• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE ÖRNEĞİ

1. ÜLKEMİZDEKİ KORUMA PRATİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

1.1. Cumhuriyet Öncesi Dönem

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

vakıf yapıları için ayrılan bütçenin yalnızca %6.81’i onarım gideri olarak harcanmıştır.220

Bu dönemlerde, belirli bir sınıf ya da toplumsal bilinçle oluşturulmuş koruma politikalarının varlığından söz etmek mümkün değildir. Tersine, koruma konularına duyarsız uygulamalar da yapılmıştır. Batılıların, değişik kültürlerdeki eski eserleri kendi ülkelerine taşıma çabasına Osmanlı Döneminde, Padişah fermanları ile destek bile sağlanmıştır. Örneğin, III.

Selim döneminde, İngiliz Elçisinin Sadrazama başvurarak; “…İngiltere’de somaki taş makbul ve muteber olduğundan…” Osmanlı Devletinin borçlarına karşılık olarak İstanbul’da çeşitli yerlerde bulunan somaki mimari yapıtları istemesi üzerine, bazı eserlerin İngiltere’ye verilmesi için Padişahtan ferman alınabilmiştir.221

Tanzimat’la birlikte başlatılan Batılılaşma eğilimleri, bir yandan koruma alanında Batıdaki gelişmeleri Anadolu’ya taşıyıp kültür varlıklarına ilgi duyulmasını başlatırken; diğer yandan da “modernleşme” adına özgün kültürel mirasın reddini ve ihmalini de getirmiştir.

II. Mahmut dönemindeki Batılılaşma hareketlerini izleyerek, Avrupa’yı daha yakından tanıyan Ali Paşa, Fuat Paşa, Sadık Rıfat Paşa gibi devlet görevlileri, Mustafa Reşit Paşanın önderliğinde, yenileşme sürecinde önemli

220 Emre Madran, Tanzimattan Cumhuriyet’e Kültür Varlıklarının Korunmasına İlişkin Tutumlar ve Düzenlemeler: 1800-1950, 2002, ODTÜ, Mimarlık Fakültesi Basım İşliği s. 9.

221 Madran, a.g.e., s. 1.

rol oynamışlardır.222 Yönetim, eğitim, sağlık, bilim, edebiyat vb. alanlarda Batıya öykünen yaklaşımlar mimaride de sürdürülmüştür. O dönemlerde dünyada evrensel bir dil olarak uygulanmakta olan neo-klasik mimari üslup örnek alınmıştır. İstanbul’un ahşap mahallelerinde, ahşap yerine kagir inşaat yapımı yaygınlaştırılmıştır. Bunda hiç kuşkusuz, sıkça çıkan yangınlar da etkin olmuştur. Bu gelişmelerle, Avrupa kentlerindeki fiziksel çevreleri çağrıştıran bir kentsel doku yaratılmaya başlanmıştır.

Tanzimat’ın ilanından iki yıl kadar önce, Reşit Paşa Londra elçisi iken İstanbul’a gönderdiği bir raporda: “İstanbul yangınları ile ilgili Londra gazetelerinde çıkan haberler üzerine yabancıların; ‘memleketinizde acaba taş yok mudur; tuğla üretimini, kagir bina inşaatını bilenler bulunmaz mı’ gibi sorular sorduğunu”223 yazıyor. Aynı raporda, ahşabın ucuzluğuna karşın dayanıksız olduğu, oysa kagir inşaatın pekçok yararları bulunduğu belirtilerek, “bizdeki mimar ve dülger kalfalarının fenn-i mimarinin dekayıkından bihaber olmaları” ileri sürülerek, 8-10 yıllığına Avrupa’dan bu işi bilen mimarlar getirilmesinin yararları da vurgulanmaktadır.224 Reşit Paşa yeni yapılaşmaya ilişkin rapordaki önerilerini sadrazamlığı sırasında uygulamaya koymuştur.225 Onun dönemi İstanbul’da, İtalyan asıllı mimar Fossati ve diğer yabancı mimarlardan yararlanma dönemi olmuştur.226 Bu

222 Cengiz Can, “Tanzimat Dönemi Yapıları ve Koruma Sorunları”, Ulusal Koruma Planlaması Semineri II, 29,30 Eylül-1 Ekim 1993, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul, 1994, Fakülte Yayın No:94.067, s. 279.

223 Can, a.g.e., s. 280.

224 Can, a.g.e., s. 280.

225 Örneğin; bir Tanzimat dönemi yapısı olan İstanbul’daki Balta Limanı Sahil Sarayı bu anlayışla yapılmıştır.

