• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE ÖRNEĞİ

1. ÜLKEMİZDEKİ KORUMA PRATİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

1.2. Cumhuriyet Dönemi

1.3.1. Politikalar

Dünyada yaşanan gelişmelere koşut olarak; 1980 sonrası dönem Türkiye’de de küreselleşme politikalarının etkilerinin daha yoğun hissedilmeye başladığı yıllar olmuştur. 1950’li yıllarla birlikte başlatılan kapitalist dünya ile bütünleşme çabası, bu dönemde ivme kazanmış, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından yapılan ilk seçimlerden sonra kurulan hükümet, liberal politikalarla bir dizi yasal ve kurumsal düzenleme yapmıştır.

Bu düzenlemelerle, özeksel yönetimin bazı yetkileri yerel yönetimlere ve daha çok da özel kesime devredilmiştir. 1990’lı yıllardan sonra ise; devletin küçültülmesi, kuralsızlaştırma, serbestleştirme politikaları ile birlikte kamu hizmet alanlarının özelleştirilmesi ve hatta yabancılaştırılması süreci başlamıştır. “Küreselleşme Sürecinin Türkiye’deki Gelişimi” bölümünde daha detaylı olarak açıklanacak gelişmeler, kuşkusuz doğal ve tarihsel-kültürel değerlerin korunması politikalarına da yansımıştır.

Bu süreçte; özellikle hızlı gelişen kentlerde, tarihi konut bölgeleri de yeni yapılaşma ve yoğunlaşma baskılarına maruz kalmakta, korunması

gerekli görülen yapılar için yeterli koruma önlemleri alınmaması nedeniyle bu yapılar zamanla tescilden düşürülmekte, sit alanları daraltılmakta ve kentlerdeki tarihsel-kültürel değerler hızla yok olmaktadır. Kentlerin tarihi bölgelerinde de katlar ve yoğunluklar giderek yükselmektedir. Bilindiği gibi, Ankara’nın Cumhuriyet döneminde geliştirilen Kızılay bölgesi 30 yıl içerisinde 3 kez yıkılıp yeniden yapılmıştır.259 Kısaca, günümüzün tüketim toplumu anlayışından kentsel mekanlar da payını almakta, ancak yaratılan kentsel arsa rantı kamuya döndürülememektedir. Bu süreçte, barınma ve çalışma mekanları da giderek tüketim ile özdeşleştirilmektedir.

1980’lerden sonra bölgelerarası, kır-kent arası ve kentin farklı bölgeleri arasındaki eşitsiz gelişme süreci daha da açılmış, varsıl ve yoksul kesimler arasında giderek derinleşen uçurum kent mekanına da yansımıştır. Kentin varsılları kendilerine daha çok yeni konut alanlarını seçerken, tarihi merkezler ya da geleneksel dokunun yer aldığı eski mahalleler zamanla yoksul mahallelerine dönüşmektedir. Bundan 20 yıl kadar önce kentin en önemli simgeleri olarak bilinen tarihi yapılar yerlerini; dev oteller, çok katlı alış-veriş merkezleri ve gökdelenlere bırakmaktadır. Özellikle büyük kentlerin yeni simgeleri artık, Armada, Akmerkez, Galeria türü yapılar olmaktadır.

Cumhuriyet kurumları olarak bilinen ve o dönemin sanayi anlayışını yansıtan ve kesinlikle korunması gerekli kültür varlıkları arasında değerlendirilmeleri gereken; Sümerbank, Şeker Fabrikaları gibi tesisler de

259 Mehmet Tunçer, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin Tarihsel Çevreyi Koruma Politikaları”, Ulusal Koruma Planlaması Semineri II,. ICOMOS Türkiye Milli Komitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 29-30 Eylül-1 Ekim 1993, YTÜ Mimarlık Fakültesi Yayın No:94.067, 1994, s. 85.

özelleştirilmeye konu edilmiştir. Özelleştirme sürecinde, bu tesislerin arsa değerleri ön plana çıkartılırken, mevcut yapısal değerleri önemsenmemekte, yıkılan yapıların yerine çok katlı rant tesislerinin yapılması hedeflenmektedir.

