• Sonuç bulunamadı

Vakıf Yerine Kullanılan Kavramlar

AİLE VAKIFLARININ TANIM VE UNSURLARI

I. AİLE VAKIFLARININ KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ VAKIF

3. Vakıf Yerine Kullanılan Kavramlar

İslâm hukukunda mezheplerin, vakfı farklı kavramlarla da ifade ettikleri görülmektedir. Bu farklılık Hz. Peygamber’in, vakfa mesnet teşkil eden hadislerinde aynı manayı içeren farklı kelimeler kullanmasından kaynaklanmaktadır.53 Hanefî mezhebinde vakıf kelimesine yüklenen anlam, diğer mezhepler tarafından farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Buna ek olarak cumhuriyetin ilk dönemlerinde vakfı karşılayacak bir başka kelime (tesis) terimleştirilmeye çalışılsa da uzun ömürlü olamamıştır. Bu bağlamda vakıf için kullanılmış olan diğer terimleri şöyle özetlemek mümkündür.

a. Habs

Vakıf kelimesinin kazandığı anlamın tam karşılığı olarak bazı İslâm hukukçuları tarafından “habs” ve “hubs” kelimeleri kullanılmaktadır. Habs “ﺱ ﺏ ﺡ” kökünden türeyen mastar isim olarak Arap dilinde durdurma, tutma, men etme manalarında ve

51 el-Haraşî, Şerhu'l-muhtasar, c. 7, 78.

52 Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c. 8, s. 155.

53 Vakıf anlamını taşıyan farklı kelimelerin kullanımına ait hadisler için bk: Müslim, Vasiyye, 3; Beyhâkî, Ebû Bekr Ahmed b Hüseyin b. Ali, Sünenü’l-kübra, Thk: Muhammed Abdulkâdir Ata, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2003, c. 6, s. 226-275;

tahliye kelimesi ile zıt anlamlı olacak şekilde kullanılmaktadır.54 Türk dilinde ise, hapsetme, kelimenin sözlük anlamları arasında sayılmaktadır.55 Bu kelimenin çoğulu

“ﺱﻮُﺒَﺣ” şeklindedir.56

İf’âl babına aktarımı şeklindeki “ﺲﺒﺣﺃ” kalıbına, “Allah yolunda atları vakfetmek”

manası verilmekte, vakfedilen şeye ise çoğulu ﺲُﺒُﺣ gelecek şekilde ﺲﻴِﺒَﺣ ve ﺲَﺒْﺤُﻣ adları verilmektedir.57 Bu anlamdaki kullanım Hz. Peygamber’in cahiliyede putlar için yapılmış vakıfların geçersiz olduğunu beyan ettiği hadiste de geçmektedir.58 Aynı şekilde Allah yoluna vakfedilen atlar için de Hz. Peygamber “Bunlar Allah yolunda hapistirler”

buyurmuştur.59

İslâm hukukçuları vakıf yerine “habs” kelimesini de kullanmakta ve özellikle Şâfiîler ve Mâlikîlerin bir kısmı bu kelimeyi vakf kelimesine tercih etmektedirler.

Nitekim İmam Şâfiî eserinde bu kelimenin çoğulu olan “el-ahbâs” kelimesini vakfa ait konunun başlığı olarak kullanmaktadır.60 Bazı hukukçular da eserlerinde Kitâbu’l-Vakf yerine Kitâbu’l-Hubs ya da Kitâbu’l-Habs başlığını uygun görmüşlerdir.61 Çoğunlukla Şâfiî ve Zâhirî mezhebine ait fukahanın eserlerinde bu kelimenin tercih edildiği görülmekte ve Zâhirîler tıpkı İmam Şâfiî gibi vakfa ait konuları ihtiva eden başlıklarına el-Ahbâs adını vermektedirler.62

58 Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selâme b. Abdulmelik et-Tahâvî, Şerhu meâni’l-âsâr, Thk: İbrahim Şemseddin, Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut, 2013, c. 3, s. 370; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, c. 6, s. 45. Hz.

Peygamber “Allah, Bahîra, Sâibe, Vesîle ve Hâm diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat kâfirler yalan yere Allah’a iftira etmektedirler, onların çoğu da akletmezler” (Maide, 5/103) âyeti indikten sonra, cahiliye döneminde develerin bu şekilde vakfedilmesinin yasak olduğunun bildirilmesi amacı ile “ ﺲﺒﺣ ﻻ ﷲ ﺾﺋﺍﺮﻓ ﻦﻋ” sözünü söylediği rivâyet edilmektedir. et-Tahâvî, Şerhu meâni'l-âsâr, c. 3, s. 370; el-Beyhâkî, Sünen, c.6, s. 268.

