• Sonuç bulunamadı

XX YÜZYIL’DA RAMAZAN

Modernleşme ve küreselleşme, evrensel değerleri öne çıkarırken, yerel kültür ve değerlerin önünü açmıştır. XX. Yüzyıldaki değişime ayak uydurmaya çalışan Osmanlı toplumunda bu modernleşme çabaları, sorunları da beraberinde getirmiştir. Devletin politikası olan demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşlara hâkim kılma çabası606

gündelik yaşamı da etkilemiştir. Toplum yeniden yapılanma zorunluluğu içinde kalmıştır. Bu aydınlanma dini ve dini kurumları da etkilemiştir. Dini konularda da akılcı ve eleştirel düşünce ön plana çıkmıştır.607

Toplum yapısındaki değişiklikler kültürel hayatta da görülmüştür. Batıya yönelme ve batı tarzı hayat sürme, romanlardaki karakterlere uyarlanmıştır. Örneğin, Ahmet Mithat Efendi’ nin Felâtun Bey’i, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Şık romanındaki Şatıroğlu Şöhret karakteri, Nabizâde Nazım’ın Zehra romanındaki Suphi’si batı tarzı olan özenti karakterlerdir. Anadolu’da okunmasıyla yaygınlaşan bu karakterler, Ramazan ayında halkın en büyük eğlencelerinden olan Karagöz oyununa da sıçramıştır. Romanlardaki gibi alafranga karakter olan Hacivat ve onun karşısında ezilen Karagöz, aslında halkı bölmüş, farklı kategorilere koymuştur.608

II. Meşrutiyet dönemi Anadolu toraklarında Ramazan ayına tanıklık eden Fransız yazar François Georgeon, Osmanlı toplumunun XX. Yüzyılda yöneticilerinin de değişmesiyle oruca karşı ehemmiyetin azaldığını belirtmektedir. Alenen oruç tutmadığını göstermenin modern sayılmak olduğunu vurgulayan yazar, toplum içinde de rahat şekilde yenilip içildiğini belirtmiştir. Cezaların yaptırımının kalmadığını, artık Ermeni’yi, Rum’u ya da Yahudi’yi Müslüman Türk’ten ayıran hiçbir unsurun olmadığını söylemiştir.609

Osmanlı Dönemindeki Ramazanları ve Cumhuriyet yıllarındaki Ramazanları da yaşayan Ruşen Eşref Ünaydın, bu dönemleri kıyaslarken Beyazıt meydanındaki değişmeyen sergilere dikkat çekiyor. Osmanlıdaki Beyazıt sergileri aynı canlılık aynı zenginlik içinde çeşitli bölgelerden getirilmiş en kaliteli mallar, en lezzetli yiyecekler

606 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 1996, s. 347.

607 Hasan Onat, “Türkiye’de Din Anlayışındaki Değişim Süreci”, V.Türk Kültür Kongresi Cumhuriyetten Günümüze Türk Kültürünün Dünü, Bugünü ve Geleceği, Din, İnanç, Laik Düşünce, C.4, Ankara Kültür Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005, s.5

608 Şerif Mardin, Türk Modernleştirmesi Makaleler 4, (derleyenler, Mümtaz’er Türköne/ Tuncay Önder), İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 55-56.

aynı havasında hüküm sürmektedir. Renk renk şekerlemeler, top top elbiselik kumaşlar Hindistan’dan gelen çeşitli baharatlar ve onları satan acem baharatçılar, cinsi değişmeyen tespihler, hatta tezgâhlardaki satılan kokular bile aynıdır. Yine en dikkat çeken yer Reji İdaresinden gelen tütün mâmüllerinin olduğu taraftır. İftara bir saat kala herkes dağılmaya başlamaktadır. Sergicilerde sergilerini birer örtüyle örtüp avluyu terk ederler.610

İstanbul’un meşhur eğlence yeri olan Direklerarası itibarını kaybetmiştir. Halk eğlence yeri olan Direklerarasından, Beyoğlu sokaklarına kaymıştır. Batılılaşmayla birlikte serbest olan içki ve beraberinde meyhaneler artmıştır. Beyoğlu’nda meşhur meyhaneler ve içkili mekânlar rağbet görmeye başlamıştır.611

Ramazana özel Beyoğlu’nda gösterilen sinemalar, büyük ilgi toplamıştır. Direklerasındaki perde oyunlarını geride bırakan sinema, her geçen gün değişik filmler oynatmakta, reklamını ise gazetelerde vermektedir.612

XIX. Yüzyıla kadar İstanbul’un Kültür dokusuna yer edinen ve en görkemli dönemini II. Abdülhamid döneminde yaşayıp Ramazanla özdeşleşen semai kahvehaneleri de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra duraklama ve çok kısa bir süre sonra da gerileme dönemine girmiş ve I. Dünya Savaşı yıllarındakaldırılmıştır.613

Tanzimat döneminde ortaya çıkmış olan ve Ramazan aylarında halkın eğlence mekânı olan tiyatro, meşrutiyet döneminde insanları eğlendirme çizgisini bozmuştur. 31 Mart olayı, Trablus ve Balkan savaşları sırasında halkın moralini düzeltme çabasına gidilmiş ve olumsuzluklar iyi şekilde gösterilerek sahnede canlandırılmıştır. Halkın tiyatroya duyduğu eski coşku kalmamış, ilgi azalmıştır.614

Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde benimsenen altı ilke gerek tiyatro eserlerinde gerek tiyatronun çeşitli yönlerinde uygulandı. Türk ulusunun değerleri ve erdemleri eski tarihten de kesintiler sunarak halka gösterildi. Ramazan ayına mahsus olan gösteriler tamamen çizgisinden çıkarak ulusa seslenen değerler niteliği aldı. “Yurtta barış Cihanda barış” ilkesi konsepti

610 Beşir Ayvazoğlu, Dersaadet’in Kalbi Beyazıt, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2009, s.53-56. 611 Ercüment Ekrem Talû, “Yetim Mabet”, Ramazan Kitabı, s.254.

612 Georgeon ve Dumont, a.g.e., s.83. 613 Refik, a.g.m., s.117.

tiyatroya başarılı bir şekilde uyarlandı. Tiyatronun halka seslenişi ile birlikte kamu eliyle destekleme kararı alındı.615

Osmanlı döneminde bilhassa Ramazan aylarında oynanan oyunları genellikle Ermeni kökenli kişiler icra ederdi. Meşrutiyet döneminde ise Müslümanlar tiyatroda etkili olmuştur. Güllü Agop Gedikpaşa Tiyatrosunu, Ahmet Vefik Paşa’nın önayak olduğu Bursa Tiyatrosu faaliyete geçmiştir. Saray tiyatroları da önem kazanmış, üstelik oyuncuları da Türk Müslümanlardan seçilerek canlandırılmıştır.616

1915’te Darülbedayi’nin kurulmasıyla, ortaoyunu ve tuluat tamamen ortadan kalkmıştır. Sahneye gelen Ermeni oyuncuların aksanı ve konuşma tarzından anlamayan Türkler, Türk oyuncu yetiştirilmesini istemişlerdir. İlk oyunu “Çürük Temel” olan Darülbedayi de Türk oyuncular eğitilmiş, ilerleyen zamanlarda burası konservatuar halini almıştır.617

Osmanlı Ramazan gecelerinde doludizgin izlenen Karagöz gösterileri, XIX. Yüzyılın başında Meşrutiyetin ilânı rağbeti arttırmıştır. İstibdat Dönemi sansüre maruz kalmasıyla konular serbestleştirilmiştir. 1910 yılında ise ilk defa canlı olarak icra edilen Karagöz oyunları oynanmıştır. 1920’li yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte Karagöz yavaş yavaş etkinliğini kaybetmiştir.618

İkinci Meşrutiyet döneminde, Ramazan ayında verilen vaazlara da karışılmış, eğlence yerleri yahut meyhaneler hususunda engelleyici vaaz verilmesi istenmiştir. Vaazı veren vaizler bizzat saraya çağırılmış, on lira bahşiş verilmiştir. Vaizlerin zamanla saraya yaranmak ve bahşiş alabilmek için halkı Ramazan ayı eğlencelerini kötüleyen vaazlar verdiği görülmüştür. 619

1908 Ramazanında teravih çıkışı Yeni Camii imam vekili olan Abdülkadir Efendi, yeni düzene ilginin arttığı ve inançlarda zayıflama olduğu düşüncesiyle Karagöz oynatan yerlere zarar vermiş, perdelerini yırtmıştır.620

615 And, a.g.e.,s. 156-158.

616 Metin And, Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Türk İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1971, s. 27.

617 Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2000, s.77-79. 618 Göktaş, a.g.e.,s.10-11.

619 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 2001, s.137. 620 Akşin, a.g.e., s. 137.

Milli Mücadele yıllarında, başkentte Ramazan geceleri eskisi gibi eğlence dolu değildir. Herkes evlerinde dinlenmeye geçmiş, hareket hazırlıkları ve işgal durumunda savunma planları, teravih çıkışı yer altı diye hitap edilen gizli yerlerde yapılmıştır. Hatta o dönemlerde toplanmaya tek müsait yer camilerdir. Vaazların milli iradeyi güçlendiren nüktede olması ve Mustafa Kemal resimlerinin ve mücadele ruhunu güçlendiren yazıların elden ele dolaştığı görülmüştür. 621

Seçkinlerin uygarlığı ve halk tabakasının kültürünün farklı olduğunu belirten Ziya Gökalp’e göre, Ramazan geceleri, Türk seçkinlerinin halk kültürünü yakından tanıdıkları bir dönem olarak nitelendirir. Ramazan ayında vaazların Türkçe verildiği gibi, ilahilerinde Türkçe okunduğuna dikkat çeker. Hatta teravih namazlarına can veren yegane unsurun Türkçe okunan ilahiler olduğunu savunur.622

Ramazaniyyeler, Cumhuriyetin getirdiği edebiyat alanındaki yeniliklere boyun eğmiş, yazarların bakış açısı ve düşünce sistemiyle birlikte yok olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında hâkim olan Türkçülük fikri doğrultusunda yazarlar, eserlerinde ideolojilerini savunmuş, kasidenin giriş bölümünde yer alan ramazaniyyeler divan edebiyatı nazım biçimlerinde terk edilmiştir.623

Değişen ve gelişen kültürlerimizden mahyalarda nasibini almıştır. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru babadan oğla geçen, usta çırak ilişkisiyle sürdürülen mahyacılık için, Fatih’te sıbyan mektebi odalarında ustalık eğitimi verilmiştir. XX. Yüzyılda ise İstanbul Vakıflar Bölge Başmüdürlüğü kapsamına alınmıştır. Mahya yapım atölyesinde elemanlar yetişmekte, İstanbul’dan ayrı büyük şehirlerde de mahyalar kurulmaktadır. 624

Bazen motif, bazen Osmanlıca yazı, bazen divani olarak yazılan mahyalar stil ve içerik olarak değişmiştir. 1924’ten sonra mahyalar açıkça siyasal bir içerik kazanmıştır. “Yaşasın Hürriyet”, “Yerli Malı Satın Alınız”, “Yaşasın Gazi Mustafa

Kemal” gibi ifadeler minareler arasında sallanmıştır. Dini muhtevasını kaybeden

mahyalar, dönemin siyasal konularıyla ilgili mesajlar vermiştir.625

621 Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 119.

622 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ötüken, Ankara, 1923, s.119. 623 Ayvazoğlu, a.g.e.,s. 157-158.

624 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul, 1994, s.276.

XIX. Yüzyılın son döneminde İstanbul’da üç yerden top atılır. Biri Beyazıd Meydanından, diğeri Selimiye Kışlasından, üçüncüsü ise Üsküdar ve Beylerbeyi arasındaki Nakkaş Karakolu’nun yanından olmak üzere yedi buçukluk toplar atılmıştır. XX. Yüzyıla gelindiğinde İstanbul’da top Sultanahmet Camisi’nin yanındaki yangın harabesi olmak üzere tek yerden atılmaktadır.626

Modernleşen çağın gelmesiyle, iftar sofralarının gitmesi bir olmuştur. Batılı ev düzenine geçilmesiyle, Ramazan ayı gelmeden doldurulan kiler bölümü kalkmış, aylar önce başlayan hazırlık ve temizlik unutulmuştur. İftariyelikler, iftar davetleri, diş kiraları, haremlik selamlık sofra düzenleri adeta tarihe gömülmüştür. Akşam ezanının okunmasıyla oruçlar açılmış, eski iftar sofralarının ihtişamı kaybolmuştur.627

Batı kültürü ve modernleşme sofralara da uğramış, hatta saray sofralarının havasını değiştirmiştir. Topkapı Sarayında kocaman masayla avluya kurulan iftar sofrası, artık avludan kalkmış, batı tabiriyle yemek salonuna taşınmıştır. Lezzetler değişmiş, batı mutfağı etkisi görülmüştür. Geleneksel yemekler eskide kalmış, yeni yemek tarzları mutfaklara girmiştir. O dönemde dergilerin çoğalmasıyla birlikte yemek dergileri de piyasaya çıkmıştır. Bu yemek dergilerinin içeriği ise batı yemekleri olarak sunulmuştur.628

Ramazanda meşhur olan içecekler şurup ve şerbetlerde değişime uğramıştır. İftardan sonra içilen kahve yerini çaya bırakmıştır. 1930’lu yıllarda Türkiye’de çayın üretilmeye başlamasıyla birlikte hem Ramazan akşamlarında sıkça tüketilmeye başlanmış, hem de Türklerin milli içeceği olmuştur.629

İstanbul’da zengin ailelerin konaklarında verilen herkese açık iftar sofraları Genç Türkler döneminde kalkmıştır. Akabinde verilen diş kirası adı altında verilen hediyelerde kaybolmuştur. Sebebi ise büyük devlet görevlilerinin diş kirası verme takati kalmadığı için ve masrafları kısma zorunluluğundandır.630

Ramazan başlangıcını tayin etmek için Ruyet-i Hilal yani aya çıplak gözle bakma ve şüpheli gün sorunu 1927 yılında alafranga takvime geçişle ortadan kalkar.

626 Şakir, a.g.e., s. 65.

627 Ruşen Eşref Ünaydın, “İftar”, Ramazan Kitabı, s.256-259. 628 Özer, a.g.e., s.261.

629 Suraıya Faroqhı, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s. 289.

Ramazan ayının başlangıcı bilimsel bir şekilde İstanbul Rasathanesi’nin saptamasıyla olur. 631

Padişahın, Müslüman halka orucun zorunlu olduğunu bildiren tenbihler, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte son bulur. Ceza Kanunu’nun oruç tutmayanlar ve bozanlar için öngördüğü müeyyide, 1926’da yeni Ceza Kanunu’nun kabulü ile tamamen yürürlükten kalkmıştır. Oruç artık zorunlu olmaktan çıkar ve tercih meselesi halini alır.632

Ramazan ayının Osmanlıda ki tadını, insanların “Nerde o eski Ramazanlar” sözünü Yahya Kemal’in dizelerinden anlıyoruz “Senede bir defa gelen bu otuz günlük

şehrâyinin, büyük bir mazinin şaşaasına özlem duyuyoruz. Bu levha mazidir. Biz onun içinde müzede dolaşır gibi dolaşıyoruz. Kendimiz ondan değil ve ona Frenkler kadar yabancıyız. Eski Ramazanımızın medeniyet ışığı söndü. İbadetler bile teamül haline geldi. Keşke ceddimizin Ramazanına dönsek de, Ramazan Türk halkı için Her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olsa.”633

631 Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 129. 632 Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 130.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Türk milleti, Ramazan ayını diğer Müslüman ülkelerden farklı yaşamış, kendine has bir hayat tarzı haline getirmiştir. Bu özel ayın ihtişamını en muazzam bir şekilde, Payitaht yaşamıştır. Gelenek haline getirdiği dini ve sosyal merasimleri toplumun Ramazan ayına has kültürünü oluşturmuştur.

François Georgeon’un Ramazan ayı için İstanbul’u anlattığı makalede ‘Ramazan konukseverlik ayıdır’ diyerek, Osmanlı toplumunun bu aydaki tutumunu vurgular. Ramazan ayı boyunca toplumsal hayatın ritmi hızlanır, bayramda da aynı canlılık devam eder.

Anadolu’daki Ramazan ayını kültürel şölen haline getiren unsur; İslamiyet öncesi Türk dininde bulunmayan oruç ibadetine, Türklerin İslamiyet’e geçişinden sonra bazı Türk gelenek ve göreneklerini, Türk estetik zevkini, yaptıkları bazı törensel gösterileri de katmalarından kaynaklanmaktadır.

Osmanlı Devleti Ramazan ayını gerek resmi olarak gerekse bizzat halk tarafından düzenlemeler ve hazırlıklar yaparak karşılamıştır. Devlet halkın rahat bir Ramazan ayı yaşamasını temin etme amaçlı tenbihnameler yayımlamıştır. Bu tenbihler evlerin, işyerlerinin, kişilerin kıyafetleri, rahatsız edici davranışların önlenmesi, fiyatların herkesin kesesine uygun olması, yeme içme hususuna dikkat edilmesi açısından tasarlanmış, aksi hareketlerin görülmesi durumunda resmi makamlar tarafından cezai işlemler uygulanmıştır.

Ramazan ayının habercisi olan hilal gözlenmiş, hatta bu olay eğlenceye dönüştürülmüştür. Kadı tarafından hilali görene ve buna tanık olanlara ziyafetler düzenlemiş, çeşitli hediyeler vermiştir. Ay görünür görünmez camilerde kandiller yakılır, top atılır, davulcular davullarını çalarak halka Ramazan ayının başladığını müjdeler ve o gece herkes sahura kaldırılırdı.

Arife günü Osmanlı sultanları kutsal emanetleri ziyaret etmişlerdir. Tören haline gelen Hırka-ı Şerif ziyareti yine arife günü gerçekleşir ardından halka soğanlı yumurta ikram edilirdi. Lezzeti en güzel olan soğanlı yumurtanın aşçısı Ramazan ayı boyunca sultanın yemeklerini pişirmeye hak kazanırdı. Halk arasında ise sahurda ve iftarda tüketilecek olan yiyecekler Ramazan gelmeden kilerlere konulmaktadır.

İftardan birkaç saat önce hazırlanan iftar yemekleri Ramazanın sofralara da geldiğini göstermektedir. Bu iftar yemekleri her zamankinden farklı olmuş, herhangi bir davet olmasa bile sanki davet varmış gibi sofralar donatılmıştır. Anadolu’nun en doğusundan en batısına kadar aynı anda oruç açıp lokmalar alındığında Ramazan sanki şölen halini almıştır.

Osmanlı devletinde insanların ekonomik düzeyi ne olursa olsun Ramazan ayında iftar davetleri önemli yer teşkil etmiştir. Ramazan ayı kış mevsimine denk geldiyse evin en güzel salonlarına, yaz mevsimine denk geldiyse evin avlusuna kocaman kurulan sofralarda fakir zengin herkes doyurulurdu. Bu iftar davetlerinin en büyük özelliği ise davetsiz gidilebilmesiydi. Padişah Ramazanın ilk on günü yöneticilerini iftara davet ederdi. Bu sofralarda leziz ve zengin yiyeceklerden ziyade ‘Diş Kirası’ adı altında hediye verilmesi pek meşhurdu. İftara özgü olan bu gelenek hediye yahut para olarak misafirlere verilirdi. Ev sahibi misafirlerini uğurlarken takdim ederdi.

İftar sofralarında her şeyin bir sırası vardı. Oruç iftariyeliklerle açılırdı. Bu gelenek günümüzde yok olsa da Osmanlının en güzel geleneklerindendi. Top atıldıktan sonra aperatif olarak iftariyelikler yenir; sonra akşam namazına geçilirdi. Namazlarda kılındıktan sonra asıl yemek bölümüne geçilmiştir. Yemek mutlaka çorbayla başlardı. Çorbadan sonra meşhur ‘yumurta-ı hümayun’ yenirdi. Ardından kebap, kıymalı yahut peynirli börek yenirdi. Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ana yemeklerden sonra yenirdi. Güllaç Türklere özgü bir tatlı olarak bilinmektedir.

Ramazan ayı gelmeden önce Osmanlı topraklarının kendine özgü olan yiyecekleri saraya taşınırdı. Malatya’nın kayısısı, Ankara’nın balları, Antep’in baklavaları, cevizli fıstıklı sucuklar, İzmir’in kuru incirleri gibi tatlılar Ramazan sofraları için akın akın saraya toplanırdı.

Osmanlı’nın Ramazan ayına mahsus en güzel geleneklerden bir tanesi ‘zimem

defterleri’ idi. Bakkal, kasap, manav gibi esnafların tuttuğu borç defterleri, Ramazanda

gönlü zengin kişi tarafından zimem defteri diye adlandırılan bu defterlerdeki kişilerin borçlarının ödenmesi geleneğiydi. Ödeyen kimin borcunu ödediğini bilmez, borçluda borcunu kimin ödediğini bilmezdi. Böylelikle ne zenginde gurur ne de fakirde minnet duygusu olurdu.

Osmanlı’da Ramazan ayı gelince sanki geceyle gündüz yer değiştirmiştir. On bir ay boyunca son derece yavaş bir ritimle yaşanan hayat birden bambaşka canlılık ve renklilik kazanmıştır. İftardan sonra herkes eline kandilini alır yollara dökülürdü. Kahveler, dükkânlar hatta devlet daireleri bile sahura kadar açık olurdu.

Ramazan ayının her yıl on gün önceden gelmesiyle bütün mevsimler bu kutlu şölene şahit olur. Dinin ritmiyle tabiatın ritmi kucaklaşır. Özellikle Ramazan ayı yaz aylarından birine denk gelirse, akşamları gündüzden daha hareketli bir şehir manzarası yakalanır.

Ramazan ayı sadece oruç ayı değildir. Asıl bayram, Ramazan bittikten sonra değil, bizzat Ramazan boyunca yaşanır. Senede bir defa gelir, onun sevinci ise on bir ay sürer. Ramazan Türk halkının düğünüdür. Tüm halkta “Çok şükür on ay kaldı” diye bir ay daha yaklaşmanın sevinci olur.

Eşitlik, kardeşlik, yardımlaşma, misafirperverlik, dayanışma, yoksulları doyurma, fakiri incitmeden sevindirme, bütün toplumu aynı ailenin bir ferdiymiş gibi görebilme şuurudur Ramazan. Geldiğinde İstanbul’un nabzını değiştirir, tam bir Müslüman şehri yapardı. Şehrin bu yükselen ritmi, diğer din mensuplarına da kutsal halkaya dahil olma çağrısı yapardı.

Ramazan ayını Müslüman Türkler külfet haline getirmemiş, ılımlı bir şekilde yaşamışlardır. Mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme, cömertlik, ahlak tasfiyesi, herkesi düşünme terbiyesini de bir araya getirerek “Ramazan Medeniyeti” oluşturulmuştur. Bu mübarek ay her sınıf halkın benimsediği ve rahatça yaşadığı kutsal bir zaman dilimine dönüşmüştür. Dil, din, ırk, zengin, fakir gibi ayrımların ortadan kalktığı ve ortak bir ruhun, yoldaşlığın adıdır. Ramazan, her Müslüman’ın kutsal tebessümüdür.

KAYNAKÇA

Abdülazîz Bey, (2002), Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri, haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Güney, İstanbul.

ACAR, M. Şinasi, (2011), Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri, Yem Yayın, İstanbul.

Ahmed Esad Ben’im, (1949), Ramazan Geldi Hoş Geldi, İstanbul. Ahmed İbn-i Hanbel, (1981), Müsned, İstanbul.

AKRAM, Muhammed, (2015), “Dinler Tarihi Açısından Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da Orucun Anlamı ve Önemi”, Ramazan ve Oruç, Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya, Ümraniye Belediyesi, İstanbul, s. 46

AKSEL, Melik, (2000), “Cer Hocası”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık İstanbul, ss. 108-113.

AKSEL, Melik, (2003), “Ramazan Davulu”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 87.

AKŞİN, Sina, (2001), Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul.

AKYAVAŞ, A. Ragıp, (2000), Âsitâne I. Evvel Zaman İçinde İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.

Ali Seydi Bey, (T.Y.), Teşrîfât ve Teşkilâtımız, (haz. N.Ahmet Banoğlu), Tercüman 1001 Temel Eser İstanbul.

ALP Münevver, (2003), “On Bir Ayın Sultanı Ramazan”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 15.

ALTINAY, Ramazan, (2006), Emevilerde Günlük Yaşam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara.

ALTINAY, Ramazan, (2013), “Erken Dönem İslam Toplumunda Zaman (Gün-Ay- Mevsim-Yıl) Anlayışı ve Günlük Hayata Etkileri”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.7, S.21, ss. 227-228.

ALTUNDAĞ, Abdurrahman, (2012), Ramazan ve Teravih, Semerkand Yayıncılık, İstanbul.

ALTUNTAŞ, Halil ve KARAGÖZ, İsmail, (2010), Oruç İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara.

ALUS, Sermet Muhtar, (2005), 30 Sene Evvel İstanbul, ( Haz. Faruk Ilıkan), İletişim Yayınları, İstanbul.

AMICIS, Edmondo De, (2013), İstanbul (1874), (çev. Beynun Akyavaş), Türk Tarih Kurumu, Ankara.

AND, Metin, (1971), Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Türk İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.

AND, Metin, (1972), Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.

AND, Metin, (1992), Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul.

AND, Metin, (2012), 16. Yüzyılda İstanbul Kent-Saray- Günlük Yaşam, 2.Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

ARAT, Reşit Rahmeti, (1946), Vekâyi Babür’ün Hatıratı, C.I. TTK Yayınları, Ankara.

ARAZ, Nezihe, (2000), “Saray Mutfağı”, Hünkâr Beğendi 700 Yıllık Mutfak Kültürü, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.18.

ARMAĞAN, Servet, (2005), İslâm Ekonomisi, Gündönümü Yayınları, İstanbul.

ARPAD, Burhan, (1984), Direklerarası Türk Tiyatrosundan Hikâyeler”, Türkiye