226 Can, a.g.e., s. 287.

uzmanları, Avrupa’ da eğitim görmüş Levantenler ve onları da gayri-Müslim Osmanlı mimarlar izlemiştir. Böylece Avrupai bir üslup, belki tüm Osmanlı kentlerine değil ama, öncelikle İstanbul fiziksel mekanına egemen olmaya başlamıştır. Bu gelişme, çalışmanın daha sonraki bölümünde tartışılacak olan, benzer kentler yaratılmasına yönelik yapılaşma sürecinin ilk uygulamalarını oluşturmaktadır. Ancak, o dönemlerde yine de yöresel malzeme, yerel ustalar, geleneksel teknolojilerin kullanılıyor olması, bir bakıma, kentsel mekandaki gelişmelerin sürekliliğini de sağlamıştır.

Viyana elçisi Sadık Rıfat Paşanın, Milano ve İstanbul’u karşılaştıran İtalya Seyahatnamesinde; kentlerin çağdaş anlamda geliştirilmesi, yolların düzene sokulması ve fiziki çevrenin sağlıklılaştırılmasının gerekli olduğu belirtilmektedir. Bu hizmetlerin finansmanı için de kredi kullanımı ile tahvil dışsatımını önermiştir.227 Bir başka anlatımla, başta İstanbul olmak üzere, Osmanlı kentlerinin imarının şart olduğunu söyleyerek, Batılı anlamda kentlere dönüştürülebilmesi için de piyasa mekanizmasının araçlarının kullanılmasını öngörmüştür. Bunun da ötesine giderek; yabancı uyruklarca ahşap ya da taş, hangi malzeme ile olursa olsun, yeni yapılacak her türlü yapının (konut, işyeri, fabrika gibi) kentin imarına katkısı olacağı ileri sürülerek bunlara izin verilmesi ve hatta özendirilmesi gereği savunulmuştur.

Kısaca, imar düzeni açısından serbestlikten yana bir yaklaşım o dönemlerde bile dile getirilmektedir. Küreselleşmenin Türk kentlerine etkisi anlamında ilk yaklaşımlar bu dönemde de söz konusu edilmiştir.

227 Can, a.g.e., s. 280.

Türkiye’de tarihi mirasın (eski eserlerin) korunması yönündeki ilk girişim, 1846 yılında Tophane-i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşanın İstanbul, Aya İrini Kilisesini müzeye çevirmesi ile olmuştur. Bu Osmanlı döneminde açılan ilk müzedir.

19. yüzyılda koruma konularında oluşturulan ilk gönüllü kuruluş 1878 yılında kurulan “İzmir Kütüphane ve Müze Cemiyeti”dir.228 Bu dernek o yıllarda İzmir yöresinde arkeolojik araştırma yapma ve kazı izni istemiştir.229

19 yüzyıla gelinceye dek Osmanlı kanunnamelerinde yeni yapılaşma, koruma ve onarım ile ilgili doğrudan hükümler bulunmamasına karşın, padişah fermanlarında gerek yeni yapılaşma, gerekse anıtsal nitelikli yapıların çevrelerinin korunması ve düzenlenmesine ilişkin hükümler yer almıştır. Tanzimat’la birlikte bu konulara ilgi artmaya başlamış, 1848-1917 yılları arasındaki 60 yıllık süreçte koruma konuları ile ilgili 42 adat yasal ve yönetsel düzenleme yapılmıştır.230

Doğrudan eski eserlerin korunmasına yönelik düzenlemeler olmasa da; 1848, 1849 ve 1864 tarihli Ebniye Nizamnameleri eski yapılara uygulanacak hükümler de içermektedir. Bu düzenlemeler ile aslında, sıkça yaşanan yangınlar da dikkate alınarak, özellikle yeni bir kentsel düzen yaratabilmek için geleneksel dokunun yenilenmesi öngörülmektedir.231

228 Madran, 2002, s. 79.

229 Amerika’daki koruma konusundaki ilk dernek olan Mt. Vernon Ladies Association’dan yalnızca 19 yıl sonra.

230 Madran, a.g.e., s. 15.

231 1848 tarihli Nizamnamenin 4. Maddesinde: “yangın yerlerinde kalan onarılabilecek durumdaki eski yapılar yıkılıp geriye çekilerek yapılacaktır”, 16. Maddesinde; “hanlarda

Bu dönemde çıkartılan Yapı ve Yollar Nizamnameleri özünde, Batıdaki

“imarcılık” anlayışının yansımalarını taşımaktadır. 6.11.1882 tarihli Ebniye Kanunu da benzer yaklaşımlar sergilemekte, geleneksel konut dokusunu yok sayan hükümler içermektedir. Buna göre, sokaklar genişletilecek, bu genişletme için yolun bir ya da iki kenarındaki yapılar yıktırılacak, varolan yapılara onarım izni ise ancak yollar genişletildikten (yola terk işlemi gerçekleştirildikten) sonra verilebilecektir. (Madde 1,8,9 ya da 50 vb.)

