• Sonuç bulunamadı

KÜRESELLEŞMENİN TARİHSEL GELİŞİMİ: Gelişmiş-Azgelişmiş Ülkeler Açısından Karşılaştırmalı Bir Bakış

KÜRESELLEŞME OLGUSUNUN KENTLERİN TARİHSEL- TARİHSEL-KÜLTÜREL DEĞERLERİ ÜZERİNE YANSIMALARI

3. KÜRESELLEŞMENİN TARİHSEL GELİŞİMİ: Gelişmiş-Azgelişmiş Ülkeler Açısından Karşılaştırmalı Bir Bakış

olarak görmesi, yöre insanına yabancı kent merkezlerinin, iş ve ticaret plazalarının doğmasına neden olmuştur. Kamu yönetimi yerine şirket yönetimi esası benimsenerek, kamu hizmeti piyasa hizmetine dönüştürülmüş, vatandaş kavramı yerini müşteri kavramına bırakmıştır. Özetle; uluslararası sermaye için daha çok kar anlamına gelen küreselleşme, özellikle az gelişmiş ülkeler için daha çok işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik, sefalet ile daha çok çevresel bozulma anlamına gelmektedir.

3. KÜRESELLEŞMENİN TARİHSEL GELİŞİMİ: Gelişmiş-Azgelişmiş

olgu; kimilerine göre de 15. yüzyıl ve hatta çok daha gerilere kadar uzanan geçmişi olan bir süreçtir.

Küreselleşme; neo-liberal politikaların dünyayı, başta ekonomi olmak üzere ideolojik, yönetimsel ve kültürel bağlamda kuşatması süreci olarak değerlendirildiğinde, 1990’lar sonrasında bir ivme kazandığı kuşkusuzdur.

Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında, özellikle sosyalist bloğun dağılması ile kapitalizm, seçeneksiz tek sistem gibi gösterilerek tüm toplumlara empoze edilmeye başlanmıştır. Bu gelişme ise küreselleşmenin yeni bir olgu imiş gibi algılanmasına yol açmıştır.144 Oysa küreselleşmeye kapitalizmin ya da sömürünün yayılması süreci olarak bakıldığında, pek de yeni bir olgu değildir.

Tarihte üç ayrı dönemde küreselleşme dalgası yaşandığından söz edilmektedir.145

Tarım devrimi ile ortaya çıkan birinci küreselleşme dalgasında, din temeline dayalı tarım imparatorlukları ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, köle köylülerin toprak sahipleri ve din adamları tarafından sömürüldüğü bir düzen söz konusudur. Sistemin temeli yayılmacılık ve sömürüye dayanmaktadır; ki, bunlar da küreselleşmenin belirleyici göstergelerindendir. Devletler arasında inançlara dayandırılan toprak savaşları yaşanmıştır.

Ancak, toplumlar arası karşılıklı ilişkiler, 15-16.yüzyıllarda merkantilizm ile daha da artmış, endüstri devriminin gerçekleşmesini sağlayan makineleşme, demiryolu ve buhar güçlü gemilerin gelişmesi sonucu ülkeler

144 Sökmen, 2000, s. 131.

145 Emre Kongar, Küresel Terör ve Türkiye, Aralık 2001, Remzi Kitabevi, s. 131.

arası ticaretin hacmi çoğalmıştır. Makineleşme; bir yandan üretim sürecinde kullanılan zaman ve işgücünü düşürürken; diğer yandan da üretim miktarı ve kuşkusuz kazancı arttırmıştır. Bu süreçte, üretilen fazla ürün için yeni pazarlar bulma sorunu gündeme gelmiştir. Buharlı gemiler yardımı ile de, daha fazla mal çok daha uzaklara götürülebilmiştir. Tarihsel perspektifte, bu dönem küreselleşme dalgalarının ikincisi olarak anılmaktadır. Bir başka deyişle, endüstri devrimi, toprak yerine fabrikaları koyarak ikinci küreselleşme dalgasını yaratmıştır. Bu dönemde din-tarım imparatorlukları yerine, milliyetçilik ideolojisi etrafında örgütlenen ulus devletler ortaya çıkmıştır.

