• Sonuç bulunamadı

Nassa Dayalı Olmayan Deliller

AİLE VAKIFLARININ HUKUKİ MAHİYETİ

I. AİLE VAKIFLARININ MEŞRUİYETİ HUKUKİ TEMELİ

2. Nassa Dayalı Olmayan Deliller

Hz. Peygamber zamanından bu yana bütün Müslümanlar vakfın cevâzı ve mendupluğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ancak icmâ’ delilinin en kuvvetli hali sahabe tarafından bir hükmün meşruiyetine itiraz edilmemesi ve kabul edilmesidir.54 Sahabenin birçoğunun kendi mülklerinde bulunan malları vakıf olarak bıraktıkları sahih hadis kitaplarının rivâyetleri ile sabittir.55

Daha önce bahsedilenlerin dışında, ashabın birçoğu vakıf eserler meydana getirmiştir. Hulefâ-i Râşidîn’den Hz. Ebû Bekir’in Mekke’deki evlerini vakfettiği ve burada neslinden kimselerin oturarak bunları miras yoluyla bölüşmedikleri rivâyet edilmektedir.56 Hz. Osman, Medîne’de Müslümanların susuzluk çektiği zamanlarda, Hz.

Peygamber’in bir Yahudi’ye ait olan Rûme kuyusunun satın alınması için “Kim Rûme kuyusunu Cennet’te göreceği hayır karşılığında satın alır?” buyurması üzerine, kuyuyu

51 Ebû Hâtim Muhammed b. Ahmed İbn Hibbân, Meşâhiru ulemâi’l-emsâr, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1995, s. 2.

52 Âl-i İmrân, 3/92.

53 el-Buhârî, “Vesâyâ”, 17, 26; Müslim, “Zekât”, 14; el-Beyhakî, Sünen, c. 6, s. 272, 273.

54 İbn Kudâme, el-Muğnî, c. 8, s. 185-186.

55 el-Beyhâkî, Sünen, c. 6, s. 262 vd.; el-Buhârî, “Vesâya”, 17.

56 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 8.

satın alıp vakfetmiştir.57 Ayrıca Hz. Osman, Hz. Ömer’in sadakasına benzer sadaka yapmış ve “İbn Ebi’l-Hakîk” isimli malını satılamaz, bağışlanamaz ve miras olunamaz şekilde vakfedip, vakfiye yazdırmıştır.58 Hz. Ali’nin ise Yenbu’da bulunan arazisini vakfettiğine dair bir vakfiye yazdırdığı ve vakfiyede bu arazinin satılamayacağını, bağışlanamayacağını ve miras bırakılamayacağını belirttiği nakledilmektedir.59

Hulefâ-i Râşidîn dışında sahabenin önde gelenlerinden olan Halid b. Velîd Medine’deki evini, silah ve zırhlarını, Zübeyir b. Avvâm ise oğullarına ve evlenmemiş kızlarına evlerini vakfetmiştir.60 Peygamber eşleri Hz. Âişe, Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe ve Hz. Safiyye’nin de oturdukları evleri ve mülklerinden bazılarını vakfettikleri bilinmektedir.61

Âişe bt. Sa’d’ın, babası Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın sadakasının hapis olduğunu, satılamaz, hibe edilemez ve miras bırakılamaz şekilde evlenmemiş olan kızlarına bırakıldığını söylemesi ve bu sadakayı mirasa dâhil etmek isteyen vereseye karşı mahkemenin vakıf olarak hükmettiğini vurgulaması, sahabe döneminde vakfın meşruiyetinin mahkeme kararıyla da sabit olduğunun göstergesidir.62 Yine ashâbdan Zeyd b. Sâbit tarafından evlerinin çocuklarına ve nesline vakfedilip, vakfiye olarak da yazdırıldığı; Abdullah b. Zübeyr ve birçok sahabe tarafından vakıf yapıldığı bildirilmektedir.63

Zeyd b. Sâbit’in vakıfla ilgili “Gerek diri ve gerek ölü için vakıftan hayırlı bir şey görmedim. Ölüye sürekli sevap kazandırır, dirinin de malı habs olup satılamaz, bağışlanamaz ve miras kalamaz ve bu sayede mal helâk olmaktan kurtulmuş olur” sözleri ise sahabede bulunan vakıf anlayışını özetler niteliktedir.64

57 el-Buhârî, “Vesâya”, 33.

58 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 10-11.

59 el-Beyhâkî, Sünen, c. 6, s. 266-267.

60 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 12; Yazır, Ahkâmü’l-evkâf, s. 155-156.

61 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 14.

62 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 14.

63 el-Beyhâkî, Sünen, c. 6, s. 266.

64 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 13.

Sahabe döneminde vakıf konusunda icmâ bulunduğunun en net delili ise Câbir b.

