• Sonuç bulunamadı

2. YÖNETİŞİM

2.6 İyi Yönetişimin İlkeleri

2.6.2 Hukukun üstünlüğü (Rule of law)

Ülkemizde hukukun üstünlüğüne dair resmi bir tanım bulunmamakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 81. maddesine göre milletvekilleri ve 103. maddesine Cumhurbaşkanı göre göreve başlamadan önce hukukun üstünlüğüne bağlı

38

kalacağına dair yemin etmektedirler. Anayasanın 81. ve 103. maddelerindeki yemin metninde yer alan “milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temek hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ayrılmamak” hukukun üstünlüğüne atıf yapmakta olsa da, tam olarak bunu ifade ettiğini söylemek mümkün değildir. Ancak, söz konusu yemin metinleri ile yasama ve yürütme olarak devletin bütün gücünü elinde tutacak bu kişiler “milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma” ifadesi ve “hukukun üstünlüğü ilkesine” bağlı kalınacağına belirtmektedir.

Anayasanın başlangıç metninde kuvvetler ayrımının devlet organları arasında bir üstünlük sıralaması olmadığı özellikle vurgulanmakta olup, yargı bağımsız kılınmış, yasama ve yürütme erkinin eylemleri yargı denetimine tabi tutulmuştur. Anayasa, kuvvetlerin ayrılığını ve eşitliğini kabul ederken, yargı erkini bağımsız kılarak devletin kudretinin sorumsuzca kullanımını sınırlamakta, yargının kararlarının bağlayıcılığını kabul etmekte ve böylece diğer erkler karşısında hukuka üstünlük tanımaktadır (Hafızoğulları, 2002). Başka bir deyişle, hukukun üstün olmasının kapsam ve sınırı, yasama ve yürütme erklerinin işlemleri ve eylemleridir. Devletin başı olan Cumhurbaşkanının bile bu ilkeye bağlı kalacağına yemin ederek görevine başladığını özellikle vurgulamak yerinde olacaktır.

Hukukun üstünlüğü ilkesine dair dünya üzerinde uzlaşmaya varılmış ortak bir tanım bulunmamakla birlikte yapılan birçok incelemede, siyasi iktidarın sınırlandırılarak, toplum düzeni içerisinde düzeni sağlayan gücün keyfi olarak kullanılmamasına vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda hukukun üstünlüğüyle, sınırlı ve yargısal denetime tabi kamu kudreti anlatılmakta olup, tartışmalar genellikle devletin kuruluşu, işleyişi, eylem ve işlemlerinin hukuka tabi olarak gerçekleşmesine yoğunlaşmaktadır (Gözlügöl, 2013).

Hukukun üstünlüğü ilkesi daha çok devlet ve vatandaşların keyfi uygulamalardan kaçınması ve korunması için ortaya çıkmış bir kavramdır. Devletin; özel sektörü ve vatandaşları, siyasi belirsizliğe göre kararlarının sürekli değişmeyeceği yönünde ikna etmesi gereklidir (TÜSİAD, 2005). Adil ve kapsayıcı olan kanuni çerçeveler doğrultusunda yapılan eylemlerin denetlemesi anlamına gelen bu kavramda, yasalar önünde herkesin eşit olması ilkesi esas alınmaktadır. Hukukun üstünlüğü, toplumsal sistemde iyi yönetişim için uygulanması gerekli diğer ilkeler için koruyucu ve

39

bunların hayata geçirilmeleri için de kolaylaştırıcı işlev gören ana ve temel bir bileşendir.

Hukukun üstünlüğü ilkesi, etkin bir yönetişim ve hukuk devleti anlayışı için bir zorunluluk olmakla birlikte, uygulama aşamasında yolsuzlukların ve haksızlıkların karşılıksız kalmayacağının topluma kanıtlaması için de gereklidir. Belirli etik değerlerin yönetenler tarafından gözetilmesini gerektiren kurumsal bir ahlak olan hukukun üstünlüğü ilkesi, kamu işlerinde ve usullerde vatandaşlara karşı eşit ve adil muamele edilmesini ve hükümetlerin kamusal güçlerini kullanırken, oluşturulmuş kanunlar çerçevesinde faaliyet göstermelerini içermektedir (Bitel, 2000).

Hukukun üstünlüğü ilkesi aynı zamanda hesap verebilirlik ilkesinin de ön şartı konumundadır. Hukukun üstünlüğünün etkin ve tarafsız biçimde uygulanması adalet ve eşitlik ilkelerine dayalı demokrasi için de vazgeçilmez bir unsurdur. Bağımsız yargı tarafından korunan sağlıklı ve etkin bir hukukun üstünlüğü olmadıkça hak ve özgürlükler güvencede bulunamaz. Bunun yanı sıra siyasal, toplumsal ve yatay hesap verebilirlik sistemleri, sadece güçlü kamusal aktörlerin engellemesi ve korkusu olmaksızın, demokratik bir hukukun üstünlüğü altında etkin olarak işleyebilir (Gözlügöl, 2013).

OECD (1995); bağımsız, tarafsız ve güvenilir bir yargı sistemiyle birlikte tahmin edilebilir bir yasal çerçevenin demokratikleşme, iyi yönetişim ve insan hakları için gerekli bir öğe olduğunu ifade etmektedir. Bu konuyu biraz daha açılımlandıran OECD; hukukun üstünlüğü ilkesine farklı bir yol izleyerek ulaşmaktadır. İnsan haklarının korunması, belli gerekleri yerine getiren bir yasal sistemi kaçınılmaz kılmaktadır. Bu çerçeveden olmak üzere; (i) hükümetler kendi güçlerini kanunlara uygun olarak kullanmalıdır, (ii) bağımsız bir yargı sistemi olmalıdır, (iii) sistem, idari ve yürütme güçlerinin uygulanmasını denetleyecek ve araştıracak tüm anayasal haklara sahip olmalıdır. Kanundan önce gelen eşitlik ilkesi, sosyal statüsü ne olursa olsun eşdeğer düzeyde muamele isteyen ve mahkemelerde çözüm arayan herkes için geçerli olan olanaklar ve fırsatlar sunmaktadır. OECD’ye (1995) göre; tüm bunlar birleştiğinde, hukukun üstünlüğünü sağlamaktadır. Görüldüğü üzere OECD; bireysel hakların korunmasının, hukukun üstünlüğü ilkesinin temeli olarak benimsemektedir. UNDP benzer bir yaklaşımla söz konusu ilkeyi basit bir şekilde ele alarak, kanun karşısında bireylerin (insan olduğu kadar mülkiyetin ve ekonomik hakların da)

40

eşdeğer düzeyde korunması ve cezalandırılması olarak tanımlamaktadır. Hukukun üstünlüğünün; hükümetlerin üzerinde güce sahip olduğu, vatandaşları devletin keyfi eylemlerinden koruduğunu ve genellikle toplumda olmak üzere kişisel çıkarlardan çok ilişkileri düzenlediğini öne sürmektedir. UNDP’ye göre, bu ilke aynı zamanda kamu ve özel sektörde hesap verebilirlik ve tahmin edilebilirlik için gerekli önkoşuldur. Öte yandan; Avrupa Birliği (2001) biraz daha değişik bir yol izleyerek, belirlediği beş yönetişim ilkesinin (açıklık, katılım, hesap verebilirlik, etkinlik ve uyum) her birinin demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkesinin temelini oluşturduğu belirtmektedir.

1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Beyannamesi14; bir insanın zulüm ve baskıya

karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için, insani haklarının hukukun üstünlüğü ilkesiyle korunmasının gerekli olduğunu belirtmektedir. Aynı beyannamenin eşitlik olgusuna yaptığı vurgu da hukukun üstünlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla herkes; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile ilan edilen bütün haklardan ve özgürlüklerden yararlanabilir.

Hukukun üstünlüğünü demokrasinin yapıtaşı olarak tanımlayan Maliye Bakanlığı (2003) ise, söz konusu ilkenin; demokrasi, yargı sistemi ve ekonomik gelişme ile olan ilişkisine değinmekte ve yolsuzluğun önlenmesinde, sosyal barış ve güvenliğin sağlanmasında, insan haklarının korunmasında ve sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesindeki önemine vurgu yapmaktadır. Özellikle küreselleşme açısından değerlendirildiğinde, hukukun üstünlüğü ilkesi bir ülkenin yönetiminin meşruluğunun en önemli ölçütü olarak değerlendirilmekte ve yapılacak olan yatırımlar dahi bu doğrultuda gerçekleştirilmektedir.

Genel olarak özetlemek gerekirse; hukukun üstünlüğü ilkesi, yapılan her eylemde hukuku egemen kılan, her bireyin korunması ve cezalandırılmasında eşitliği sağlayan ve insan haklarını başka yollarla aramaması için kurulmuş bir düzenleme ve denetleme mekanizmasıdır. Yukarıda yapılan tanımlardan da anlaşılacağı üzere, hukukun üstünlüğü ilkesi, yeri geldiğinden kamusal düzenin korunmasında, yeri geldiğinde bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasında veya ekonomik gelişmenin sürdürülebilir kılınmasında iyi yönetişimin esas unsuru olarak ortaya çıkmaktadır.

14

41

Hukukun üstünlüğü ilkesi, çağdaş toplumlarda her probleme tam olarak çözüm olamamakla birlikte; sorunları en aza indirdiği, barışı ve adaleti sağladığı, bireysel hak ve özgürlükleri ideal anlamda yaşanır kıldığı varsayılmaktadır ki bu varsayım, hukukun üstünlüğü ilkesinin ulusal düzeyde bir genel kültür ve refleks haline gelmesiyle gerçek hayata yansımaktadır (Gözlügöl, 2013).