• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE ÖRNEĞİ

2. KÜRESELLEŞME SÜRECİNİN TÜRKİYE’DEKİ GELİŞİMİ

2.1. Küresel Politikaların Gelişimi

Küreselleşmenin ülkemizdeki geçmişi incelendiğinde, bunun son dönemlere ait bir gelişme olmadığı, geçmişte de liberal politikalarla Batıya özenme ve dışa açılma dönemlerinin yaşandığı görülmektedir. Türkiye’de küreselleşmenin en temel göstergelerinden birisi olan, liberal politikalarla dış sermayenin özendirilmesi çabalarının arttığı 3 ayrı dönem yaşanmıştır.

Bunlar, 1838-1923 dönemi, 1950-60 dönemi ile 1980 sonrası dönemleridir.

Ancak; bu süreçte her zaman İstanbul kentinin öne çıktığı gözlenmektedir.

283 7.11.1999 tarihli Cumhuriyet Gazetesi.

19. yüzyılın son dönemleri, Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde;

toplumun tüketim alışkanlıklarında ve yaşam şeklinde, önemli altyapı hizmetlerinin sunumunda ve kent fiziksel mekanında önemli değişimlerin yaşanmaya başlandığı yıllardır. Bu dönemde, ülkede bir yandan ekonomik sorunlar ve Kırım Savaşı, Anadolu İsyanları gibi toplumsal olaylar yaşanırken diğer yandan da; Tanzimat’ın ilanı ile batılılaşma eğilimleri artmış ve 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması gibi ikili anlaşmalar gündeme getirilerek dış finansmanın ülkeye girişi özendirilmiştir. Yabancı ülkeler Osmanlı yönetiminden tünel, tramvay, telgraf, demiryolu gibi önemli altyapı yatırımların yapımı ve işletilmesi ayrıcalıklarını (imtiyazlarını) almıştır.

Anadolu kentlerini birbirine bağlayan demiryollarının yapımında da, başta İngiliz ve Fransızlar olmak üzere yabancı yatırımcılar ağırlıktadır.

Aynı dönemlerde İstanbul’da çok katlı büyük mağazacılık girişimleri de başlamıştır. 1919 yılında Galata-Pera bölgesinde 14 adet “Macy’s”, “Baker”,

“Bon Marche” gibi mağazanın bulunduğu belirtilmektedir. Bu tür alışveriş mekanlarının Avrupa’da ortaya çıkışı da yine bu yıllara rastlamaktadır. Çiçek Pasajı (1875), Suriye Pasajı (1908) türü pasajların açılışı ise Avrupa’dan bile daha önce olmuştur.284

Kurtuluş ve bağımsızlık sürecinden geçilerek ulaşılan Cumhuriyet döneminde, yabancı sermayeyi özendirici politikalardan vazgeçilmiş, aksine düzenleyici ve denetleyici bir merkeziyetçi devlet anlayışı benimsenip, planlı

284 Bu tür pasajların Avrupa’da başlangıç dönemi olarak 1910’lu yıllar verilmektedir.; Hülya Berkmen Yakar, “İstanbul Metropoliten Alanında Sermaye Birikim Biçimlerinin Alışveriş Mekanlarına Etkisi”, 3. Binyılda Şehirler: Küreselleşme Mekan- Planlama, Dünya Şehircilik Günü 23. Kolokyumu, 8-10 Kasım’ 99, YTÜ, İstanbul, 2000, s. 169.

bir ekonomik gelişme hedeflenmiştir. 1938 yılında Şükrü Kaya’nın Meclisteki konuşmasında;

“Amme hizmetlerinin belediyeleştirilmesi ve devletleştirilmesi rejimimizin ve Atatürk direktiflerinin icabı ve Cumhuriyet Hükümetlerinin hususiyle Celal Bayar Hükümetinin yüksek huzurunuza arz ettiği ve kabul buyrulan programın icabıdır… Amme hizmetleri bizce hiçbir kapitalistin, hiçbir şahsi menfaatin istismar edemeyeceği bir sahadır... memlekette ve şehirlerde işleyen elektrik tramvay, vapur ve otobüs servisleri fertlerin veya şirketlerin eline bırakılamaz. Bunlardan belediye hudutları içinde olan şehirlere, belediye hudutları haricinde olup da belediyeleri alakadar edenler devletin eline geçmelidir,”285

şeklindeki ifadesi ile de kamusal hizmetlerin, kamu yararı ilkesi ile kamuca verilmesi gereğinin altı çizilmektedir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında güçlü ulus devlet yaratma hedefine koşut olarak izlenen bu tür devletçi politikalarla, yabancı sermaye giderek ülkeyi terk etmiş,286 Devletin öncülüğünde ithal ikameci bir sanayileşme yöneltisi ile hızlı bir ekonomik büyüme sağlanmıştır.