Endüstri devrimi sürecinde yoğunlaşan Avrupa kaynaklı sömürgecilik hareketi ile bir yandan hammadde karşılığı işlenmiş madde değiş-tokuşu sağlanmış;

diğer yandan da inanç ve kültürel yayılmacılık sürdürülmüştür.146

Kapitalist sistem her bunalıma girişinde, çözümü daha geniş coğrafyaya yayılmakta görmüştür. Geçtiğimiz yüzyılda, iletişim ve bilişim devriminin getirdiği gelişmelerle birlikte yaşanan süreç, üçüncü küreselleşme dalgası olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde, uluslararası sermayenin, ya da ABD’nin kendi “imparatorluğunu” genişletme hedefi, temel belirleyici olmuştur.147

Eylül 1999 başında, ODTÜ ekonomi kongresinde konuşan 3. Dünya Formu Başkanı Samir Amin de benzer biçimde; çağımızdaki küreselleşme ile

146 Gürel, 2000, s. 36.

147 Kongar, 2001, s. 131.

Üçüncü Emperyalist dalgaya girildiğini, bunun ekonomik-politik güçle birlikte askeri gücü de kapsadığını belirtmektedir.148

İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ekonomik büyüme dönemi, 1970’li yıllarda tıkanmış ve kapitalist dünya yeni bir bunalım dönemine girmiştir. Petrol krizleri sonucunda yaşanan fiyat artışları, gelişmiş ülkelerde dış ticaretin daralması, az gelişmiş ülkelerde de borçların geri ödenememesi sorununu gündeme getirmiştir. Artan borç yükü büyümenin durmasına, halkların yoksullaşmasına ve devletçe sağlanan sosyal yardımların azaltılmasına neden olmuştur. Bu tıkanıklığı aşabilmek için gelişmiş ülke ekonomileri, yeni teknolojilerden de yararlanarak üretimde yeni bir yapılanma süreci içine girmiş, bunun yetersiz kaldığı alanlarda da üretimlerini yeniden düzenleyerek, iletişim ve bilişim teknolojilerindeki gelişmelerden de yararlanıp sermaye ve mal akımlarını küresel boyuta taşımışlardır.149 Kısaca, sermayeye uluslararası nitelik kazandırılmıştır.

Özellikle Doğu Bloğu Ülkelerin dağılması sonucu, sağ iktidarlarca

“Yeni Dünya Düzeni”, “Devletlerin Yeniden Yapılandırılması”, “Yapısal Uyum”

söylemleri ile 1960 sonrası gelişen sosyal refah devleti anlayışı rafa kaldırılmış ve kapitalist üretim tarzı, dünyaya tek seçenekmiş gibi dayatılmıştır. Bu sistemde kitlesel üretim düzenindeki birikim rejiminin

148 Bu emperyalist dalgalara karşı geliştirilen toplumsal hareketler bağlamında, I.

küreselleşme dalgası için köylü isyanlarından, II. dalga için ulusal kurtuluş hareketlerinden söz edilmektedir. (İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 19.10.99) III. küreselleşme dalgasına karşı oluşturulacak hareket de kuşkusuz, küresel bazda toplumlararası dayanışma ve işbirliği ile geliştirilmek durumundadır.

149 Ayda Eraydın,.”Küreselleşmeye Farklı Bir Bakış: Küresel Ortak Malların Sürdürülebilmesi İçin Küresel Yönetişim”, 3. Binyılda Şehirler: Küreselleşme, Mekan-Planlama, Dünya Şehircilik Günü, 23. Kolokyumu, 8-10 Kasım 1999, (ed: İ.Dinçer), Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul, 2000, s. 42.

dayandığı Keynesgil politikalar yadsınmakta, sosyal refah devletinin içi boşaltılarak kamunun, üretim ve tüketim süreçlerinde, daha az işe karışması beklenmektedir.150 Bu yeni düzende, dünyanın tek bir pazar haline dönüştürülmesi için; mal-sermaye ve hizmet hareketlerinin serbestleşmesi, dış ticarete uygulanan koruma politikalarının kaldırılması, ulusal paraların konvertible hale getirilmesi, para piyasalarının bütünleştirilip denetimlerden arındırılması, devlet tekellerinin kaldırılması, kamu kurumlarının özelleştirilmesi, kamu yararı ve sosyal adalet adına ekonomiye müdahale edilmemesi öngörülmektedir. Burada tüm bireyleri (önceki dönemin vatandaşlarını) kapsamak ve herkese eşit olanaklar sunmak gibi bir erek söz konusu değildir. Ekonomik yapıdaki bu küreselleşme dalgası, giderek tüm toplumsal alanlarda yayılma göstermiştir.151

