• Sonuç bulunamadı

2. YÖNETİŞİM

2.4 Yönetişim Kavramına Eleştirel Bakış

Yönetişim kavramına genel olarak bakıldığında; devlet, sivil toplum ve özel sektör olmak üzere üç adet aktör ve bunların arasındaki etkileşimlerle karşılaşılmaktadır. Bu öğeleri temel alarak yapılan tanımlar genellikle ilişkilerin kurulması ve gücün ortak kullanımına vurgu yapmaktadır. Yönetime göre daha arzu edilir bir olgu olan yönetişim genel olarak kabul görmekle birlikte bazı eleştirileri beraberinde getirmektedir.

Soyut kavramlar üzerinden gitmek gerekirse; öncelikle bir gücün paylaşılması, bu erki elinde bulunduranlar tarafından her zaman kabul görmeyebilir. Bununla birlikte, tam tersi bir şekilde, yöneticilerle karşıt görüşe sahip bazı kesimler herhangi bir

23

şekilde uzlaşmaya yanaşmayabilir ve karar verme süreçlerini tıkamak isteyebilir. Bu duruma vurgu yapan Avrupa Birliği (2001), yönetişim olgusunun ve sürecinin sosyal sorumluluk sahibi insanlar arasında yaşanması halinde anlamlı sonuçlar verebileceğini ifade etmektedir.

2007-2013 yılları arasını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nın, Kamuda İyi Yönetişim başlıklı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, yönetişim kavramına önemli eleştiriler getirmektedir. Söz konusu eleştiriler genellikle hesap verebilirlik üzerine yoğunlaşmaktadır;

i. Kamusal politikaların kabul edilip uygulanması süreçlerine çok sayıda kurum ve aktörün katılması sonucunda politikaların sonuçlarından kimin hangi ölçüde sorumlu tutulacağının açık değildir.

ii. Yönetişimin merkezinde katılımcılık bulunmakla birlikte, ortaya çıkan kararların özel çıkarlara hizmet etmesi tehlikesinin her zaman olması nedeniyle; böylesi bir durumda beklenen faydaların aksine ciddi sorunlar oluşabilmektedir.

iii. Sürece katılan aktörler arasında eşgüdümün sağlanmasının zor ve zaman alıcı olması nedeniyle karar almayı geciktirebilmektedir.

Yönetişim modellerinde esas olan gücün paylaşımı, beraberinde sorumluluğun da paylaşılması tartışmasını getirmektedir. Yüksel (2000), hiyerarşik ilişki ve dikey işbölümü yerine, heterarşik10

bir ilişki ve yatay işbölümüne geçilirken, yönetime ilişkin kararlardan ve uygulamalardan siyaseten kimin ya da kimlerin sorumlu olacağı, kimlerden nasıl hesap sorulabileceğinin açık olmadığını belirtmektedir. Yöneten tarafından paylaşılan yetki, kararların alınmasından sonra da yönetene ait olmakta ve sorumluluk yönetende kalmaktadır. Kararların geniş bir tabana yayılarak alınması meşruiyetini arttırabilmekle birlikte sonuçlarının doğru olacağını garanti altına alamamaktadır. Bu durumda sorumluluk karar verici gurupta değil, o sorumluluğu taşıyan yöneticide olacaktır. Karar verici böyle bir konumda aslında benimsemediği bir kararı almak ve bunun sonuçlarına katlanmak durumunda kalabilir. Söz konusu riski almak istemeyecek yöneticiler; daha katı ve uzlaşmaz bir

10

Yüksel (2000), bu bağlamda heterarşinin; karşılıklı ilişki ve bağımlılık halindeki aktivitelerin eşgüdümünü ve kendi kendine organize olma etkinliklerini ifade ettiğini belirtmektedir. Heterarşik yapı içinde; karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde bulunan, işlevsel bakımdan otonom olan sistemlerin, kurumların ve diğer birimlerin kendi kendini örgütleme çabası söz konusudur. Bu anlamda heterarşi, kişiler arası, örgütler arası ve sistemler arası olmak üzere üç farklı düzeyde ortaya çıkmaktadır.