Ancak, 1950-1960 yılları Türkiye’nin yeniden dış dünya ile bütünleşmeye çalıştığı yıllar olmuştur. Marshall yardımı ile tarımda makineleşmeye geçilmiş, tarımsal üretimden kopartılan kesimlerin kırsal

285 Adalet Bayramoğulu Alada, “Türkiye’de “Belediye”nin 70 Yıllık Tarihine Kronolojik Bir Yaklaşım: 1930-2000”, Cevat Geray’a Armağan, Mülkiyeliler Birliği Yayınları No:25, Ankara, 2001, s. 133.

286 Bu dönemde aralarında Anadolu, Mersin-Tarsus-Adana Demiryolları ve Haydarpaşa Liman Şirketleri (1928), İstanbul Telefon AŞ (1936), Aydın Demiryolu Şirketi (1935) Ankara Elektrik Havagazı ve Adana Elektrik TAŞ (1939), İzmir Suları AŞ (1944)’nin de olduğu toplam 22 şirket 1928-1944 yılları arasında devletleştirilmiştir. (C.İlnem, “Kemalist Devletçilik İlkesinin Gelişimi”, Dünyada ve Türkiye’de Kamu Girişimciliğinin Geçmişi, Bugünü ve Geleceği Sempozyumu Bildirileri, 6-7 Ekim 1997, TMMOB-EMO, s. 891.)

bölgelerden büyük kentlere göçü başlamıştır. Varolan sanayi ve hizmetler altyapısı ile bu göçe hazır olmayan kentlerde ise önemli kentleşme sorunları yaşanmıştır. Kırdan kentlere iş bulma umuduyla gelenler ise umduklarını bulamamış, kentte kendilerine marjinal işler yaratarak geçimlerini sağlamaya çalışmıştır. Barınma sorunlarını ise; kent çevresinde, çoğunlukla topoğrafik ya da altyapı sorunları nedeniyle kullanılamayacak durumdaki, kamu arazileri üzerinde gecekondu yaparak çözmüştür.

Ancak, sağlıksız kentleşme sürecine giren bu kentlerde artan altyapı sorunları için yerel yönetimlerin gücü yetersiz kalmış, özeksel yönetimden destek aranmıştır. Özeksel yönetim ise bu dönemde dışa açılma ile birlikte, liberal ekonomi politikalarına ağırlık veren bir yaklaşım içindedir. Bu politikalar yerel kamu hizmetlerinin sunumuna da yansımıştır. İstanbul’da Vali ve Belediye Başkanlığı döneminde F. Kerim Gökay, kentin üç büyük sorunu olarak gördüğü süt, otel ve soğuk hava deposu projeleri için 29 Mart 1950 tarihinde İstanbul’u ziyaret eden Amerikalılardan yardım isteminde bulunmuştur.287 Yabancı sermayeye salt ekonomik anlamda değil, yaşam biçimi olarak da tekrar kapılar açılmıştır. Bugünküne benzer bir yaklaşım ile dış borçlanma öne çıkartılmıştır. İthal malların ülkeye girmesiyle tüketim malları pazarı genişlemiş, tüketim kültürü desteklenmiştir.288

19. yüzyılın alışveriş mekanlarının simgesi olan Bon Marche tipi çok katlı, çok mallı mağazacılık 1950’lerden sonra tekrar moda olmuştur. Önce

287Alada, 2001, s. 139.

288 Yakar, 2000, s. 173.

19 Mayıs, arkasından Migros (1954)289, 60’larda Yeni Karamürsel, 70’lerde UKİ, UFİ, Gima, 1978’de Belediye Tanzim Satış Mağazaları peşpeşe açılarak, bu tür alışveriş mekanları büyük kentlerin simgesel yapıları haline gelmiştir.290

1970’lerde dünyada yaşanan ekonomik ve toplumsal bunalımlar ülkemizi de etkilemiştir. 1971 ve 1980 askeri darbeleri ile toplumsal muhalefet bastırılmaya çalışılmış ancak, ülkede giderek artan yüksek enflasyon ve ekonomik daralma, toplumun büyük kesiminin yoksullaşmasına neden olmuştur. 1980’lerden sonra ise, dünyayı etkisi altına alan neo-liberal akımların da etkisi ile serbest piyasa düzeni başat kılınarak, Türk ekonomisinin tümüyle serbest rekabete açılması hedeflenmiştir. Özal iktidarı bir anlamda bu sürecin simgesi haline gelmiştir. 24 Ocak 1980 tarihinde “24 Ocak Kararları” olarak tarihimize geçen ve 20 yıl sonra bugün bile yaşamımızı etkilemeye devam eden ekonomik kararlar dizisi uygulamaya konmuştur. Bu kararlarla, son dönem küreselleşme politikalarının, ülkemiz yönetimlerince de açık bir biçimde kabul görerek, tüm kurumları ile uygulamaya konulduğu bir dönem başlatılmıştır.

Ülkemizde Cumhuriyetten 1980’lere kadar, yönetime gelen hükümetlerce politik anlamda liberal düşünce savunulsa da devlet, ekonomik ve toplumsal yaşamın belirleyici gücü olarak nitelendirilebilirdi. Genellikle, sosyal devlet anlayışı ile korumacı ve denetleyici bir devlet yapısı söz konusu idi. Ancak, 1980’den sonra devletin öncülüğü ve korumacılığına dayalı

289 Alada, 2001, s. 141.

290 Yakar, 2000, s. 176.

toplumsal ve ekonomik politikalardan vazgeçilerek, uluslararası finans kurumları ile piyasa güçlerinin tercihleri doğrultusunda politikalar benimsenmiştir. Bu bağlamda, başta eğitim291 ve sağlık292 olmak üzere pekçok kamu hizmetinin özel sektörce verilmesi politikaları desteklenmiştir.

Türk Parasını Koruma Kanunu kaldırılmış, madencilik ve yabancı sermayeyi özendiren yasalar çıkarılmıştır. Kamu kurumlarındaki çalışma anlayışı; kamu yararı üstünlüğü ilkesi çerçevesinde kamu hizmeti sunmaktan çok; özel şirket mantığı ile yatırımda getiri ve kazancı öne çıkartacak biçimde değiştirilmiştir.

Giderek kamu kurumları şirketleştirilmiş ve daha sonraki süreçte de özellikle getirisi yüksek olabilecek hizmetlerin özelleştirilmesi süreci yaşanmıştır.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası bu süreçte en önemli aktörler olmuştur. Bu kuruluşlarla “stand by” anlaşmaları yapılıp hükümetlerce niyet mektupları hazırlanmıştır. Bu anlaşma ve mektuplarda devletin yeniden yapılandırılması ve özelleştirmeler için sözler de verilmektedir. 293

291 1970’lerden sonra başlatılan vakıf üniversitelerinin sayıları 1990’larda giderek artmıştır.

292 Son dönemlerde gündemde tutulan sağlık reformu yasa tasarısı ile de sağlık hizmetlerinde özel sektörün ağırlığının arttırılması hedeflenmektedir.

293 Örneğin; 18.12.2000 tarihli niyet mektubunda dönemin hükümetince;

• Telekom’un %33,5’unun özelleştirmesine ilişkin ihale duyurusunun 14 Aralık 2000 tarihinde yapılacağı ve 2001 yılının Mayıs ayına kadar da ihaleyi kazanan şirketin adının açıklanacağı,

• 2001 yılının Mart ayına kadar Türk Hava Yollarının %51’lik hissesinin satışının tamamlanacağı,

• Elektrik Piyasası Kanunu’nun, 14 Aralık 2000 tarihine kadar Meclise sunulup, Ocak ayında bu yasanın çıkarılacağı, (-ki bununla elektrik sektörünün yabancı sermayeye tümüyle açılması sağlanmıştır.)