Yeni küresel düzenin temel savunucularından olan uluslararası şirketler, yetkinliğini yitiren ulus devletler karşısında, giderek daha güçlü hale gelmektedir. Serbest ticaret. politikalarını bütün dünyada egemen kılmayı amaçlayan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), GATT müzakerelerine taraf ülkelerin onayıyla 1995'te yürürlüğe girmiştir. Bu örgütü kuran anlaşma ve eki Uruguay Turu Sonuç Senedi, küreselleşmenin kurumsallaşması yönünde atılmış önemli adımlardır.152

150 Eraydın, a.g.e., s. 43.

151 Ulusların kendi yetki alanlarını daraltarak bunu uluslarüstü bir yapılanmaya bıraktığı süreçte ya da ulus devletten bölgesel devlet sistemi anlayışına geçişte, Avrupa Birliği oluşumu iyi bir örnektir.

152 Uruguay Turu, devletlerin ekonomik yaşamda hangi alanlarda ne tür destekler verebileceği konusundaki kuralları ortaya koymakta ve bu kurallara uymayan devletlere uygulanacak uluslararası yaptırımları belirlemektedir.

Küreselleşmenin ivme kazandığı 1990’lı yıllar, Davos toplantıları olarak bilinen Dünya Ekonomik Formlarının da dünya gündemine oturduğu dönemlerdir.153 Otuz yıldan fazladır süren Davos toplantılarının 1990’lardan sonra kamuoyu gündeminde önem kazanmasının temel nedeni; Doğu Bloğu ülkelerin dağılmaları ile birlikte, ABD’nin tek süper güç kalarak bu toplantıları, uluslararası uzlaşı sağlama amacıyla kullanmaya yönelmesidir.154 Aslında, dünya ekonomisinin yönetiminde temel belirleyici olan “Washington Consensus” (IMF-DB-GATT-DTÖ) bu toplantıların gündemini belirlemektedir.

Son dönemlerde toplantı mekanları İsviçre’den Amerika şehirlerine kaydırılmıştır.

Toplantılarda ağırlıkla, sermayenin küreselleşmesinin önündeki engellerin kaldırılması, çok uluslu şirketlerin yatırım yapacağı ülkelerde karşılarına “sosyal devlet”, “kamu yararı” vb “gereksiz” kurumların konmaması gibi konular tartışılmaktadır. Davos zirvelerinde bir bakıma, dünya uluslarının gelecekleri şekillendirilmektedir. Ancak; Latin Amerika ülkelerindeki kötü gidiş ve Arjantin patlaması “Washington Konsensüs”ün irdelenmesi gereğini ortaya koymuştur. Özellikle son dört beş dönemdir tartışma konuları değişerek küreselleşmenin sonuçları üzerinde de durulmak zorunda kalınmıştır.

153 Oysa, adı geçen toplantıların başlangıcı çok daha gerilere gitmektedir. İlk girişim, 1971 yılında Cenevre Üniversitesi İş İdaresi Profesörlerinden Klaus Schwab’ın küresel iş yönetimi uygulamalarının tartışılması için İsviçre’nin Davos kasabasında bir konferans düzenlenmesi ile başlamıştır. Bu konferansın başarısı Prof. Schwab’ı Avrupa Yönetim Formunu oluşturmaya yöneltmiş ve 1987 yılında da bu Forum, Dünya Ekonomi Formu adını almıştır.

Milliyet Gazetesi, New York’taki Davos Eki, 13.2.2002.

154 Ergin Yıldızoğlu, “Davos mu Dediniz?” Cumhuriyet Gazetesi, 4.2.2002.

Bu bağlamda; 135 ülkenin ticaret bakanlarının, yeni yüzyılın vizyonunu tartışmak üzere bir araya geldiği Aralık 2000 toplantısı Seattle’da yapılmıştır.

Toplantı dünya literatürüne Seattle kavgası olarak girmiştir. Kavga özünde, dünya ticaretine karşı olmaktan çok, küreselleşme karşıtı gösterileriyle ünlüdür. Gösterilerle küreselleşmenin çevreye, sosyal ve kültürel kimliğe olumsuz etkileri eleştirilmiştir.

