004).

Belediye birliklerinin %72 kadarı çevre köylerin katılımı ile kurulan köylere hizmet götürme birliği şeklinde oluşturulmuştur.308 Ancak, son yıllarda dış finansman kuruluşlarından kaynak sağlamak üzere oluşturulan birlik sayılarında da artışlar gözlenmektedir. Bodrum Yarımadası belediyeler Birliği, Trabzon-Rize Katı Atık Birliği gibi örneklerin sayısı arttırılabilir. Diğer yandan; yerel kamu hizmetlerinin gördürülmesi için söz konusu Belediye Birliklerinin yanısıra, Antalya ve Bursa Su İşletmeciliği, Çeşme- Alaçatı Belediyeleri Su Yönetimi gibi belediye dışı örgütlenmelere de gidilmektedir.

Diğer yandan; borçlanmanın kolaylaştırılması yeterli gelir ve öz kaynak yaratma gücüne sahip olamayan belediyeleri bir borç batağı içine sokmuştur.

Bugün yerel yönetimler yüksek iç ve dış borçlanma nedeniyle personel giderlerini bile karşılayamaz duruma gelmişlerdir. Böylesi bir yapılanma içinde de kentlere yeterli hizmet götürülmesi ve yeni kamusal yatırımların gündeme alınması söz konusu olamamaktadır. Özellikle uzun erimde;

topluma yüklediği yüksek paha dikkate alınarak, yerel yönetimlerin dış borçlanma konusunda özendirmesi ve giderek uluslararası piyasalara bağımlı

duruma getirilmesi bağlamındaki “yerinden yönetim” anlayışının yanlışlığı açıktır.

Yerel yönetimlerin geri çekildiği hizmet alanları salt altyapı konusu ile sınırlı kalmamıştır. Örneğin; 11.1.1990 tarihli ve 214 sayılı Ankara Büyükşehir Belediyesi kararı ile; “sosyal piyasa ekonomisinin oluşturulması bağlamında önemli bulunan, belediyeler eliyle olan fiyat belirleme işinin esnaf örgütlerine bırakılması”309 uygulaması başlatılmıştır. Aynı şekilde; 1991 tarih ve 507 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Kanunun Bazı Maddelerini Değiştiren ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Ekleyen 3741 sayılı Kanun gereğince, 1580 sayılı Belediyeler Kanununda yapılan değişikle de belediyelerin görevlerinin sayıldığı 15. maddenin 3.ve 43. fıkralarında belirtilen kalemler için daha önce belediyelerce belirlenen ücret tarifeleri, kar sınırları (hadleri) ve en yüksek satış bedellerini belirleme yetkisi yine esnaf odaları ve meslek örgütlerine verilmiştir. Artık, su ve atıksu bedelinin belirlenmesi işinin kredi koşuluna bağlı olarak yapımcı firmalara bırakılmasının yanısıra, temel tüketim mallarının fiyatlandırılması işi de serbest piyasa koşulları içinde, esnaf örgütlerine bırakılmaktadır.

Son dönemlerde kentsel gelişme hedeflerinde, kamu yararını maksimize etmek gibi hedeflerden söz edilmezken, rant sağlama ya da imaj yaratma üzerindeki vurgular güçlenmektedir. Bu gelişme sürecinde, kamusal yararın öne çıkartıldığı, kapsamlı bölge ve kentsel planlama kavramlarının içeriği de değiştirilmekte, hatta planlamayı yadsıyan yerine projeciliği koyan

308 < www.yerelnet.org.tr > 2.3.2004.

309 Alada, 2001, s. 177.

bir anlayış egemen kılınmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda, kapsamlı planlarla getirilecek “bölgeleme” ya da yapılaşma kurallarının yerini; “esnek bölgeleme” esaslarının alması ile imar, çevre ve korumaya yönelik kuralların sermayenin tercihleri doğrultusunda gevşetilmesi öngörülmektedir. Yine bu süreçte, parçacı, sektörel ya da tek yatırıma yönelik projecilik anlayışı çerçevesinde hazırlanan planlarla yatırımlar oldu bittiye getirilmektedir.

Endüstri Bölgeleri, Organize Sanayi Bölgeleri, Teknoloji Bölgeleri yasalarında olduğu gibi kamusal denetimden ve birbirinden bağımsız plan kurumları yaratılmaktadır.

Diğer yandan; yerel yönetimler kentlerini dünya kenti kervanına katabilmek için kıyasıya bir yarış içine sokulmuştur. Bu yarışta, daha fazla yabancı yatırımı kente çekebilmek, daha yüksek yapılar yaparak kentte yeni simgeler yaratmak gibi araçlar kullanılmaktadır. Bu tür eğilimler sonucunda;

Devlet ormanlarında vakıf üniversite yerleşkeleri inşa edilmekte, verimli tarım alanlarında çok uluslu sanayi tesislerinin kurulmasına izin verilmekte, İstanbul’daki sınırlı orman alanları içinde lüks villalar yapılmakta ve hatta bu yapıların temel atma ya da açılış törenleri, devlet büyüklerinin katılımı ile yapılmaktadır. Çok yıldızlı otel, büyük alışveriş merkezi, çok katlı ofis yapıları gibi küresel rant tesisleri, yöneticilerce övünç kaynağı olarak kullanılmaktadır.

Bu süreçte, kentler giderek orada yaşayanların olmaktan çıkmakta, kenti kentliden başka güçler biçimlendirmektedir.310

310 Keleş, 2001, s. 567.

Böylesi bir gidişten, kentlerdeki tarihi-kültürel değerler de payını almaktadır. Ekonomik anlamda kendi başlarına yaşam savaşı verme durumunda olan kent yönetimleri kaçınılmaz olarak, sahip oldukları doğal, tarihi-kültürel varlıkları; ya öncelikli işleri arasına alamamakta, ya da bu değerleri “ekonomik gereklilik” uğruna elden çıkarma durumunda kalmaktadır. Kısa erimli kazançlar uğruna bu değerler de, gelir getirici işlevlere dönüştürülmekte ve bu süreçte yeniden yaratılması ve geri dönüşümü olanaksız olan pek çok varlık yitirilebilmektedir. Örneğin;

Ankara’da, bir döneminin devlet mahallesi olarak kurulan, özgün yerleşim dokusu ve mimarisi ile kentte kimlikli bir alan olan “Saraçoğlu Mahallesi” de 18.5.1994 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçen satış yasası ile Arsa Ofisinin pazarlayacağı kamu taşınmazları içinde değerlendirilebilmiştir.311

1980 yılında dönemin Anakent Belediye Başkanı İstanbul’da da otoyol yapımı için kentteki 100 adet tarihi yapının yıkılmasında hiçbir sakınca görmemiştir. Gerekçesinde ise; “2500 yıllık geçmişe sahip İstanbul’da 3000’in üzerinde tarihi-kültürel değere sahip yapı bulunduğu, uluslararası ticaretin gelişmesine katkı koyacak bu tür önemli otoyol projelerinin gerçekleştirilmesi için gerektiği kadar binanın yıkılmasının önemli olmadığı, korumanın gelişmenin önünde engel teşkil etmemesi gerektiği” görüşü ileri sürülmüştür.312

311 Alada, 2001, s. 177.

312 Keleş, 2004.

Bu politikalarla, son dönemlerde hazırlanan yasal düzenlemeler de küresel dünyanın istemleri doğrultusunda yönlendirilmektedir.