59 Ebû Dâvûd, Menâsik, 79.

60 Bk. eş-Şâfiî, el-Ümm, c. 5, s. 105.

61 Ebû Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed İbn Abdülber, el-Kâfî fî fıkhı ehli’l-medineti’l-Mâlikî, Beyrut, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1992, s. 536; el-Cüveynî, Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf, Nihâyetü’l-matlab fî dirâyeti’l-mezheb, Cidde, Dâru’l-minhâc, 2007, c. 8, s. 339.

62 Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd İbn Hazm, el-Muhallâ, Mısır, İdâretu’t-tibâati’l-münîriyye, t.y., c. 9, s. 175.

Mâlikî mezhebinin kurucusu İmam Mâlik’in (ö. 179/795) de “vakıf” yerine

“habs” kelimesini tercih ettiği görülmektedir.63 Bu tercihin sebebinin “habs”in aile vakıflarını içerdiği ve hatta İmam Muhammed’in (ö. 189/805) “habs” kelimesine bu sebeple karşı çıktığı aktarılmaktadır. Bu görüşe göre, habs kelimesi sadece aile içerisinde yapılan vakıfları kapsadığı için “sadaka” anlamını içine alacak şekilde geniş anlamda bir kelime olan “vakıf” terimini İmâm Muhammed üretmiştir. Bu durum sebebiyle, Mâlikîler tarafından kullanılan “habs” kelimesinin vakfı tam anlamıyla karşılamadığı özellikle belirtilmektedir.64 Ancak sonraki dönem Mâlikî fakihlerinden el-Haraşî, -belki de bu eleştirinin de etkisiyle- vakf kelimesini tercih edenlerin vakfın habse göre daha kuvvetli anlam ihtiva ettiğini söylediklerini ancak habs ve vakf kelimesinin müteradif olduklarını vurgulamaktadır.65 Kendisinin de konu başlığı olarak vakf kelimesini tercih etmesi, bu kelimeyi habse göre daha uygun bulduğunu göstermektedir. Ali el-Adevî ise hâşiyesinde bu tercihin sebebini, vakıf teriminde ebedilik anlamının herhangi bir kelime ekleme ihtiyacı duyulmadan mutlak olarak bulunduğu, fakat habs kelimesinde bu anlamın ancak ek bir karine ile mümkün olabildiği şeklinde açıklamakta, buna ek olarak Mâlikî fukahasından İbn Hâcib’in (ö. 646/1249) “habs” tâbirini hiç kullanmadığını belirtmektedir.66 Günümüzde çoğunlukla Mâlikî mezhebinin hükümlerinin uygulandığı Fas’ta vakıflardan sorumlu bakanlığa Vizâretu’l-Ahbâs adının verilmesi, Mâlikîler'in her iki kelimeyi de kullandıklarının ve vakıf ile habs kelimelerinin eş anlamlı kabul ettiklerinin bir başka göstergesidir.

Kanaatimizce vakf teriminin karinesiz olarak te’bide şamil olduğu fikrinden hareketle Şia mezhebinin Ca’feriye kolu habs ve vakf terimlerini ayrı anlamlı olarak ele almış ve habs terimi ile muvakkat olarak yapılan vakıfları karşılamıştır.67 Ancak bu

63 Sahnûn b. Saîd et-Tanûhî, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, Beyrut, Dâru'l-kütübi'l-ilmiyye, 1994, c. 4, s. 417.

64 Vakf ve Habs kavramlarının bu farklılığına dair ayrıntılı bilgi için bk. Bedir, Buhara Hukuk Okulu, s.

139-156.

65 el-Haraşî, Şerhu'l-muhtasar, c. 7, s. 78.

66 Ali el-Adevî, Hâşiye alâ Şerhi’l-muhtasari Seyyidi Halil, Bulak, Matbaâtu’l-kübra’l-emîriyye, 1317, c.

7, s. 78.

67 en-Necefî, Muhammed, Hidâyetu’l-enâm, Necef, y.y., 1384, c. 2, s. 231.

kullanım şekli azınlıkta kalmış ve habs ile vakfın aynı manayı ifade ettiği cumhurun görüşü olarak benimsenmiştir.

Hukukçulardan bazıları da “ﺱ ﺏ ﺡ” kökünden türemiş bazı kelimelere vakfın türevlerinin kullanıldığı anlamlara karşılık gelecek şekilde eserlerinde yer vermişlerdir.68 Hanefî hukukçularının tamamına yakını bu konuda vakıf kelimesini tercih etmekle beraber, habs kelimesinin de vakıf anlamına geldiğini ayrıca belirtmektedirler. Bu anlayış Hanefî mezhebini resmi mezhep olarak kabul eden Osmanlı hukukçularının eserlerinde de göze çarpmaktadır.69

Her ne kadar habs, vakıf ile müteradif ise de, vakfın terimsel tanımının habs kelimesi ile yapılması, vakfın bu kelimeye nazaran daha kapsamlı olduğu sonucunu doğurmaktadır. Kanaatimizce vakfın kullanımının hukukçular arasında yaygınlık kazanmasının nedenlerinden biri de bu olsa gerektir. Ayrıca habs kelimesi vakfın mahallinin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Çünkü vakfın tanımında bulunan

“hapistir” yargısı, vakıf nerede mahpus ve neden memnu sorusunu beraberinde getirmekte, vakfın mahallinin ne ya da kim olduğu sorusuna cevap aranmasını sağlamaktadır.70

b. Sadaka-i Câriye, Sadaka-i Muharreme, Sadaka-i Müebbede

Sözlükte “bir haberin gerçek olması, doğruluk, doğru söylemek, doğrulamak”

gibi anlamlara gelen ve “ﻕﺪﺻ” (sıdk) kökünden türeyen “ﺔﻗﺪﺻ” (sadaka) terimi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddi yardımları, bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade etmek için kullanılmaktadır.71 Sadaka manasına gelen anlam ise aynı kökün “tefa‘ul” babına aktarılması ile oluşan “ﻕﺪﺼﺗ” (tasadduk) fiili ile karşılanmaktadır. Mecelle de sadakayı

68 Mütercim Asım, Kâmûs, c. 2, s. 857.

69 Bk; el-Merginânî, el-Hidâye, c. 3, s. 13; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 189; et-Timurtâşî, Tenvîru'l-ebsâr, s. 369.

70 Yazır, Ahkâmü’l-evkâf, s. 24.

71 el-Cevherî, es-Sıhah, s. 637; el-Feyyûmî, Misbâhu’l-münîr, s. 128; el-Firuzâbâdî, Kâmûsu’l-muhît, s.

920.

“sevap kazanmak için bağışlanan mal” olarak tarif eder.72 Malın sahibinin Allah Teâla olduğunun ve insanoğlunun mala olan düşkünlüğünün gerçek olması bilgisinden hareketle sadakanın sıdk kökü ile bağlantısı kurulmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde73 birçok farklı manaya gelecek şekilde kullanılmış olmasından hareketle fakihler, sadakanın beş farklı türünün bulunduğunu söylemişlerdir.

Birincisi İslâm’ın beş temel şartından biri olan zekât, ikincisi bedenin zekâtı olarak görülen sadaka-i fıtr, üçüncüsü adam yoluyla kişinin kendisine vacip kıldığı tasadduk, dördüncüsü fidye ve kefaret kapsamındaki sadakalar, beşincisi ise vakfı da kapsamına alan gönüllü olarak yapılan sadakalardır.74

Sadaka teriminin vakfı da kapsayacak şekilde ifade ettiği bu geniş anlamından dolayı, bu terimle vakfın kastedilmesi için bazı kelimelerle kayıtlandırmak gerekir. Bu kayıtlandırmalar devamlı olarak yapıldığı anlamının oluşması için “câriye”, kendisine tasadduk yapılan kimselerden başkalarına haram olduğu manasını içermesi için

“muharreme”, ebedî olduğu anlamının vurgulanması için ise “müebbede” terimleri ile yapılmıştır. Bunlardan “sadaka-i cariye” bizzat Hz. Peygamber tarafından kullanılmış ve fakihlerin çoğunluğu Hz. Peygamber tarafından bu ifade ile vakfın kastedildiğini belirtmiştir.75 “Sadaka-i Muharreme” nin ise İmam Şâfiî tarafından vakfa delalet ettiği şu şekilde açıklanmaktadır: “İnsanların mallarından karşılıksız olarak verdiği atiyyelerden biri de sadakât-ı muharremâttır. Bizzat belli bir gruba veya vasıfları belirlenen bir gruba vakfedilen mallardır. Bu manada olan atiyyeler sadaka-i muharreme ismi ile anılmasa da, sırf “habs” teriminin zikredilmesi veya vasıfları belli bir gruba verilmesi ile muharrem hale gelirler.76” Ayrıca İmâm Şâfiî’nin eserindeki başlıklardan birisi “Hubs, sadaka-i muharremât demektir” şeklindedir.77

72 Mecelle, md. 835.

73 Farklı manalarda ve kalıplarda kullanım için bk. Bakara 2/96, 264; Nisa 4/114; Tevbe 9/58, 60, 79, 103, 104; el-Mücadele 58/12, 13; Yusuf 12/88; el-Ahzab 33/35; el-Hadid 57/18.