Kamu mülkiyeti olarak kent içinde kalabilen ve toplumsal amaçlı kullanımlar için değerlendirilebilecek olan bu sınırlı kentsel araziler de bu yolla elden çıkartılmaktadır. Ankara’daki Et Balık Kurumu arazisine Migros alış-veriş merkezi yapılması uygulamasında olduğu gibi bu tür özelleştirme uygulamaları, ya da kamusal alanları rant tesisine dönüştürme örneklerini arttırmak mümkündür.

Geleneksel merkezler ve iş kolları yerine, tüketime odaklı yeni iş kolları ve “modern!” kent merkezleri önem kazanmaktadır. Buna karşın, eski merkezlerde “kentsel dönüşüm projeleri” adı altında yapılan çoğu uygulamada, bu dokular yok sayılarak yerine “çağa uygun!” yeni merkezler yaratılmaktadır. Tarihi dokulara duyarlı davranan sınırlı sayıdaki uygulama ile yapılabilen ise daha çok; tarihi yapıların fiziksel görünümlerinin korunması ve çevrelerin sağlıklaştırılması olmaktadır. Bu tür uygulamalarda da, yapılara yeni işlevler verilerek kültürel değerler rant tesisleri haline getirilmekte; o yapının, ya da o bölgenin kullanıcıları sürecin dışına itilmektedir. İstanbul Soğuk Çeşme Sokağı, Antalya ve Ankara Kaleiçi koruma uygulamalarında olduğu gibi. Bu değişim sürecinde, konut kullanımları rant getirici ticaret birimlerine ya da turizm kullanışlarına dönüştürülmektedir. Bu tür

uygulamalarda çoğu zaman “gentrification”260 olayı yaşanmaktadır. Sonuçta, bu tür projelerle, toplumsal boyutu da içerecek şekilde kurgulanmış etkin bir koruma uygulamasından çok, bir bakıma turistler için “seyirlik mekanlar”

yaratılmaktadır.

Son yıllarda özellikle büyük kentlerde gözlenen bir diğer gelişme de, çok katlı yapılaşmalar gibi, kent içindeki ulaşım sisteminde de çok katlı yol çözümleridir.261 Ankara’daki katlı kavşaklar ve yayalar için alt ve üst geçitler, Trabzon’daki “tanjant yol” türü uygulamalar, var olan kent kimliklerini yok edercesine kentleri beton ve demir yığınları haline getirmektedir. Kentlerde, yargı kararlarını bile hiçe sayarak yürütülen söz konusu otomobil öncelikli projelerde; yalnızca yaşlı, bedensel engelliler değil tüm kentlilerin yaya erişimleri kısıtlanmaktadır. Ankara’daki uygulamalar buna iyi bir örnektir. Tüm bu uygulamalarda, kapsamlı kent planlarının yerini, anlık çözümlere yöneltilmiş tek sektör tercihli projeler almaktadır. Böylesi bir süreçte de kentlerdeki doğal ve tarihsel-kültürel değerlerin korunması sorunu, kalıcı politikalardan çok uygulayıcı kişilerin duyarlılığına bağlı olmaktadır.

Tarihsel-kültürel değerlerin korunması konusuna ayrılan kamu kaynaklarının geçmişten beri yetersiz olduğu bilinmektedir. “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası”nda ekonomik bir kaynak olarak öngörülen fon etkin bir biçimde işletilememektedir. Son yıllarda da, kamu kaynaklarının yetersiz olduğu ileri sürülerek, tarihsel-kültürel değerlerin de korunması ve

260 O bölge yaşayanlarının ya da önceki kullanıcılarının uygulama alanı dışına itilmesi ya da bölge dışında yer bulma durumunda bırakılması.