Abdullâh’dan nakledilen “Ben Mekkeli ve Medine Müslümanlardan mal ve mülk sahibi olup da vakıf yapmamış hiç kimse bilmiyorum” sözüdür.65 İmam Şâfiî ise vakıf hakkında icmâ bulunduğunu şu sözlerle ortaya koyar. “Muhacirlerden ve Ensâr'dan birçoklarının vakıfları olduğunu biliyoruz. Onlardan çoğunun evladları ve aileleri bu vakıfları devam ettirdiler. Bunu umum böylece nakletti, kimse ihtilâfa düşmedi. Medine'de ve Mekke'de olanların çoğu böyledir. Eskiden beri Müslümanlar sadaka verir ve vakıf kurarlar. Bu hususta hadis nakletmeye çalışmak bir külfettir.”66

Sahabe döneminde yapılmış olan tüm bu vakıfların yanı sıra, tarih boyunca mülk sahibi olmuş içlerinde devlet başkanlarının, yöneticilerin, ticaretle zengin olmuş kimselerin de bulunduğu Müslümanlar’ın vakıf yapma konusunda birbirleri ile adeta yarışmış olmaları bu konudaki icmâ’ın, sağlamlığı konusundaki en büyük işarettir.

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde yapılmış olan vakıf eserlerinin çokluğu bu icmâ’ın bir başka göstergesi sayılabilir.

Muhtaçlara yönelik vakıflar yanında ince düşüncenin, İslâmî ahlâkın bir nişanesi olarak vahşî hayvanlar ya da göçmen kuşlara yönelik vakıfların da kurulmuş olması, Osmanlı’ya vakıf medeniyeti adı verilmesinin haklı göstergeleri olmaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber’den günümüze kadar Müslümanlar arasında vakfa bu denli rağbet gösterilmesi, İslâm’da vakfın meşru olduğunu ve hatta teşvik edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Vakfın meşruiyetine dair bir başka gösterge, Fıkıh mezheplerinin ve müctehidlerin tamamının vakfın meşruiyeti ile ilgili aykırı bir açıklama getirmemeleri, aksine vakfın cevazı konusunda yapılan itirazları cevaplandırmış olmalarıdır. Nitekim İslâm âlimlerinin çoğu vakfın meşruiyetine dair değil, hükümlerine yönelik meseleleri çeşitli hukuki müesseselere benzeterek açıklamışlardır. İmâm-ı Âzam vakfı, ariyeye benzeterek, ariyenin hükümlerini vakfa uygulamış, İmam Ebû Yusuf iskat olarak ele almış ve vakfı köle azadına benzeterek vakfa dair hükümleri buna kıyas etmiştir. İmam

Muhammed ise vakfı, teberru çeşidi sayarak hükümlerini buna göre düzenlemiştir. Bu da vakfın meşruiyetinin kabul edildiği ancak hükümlerinin ne şekilde uygulanacağına dair bir ihtilafın bulunduğunu bize göstermektedir.

Vakfa dair mevcut olan bu icmânın yanı sıra aile vakfına yönelik de sahabe döneminden itibaren icmânın bulunduğu söylenebilir. Bu kapsamda sahabenin yapmış olduğu onlarca vakfın aile vakfı niteliğini taşıması bu kabulü kuvvetlendirmektedir.

Örneğin Hulefâ-i Raşidîn’den Hz. Ebûbekir’in miras olmayacak şekilde Mekke’de bulunan evlerini, neslinden kimselerin oturması şartıyla vakfettiği bilinmektedir.67 Hz.

Ömer’in yapmış olduğu vakıfta ise tevliyet şartıyla önce kendisinin sonra kızı Hafsa’nın ve neslinden gelenlerin yararlanmasına müsaade ettiği anlaşılmaktadır.68

Hz. Osman’ın yapmış olduğu ve vakfiye şeklinde yazarak tescil ettirdiği anlaşılan vakıfta aile vakıflarının meşruiyetinin daha da pekiştiği görülmektedir. Vakfiyesinde Hz.

Osman şöyle yazdırmıştır:

“Bismillahirrahmanirrahim, Bu Osman b. Afvan’ın hayatta iken tasadduk ettiği maldır. Hayber’de İbn Ebi’l-Hakîk’in malı olarak adlandırılan mal Ebân b. Osman’ın oğluna aslının satılmaması, hibe edilmemesi ve miras olarak geçmemesi şartıyla kesin bir şekilde sadaka olarak bırakılmıştır. Ali b. Ebî Tâlib ve Üsâme b. Zeyd de bu sadakaya şahit olmuşlardır.”69

Hz. Ali’nin de yapmış olduğu vakfın meşrûtun lehini Allah yolunda olanlar, yakın uzak bütün akrabalar olarak belirlemesi70 Hulefâ-i Râşidîn tarafından bizzat aile vakıflarına temel oluşturacak vakıfların kurulduğunu göstermektedir.

Sahabe tarafından kurulan vakıfların birçoğunda yine vakıfların aile vakfı olarak kurulduğu görülmektedir. Nitekim Zübeyr b. Avvâm tarafından evlerinin, oğullarına ve evlenmemiş ya da boşanmış kızlarına vakfedilmesi ve evlenmeleri durumunda vakıftaki

67 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 8.