74 Ali Duman, “Sadaka”, DİA, c. 35, s. 384.

75 Müslim, “Vasiyye”, 3; Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 14; et-Tirmizî, “Ahkâm”, 36; en-Nesâî, “Vesâyâ”, 8.

76 eş-Şâfiî, el-Ümm, c. 5, s. 105.

77 eş-Şâfiî, el-Ümm, c. 5, s. 121.

“Sadaka-i câriye” teriminin Hz. Peygamber’in hadislerinde geçmesinden dolayı vakfı nitelediği düşüncesi hâkim olsa da Hz. Peygamber’in bu terimi vakıf manasında kullandığının net olmadığı ile ilgili görüşler de bulunmaktadır. Bu terimin ilk dönemdeki kullanımının günümüzde anlaşılan manada vakfa tam olarak delalet etmeyebileceği fikrini ileri sürenler, Hz. Peygamber'in devlet reisi olması sebebiyle beytü’l-mâlden harcama yapılması gereken yönlerden birine âmme tahsisi olarak sarf edilmesi manasına da hamledilebileceğini söylemektedir.78 Şunu söylemek gerekir ki, hadislerde geçen

“sadaka-i câriye” teriminin her ne kadar vakfı tam olarak karşılamama ihtimali bulunsa da sonraki dönemlerde bu tâbir vakıfla eş anlamlı hale gelmiş ve yukarıda da belirttiğimiz gibi vakıf yerine kullanılmıştır. Bunun en açık örneği İmam Şâfiî’den nakledilen rivâyette gözükmektedir. Tarih boyunca İslâm âlimlerinin bu şekilde vakıf ile sadaka-i câriye terimlerini aynı kabul etmiş olmalarının yeterli delil oluşturduğu söylenebilir.

c. Tesis

İslâm hukukundaki vakıf anlayışını tam olarak karşılamasa da Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan Türk Medeni Kanunu’nda vakıfların tesis adı ile adlandırıldığı görülmektedir. 3 Mart 1924 Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu ile Şer’iye ve Evkâf Vekâleti’nin kaldırılması neticesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmuş, 1926’da yürürlüğe giren 743 sayılı Medeni Kanun’un kabulü ile de vakıflar, artık tesis olarak nitelendirilmeye başlamıştır.79 Bu isimlendirme zamanla birçok problemi de beraberinde getirmiştir. Bin yıllık bir geçmişten bu yana vakıf olarak adlandırılan, insanların hayırda yarışarak kurdukları ve Allah’a yaklaşma amacı ile ortaya koydukları müesseselerin içi boşaltılmış, insanların manevi duygularına hitap eden vakıf terimi ortadan kaldırılarak yerine dayatma bir tâbir olan tesis lafzı üretilmiştir. Bu nedenle halk arasında tesis kelimesi itibar görmemiş ve kullanımı ancak kanun metninde kalmıştır. Bununla beraber ticari işletmelerde kullanılan tesis ile, vakıfla eş anlamlı olan tesis gerek ikili ilişkilerde gerekse resmi yazışmalarda birbirine karışmaya başlamıştır. Vakıf müesseselerinin halk

78 Hüseyin Hâtemî, Önceki ve Bugünkü Türk Hukukunda Vakıf Kurma Muamelesi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1969, s. 31-32.

79 Türk Kânun-ı Medenîsi, 17 Şubat 1926, 339 sayılı resmi gazete, md. 73 vd.

arasındaki itibarının iade edilebilmesi ve eş sesliliğin yarattığı karmaşanın önlenebilmesi amacıyla80 24 Temmuz 1967’de yürürlüğe giren 903 sayılı Türk Medeni Kanun’unun İlgili Hükümlerini Değiştiren Kanun ile bu kurumlara vakıf adı geri verilmiştir.81 2001 yılında 4721 sayılı kanun ile yeni Medeni Kanun’un kabulünde de bu kullanıma dikkat edilmiş ve bu kurumlar tekrar vakıf olarak adlandırılmıştır.82

Tüm bu nitelendirmelere ek olarak vakıfların sebil, hayrât gibi terimlerle ifade edildiği görülse de, vakıf tâbirinin kullanılması şöhret kazanmış ve tarih boyunca çoğunlukla bu şekilde kullanılagelmiştir.

AİLE