Doğrudan eski eserlerin korunması ile ilgili ilk yasal düzenleme 13.11.1869 Asar-ı Atika Nizamnamesi’dir. Nizamname 8 maddeden oluşmakta olup ilk maddesinde eski eser aramak isteyenlerin Maarif Nezaretinden izin alması gerektiği, ikinci maddesinde ise eski eserlerin yurt dışına çıkartılamayacağı belirtilmektedir. Bu düzenleme ile özellikle Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kazı ve araştırma yapan yabancı ekiplerin çalışmalarının denetlenmesi amaçlanmıştır.232 1860’lı yıllardan sonra oluşturulan Asarı Atika Mevzuatının, “Devletin giderek arsızlaşan Avrupa kökenli “kültürel talan”a karşı kendini korumayı amaçlayan ve içgüdüsel olarak aldığı tavırların sonucunda” ortaya çıktığı ileri sürülmektedir.233

7.4.1874 tarihinde yine aynı isimle yapılan yasal düzenlemede de, eskiden kalan her türlü “eşya” eski eser olarak nitelenmektedir. Bu tanım ile Türk-İslam çağı öncesi eserler ve kalıntılar öngörülmektedir. 1874

avluya ya da kitleye bitişik ahşap yapı yapılamayacaktır”, ya da 1849 tarihli Nizamnamenin 32. Maddesinde; “cami avlularında yeni yapı yapılmayacaktır” gibi hükümler yer almaktadır.

(Madran, a.g.e., s. 17).

232 Atlan Akat, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurultayı, 14-16 Mart 1990, s. 14

233 Madran, 2002, s. 19.

Nizamnamesine göre, eski eserler devlet malı sayılmıştır, ki bu tarihten sonra getirilen tüm düzenlemelerde bu yaklaşım sürdürülmüştür.

Üçüncü Asar-ı Atika Nizamnamesinin çıkarılmasında da rol oynayan, Osman Hamdi Bey’in 1881 yılında Müze-i Humayin Müdürlüğüne getirilmesi ile; arkeolojik kazılar, taşınmazların korunması gibi koruma konularındaki çabalar yoğunlaşmıştır.234 Osman Hamdi Bey ülkemize, arkeoloji müzesi ile birlikte, bir arkeoloji kütüphanesi, Sanayi-i Nefise Mektebi kazandırmış ve eski eserlerin tahribini ve ihmalini önlemek üzere arkeoloji biliminin kurumsallaşmasını sağlamıştır.235

1882 yılında kurulan Sanayi-i Nefise Mektebinin kuruluş gerekçesinde;

“..bu güzel camileri, medreseleri, hulasa bütün bu asr-ı bediai sınaiyeyi vücuda getiren mimarlar, üstadlardır ki onların ahlafı olan biz, asarı mezkureyi muhafaza etmeyi bile bilmiyoruz…halbuki bir memleketin hirfet ve sanatı kendi kuvveti ve hatta servetidir. Anlar olmadıkça o memleketin tarihi ahlafa intikal edemez..236” denilerek, mimari mirasın korunması ve gelecek kuşaklara aktarılmasının önemi vurgulanmaktadır.

Osman Hamdi Bey döneminde; yeni yasal düzenlemelerle yurtdışına eski eser çıkartılmasının yasaklanması, yeni müze kurulması, bilimsel sergileme yöntemlerin kullanılmaya başlaması, Türk kurullarının da kazı yapması, müzelerin yayın yapması, il müzelerinin kurulması gibi ilkler

234 Akat,1990, s. 14

235 A.M.Mansel, “Osman Hamdi Bey”, Bilim ve Ütopya, 2.1996, s. 52-53

236 Madran, 2002, s. 45.

yaşanmıştır.237 Osman Hamdi Bey, Anadolu’daki kazıların tamamının yabancılarca yürütülmesinden ya da kazılarda çıkarılan eserlerin yurt dışına götürülmesinden yakınmaktadır. Bir mektubunda, Almanların 8 yılda Bergama için 50.000, Magnesia için 13.000, Zincirli için 15.000, Priene için 11.000 lira harcadığını belirtir.238

1884 tarihinde çıkartılan 3. Asar-ı Atika Nizamnamesinde ise; belirli bir tarih verilmeksizin “ülkede “eskiden” yaşamış kişilerin terk ettikleri...”

şeklinde başlayan tanım getirilmiştir. Burada da hangi eserlerin korunması gerektiği konusundaki belirsizlik sürmektedir.