• Tekelin özelleştirilmesine yönelik yasanın Şubat ayında çıkarılacağı,

• Kamu Bankalarının özelleştirme stratejilerinin Kasım 2000 ayına kadar oluşturulacağı sözleri verilmiştir. ;<http://www.eyysen.org.tr>, (10 Nisan 2003).

Dünya Bankası’ndan alınan kredilerde de benzer koşullar ileri sürülmektedir. Ülkemizde yıllardır uygulanan IMF ve Dünya Bankası politikaları sonucunda devletin borç yükü giderek artmıştır. 1999 yılında iç borçlar 18 katrilyon liraya ulaşmış, dış borçlar 110 milyar doları bulmuştur.

Alınan kredilerin faizlerinin bütçe içindeki payı 1992 yılında %18,2 iken, 1999 yılında %43’e çıkmıştır.294 Özetle, oluşturulan kamu bütçesinin yaklaşık yarısı borç faizlerine gitmekte, iş olanakları yaratacak yeni yatırım ve üretime yöneltilebilecek pay giderek kısılmaktadır.

Özellikle 1990 sonrasında gündeme getirilen yasal, politik ve ekonomik düzenlemelerde çok uluslu şirketlerin ve bunların ülkemizdeki uzantılarının istekleri de yönlendirici olmuştur. En büyük 10 Türk holdingi son 10 yıl içinde çok uluslu şirketlerin Türkiye uzantısı olarak çalışmaktadır. 1999 yılında sayıları 4600’ü bulan yabancı sermayeli şirketlerin Türkiye’de de sayılarının hızla artması rastlantı değildir.295 Uygulanan IMF politikaları ile gittikçe geriletilen ücretler ve baskı altına alınan işçi hak ve özgürlükleri bu şirketlere uygun bir ortam sağlamıştır. Bilindiği gibi, yabancı sermaye özellikle altyapısı hazır, ucuz emek pazarına yönelmektedir.

Küreselleşmenin, toplumlarda yoksullaşmayı arttırdığı savının en yoğun hissedildiği ülkelerden birisi de ülkemiz olmuştur. 175 ülkenin beşeri gelişmişlik düzeylerinin gösterildiği Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı

294 Küresel Görünüş 2000 Raporu, <http://www.eyysen.org.tr>, (17 Nisan 2003).

295 Küresel Görünüş 2000 Raporu, <http://www.eyysen.org.tr>, (17 Nisan 2003).

(UNDP) raporuna göre; 2000-2001 döneminde Türkiye 11 sıra gerileyerek 96. sıraya düşmüş, kişi başına düşen gelir de %15 oranında gerilemiştir.296

Türkiye’de yaşanan böylesi bir gelişme sürecinin yol açtığı yaygın işsizlik, yüksek enflasyon, yetersiz sosyal güvenlik sistemi, aşırı gelir kutuplaşması, bölgeler arası eşitsizlik, gelişmiş yörelere yoğun göç ve kentsel rantın bu yörelerde sergilediği hızlı artış, bu rantı önemli bir refaha ulaşma aracı yapan kesim ile bu gelişmelerden etkilenerek daha da yoksullaşan yoksul ve orta sınıflar arasındaki uçurumu daha da derinleştirmektedir.297 Toplumun varsıl ve yoksul kesimleri arasındaki 236 katlık bir gelir uçurumu söz konusudur.

1994'de Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre nüfusun en alttaki yüzde 20'lik kesimin toplam gelirden aldığı pay yüzde 4.9 iken, en üstteki yüzde 20'lik kesimin payı yüzde 54.9’dur. Türkiye'nin en varsıl 650 bin kişisinin gelirleri 30 milyon kişinin gelirleri toplamından daha fazladır.298 Uzmanların hepsi bu eşitsizliğin son 7 yılda daha da arttığı görüşünde birleşmektedir.

Küreselleşme sürecinde başta kamu yönetim sistemi olmak üzere toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanında bir değişim yaşanmaktadır.

296 Mengi, Algan, 2003, s. 292.

297 Sökmen, 2000, s. 105.

298 Mengi, Algan, 2003, s. 292.