24

tutum sergileyebileceği gibi, kararları kendileri almayı tercih edebilir. Yönetenler bu tercihlerini de, bulundukları konuma getirilmekle (atama veya seçim) sahip oldukları gücü kullanma haklarının her zaman saklı olmasına bağlayabilirler. Ayrıca; yöneticiler, söz konusu gücü kendilerine teslim eden üstleri veya seçmenleri tarafından da siyasi veya başka nedenlerle kendilerine yapılacak eleştirilere çok dayanıklı olamayabilir.

Yönetişimi tanımlarken en çok vurgu; devlet, özel sektör ve sivil toplum arasında gerçekleşecek etkileşime yapılmaktadır. Etkileşim, paydaşlar arasındaki iletişimi arttırması, kararların alınmasına müdahil olunmasını sağlaması ve paydaşları ortak faydada (her zaman kamu yararı olmayabilir) birleştirmesi nedeniyle olumlu bir olgudur. Ancak, bu etkileşim, işin içine bireysel çıkarlar girdiğinde çatışmaya dönüşebilir ve bu durumda görüş birliği veya karşılıklı fedakarlık gerektiren uzlaşma sağlanamayabilir. Böylesi bir sorun, karar alma süreçlerinin uzamasına veya çözümsüz çıkmazlara girmesine neden olabilir.

Karar alma süreçlerine ne kadar çok paydaş dahil edilirse, sürecin uzaması ve çatışma riskinin de o derece artacağını söylemek yanlış olmaz. Karar alma süreçlerinin uzaması eleştirilerine cevap veren Riley (2003); yönetişimin, acil kararlar almaktansa daha uzun vadeli süreçlerle ilgilenmesi nedeniyle yönetim kavramından farklılaştığını ve yeni yönetimlerin gelmesi gibi ani değişimlerden ziyade yavaşça gelişen ve sürekliliği olan süreçler olduğunu ifade etmektedir. Bu yorum aslında tartışmayı başka bir boyuta taşıması açısından anlamlıdır. Yönetişim olgusunun; hangi seviyedeki ve önemdeki kararların alınmasında yararlı bir araç olacağının tespiti, stratejik açıdan iyi yapılmalıdır.

Yönetişim kavramına gelen bir diğer eleştiri ise, devlet olgusunun giderek zayıflamasıdır. Yönetişim sürecinde sivil toplum ve özel sektör, devlet elinde bulunan gücü paylaşmakta ve devlet artık kararları tek başına almamaktadır. Bununla birlikte Peters ve Pierre (1998), devletin tamamen güçsüz hale gelmediğini, daha ziyade doğrudan kontrol etme kapasitesini kaybettiğini ve bunu etki etme yeteneğiyle değiştirdiğini ifade etmektedir.

Genel olarak eleştirilerin kaynağında, sistemin ideal olarak işlememesi durumunda çeşitli sorunlarla karşılaşılabilme ihtimalinin göz önünde bulundurulması gereği yatmaktadır. Toplum tarafından; yönetme eyleminin bir başka türü şeklinde

25

algılanabilecek yönetişim algısının layıkıyla gerçekleşebilmesi için, bazı değerlerin veya ilkelerin ortaya konması gereklidir. Geleneksel yönetim modellerinde yozlaşmanın kurumsal yapıdan değil de bireysel eylemlerden kaynaklanması ve yöneticilerin kendi çıkarlarına göre sistemi çalıştırma olasılığı, yönetim tarafından getirilen her türlü yenilikçi yaklaşımın toplum tarafından önyargıyla karşılanmasına neden olmaktadır. Belli bazı niteleyici (kalitatif) özellikler veya ilkeler, yönetişim kavramının olumlu (veya olumsuz) algılanmasına katkı yapmaktadır. Başka bir ifadeyle yönetişim nötr (etkisiz/tarafsız) bir kavramdır, belli başlı bazı değerlerin varlığı veya yokluğu yönetişimi iyi veya kötü yapmaktadır (CGG, 2009).