• Sonuç bulunamadı

3. BÖLGESEL KALKINMA AJANSLARI VE MARKA

3.2 Bölgelerarası Gelişmişlik Farklılıkları ve Bölgesel Kalkınma

Bölgesel kalkınma ajanslarının temel uğraşlarının belki de başında gelen sosyo- ekonomik gelişmişlik farklılıkları, günümüzde artık göz ardı edilemez düzeylere ulaşmakla birlikte her türlü idari birim seviyesinde de göze çarpmaktadır. Öyle ki; dünya üzerinde kıtalar arasında, kıta içerisinde ülkeler arasında, ülke içerisinde bölgelerin arasında, bölge içerisinde şehirlerin arasında, şehir içerisinde semtlerin arasında ve hatta mahalle veya köy ölçeğinde bile çeşitli dengesizlikler ortaya çıkabilmektedir.

83

Gelişmişlik problemlerinin temelinde ise çeşitli nedenlerle bazı bölgelerin avantajlı veya dezavantajlı konuma düşmeleri yatmaktadır. Her ne kadar gelişmişlik farklılıklarını azaltabilecek başarılı politikalar üretilmesi olanaklıysa da, söz konusu dengesizlikleri tamamen ortadan kaldırmak pek mümkün değildir. Bununla birlikte bölgesel gelişmişlik farklılıklarını azaltmak amacıyla oluşturulan bölgesel kalkınma politikalarının hedefi ise genelde gelişmemiş veya az gelişmiş yörelere yönelik özendirici eylemler/teşvikler sağlamak olmaktadır. Başka bir deyişle, dezavantajlı bölgelerde yeni fırsatlar yaratılarak söz konusu bölgelerde kalkınmanın sağlanacağı düşünülmektedir. Ancak anılan yaklaşım, gelişmiş bölgelerde alınması gerekli önlemleri göz ardı etmekte ve kontrolsüz/aşırı gelişmenin devam etmesine engel olamamaktadır.

3.2.1. Bölgelerarası gelişmişlik farklılıkları

Ekonomik gelişmenin başladığı her ülkenin eninde sonunda karşılaştığı bir olgu olan bölgelerarası/bölgesel dengesizlik veya gelişmişlik farklıklarının ortaya çıkışına yönelik çalışmalar incelendiğinde genel olarak sanayi devrimine vurgu yapıldığı görülmektedir. Zeynel Dinler (1994) tarafından da ifade edildiği üzere, sanayi devriminden önceki dönemlerde devletler “zengin-fakir” veya “hükmeden- hükmedilen” diye ayrılırken; tüm devletler ortak bir kaderi paylaşarak kurulup, gelişip en parlak dönemini yaşadıktan sonra duraklama dönemine girmekte ve bir istila ya da taht kavgası sonucu yıkılmaktadır. Dinler (1994), devletler arasında önemli bir gelişmişlik farklılığının olmadığını, bazılarının daha zengin olmalarının veya diğerlerini egemenlikleri altına almış olmalarının, sahip oldukları teknolojiden ziyade, askeri, sosyal veya kültürel örgütlenme becerilerinin yüksek olmasına bağlı olduğu ifade etmektedir.

Ancak sanayi devrimiyle birlikte başlayan ekonomik gelişme, çeşitli sebeplerle bazı bölgelerin öne çıkmasına ve diğerlerine göre daha fazla gelişmesine neden olmuştur. İktisatçılar, ekonomik gelişmenin her yerde aynı anda ve aynı ölçüde başlamasının imkansız olduğunu; coğrafi konum, doğal kaynaklar, teknik gelişmeler gibi çeşitli etkenlerin ekonomik gelişmeyi bir başlangıç noktası etrafında yığdığı konusunda fikir birliğine varmışlardır (Bayraktutan, 1994). Sanayi devrimiyle birlikte ön plana çıkan Londra, Liverpool ve Glasgow gibi liman şehirleri ile Avrupa’da Ruhr havzası, Fransa-Belçika havzası, Saint Etienne bölgesi, İtalya’nın kuzeyi ve Amerika’da

84

Pensilvanya gibi ilk gelişen sanayi işletmelerinin yoğunlaştığı demir ve kömür havzalarıdır (Dinler, 1994). Bakıldığında bu bölgelerin günümüzde de, ülkelerinde hatta kıtalarında dahi en gelişmiş bölgeler arasında oldukları gözlemlenmektedir. Ekonomik gelişmenin bir noktada başlayarak yoğunlaşması ve coğrafyasının geri kalanına doğru yayılması beklenen doğal bir süreçtir. Bu noktada yeraltı kaynakları, coğrafya, iklim koşulları, ulaşım ve iletişim gibi çeşitli etkenler gelişmeyi olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir. Bununla birlikte ölçek ekonomisinden yararlanmak için işletmelerin belli noktalarda yoğunlaşması, ekonomik gelişmenin olduğu noktaya göçlerin artmasına neden olmaktadır. Söz konusu bölgeler, hangi nedenlerle olursa olsun bir kez kutuplaşma sürecine girdiğinde, ekonomik ve sosyal yapı durgun dengesinden uzaklaşmakta ve üretim artışına paralel olarak artan gelirle birlikte teknik yenilikler yeni yatırımlar için bölgeyi cazip hale getirmektedir (Öztürk ve Uzun, 2010) .

Hirschman’ın Damla Etkisi (1958), Mrydal’ın Yayılma Etkisi (1957) ve Perroux’un Büyüme Kutupları (1950) gibi çeşitli teorileri inceleyen Karaalp ve Erdal (2012), bir bölgede başlayan sanayileşme ve bu sanayi dalındaki uzmanlaşmanın öncelikle bu bölgenin gelir düzeyini arttırdığını, sonrasında ise büyümenin zamanla komşu bölgelere de halka yayıldığını ve bu bölgelerinde gelişmesine katkı sağladığını ifade etmekte; ancak “Kümülatif Nedensellik Teorisi”ne göre ise sanayileşen bölgenin zamanla, çevrede bulunan diğer üretim faktörlerini de kendisine çektiğini ve bu bölgenin hızla gelişmesine, kaynakları azalan bölgelerin de geri kalmasına neden olduğunu belirtmektedirler.

Bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının bir diğer yönü ise bölgelerin geri kalmasına sebep olan koşulların varlığını sürdürmesidir. Avantajlı konumda olan bölgeler gelişmeye ve daha da avantajlı hale gelmeye devam ederken, dezavantajlı konumda olan bölge ise daha da gerilemeye devam etmektedir. Çünkü gelişmemiş bölgelerden sürekli olarak gelişmiş bölgelere işgücü, genç nüfus ve sermaye göçü devam etmektedir. Dolayısıyla geri kalmış bölgeler, gelişmiş bölgelerin yan etkileri yüzünden gelişmek için gerekli şartları oluşturamamaktadır. Başka bir ifadeyle geri kalmış bölgeler, gelişmiş bölgeler kadar çok büyüyemediğinden aralarındaki fark giderek artmaktadır.

85

Genel olarak özetlemek gerekirse, bölgelerarası gelişmişlik farklılıkları temelde ekonomik gelişme ve yığılma (içsel 35

ve dışsal36 ekonomiler) sonucu belirli bölgelerin diğerlerine oranla daha fazla gelişmesi ve giderek artan çekim gücü sebebiyle diğer bölgelerin gelişmesini engellemesi ve hatta gerilemesine neden olması sonucunda ortaya çıkan bir olgudur.

3.2.2. Bölge ve bölgesel kalkınma (politikaları)

Bölgesel Kalkınma, temelde ekonomik olarak görülen fakat coğrafi, sosyal, kültürel ve siyasal boyutları da olan bir olgu olan bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının gidermek amacıyla ortaya çıkmış bir kavramdır. Bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının giderek belirginleşmesi sonucunda yönetimler müdahale etme ihtiyacı hissederek çeşitli politikalar üretmeye başlamışlar ve bazı kıstaslara dayanılarak tanımlanan bölgeler üzerinden gerçekleştirmişlerdir.

Bölge kavramı genellikle kendisinden önce gelen betimleyici kelimeye göre farklı anlamlar ifade etmektedir. Türk Dil Kurumu güncel Türkçe sözlüğünde bölgenin; sınırları idari, ekonomik birliğe, toprak, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliğine veya üzerinde yaşayan insanların aynı soydan gelmiş olmalarına göre belirlenen toprak parçası, mıntıka olduğunu belirtilmektedir37. Ruşen Keleş (1980) ise,

kentbilim terimleri sözlüğünde bölgeyi; i) bir kentin, bilinçli bir belgeleme yöneltisinin sonucu olarak, işleyim, tarım, konut, yönetim, tecim vb. işlevleri için, düzentasarında ayrılmış alanlarda her biri; ii) bir ülkenin, doğal özellikleri, nüfus yapısı, kaynakları, çıkarları açısından türdeşlik gösteren, bir bütün olarak tasarlanmasında yarar görülen bölümü olarak iki değişik şekilde tanımlamaktadır. Bölge üzerine yapılan tanımlar genel olarak, bir bütün içinde anlamlı bir parça tarif etmeye çalışmakta ve bunu yaparken tarihsel, ekonomik, coğrafik, sosyal, kültürel veya siyasi ölçütler kullanmaktadır. Bölgeler bazı ölçütler açısından birbirinden net bir şekilde ayrılabilirken, bazı ölçütler anlamında ise iç içe geçebilmektedir. Söz konusu duruma vurgu yapan Dinler (1994) bölgeleri, mevcut durumun saptanması yönünden homojen bölge38, fonksiyonel ilişkiler yönünden polarize bölge39

ve

35

İçsel Ekonomi: Üretim ve tüketimdeki ölçek ekonomileri. 36

Dışsal Ekonomi: İşletmenin kendi faaliyetleri dışında bulunduğu yöreden sağladığı avantajların tümü

37

Büyük Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu İnternet Sayfası, http://tdkterim.gov.tr/bts/ 38

Homojen Bölge: Bütün noktaları kendi aralarında mümkün olduğu kadar yakın özellikler gösteren alan

86

bölgesel kalkınma politikalarının yürütülmesi yönünden plan bölge 40

olarak tanımlamaktadır. Özetle, durumun tespiti ile eylem aşamasında dahi bölgelerin sınırları/tanımları farklılık gösterebilmektedir.

Özellikle son onlu yıllarda yaşanan küreselleşme ve bölgeselleşme (bölgesel birliklerin oluşumu), post-fordist üretime geçiş, postmodernizm, bilginin yükselen değeri, vb. ekonomik, sosyal, teknolojik ve politik değişimler geleneksel bölge kavramını da tartışılır kılmıştır. Geleneksel anlayışta bölge, yan yana gelmiş yerel birimlerin mekânsal bütünlüğü ile oluşan, ulus devlet dışına kapalı, ulus devletin denetiminde sınırları çizilmiş bir birimken; küresel anlayışta bölge ise, ilişki ağıyla belirlenen, mekânsal süreklilik koşulu olmayan yerellerin oluşturduğu, uluslararası ilişkilere doğrudan açılan, sınırları değişken bir birimdir (DPT, 2010).

Bölgesel kalkınma kavramının ana teması bölgesel dengesizliklerin giderilmesidir. Bu anlamda bölgesel dengesizliklerin giderilmesi için bölgeler bazında eylem planlarının yapılması gerekmektedir. Ancak çoğu zaman idari sınırlarla örtüşmeyen hatta aynı ülke içerisinde yer almamasına rağmen işlevsel bütünlüğe sahip bölgeler ortaya çıkabilmektedir. Bunun sonucunda bölgesel kalkınma/gelişme politikalarının yerel ile merkezi seviyeler arasında oluşturulması gerekmektedir. Bunun sonucunda ise Dünya üzerindeki idari sistemlerde (eyalet sistemine sahip olanlar hariç) bölgesel seviyede yeni bir örgütlenme ihtiyacı doğmuştur. Bölgesel kalkınma ajansları bu ihtiyacı karşılamak üzere 1950’li yılların ortasından itibaren dünya literatürüne girmiştir.