En geniş kapsamlı Asar-ı Atika Nizamnamesi olarak bilinen 1906 Nizamnamesi, yalnızca Türk-İslam çağı öncesi eserleri değil, tüm kültürlere ait değerleri eski eser kapsamına almıştır. Bununla korunması gerekli eserlerin çerçevesi genişletilmiş ve evrensel kültür anlayışı bağlamında önemli bir adım atılmıştır. O güne kadar yapılan tüm düzenlemelerde, genelde arkeolojik kalıntıların korunması ile ilgili konular ağırlıktadır ve gerek kamu ve gerek özel mülkiyette bulunan tüm eski eserlerin devlete ait olduğu hükmü bulunmaktadır.239 Bu son düzenleme, Cumhuriyet dönemini de kapsayan bir şekilde tam 67 yıl yürürlükte kalmıştır. Ancak, belki de en az başvurulan yasal düzenlemelerden birisi olmuştur. Çünkü, o kesitte etkin koruma uygulamalarının varlığından söz etmek güçtür.

237 Madran a.g.e., s. 48.

238 Madran, a.g.e., s. 29.

239 Madran, a.g.e., s. 43.

Osmanlı Devletinde taşınmaz kültür varlıklarının korunması daha çok

“vakıf” kurumu eli ile yürütülmüştür. Vakıf gelirleri ile taşınmazların sürekli bakımları sağlanabilmiştir. Koruma ve özellikle anıtların restorasyonu işi genelde bir kamu görevi olarak görülmüştür. Ancak; bazı durumlarda ihale yönteminin de kullanıldığı bilinmektedir. Örneğin Bursa Hayrettin Paşa Camisinin onarımı işi ihale yolu ile yaptırılmıştır. Onarım işi 49169 kuruş keşif bedel ile ihaleye çıkarılmış ve yapım işi en az teklif verene verilmiştir.240

1870’li yıllarda İl Genel Meclislerinin (Meclis-i Umumi-i Vilayet) aldığı bazı kararlar, o dönemdeki yerel yöneticilerin koruma yaklaşımlarını yansıtması bakımından ilginçtir.

ƒ İzmir’de çarşı içindeki eski Ok Kalesinin yıktırılarak, taşlarının gelir amacıyla satılması,

ƒ Eski ve Yeni Foça’da artan nüfus nedeniyle gerek duyulan altyapıyı sağlamak üzere çevredeki surun yıktırılarak arsasının satılması,

ƒ Niğde Kalesinin duvarlarının yıkılarak, taşları ile kaldırım yapılması ve bu yıkım için gerekli paranın da Kale arsalarının satışı ile karşılanması,

ƒ Konya’da, Yüksek Mezarlık- Meram Bağları arasındaki yolun kaldırım taşlarının çevredeki eski kaleden (bedelsiz olarak) sağlanması.241

Gelir elde etme amacıyla gündeme getirilen bu tür yıkımların bir benzeri de, İstanbul’daki Galata Surlarının yıkımı ile çevresindeki hendeklerin doldurulması sonucunda elde edilecek parsellerin satışı olayında

240 Madran, a.g.e, s. 34.

241 Madran, a.g.e, s. 58.

yaşanmıştır. Bu süreçte Osmanlı Levantenlerin yönlendirici olduğu belirtilmektedir.242

Pierre Loti 1914 yılında yazdığı anılarında döneme ilişkin görüşlerini;

“..genç kuşak Müslümanların, Batılıların yıkıcı fikirlerine kapılıp, onlara benzer yeni konutlar yaptırdıklarını, yangın sonrası boşalan yerlerde,

“Amerikanvari” geniş yollar ve çok katlı yapılar oluşturduklarını” anlatıp,

“..Makam-ı Hilafet, Chicago veya Berlin tarzında tanzim edilirse, acaba, İstanbul denilen bu güzellikler müzesini görmek için her yıl küme küme gelerek avuç dolusu para harcayan yabancılar, bu ziyaretlerini devam ettirirler mi” 243 diye sormuş ve son iki yılda Belediyenin “Şark” özelliklerini yansıtan ne varsa yok etmek istediğini belirterek, ataların değer verdikleri şeylere saygı kalmadığından yakınmıştır.

Günümüzde küreselleşmenin fiziksel mekana yansımasının göstergeleri olarak tanımlanabilecek değişimlerin pek çoğuna, İstanbul kenti

“modernleşme” adına daha o dönemlerde tanıklık etmiştir.

Bu yıllarda eski eserlerin korunması ile ilgili yasal ve kurumsal düzenlemeler de yapılmıştır. Yalnızca taşınmaz kültür varlıkları ile ilgili hükümler içeren ilk yasal düzenleme ise, 28.7.1912 tarihli Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi olmaktadır.244 Tespit ve tescil işlerini yürütmekle görevlendirilen ilk kurum da, 1917 yılında İstanbul için kurulan Muhafaza-ı

242 Madran, a.g.e, s. 60.

243 Madran, a.g.e, s. 70-71.

244 Adı geçen düzenleme 1936 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

Asar-ı Atika Encümeni’dir. Bu kurum 1924 yılında, Cumhuriyetin bir kurumu olarak da tescil edilmiştir.245