11 Eylül sonrasına rastlayan Davos zirvelerinin 32. Toplantısı New York’ta yapılmıştır. Toplantıya 2700 üye katılmıştır.155 Bu toplantının tartışma konuları ise daha çok, küresel terör ile küreselleşmenin yarattığı eşitsizlikler olmuştur. Toplantıya katılan, Dünyanın en varsıl iş adamı Bill Gates bile;

“Küreselleşme karşıtı gösterileri” haklı bulup uluslararası sermayenin varsıllar lehine aşırı biçimde geliştiğini kabul etmiş ve Dünya Ekonomik Formuna karşı toplantı girişimini haklı bulmuştur. Söz konusu toplantı yine aynı tarihlerde, Brezilya’nın katılımcı yerel yönetim yapısına sahip Porto Allegre kentinde yapılmıştır. Dünya Toplumsal Forumu adı verilen bu toplantıya yaklaşık 50.000 kişi katılmıştır.156 Burada 700 atölye çalışması ile; dünyayı bir meta olarak görmeyen, doğayı acımasızca kirletmeyen, yoksulu daha yoksul hale sokmayan, sermayenin ultra-liberal hareketlerine vergi koyan, vergi cennetlerini ortadan kaldıran, tarımı baltalayan kuralları gözden geçirip tarımı yeniden düzenleyen, üçüncü dünya ülkelerinin borçlarını silen, daha insancıl ve yaşanılası bir küreselleşmenin de olabileceği savunulmuştur. Toplantıya

155 Toplantıya katılan üyelerin ödedikleri aidat miktarının 25.000 Dolar olduğu belirtilmektedir.

156 Üstelik de aidat yalnızca 50 Dolardır. Forum’un toplam üye sayısı ise 14.000’dir; Mustafa Balbay, Cumhuriyet Gazetesi, 5.2.2001.

katılanlar ile dünyanın geri kalanı arasındaki iletişim de küresel bir araç olan internet ile kurulmuştur.

Diğer yandan; küreselleşme süreci, gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler açısından farklı sonuçlar getirmektedir. Küreselleşme, dünyada ülkeler arasında var olan gelir dağılımı uçurumunu daha da arttırmaktadır. Bugünkü gelişmeler değerlendirildiğinde toplumlararası bütünleşmeyi getirmediği açıktır. 20.yüzyılda güçler dengesi değişerek yoksulluk giderek artmıştır.

Özellikle gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerin durumları açısından çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Varsıl kuzeylilerle yoksul güneylilerin arasındaki uçurumun derinleştiğini belgeleyen bazı veriler şu şekilde özetlenebilir:

Dünya nüfusunun yaklaşık %20’sini oluşturan kuzey ülkeleri; doğal kaynakların %80’ini, ve dünyada üretilen mal ve hizmetlerin %86’sını kullanırken, nüfusun %80’inden fazlasına sahip azgelişmiş ülkeler, dünya gelirinin ancak %15’ini alabilmekte ve üretilen mal ve hizmetlerin ise ancak

%1.6’sını kullanabilmektedir.157 1985-1995 yılları arasında en varsıl ve en yoksul ülkeler arasında fert başına düşen gelir oranları 88 kattan 288 kata ulaşmıştır.158 Üç milyar insanın günlük geliri iki doların altındadır.159 Dünyanın en varsıl 200 kişisinin160 toplam serveti, yoksul 2.5 milyar insanın

157 Atilla Göktürk, “Bugünden Yarına Planlama ve Bölgesel Gelişme”, Cevat Geray’a Armağan, Mülkiyeliler Birliği Yayınları No:25, Ankara 2001, s. 421.

158 Türkiye Mai ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu, www.antimai.org.tr,(10.4.2003)

159 World Development Report:2003, Sustainable Development in a Dynamic World:

Transforming Institutions Growth and Quality of Life, WB-August’02, www.worldbank.org/publications, s: ix. (12.5.2003)

160 Bu en zenginlerin 112’si Amerikalıdır.

toplam gelirinden fazladır.161 1996 yılı verilerine göre, 358 adet dolar milyarderinin servetleri toplamı, yeryüzü nüfusunun en yoksul %45’inin gelirleri toplamına eşittir. Birleşmiş Milletler verileri, Dünya zenginliğinin yarısını elinde bulunduran 400 milyarderin %4 oranında vergilendirilmesi halinde, yeryüzünde yoksulluk ve sağlık sorununun tamamıyla çözülebileceğini göstermektedir.162