261 ,ya da çözümsüzlükleri.

restorasyon işleri de özelleştirmeye konu edilmektedir. Geçmişte, özellikle anıtsal nitelikli tarihi yapıtların bakım ve onarımları kamusal görev olarak değerlendirilirken, günümüzde bu işler de yap-işlet-devret türü özelleştirme yöntemleri ile, özel sektöre devredilmektedir. Özel sektör de bu varlıkları genellikle rant tesislerine dönüştürmektedir. Bodrum’daki Antik Tiyatro’nun restorasyonu işi yap-işlet-devret modeli ile yaptırılmak üzere Ericsson-Turkcell ortaklığına verilmiştir. Koruma konularında son dönemlerde başarılı örnekler arasında gösterilen Beypazarı Belediyesi de262 anıtsal nitelikteki kültür varlıklarını benzer şekilde, restore et-işlet-devret modeli uygulaması ile korumaya çalışmaktadır. Bu yöntemle söz konusu değerlerin bir yandan bakım ve onarımları yapılırken, diğer yandan da, bu yapıtlar özelleştirmeye konu edilmektedir.

Son dönemlerde koruma projesi uygulamaları dış kaynak kullanımı yaygınlaşmıştır. Fener-Balat bölgesi projesi, Dünya Bankası finansmanı ile yürütülen Pamukkale Projesi, Avrupa Birliği fonları ile hazırlanmakta olan Güney-doğu Anadolu Bölgesi Kültür Envanteri Çıkarılması Projesi gibi örnekler çoğaltılabilir.

Öte yandan; tarihsel-kültürel değerlerin korunması konusunda politika ve ilkeleri belirleyen Kültür Bakanlığı, yaşanan bazı olumsuz gelişmelere karşı koruma konularının kurumsallaşması için çaba gösteren bir kurum idi.

Özellikle tarihsel-kültürel değerlere zarar verebilecek özeksel yönetim proje

262 Adı geçen belediye 2.5 yılda 450 yapının restorasyon ya da daha çok da, bakımının yapılmasını sağlamıştır.

ve yatırımları için adı geçen bakanlık bir tampon görevi görmüştür. Bu bağlamda; sit alanlarında öngörülen turizm yatırımları için, geçmişte iki ayrı bakanlık olarak Kültür ve Turizm Bakanlıklarının farklı görüşleri olmuştur.

Ancak; son hükümet döneminde bu iki bakanlık birleştirilmiştir. Farklı gerekçeleri de olmakla birlikte; bu iki bakanlığın birleştirilme nedenleri arasında, aynı bakanlık bünyesinde yer alan bir genel müdürlüğünün vereceği yatırım kararına, diğer genel müdürlükçe karşı görüş verilmeyeceği görüşü de etkin olduğu düşünülmektedir.

1.8.2003 gün ve 25186 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4957 sayılı Turizm ve Teşvik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile; kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerinde her ölçekteki planların hazırlanarak onaylanması görevi de yerel yönetimlerden alınarak adı geçen bakanlığa verilmektedir. Geçmişteki uygulamalarda, bazı büyük turizm yatırımları için ilgili belediyesi karşı çıktığı için, bu alanların imar planları, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 9. maddesi işletilerek, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca onaylanmıştır. Bu yeni düzenleme ile bu re’sen onay yetkisini de Kültür ve Turizm Bakanlığı almaktadır.

Son dönem politikaları ile gündeme getirilen bir diğer gelişme de;

Hükümetin gündeminde bulunan Dünya Bankası destekli, Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı’dır. Bu tasarı ile, sağlık, eğitim gibi pek çok özeksel yönetim görevi gibi, kültür ve koruma işlevlerinin de yerel yönetimlere devredilmesi öngörülmektedir. Bugünkü güçsüz yerel yönetim yapılanması ve

sınırlı kaynaklar ile yerel yönetimlerin bu görevin altından başarı ile kalkabilecekleri kuşkuludur. Özeksel yönetimce genel koruma politika ve ilkelerinin kamusal yararları ön plana çıkartacak şekilde geliştirilmesi, katılım ve denetim mekanizmalarının oluşturulması, uygulama araçlarının belirlenmesi halinde, kültür ve koruma işlevinin yerel yönetimlere aktarılmasında sakınca görülmemektedir. Ancak, öncelikle bu ön koşulları sağlayıcı araçlarla yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerekmektedir.