• Sonuç bulunamadı

AİLE VAKIFLARININ TANIM VE UNSURLARI

III. AİLE VAKIFLARININ UNSURLARI İRADE BEYANI İRADE BEYANI

2. Bulunması Zorunlu Olmayanlar

Bir aile vakfının geçerliliğinde vakfeden kişinin yukarıdaki şartları taşıması gerekmektedir. Ancak bunlara ek olarak bazı durumlar hariç, vâkıfın belli bir dine ya da millete mensup olma şartı yoktur.

a. Din

İslâm hukukunda bir kişinin vakıf yapabilmesi için Müslüman olma şartı aranmaz.

Gayr-i Müslimlerin yapacağı vakıflar da hukuken geçerlidir ve vâkıfın ortaya koymuş olduğu şartlara uyulması zorunludur.325 Gayr-i müslim vâkıfın koyduğu şartlara bu şekilde riâyetin zorunluluğu aile vakıflarında da açıkça kendisini göstermektedir. Vâkıf gayr-i Müslim evladına vakfını hasredebilir. Bu durumda vakıf anında ya da sonradan Müslüman olan evladını vakfından men etme hakkına sahip olur. Müslüman evladın vâkıfın şartını taşımamasından dolayı vakıftan yararlanma hakkı kalmaz.326

Vakıf yapabilme konusunda belli bir dine mensup olma zorunluğu yoksa da bu durum, gayr-i Müslimlerin vakıflarının mutlak olarak geçerli olacağı hükmünü doğurmaz. Tıpkı Müslümanlar gibi gayr-i Müslimlerin yapacakları vakıflar da kurbet şartı ile kısıtlıdır. Buna göre gayr-i Müslim sadece kurbetin bulunduğu cihetlere vakfını yapabilmektedir. Ancak kurbetin İslâm nazarında mı vâkıf nazarında mı yoksa her ikisi nazarında mı gerekli olduğu hususu mezhepler arasında ihtilaflıdır. Çalışmanın ileriki bölümlerinde kurbet şartına değinileceğinden burada detaya girilmeyecektir.

Mürtedlerin yaptıkları vakıfların geçerliliği hakkında ise, irtidattan önce ve sonra vakıf yapılmasına göre iki durum söz konusudur. Buna göre irtidad halinden önce yapılan vakıflar irtidad ile batıl hale gelir ve vârislerine miras olarak kalır. Tekrar İslâm’a

325 Ali Haydar, Tertîb, s. 172, md. 324; Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 316.

326 et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 120.

dönmesiyle vakfın butlanı, ortadan kalkmış olmaz. Bu malların vakıf olarak yeniden tescili ancak İslâm’a döndükten sonra yeni bir ikrarda bulunması ile mümkündür.327

Mürtedin mürted iken yaptıkları vakıflarda da gayr-i Müslim vakıflarında olduğu gibi kurbetin bulunması şarttır. Ancak bu şarta uygun yapılan vakıflar vasiyete kıyasla İmâmeyn’e göre sahih ise de, İmâm-ı Âzam’a göre mevkûftur. Mürtedin öldürülmesi ya da dâr-ı harbe kaçması durumunda batıl, İslâm’a dönmesi durumunda sahih olur.328 Batıl hükmü verildikten sonra mürtedin İslâm’a dönmesi durumunda ise yeni bir ikrara muhtaç olmaksızın mal, vakıf olarak devam eder.329 Ancak irtidad eden kadın ise tıpkı gayr-i Müslim gibi vakfı ittifakla sahih kabul edilir. Çünkü kadın irtidadından dolayı öldürülmez. Bu sebeple onun gayr-i Müslim gibi yaşama hürriyeti vardır ve yaptığı vakıflar bu hükme binaen geçerlidir.330

Mürtedin irtidattan önce yapmış olduğu aile vakıfları, hayrî vakıfların aksine tamamen batıl hale gelmez. Burada ebedi cihet olarak belirlenen hayrî yön kurbet sayılsın veya sayılmasın batıl olmakla beraber, mevkûfun aleyh olarak belirlenen şahıslar için vakıf hâlâ geçerlidir. Bu kişiler vakıftan hisselerini almaya devam ederler.331 Riddet halindeyken yapılan aile vakıflarında ise durum gayr-i Müslim gibidir. Meşrûtun leh olarak belirlenen şahıslar için vasiyet hükümlerine tâbi olacağından vakıf geçerli, ancak kurbet vasfı bulunmayan bir ebedi cihet belirlenmişse, bu şahısların inkita’ından sonra vakıf batıl hale gelecektir.

b. Tâbiiyet

Vâkıfın Müslüman olma şartı bulunmadığı gibi, İslâm Devleti’nin vatandaşı olma zorunluluğu da yoktur. Zimmî statüsünde olan gayr-i Müslimler yukarıda anlatıldığı şekilde vakıf yapabildikleri gibi, İslâm devletinin savaş içerisinde olduğu devletlerin

327 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 302; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 390; Ali Haydar, Tertîb, s. 173, md. 327-328; Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 323.

328 İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 394-395; Bilmen, Kâmûs, c. 5, s. 144.

329 Ali Haydar, Tertîb, s. 172-173, md. 327.

330 İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 398; Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 323.

331 Ali Haydar, Tertîb, s. 173, md. 329.

halklarından olan gayr-i Müslimlerin de vakıf yapmalarında sakınca yoktur.332 Ancak bu kişinin İslâm devletine izinli olarak girmesi şarttır. İzinsiz girmesi durumunda kaçak hükmünü alacağı, casusluk ve esaret hükümleri uygulanacağından yapacağı tasarruflar da geçersiz olacaktır.333

Müste’menin yapacağı vakıflar, gayr-i Müslimlerin vakıfları ile aynı hükümlere tâbidir. Dolayısıyla kurbet bulunması durumunda geçerli, aksi takdirde batıl sayılır.334 Geçerli şekilde kurulan bu vakfa, lâzım hale geldiği için müste’menin vakfı iptal ettiğini söylemesi, dâr-ı harbe geri dönmesi ya da dâr-ı İslâm’da vefat etmesi etki etmez.335 Kuracağı vakfın aile vakfı ya da hayrî vakıf olması hükmü değiştirmez.

MEVKÛF

Yapılacak aile vakfının meşru bir nitelik arzetmesi için vakfedene yönelik bahsedilen şartların bulunması gerektiği gibi, vakfedilen mala ait de bazı şartların bulunması gerekmektedir. Bu nitelikleri haiz olmayan bir malın vakıf statüsü kazanması, dolayısıyla meşru bir aile vakfı sayılması mümkün değildir.

Hangi özelliğe sahip malların vakıf olabileceği konusu mezhepler arasında oldukça farklı kabulleri meydana getirmektedir. Bazıları mümkün olduğunca az özellik arayıp mal adı verilebilen herşeyin vakıf olabileceğini savunurken, bazıları ise vakıf olabilecek malların birçok özellik taşıması gerektiğini vurgulamaktadır.

Özellikle Hanefîler tarafından vakıf olabilecek mallar mümkün olduğunca sınırlanmakta ve birçok niteliğe sahip olması şart koşulmaktadır. Ancak Hanefî mezhebini esas alan Osmanlı uygulaması şartların değişmesi ve zorunlulukların ortaya çıkması neticesinde bu şartların birçoğunda tadilata gitmek ve yeni şartların geçerliliğini kabul etmek durumunda kalmıştır.

332 Bilmen, Kâmûs, c. 4, s. 316.

333 Ahmet Özel, “Harbî”, DİA, c. 16, s. 113.

Genel olarak vakıfların konusunu teşkil eden mevkûfun, aile vakıflarının da konusunu oluşturması bakımından şartlarının kısaca belirtilmesi yerinde olacaktır.

1. Bilinirlik

Vakfedilen bir malın geçerli bir vakıf haline gelebilmesi için gerekli olan şartlardan biri, hangi malın vakfedildiğinin kesin olarak bilinmesidir. Vakfedilen malın cehaleti ortadan kaldıracak, yaşanabilecek tartışmaların önüne geçecek ve nizaa yol açmayacak şekilde bilinmesi vakıf için yeterlidir.336 Ancak Mâlikîlere göre teberru akitlerinde nizaa yol açmayacak şekilde malın bilinmesi şart değildir. Vakfın da bir teberru akdi olmasından hareketle Mâlikîlere göre vakıf malın malum olma şartına gerek olmadığı söylenebilir.337

Cumhura göre “Arazimin bir bölümünü vakfettim” gibi belirsiz edatlarla bir malı vasıflandırmak ya da “Bu iki tarlamdan bir tanesi vakıftır” gibi aynı vasıflarda iki veya daha çok mala sahip olunmasına rağmen hangisinin kastedildiğini açıkça belirtmemek, malın ihtilafı ortadan kaldıracak şekilde bilinmesini engelleyeceği için vakfı batıl hale getirir.338 Arazilerin vakfedilip üzerinde ağaçların vakfa dâhil edilmemesi de vakfı bu sebeple batıl kılmaktadır. Çünkü ağaçların kapladığı arazi miktarında bilinmezlik söz konusudur.339 Sonrasında malın nitelikleri belirlenmiş olsa dahi bu belirlemenin vakfın geçerliliğine bir etkisi yoktur.340

Kesin olarak bilinmesi için mutlak surette malın sınırlarının ve vasıflarının belirtilmesi şart değildir. Bu belirleme kimi zaman işaret yolu ile sağlanabildiği gibi, kimi zaman malı tavsif ve tarif etme yoluyla ya da ahali arasında şöhret kazanmış isminin belirtilmesi ile de sağlanabilir.341 Meşhur bir ismi bulunmasından dolayı herkesin zihninde kolayca beliren bir malın, sınırlarının belirtilmesine gerek yoktur. Çünkü ihtilafa

336 et-Tarablûsî, el-İs’âf, s. 17; eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 2, s. 489; el-Kubeysî, Ahkâmü'l-vakf, s. 353.

337 Orhan Çeker, İslâm Hukukunda Akitler, s. 58-59.

338 İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 525; Ali Haydar, Tertîb, s. 139, md. 351.

339 İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 525; Ali Haydar, Tertîb, s. 139, md. 351; Bilmen, Kâmûs, c. 4, s.

314.

340 Ali Haydar, Tertîb, s. 139, md. 351.

341 Ali Haydar, Tertîb, s. 180-181, md. 340.

mahal vermeyecek şekilde bu mal bilinmiş olmaktadır.342 Bu mala ait meşhur olan sınır ile vâkıfın kastettiği sınırlar biribirinden farklı olması durumunda ise şöhret esas kabul edilir. Vâkıfın başka sınırları kastetmiş olmasına itibar edilmez.343 Ancak meşhur nitelikte olmayan bir malın vakfedilmesi durumunda sınırlarının belirtilmesi zorunlu olup belirtilmemesi durumunda vakıf batıl olacaktır.344

Şöhret, vakfa dair yapılan şehadetlerde de geçerlidir. Buna göre vakıf malın sınırları şahitler tarafından net olarak belirtilmese bile, sınırları belirtmeye ihtiyaç duymayacak nitelikte meşhur ise, şahitlerin vakfın sınırını belirtmesine ihtiyaç yoktur.

Aksi durumda vakfın sınırlarını bilmeyen şahitlerin şehadeti kabul edilmez.345 Ancak şahitler sınırları söylememekle beraber, bir delille sınırlarını bildiklerini ispat etmeleri durumunda yine vakıf geçerli olmaktadır.346 Ayrıca belli bir miktarda hissesine sahip olunan malın hisse oranında vakfedilmesi de bilinebilir olmasını sağlar. Bu nedenle hissenin belirtilmemiş olması vakfın butlanına sebebiyet vermez.347

2. Bölünebilirlik

Vakfedilecek malın birkaç kişnin ortak mülkiyetinde olması halinde ortaklardan birinin kendi hissesini vakfetmesinin geçerliliği de tartışma konusudur. Cumhura göre böyle bir vakıf, vâkıfın hissesi oranında geçerli olur. Bu malın bölünerek paylaştırılabilen bir mal olması vakfın sıhhatinde etkili değildir. Çünkü vakıf bir teberru akdidir ve vakıfta kabz şart değildir. Bu sebeple kabzın imkânsızlığı vakfın geçerliliğine etki etmez.348

Hanefî uygulamasında ortak malın vakfı konusunda İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf ’tan iki farklı rivâyet nakledilmektedir. İmam Muhammed’e göre ortak malın

342 et-Tarablûsî, el-İs’âf, s.17; İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, s. 200; el-Kubeysî, Ahkâmü'l-vakf, c. 1, s. 354-355.

343 Ali Haydar, Tertîb, s. 140-141, md. 254.

344 el-Kubeysî, Ahkâmü'l-vakf, c. 1, s. 355.

345 Ali Haydar, Tertîb, s. 180-181, md. 340.

346 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 234-235, el-Kubeysî, Ahkâmü'l-vakf, c. 1, s. 354.

347 Ali Haydar, Tertîb, s. 141, md. 255.

348 İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 8, s. 187-188; eş-Şirbinî, Muğni'l-muhtâc, c. 2, s. 487; Ebû’l-Berekât Ahmed b.Muhammed b. Ahmed ed-Derdîr, eş-Şerhu’s-sağir, Kahire, Dâru’l-maârif, t.y., c. 6 s. 18.

eğer taksimi mümkün ise taksim edilmeksizin vakfedilmesi batıldır. Çünkü ona göre vakıf, sadaka menzilesinde olduğu için kabz şarttır. Bu şart taksimi mümkün olan mallarda vakfı geçersiz kılar. Taksimi mümkün olmayan mallarda ise kabz zorunlu olarak eksik halde bulunacağından vakıf geçerlidir. Vâkıfın hissesi oranında miktar vakıf sayılır, diğer hisseler mülk olarak kalmaya devam eder.349 İmam Ebû Yusuf ’a göre ise vakıf köle azadı gibi bir iskattır. Bu nedenle o, cumhura dâhil olarak vakfın geçerliliğini savunur.

Ona göre kabz vakıfta şart değildir. Malın taksim edilebilmesi vakfın sıhhatine etki etmez.350

Hanefî müçtehitler arasındaki bu ihtilaf Osmanlı uygulamasına da sirâyet etmiş ve çoğunlukla fetvaya esas olarak İmam Ebû Yusuf ’un ve cumhurun görüşü tercih edilmişse de, hâkimler bu çeşit vakıfları geçerli kılıp kılmama konusunda özgür bırakılmışlardır.351 Bu nedenle hâkim kararlarının bazılarında ve hatta fetvaların bir kısmında İmam Muhammed’in görüşünün tercih edildiği ve bölünebilen malların vakıflarının geçersiz sayıldığı görülmektedir.352 Ancak Osmanlı son döneminde kanun metni şeklinde yazılmış vakıf hukukuna ait iki monografide de İmam Ebû Yusuf ’un görüşünün çoğunluk tarafından kabul edildiği ve bu sebeple fetvaya esas olacağı vurgulanmaktadır.353

Vakfın bölünme imkânı sadece hisseli mallara has değildir. Tek kişinin mülkiyetinde olan bir malın bölünerek belli bir kısmının vakfedilmesi de mümkündür.

Nitekim Menteşzâde tarafından kaleme alınan fetvada Osmanlı uygulamasının da bu yönde olduğu görülmektedir.354 Ayrıca vakıf malda vakıf yapılmadan önce ortaklığın

349 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, 121; es-Serahsî, el-Mebsût, c. 12, 37; İbnü'l-Hümâm, Fethu’l-kadîr, c. 6, 195-196; Komisyon, el-Fetâva’l-hindiyye, c. 2, s. 365; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtâr, c. 6, s. 553.

350 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, 121; es-Serahsî, el-Mebsût, c. 12, s. 37; et-Tarablûsî, el-İs’âf, 21; Ali Haydar, Tertîb, s. 177, md. 338.

351 Bk. Menteşzâde, Fetevâ-i Abdurrahîm, c. 1, s. 400-401.

352 Minkarîzâde Yahya Efendi, Fetevây-ı Yahya Efendi, vrk. 54; İstanbul Müftülüğü Şer’i Siciller Arşivi, Sicil No: 2, s. 104-107.

353 Ömer Hilmi, Ahkâmü’l-evkâf, s. 23, md. 64; Ali Haydar Efendi, İmam Ebû Yusuf’un görüşünün Belh ulemâsı tarafından kabul edildiğini ardından müteahhhirîn Hanefî fukaha ve Şâfiîler tarafından bu görüşün tutulduğunu nakletmekte, Buhara Hanefî fukahasının ise İmam Muhammed’İn görüşünü tercih ettiklerini belirtmektedir. Ali Haydar, Tertîb, s.177-178, md. 338.

354 “Zeyd sıhhatinde mülk menzilinin nısfını vakf ve süknasını evladına ve evlâd-ı evladına ba’de’l-inkıraz bir ciheti müebbedeye şart ve tescil-i şer’î teslîm ile’l-mütevelli ettirdikten sonra Zeyd fevt olsa Nisf’ın

bulunması ya da sonradan ortaklığın oluşması, durumu değiştirmez. Herhâlükarda kalan hisse oranında vakıf sahih sayılmaktadır.355