Yine Birleşmiş Milletler verileri ile, dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan yoksul ülkelerin ulusal gelirleri toplamı, dünya toplamının ancak

%6’sında kalmakta, nüfusun beşte birine sahip varsıl ülkelerin payı ise

%82’ye erişmektedir.163 1960’da küresel gelirin yalnızca %2.3’ünü alabilen en yoksul ülkeler için bu pay günümüzde %1.1’e düşmüştür. Süreç içinde, yoksul ülkelerin aldığı pay giderek daha da düşmektedir. 1960 yılında, dünya nüfusunun en varsıl ülkelerde yaşayan %20’sinin varsıllığı, en yoksul ülkelerde yaşayan %20’sinin 30 katı iken 1995 yılında 82 katı olmuştur.164 Son 10 yıl içinde, 89 ülke 23 kat daha yoksullaşmıştır. Üstelik yoksul ülke sayısı da giderek artmaktadır. Birleşmiş Milletler verilerine göre, en yoksul ülkeler grubunda 1990’da 36 ülke varken 2000 yılında bu sayı 48’e yükselmiştir.

Az gelişmiş ülkeler, iç ve dış borç kısır döngüsü içine girmiştir. Son dönemlerde dolar bazında artan dış borç ödemeleri bu ülkelerin yoksulluk

161 Selçuk, 2001, s. 2.

162 Alparslan Işıklı, “Yeni Dünya Düzeninde Emek-Sermaye Çelişkisi”, Cevat Geray’a Armağan, Mülkiyeliler Birliği Yayınları No:25, Ankara 2001, s. 486.

163 Işıklı, a.g.e., s. 486.

164 Işıklı, a.g.e., s. 486.

derecelerini daha da arttırmaktadır. En yoksul 83 ülkesinin son 7 yıl içinde ödedikleri dış borcun faizi, ana paranın 5 katına ulaşmıştır. Uzmanlarca, geçen 20 yılda gelişmekte olan ülkelerin borçlarının 520 milyar dolardan 2.07 trilyon dolara çıktığı ve bu süre içinde de borçlu ülkelerin ödemeleri gereken ana parayı altı defa geri ödedikleri ileri sürülmektedir.165

Dünya hammadde kaynaklarının yaklaşık %40’ı, üretilen toplam enerjinin

%25’i dünya nüfusunun yalnızca %1.7’sini yaşadığı ABD’nde tüketilmektedir.166 Ülkenin kişi başına enerji tüketimi Türkiye’dekinin 8 katıdır.

ABD’de fosil yakıt tüketimi nedeniyle atmosfere verilen karbondioksit emisyonunun kişi başına düşen miktarı Zaire’dekinin yaklaşık 170 katıdır.

ABD’nde günde ortalama 573 milyon ton çöp üretilmektedir. Benzer şekilde, ortalama bir Kanadalı, bir Etiyopyalıdan 436 kat fazla enerji kullanmaktadır.

Dünyadaki petrolün %35’ini kullanan otomotiv sektörünce üretilen yaklaşık 400 milyon otomobilin %78’i kuzey ülkelerinde bulunmaktadır.167

Amerikan tarzı yaşamın tüm dünya yüzeyine yayılması durumunda dünya kaynaklarının şimdikinden 56 kat daha hızlı tükeneceği belirtilmektedir. İşin ilginç yanı, bir yandan bu gibi veriler Batılı kaynaklarca ortaya konup çelişkiler vurgulanırken diğer yandan da; çok büyük kaynaklar ayrılarak toplumlar daha fazla tüketim için özendirilmektedir. Örneğin; 1992 yılında yalnızca ABD’nde

165 Cumhuriyet Gazetesi, 30.1.2001, s. 1,11.

166 Demirer, 1997, s. 39.

167 Çubuk, 2000, s. 19.

insanları daha çok tüketime ikna etmek için 1 trilyon dolar harcanmıştır. Bu rakam aynı yıl 600 milyar dolar olan eğitim harcamalarından fazladır.168

