• Sonuç bulunamadı

Tek Taraflı Muamele Olduğu Görüşü (Îka/İskât)

AİLE VAKIFLARININ HUKUKİ MAHİYETİ

II. AİLE VAKIFLARININ HUKUKİ ÇERÇEVESİ

2. Tek Taraflı Muamele Olduğu Görüşü (Îka/İskât)

Aile vakıflarında vakfın kurulması için kabulü şart görmeyerek tıpkı hayrî vakıflarda olduğu gibi aile vakıflarının da ikâ olduğunu savunan diğer görüş sahipleri, bu vakıfları köle azadına kıyaslamaktadır. Hanbelîler’in bir kısmına ait olan bu görüşe göre vakıf, köle azadındaki gibi malın mülkiyetten izale edilmesini gerektirir. Vakfetmekle birlikte alım-satım, hibe gibi tasarrufların mal üzerinde cereyan edebilmesi mümkün olmaz. Bu durumun gerçekleşmesi vakıftan yararlanacak kişinin kabulüne muhtaç değildir. Vakfın kurulmasına yönelik mücerred iradenin gerçekleşmesi yeterlidir.220

Vakıf bu görüşe göre hibe ve vasiyete benzemez. Çünkü hibe ve vasiyet belirli kişilerle sınırlı iken vakıf böyle değildir. Vakıfta aslonan yararlanacak kişilerin sınırsız bir çoğunluk olmasıdır. İlk derecede sınırlı kişiler belirlenip, daha sonrasında ebedi cihetin belirlendiği aile vakıflarında da, vakıf sadece ilk derecedekilere mahsus olmayıp mevkûfun aleyhin tamamı için geçerlidir. Burada sadece mevkûfun aleyhlerin yararlanma sırası belirlenmiştir.221 Bu görüş sahipleri mevkûfun aleyhin kabulünün ya da reddinin vakfın sıhhatinde hiçbir şekilde etkili olmayacağını, mutlak olarak vâkıfın sıralamasına göre vakıf gelirlerinin dağıtılacağını savunmaktadır.222

219 İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 8, s. 187; eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 2, s. 494.

220 el-Buhûtî, Keşşâfu'l-kınâ, c. 3, s. 457.

221 el-Buhûtî, Keşşâfu'l-kınâ, c. 3, s. 457; Mansur b. Yunus b. İdris el-Buhûtî, Dekâiku ûli’n-nuhâ li şerhi’l-Müntehâ, Beyrut, Alemü’l-Kütüb, 1993, c. 2, s. 406.

Aile vakıflarının mahiyetine yönelik çoğunluğun kanaati ise, kabulün vakfın kurulması için değil sadece mevkûfun aleyhin yararlanabilmesi amacıyla şart olduğudur.

Bu görüş sahiplerinin de aile vakıflarını ikâ kabul ettiği söylenebilir. Dolayısıyla vakfın kurulmasında meşrûtun lehin kabulünün bir etkisi yoktur. Ancak mevkûfun aleyhin kabulü vakfa bir açıdan etkisi bulunmaktadır. O da, meşrûtun lehin kendisinin vakıftan yararlanabilmesi için şart olmasıdır. Buna göre aile vakıflarında mevkûfun aleyhin vakfın gelirlerini reddetmesi durumunda vakıf batıl olmaz, gelir bir sonraki mevkûfun aleyhe intikal eder. Belirlenen şahısların tamamının geliri reddetmesi halinde ebedi cihete geçer.

Onun ise belirsizliğinden dolayı îkâ halini alacağı ittifakla kabul edilmiştir.223

Ebedi cihetin belirtilmemesi halinde ne olacağı ise ihtilaflıdır. Bu ihtilafın muvakkat (sınırlı) vakıfların caiz kabul edilip edilmemesiyle alakalı olduğu söylenebilir.

Eğer belirlenen mevkûfun aleyhin dışında başka bir cihet vâkıf tarafından belirtilmemiş ve sadece belirli bir kısım kişinin yararlanması kasdedilmişse muvakkat vakfı câiz gören Mâlikîlere göre bu kişi ya da kişilerin reddetmesiyle vakıf batıl olur ve vâkıfın mülküne geri döner. Ancak sonraki cihet belirtilmesi durumunda, ilk derece tarafından reddedilmesiyle vâkıfın mülküne geri dönmez, bu cihete vakıf gelirleri verilir.224

Kabulü vakfın kurulmasında şart görmeyen ancak istihkak için şart görenler arasında Hanefîlerin oluşturduğu çoğunluğa göre ise, muvakkat vakıf caiz değildir. Kabul olsun olmasın ebedi yönün bulunmaması durumunda vakıf zaten kurulmuş olmaz. Vakıf ancak ebedi bir cihetin belirlenmesi durumunda sahih olur.225 Bu nedenle aile vakıflarında

223 et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 15; el-Haraşî, Şerhu'l-muhtasar, c. 7, s. 92; ed-Desûkî, Hâşiyetu’d-Desûkî, c. 4, s. 88; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 525.

224 ed-Desûkî, Hâşiyetu’d-Desûkî, c. 4, s. 88.

225 İmam Ebû Yusuf’a göre ebedi cihet bizzat vâkıf tarafından belirtilmese de vakıf lafzının gereği olarak ebedî yönün fakirler olacağına daha önce değinilmişti. Bk. 1. Bölüm, İrâde Beyânının Şartları. Dâmâd Abdurrahman b. Muhammed b. Süleyman, Mecmeu'l-enhur fî şerhi Mülteka'l-ebhur, Beyrut, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1998, c. 2, s. 573; Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Haskefî, Dürrü'l-müntekâ fî şerhî'l-Mültekâ, Beyrut, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1998, c. 2, s. 575.

mevkûfun aleyh tarafından vakıf gelirinin reddedilmesi, vakfın batıl olmasına değil sırada bulunanlara gelirin nakledilmesine sebep olmaktadır.226

Aile vakıflarında kabulün sadece istihkak için şart koşulması tâli meseleleri de beraberinde getirmiştir. Bu meselelerden biri meşrûtun lehin geliri kabul ya da reddetmesinin mutlak bağlayıcılığıdır. Yani meşrûtun leh vakfı kabul ettikten sonra reddetme hakkına, ya da reddettikten sonra kabul etme hakkına sahip olacak mıdır?

Hanefî fukahası tarafından zikredilen genel kaideye göre meşrûtun lehin kabulden sonra ret ya da redden sonra kabul etme hakkı yoktur.227 Ancak bu kaidenin var olan ve sonraki zaman dilimlerinde meydana gelecek olan gelirlerin tamamını kapsayıcı nitelikte olmadığı, sadece mevcut gelirler hakkında câri olacağı kabul edilmektedir. Dolayısıyla meşrûtun lehin kabulden sonra red ya da redden sonra kabul hakkının olmayışı sadece mevcut gelir üzerinde geçerlidir. Sonradan meydana gelecek gelirlerin her biri için tekrar kabul ya da reddetme hakkına meşrûtun leh sahip olacaktır.228 Ali Haydar Efendi tarafından kaidenin mutlak anlaşılma ihtimaline mebni olarak bu durum ayrıntılı biçimde şu sözlerle ifade edilmiştir: “Ba’de’l-kabul red, galle-i me’hûze hakkında gayr-i muteber, galle-i hâdise hakkında mu’teber olur. Ba’de’r-red kabul galle-i me’hûze hakkında gayr-i mu’teber ve galle-gayr-i hâdgayr-ise hakkında mu’teber olur.”229

Mutlak olarak reddin sadece mevcut gelirde geçerli olacağının kabul edilmesiyle, mukayyed reddin de sahih olacağını söylemek mümkündür. Buna göre gelirin bir kısmının reddedilmesi ya da belli bir süre müddetince reddedilmesi geçerli olacaktır. Bu süre bittiğinde ya da reddedilen kısım tekrar kabul edildiğinde gelirin tamamı bu kişinin olmaya devam eder.230

226 Hilâl b. Yahyâ, Ahkâmü’l-vakf, s. 166; Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 130; et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 17;

İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 225; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 525; Ömer Hilmi, Ahkâmü’l-evkâf, s. 14; md. 47; Ali Haydar, Tertîb, s. 112, md. 184.

227 Hilâl b. Yahyâ, Ahkâmü’l-vakf, s. 169; Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 131; et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 17; İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, c. 5, s. 215; İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 225; Ömer Hilmi, Ahkâmü’l-evkâf, s. 15, md. 49.

228 Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 299.

229 Ali Haydar, Tertîb, s. 114, md. 188-189.

230 Hilâl b. Yahyâ, Ahkâmü’l-vakf, s. 168; Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 131, et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 18; Ali Haydar, Tertîb, s. 115, md. 190.

Ortaya çıkan meselelerden bir diğeri, aynı sıradaki meşrûtun lehlerden bazılarının vakfı reddetmesi durumunda vakfın gelirinin kime ait olacağı meselesidir. Bu durumda meşrûtun lehin ismen belirtilip belirtilmemesine göre iki farkı hükmün verileceği söylenebilir. Vakıf eğer mevcut iki veya daha fazla kişiye ismen ya da ayırt edici sıfatla yapılmışsa, reddedenin payı aynı sırada bulunan diğer meşrûtun lehlere değil, sonraki sırada belirlenen meşrûtun lehe verilir. Ancak evlada vakıfta olduğu gibi meşrûtun leh ismen zikredilmemişse reddededin payı, aynı sırada bulunan diğer meşrûtun lehlerin olacaktır. Reddeden bu şekildeki vakıfta yok hükmünde kabul edilir.231

Bu kapsamda tartışılan bir başka mesele de meşrûtun lehlerden biri tarafından yapılan reddin diğerleri için bağlayıcı olup olmamasıdır. Buna göre her meşrûtun leh sadece kendi payından sorumludur ve kabul ya da red kendi payı üzerinde geçerlidir.

Dolayısıyla vakfın gelirini reddeden kimse vefât ettiğinde evladı bu gelirden yararlanma hakkına sahip olacağı gibi, diğer meşrûtun lehler de bu hakka sahip olacaktır. Hatta bu kişisel sorumluluk meşrûtun lehin tamamının geliri reddetmesi halinde de geçerli kabul edilmiştir. Dolayısıyla herkesin reddetmesiyle geliri fakirlere bırakılan aile vakfında, sonradan ortaya çıkacak bir başka meşrûtun leh gelire hak sahibi olmaktadır. Gelir üzerindeki fakirlerin hakkı iptal edilerek kendisine verilir.232

DİĞER HUKUKİ TASARRUFLARLA İLİŞKİSİ

Özelde aile vakfına dair hükümler genelde ise vakıf hükümleri değinildiği üzere kitap ve sünnette ayrıntılı olarak bulunmamaktadır. Bu nedenle İslâm hukukçuları vakıf hükümlerini belirlerken, diğer hukuki tasarruflarla olan benzerlikleri ve farklılıklarından yola çıkmışlardır. Kıyas yolu ile hükümlerinin belirlenmesi sebebiyle mezhepler arasında da birçok farklı hükmün ortaya çıktığı söylenebilir.

231 Hilâl b. Yahyâ, Ahkâmü’l-vakf, s. 170; İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, c. 5, s. 216; Komisyon, el-Fetâva’l-hindiyye, c. 2, s. 429; Ali Haydar, Tertîb, s. 112, md. 185; Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 298-299.

232 Hilâl b. Yahyâ, Ahkâmü’l-vakf, s. 167; Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 131; et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 18; İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, c. 5, s. 216; İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 225; Ömer Hilmi, Ahkâmü’l-evkâf, s. 14 md. 47; Ali Haydar, Tertîb, s. 112, 113, md. 184, 187.

Genel olarak vakfın bir teberru kabul edilmesi233 diğer teberru akitleriyle arasında kaçınılmaz bir ilişkiyi de beraberinde getirmektedir. Bu akitlerle benzerlikleri bulunduğu söylenebilirse de her biri ile arasında mutlak farkların da bulunduğu görülmektedir.

Vakfın tanımından hareketle diğer teberru akitleri ile arasındaki ilişki incelendiğinde vakfın sadaka, hibe, iâre ve vasiyetle olan benzerlikleri azımsanmayacak derecededir. Bu akitlerin her birinde değinildiği gibi bir teberru, yani maldan ya da menfaatten karşılık beklemeksizin vazgeçme söz konusudur. Hibe, hayatta olunduğu müddetçe malın karşılıksız temliki iken,234 sadaka yine hayattayken malın Allah’ın rızası gözetilerek karşılıksız temlikidir.235 Ariye malın aynının değil menfaatinin temliki ya da mübah kılınması olarak tanımlanmakta,236 vasiyet ise ölüme bağlı olarak aynın ya da menfaatin temliki kabul edilmektedir.237

Vakfın hibe ile olan benzerliği noktasında, malın aynı ile mülkiyetten çıkarılması gösterilebilir. Ancak karşı tarafın mülkiyetine girmesi noktasında vakıf ile hibe birbirinden ayrılmaktadır. Vâhib, mevhûbun lehin uhdesine malı temlik eder. Dolayısıyla mal aynıyla mevhûbun lehin mülkiyetine girmiş olur.238 Ancak vakıfta malın mülkiyeti çoğunluğun kabulüne göre mevkûfun aleyhe değil, hükmen Allah’a geçmektedir.239 Vakıf ile hibe, mülkiyet devriyle de bağlantılı olarak malın tasarrufu noktasında da birbirinden ayrılmaktadır. Çünkü hibede söz konusu teberru malın aynı üzerinde gerçekleşmekteyken, vakıfta menfaati üzerinde gerçekleşmektedir. Bu anlamda mevhûbun leh mülkiyeti kendisine geçtiği için, malın aynı üzerinde tasarruf yetkisine sahip olmakta ve dilediği gibi kullanabilmektedir. Ancak vakıfta mevkûfun aleyhin

233 Bk. Erdoğan, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, s. 553.

234 el-Meydânî, el-Lübâb, c. 1, s. 324; Erdoğan, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, s. 196.

235 İbrahim el-Halebî, Mültekâ’l-ebhur, Dersaadet, Matbaa-i Osmaniyye, 1309, s. 143; Erdoğan, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, s. 487.

236 eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 2, s. 341; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 7, s. 340; el-Halebî, Mültekâ, s. 141;

Mecelle, md. 765; Erdoğan, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, s. 31.

237 el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâî, c. 10, s. 468; eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 3, s. 52; Erdoğan, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, s. 598.

238 el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâî, c. 8, s. 84-85; İbn Rüşd, Bidâye, c. 2, s. 329. Mecelle, md. 837, 841.

239 İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 521; İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 189.

tasarruf yetkisi sadece malın menfaati üzerinde câridir. Aynın mülkiyeti Allah’ın hükmünde olduğu için burada mevkûfun aleyhin tasarrufu düşünülemez.240

Vakıf, aynın menfaatinin temliki olması hasebiyle ariyeye benzemektedir.

Nitekim İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin bu benzerlikten dolayı çoğunlukla vakıfla ilgili meseleleri hâkimin hükmü olmadıkça ya da ölüme bağlanmadıkça ariye hükümlerine göre çözdüğü görülmektedir.241 Ancak çoğunluğun kabulüne göre vakfın ariyeden ayrılan birçok yönü bulunmaktadır. Çünkü her ne kadar vakıfta menfaatin temliki bulunsa da ariyenin aksine, aynın temellükünden de vazgeçilmekte ve hükmen Allah’ın mülküne devredilmektedir. İârede ise aynın mülkiyeti mûîrde bulunmaya devam eder. Dolayısıyla malın menfaati sahibine mutlaka geri döner.242 Vakıfta ayn mülkiyetten çıktığı için bir daha geri dönmesi söz konusu olmaz.243

Mâlikîlere göre vakfın ariye yönü cumhura nazaran daha belirgindir. Bu sebeple onlara göre sadece menfaatine mâlik olunan veya belli bir süreyle kayıtlanmış olan malın vakfı da geçerlidir. Ek olarak ayn vâkıfın mülkiyetinden çıkmaz. Fakat ariyeden farklı olarak vakıf onlara göre lazım bir akittir. Yani mülkünde kalsa da vâkıfın ayn üzerinde tasarruf hakkı yoktur.244 Buna göre vakıf, lâzım olması nedeniyle icâre akdine, menfaatinin bedelsiz intikâl etmesi nedeniyle ise âriyet akdine benzemektedir.245 Şâfiîlerin bir kısmı ve Hanbelîler için vakfın ariye ile olan benzerliği, malın ebedi olma şartında ortaya çıkar. Onlara göre malın ebedi sayılması için âriyette olduğu gibi yararlanma sonucunda aynının helak olmaması yeterlidir. Bu nedenle malın menkul ya da gayr-i menkul olması önemli değildir. Bu malların ariye verilmesi mümkün olduğu gibi, vakfı da mümkün olmaktadır.246

240 el-Haskefî, Dürrü’l-muhtâr, s. 369; el-Merginânî, el-Hidâye, c. 3, s. 13;

241 İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 189.

242 el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâî, c. 8, s. 372; Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 194; Ebû Hamîd Muhammed b.

Muhammed el-Gazâlî, el-Vecîz fî fıkhi’l-İmâm eş-Şâfiî, (Thk: Ali Muhammed Muavvız & Âdil ahmed Abdülmevcûd), Beyrut, Dâru’l-Erkam b. Ebi’l-Erkam, 1997, c. 1, s. 376; ed-Desûkî, Hâşiyetu’d-Desûkî, c. 3, s. 433.

243 İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 519; İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 189.

244 el-Haraşî, Şerhu'l-muhtasar, c. 7, s.78; ed-Desûkî, Hâşiyetu’d-Desûkî, c. 4, s. 74.

245 ed-Derdîr, eş-Şerhu’s-sağir, c. 4, s. 98-99.

246 İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 8, s. 229-230; eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 2, s. 486-487.

Vakfın ve buna bağlı olarak aile vakıflarının hibe ve ariye ile ilişkisini yukarıdaki şekile özetlemek mümkündür. Vakfın sadaka ve vasiyetle olan ilişkisinin ise daha kapsamlı olduğu söylenebilir. Bu nedenle vakfa dair hükümlerin birçoğunda sadaka veya vasiyet hükümlerinin etkilerini görmek mümkündür. Vakfın sadaka ile arasındaki en temel benzerlik amaç yönüyle karşımıza çıkar. Her iki tasarruf da Allah’a yakınlaşmak (kurbet) amacıyla yapılmakta, sevap düşüncesi ön planda tutulmaktadır. Yine her iki tasarrufta da maldan herhangi bir zorlama olmaksızın vazgeçme söz konusudur.247 Nasslar ışığında sadaka ile vakıf arasındaki farkın zıtlıktan ziyade bir kapsam farkı olduğu söylenebilir. Sadaka vakfa göre daha kapsamlı, vakıf ise sadakanın bir çeşididir. Nitekim Hz. Peygamber’in Hz. Ömer’e “aslını hapset menfaatini tasadduk et”248 şeklindeki emri vakfın bir sadaka çeşidi olduğunu gösterirken, bir diğer hadiste “her iyilik sadakadır”249 buyurulması sadakanın vakıftan daha kapsamlı olduğunu kanıtlamaktadır. Nitekim Hz.

Peygamber’in hadisinden hareketle vakfa sadaka-i câriye (devamlı sadaka)250 adının verilmesi de vakıf-sadaka arasındaki umum-husus ilişkisinin bir başka delilidir. Genel olarak vakfın sadaka çeşidi olarak kabul edilmesi sadaka ile alakalı Kitap ve sünnette bulunan delillerin tamamının vakfa da mesnet olduğunu göstermektedir.251

Vakfın sadakadan ayrılan en önemli yönü hibede olduğu gibi aynın mülkiyetinin intikalidir. Sadakada da hibe gibi aynın mülkiyetinin karşı tarafa devri söz konusudur;

fakat vakıfta aynın mülkiyeti hükmen Allah’a, yararlanma hakkı karşı tarafa geçmektedir.

Ancak her ne kadar mevkûfun aleyhe değil de Allah’a temlik bulunsa da kişinin mülkiyetinden aynın çıkmış olması sadakaya benzemektedir.252 Bu açıdan vakıf cumhur

247 Burada sadakadan kastın zekât değil nafile sadaka olduğu unutulmamalıdıır. Yoksa zekât şeklindeki sadakalarda zorlamanın bulunduğu söylenebilir. Ancak mutlak sadaka lafzı zekâta değil nafile sadakaya hamledilir. Nitekim Râgıp el-İsfâhânî tarafından da mutlak kullanılan sadaka lafzının zekâta değil nafile sadakaya hamlonulacağı özellikle belirtilmektedir. Komisyon, “Vakıf”, Mevsuatu’l-Fıkhiyye, Kuveyt, 1983, c. 44, s. 48.

248 Müslim, “Vasiyyet”, 4; el-Buhârî, “Vesâyâ”, 28; en-Nesâî, “İhbâs”, 3.

249 el-Buhârî, “Edeb”, 33; Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî, Fethu’l-bârî bi şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Kahire, Dâru’r-Reyyân, 1986, c. 5, s. 399.

250 Müslim, “Vasiyyet”, 3; Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 14; et-Tirmizî, “Ahkâm”, 36; en-Nesâî, “Vesâyâ”, 8.

251 Âl-i İmrân 3/92; Bakara 2/3, 177, 215, 267; Yâsîn, 36/12; Buhârî, “Cihâd”, 86, “Vesâya” 22, 28; el-Beyhâkî, Sünen, c. 6, s. 264-265. Müslim, “Vasiyyet”, 4; en-Nesâî, “İhbâs”, 3. İbn Mâce, “Mukaddime”, 20.

252 es-Serahsî, el-Mebsût, c. 12, s. 28; eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 2, s. 485; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 520-521.

tarafından sadaka gibi, lâzım bir tasarruf olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda vakfın taraflara göre farklı hükümlere tâbi olduğunu söylemek mümkün olacaktır. Vakıf, vâkıf tarafından mülkiyetinden çıktığı ve lâzım olduğu için sadakaya; mevkûfun aleyh açısından ise sadece menfaatinde tasarrufu bulunduğu için ariyeye benzemektedir.

Vakfın luzûm zamanını, çoğu fukaha sadaka benzerliği ile çözmekteyken, İmâm Ebû Yusuf’un sadakadan ayrıldığı noktalardan biri olarak kabul ettiği görülmektedir.

İmam Muhammed ve Şâfiîler, sadakada olduğu gibi ancak kabz ile vakfın tamam ve lâzım olacağını kabul eder.253 İmam Ebû Yusuf’a göre vakıf burada sadakaya değil, köle azadına benzemektedir. Çünkü köle azadında olduğu gibi malın mülkiyetten iskatı söz konusudur. Bu nedenle de kabz olmasa dahi mücerred lafızla vakfın sahih ve lâzım olması gerekir.254 Bu ihtilaf ortak malın vakfedilmesinde de kendisini göstermektedir. İmam Muhammed’e göre bölünebilir olan ortak malın ayrılmadan sadaka verilmesi mümkün olmadığı gibi vakfı da mümkün değildir. Ancak bölünmez bir malda hissenin sadaka olarak verilmesini de vakfedilmesini de câiz kabul etmektedir.255 İmâm Ebû Yusuf’a göre ise, vakıf sadakadan çok iskâta benzediği için malın bölünebilirliğinin vakfa etkisi yoktur.

İster bölünsün ister bölünmesin vakıf sahihtir.256

Bu anlayış farklılılığının kendisini gösterdiği bir başka durum cihetin belirsizliğidir. İmam Muhammed ve İmam Şâfiî cihetin belirlenmemesi durumunda kabzın gerçekleşmeyeceği dolayısıyla sadakanın belirsiz kişiye yapıldığında sahih olmaması gibi vakfın da sahih olmayacağını vurgular.257 Ancak burada İmam Muhammed’in vakfa sadakadan ayrı bir hüküm verdiği söylenebilir. Ona göre sadaka kelimesi mutlak olarak kullanıldığı takdirde mal, fakirlere tasadduk edilmiş sayılır.

Fakirlerin ayrıca belirtilmiş olması şart değildir. Çünkü sadaka lafzı ile zımnen fakirler

253 el-Haskefî, Dürrü’l-muhtâr, s. 369; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 521.

254 el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâî, c. 8, s. 396; Berki, Vakıflar, c. 1, s. 43.

255 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, 20; es-Serahsî, el-Mebsût, c. 12, 37; İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 5, s. 195-196; Komisyon, el-Fetâva’l-hindiyye, c. 2, s. 365; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 553; el-Meydânî, el-Lübâb, c. 1, s. 325.

256 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, 20; es-Serahsî, el-Mebsût, c. 12, s. 37; et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 21; Ali Haydar, Tertîb, s. 177, md. 338.

257 İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 5, s. 195-196; Komisyon, el-Fetâva’l-hindiyye, c. 2, s. 365; Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, 20.

söylenmiş olur. Ancak “vakıf” lafzında bu anlam yoktur. Çünkü vakıf fakirlere yapılabildiği gibi zenginlere de yapılabilir. Bu nedenle vakıf lafzının yanında ya cihet belirtilmesi ya da “sadaka” lafzının söylenmesi şarttır. Böylece sadaka lafzının gereği olarak cihet fakirler olarak belirlenmiş ve vakıf ebedi halini almış olacaktır.258 İmam Ebû Yusuf’a göre vakıf köle azadına benzediği için kabz şartı olmaksızın mutlak olarak kullanılan lafızla vakıf sahih ve lazım olur. Ona göre vakıf lafzı ile tıpkı sadakada olduğu gibi zımnen fakirler söylenmiş olur. Bu nedenle cihet belirtilmese de belirsizlik bulunmaz ve vakıf fakirler lehine sahih hale gelmiş olur.259 Bu açıdan bakıldığında lafız konusunda İmam Ebû Yusuf’ın vakfı sadaka gibi gördüğü söylenebilir.

Vakfın rüknü, teberru akdi olarak görülmesi dolayısıyla sadece icaptır.260 Genele yapılmış vakıflarda değinildiği gibi müstahik sadece kendisi için kabul etmeme hürriyetine sahiptir. Bu durumda diğer mevkûfun aleyhlerce geliri paylaşılır. Vakfın sadece tam aile vakıfları gibi belirli kimselere yapılması durumunda ise kabul, sadakada olduğu gibi mevkûfun aleyhin yararlanması için şarttır. Kabul olmadığı takdirde İmam Ebû Yusuf’a göre arkasından ebedi bir cihet belirlenmemiş olsa dahi, hibe ve sadakanın aksine vâkıfa geri dönmez, vakıftan yararlanma hakkını fakirler elde eder. Çünkü lafızla mal, köle azadında olduğu gibi vâkıfın mülkiyetinden çıkmıştır, geri dönüşü olmaz.261 Şâfiî ve Hanbelîlerin bir kısmı ise muayyen kimseye yapılmış olan vakıfta, hibe ve vasiyette olduğu gibi kabulün gerekli olduğunu ve mevkûfun aleyhin kabule ehil olması gerektiğini söylemektedir.262

Malını vakfedecek kişi ve vakfedilecek mal hakkında sadaka hükümlerinin aynen uygulandığı söylenebilir. Bu nedenle vâkıfın mala tam bir şekilde mâlik, hür, akıllı, bülûğa ermiş ve reşit olması gerekmektedir.263 Vakfedilecek malın ise, yine sadakada

258 İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 200; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 534-537; Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 313.

259 el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâî, c. 8, s. 397.

260 İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 522-523.

261 el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâî, c. 8, s. 397-398; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c. 8, s. 158-159.

262 İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 8, s. 187-188; eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 2, s. 488; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c. 8, s. 160.

263 el-Kâsânî, Bedâiu’s-sanâî, c. 8, s. 395-396; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c. 8, s. 176-180.

bulunan mütekavvim mal, mevcut, belirli ve kişinin mülkü olma gibi şartları taşıması şarttır.264 Buna ek olarak vakıf malın Hanefîlere göre sadece vakıfta bulunan bir özelliği daha olması gerekir. O da ebedilik özelliğidir. Bu özelliğin ise ancak akarlarda (gayr-ı menkul) bulunacağı kabul edilmektedir. Çünkü menkul mallar ebedilik vasfını taşıyamaz.265

Kendisine vakıf yapılan kişi muayyen kimse olabilir; fakat bu şart değildir. Ayrıca sadece belirli kimselere yapılarak ebedilik vasfı taşıyacak bir cihet belirlenmezse vakıf cumhura göre bâtıl olmaktadır.266 Bu nedenle sadakanın aksine vakıfta ebedilik özelliği olan genel grubun vakıftan yararlanacaklar olarak belirlenmesinin esas olduğu

Kendisine vakıf yapılan kişi muayyen kimse olabilir; fakat bu şart değildir. Ayrıca sadece belirli kimselere yapılarak ebedilik vasfı taşıyacak bir cihet belirlenmezse vakıf cumhura göre bâtıl olmaktadır.266 Bu nedenle sadakanın aksine vakıfta ebedilik özelliği olan genel grubun vakıftan yararlanacaklar olarak belirlenmesinin esas olduğu