Küreselleşmenin başat kılındığı 1990’lı yıllarda beş milyon insan savaş yüzünden ölürken askeri harcamalarda giderek artmıştır (800 Milyon Dolardan fazla).169 Burada en büyük harcama yine gelişmiş ülkelerce yapılmaktadır. Bu ülkelerin dünya silah satışındaki payı %90’ın üzerindedir.170 Üstelik savaşlar, bilim-kurgu filmlerine benzer sahneler ile, bir gösteri gibi, televizyon canlı yayınları ile dünya toplumlarına izletilmekte, toplumların savaşları bir bakıma kanıksayıp olağan karşılamaları sağlanmaktadır. Oysa, hele bu son savaşlarda, kuşkusuz insanlık dışı sahneler yaşanmıştır. Ancak, örneğin Irak halkının çok yeni tanık olduğu bu tür görüntüler dünya kamuoyundan gizlenmektedir. Irak’taki yerleşmelerin bombalanması bir ışık gösterisi halinde sunulurken, o kentlerde yaşayan tüm canlıların ve bölgenin tarihi-kültürel mirasının ne şekilde katledildiğinin, TV ekranlarına yeterince yansıtılmadığı düşünülmektedir. ABD ve onu destekleyen ülkelerin bu ayıbı, doğal kaynakça zengin az gelişmiş ülkeler üzerinde, küreselleşmenin getirdiği bir diğer risk konusu olarak gündemdeki yerini korumaktadır.

Bu dönemde bir diğer sorun alanı da gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ülkelere “zehir döngüsü” olarak adlandırılan kirlilik dışsatımı olgusudur.

Küreselleşen dünya ekonomisi nedeniyle, gelişmekte olan ülkeler, kendi

168 Demirer, 1997, s.46.

169 Selçuk, 2001, s. 2.

170 Demirer, 1997, s. 51.

keşfetmedikleri ve işletme kapasitelerinin de sınırlı olduğu binlerce zararlı endüstriyel kimyasal ile karşı karşıya kalmışlardır. Yeşilbarış Örgütü, 1989-1994 yılları arasında 2.6 milyon ton tehlikeli atığın endüstrileşmiş ülkelerden Güney ve Doğu ülkelerine gönderildiğini belirtmektedir.171 Yine; ABD’den her yıl milyonlarca kullanılmış oto aküsü Brezilya, Çin, Hindistan, Japonya, Meksika ve Güney Afrika’ya yeniden kazanım işlemleri için gönderilmektedir.172 Zararlarının anlaşılması üzerine, asbestin Kanada içinde kullanımına kısıtlamalar getirilirken burada üretilen asbestin %90’ını üçüncü dünya ülkelerine ihraç edilmesinde sakınca görülmemektedir.173

Maden çıkarımı konusu da bir diğer çevre felaketi konusudur. Örneğin;

üretilecek 1 kg. altın için 3 milyon kg. kaya atığı çıkmaktadır. Madenlerin esas tüketicisi yine sanayileşmiş ülkelerdir. Nikelin %100’ü, boksitin %90’ı, çinkonun %80’i, bakır, demir, manganezin %70’den fazlasını gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkelerden satın almaktadır.174 Ancak, madencilik alanında çevre felaketinin büyüğü yine, doğal kaynaklar bakımından varsıl olan az gelişmiş ülkelerde yaşanmaktadır. Amerika’daki çevre yasalarının maden çıkarımını güçleştirmesi üzerine madenciler Latin Amerika’ya göç edip çalışmalarını buralara kaydırmışlardır.

İnsanı kendine ve yaratılan değerlere yabancılaştıran, doğayı kirleten, doğal yaşamı yok eden, emekçilerin artı değerini sömüren bu sürecin az

171 French, 2000, s. 74.

172 French, a.g.e., s. 82.

173 French, a.g.e., s. 80.

174 French, a.g.e., s. 26.

gelişmiş ülkeler için pahası giderek daha da ağırlaşmaktadır. Kapitalizmin yarattığı bu yeni dünya düzeninin eşitsiz dağılım süreci, küreselleşme tartışmalarının da odak noktasını oluşturmaktadır.

2 Eylül 2002’de Johannesburg’da gerçekleştirilen Rio+10 doruğunun açılışında, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Mbeki tarafından kullanılan “küresel ayırımcılık- global apartheid” ifadesi ile küreselleşen dünyada gönencin eşit olarak paylaşılmadığının, kuzey-güney ayırımının devam ettiğinin, endüstrileşmemiş ve yoksul ülkelerin sorunlara farklı bakış açılarının bulunduğunun bir kez daha altı çizilmiştir.