68 Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 13.

69 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 11.

70 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 11.

haklarının kesileceğinin şart koşulması buna örnek gösterilebilir.71 Yine Abdullah b.

Ömer babasından kendisine kalan evini ailesinden ihtiyaç sahiplerinin süknasına vakfetmiştir.72 Muaz b. Cebel kadılığı döneminde, arsasını oğullarına ve oğullarının oğullarına vakfeden adamın vakfına icazet vermiş,73 Zeyd b. Sabit evini çocuğuna ve çocuğunun çocuğuna daha sonra da neslinden gelenlere satılmamak, hibe edilmemek ve miras kalmamak üzere vakfetmiş, kendisi de yapmış olduğu vakfın gelirinden faydalanmayı şart koşmuştur.74 Utbe b. Âmir, Amr b. el-As, Hakîm b. Huzâm gibi birçok sahabenin çocuklarına vakıf yapmaları, aile vakıflarının birçok sahabe tarafından kurulduğunu göstermekte ve meşruiyetini pekiştirmektedir.75

Sahabe vakıflarından birçoğunun aile vakfı olduğuna dair bir başka gösterge ise Sa’d b. Ebî Vakkas’ın yapmış olduğu vakıftır. Kızı Âişe’nin naklettiğine göre, babası Sa’d b. Ebî Vakkâs sadakasını satılamaz, hibe edilemez ve miras bırakılamaz şekilde evlenmemiş olan kızlarına bırakmıştır. Daha sonra bu sadakayı mirasa dâhil etmek isteyen mirasçılara karşın mahkeme malın vakıf olduğunu tescil etmiş ve mirasa dâhil etmemiştir.76

Hz. Peygamber’in hanımlarının yapmış olduğu vakıflar da aile vakıflarının delilleri arasında zikredilebilir. Hz. Aişe tarafından satın alınan bir ev, kendisi için satın aldığı kişiye sadaka olarak nesli devam ettiği müddetçe bırakılmış, onlardan sonra ise Ebûbekir ailesinin yararlanması şart koşulmuştur. Ayrıca şart bu şekilde yazıya aktarılarak vakıf tescil edilmiştir.77

Hz. Peygamber’in bir diğer hanımı olan Ümmü Habîbe, Gâbe isimli arazisini azadlı kölelerine ve onların nesline meşrut olacak şekilde vakfetmiş ve bu şekilde yazıya geçirmiştir. Hz. Peygamber’in diğer eşi Safiyye bt. Huyey ise Benî Abdân kabilesinin

71 el-Buhârî, “Vesâyâ”, 33; el-Beyhakî, Sünen, c. 6, s. 275.

72 el-Buhârî, “Vesâyâ”, 33.

73 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 12.

74 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 13.

75 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 14-15; Sahnûn, el-Müdevvene, c. 4, 423.

76 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 14.

77 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 13.

mensuplarına meşrut olacak şekilde malını vakfetmiştir.78 Hz. Peygamber’in kızı Hz.

Fâtıma’nın da malını Benî Hâşim’e ve Benî Muttalib’e vakfettiği rivâyet edilmektedir.79 Sahabe döneminde hayrî vakıflardan daha fazla aile vakfı kurulduğunu vurgulayarak aile vakıflarının o dönemdeki varlığına işaret eden kimi yazarların bu kabulü de dolaylı olarak aile vakıflarının meşruiyetini göstermektedir.80 Hatta kimi batılı yazarlar tarafından vakıf kurumunun ilk dönemlerdeki aileye ve cihada yönelik kurulan habs uygulamasının genişlemesi şeklinde ortaya çıktığı iddia edilmektedir.81 Bu genişleme iddiasının doğruluğu tartışılabilirse de aile vakıflarının meşruiyetini göstermesi açısından önemli bir tespit olduğu söylenebilir.

Tâbiûn ve sonraki dönemlerde aile vakıflarının vakfa paralel olarak genişlemesi ve son olarak Osmanlı’da zirveye ulaşması da bu vakıfların meşru olmasının yanında toplumsal bir gereklilik olduğunu da göstermektedir. Müslüman toplumların tamamına yakınında aile vakıflarının örf halini alarak geniş bir uygulama alanı bulması bu vakıfların meşruiyeti için ayrı bir delil oluşturmaktadır.

MEŞRUİYETİNE YÖNELİK İTİRAZLAR

Özellikle modern dönemde olmak üzere aile vakıflarının meşruiyetinin sorgulandığı görülmektedir. Bununla beraber aile vakıflarının vakfın kapsamında yer alması nedeniyle tarih boyunca vakfın geneline yönelik yapılan eleştirilerin, aile vakıflarına da yöneltilmiş olacağı düşünülmelidir. Bu kapsamda ilk olarak genel mahiyette vakfın İslâm’a ait bir kurum olup olmadığının tartışılması, aile vakıflarının da bu kapsamda İslâmî bir kurum olup olmadığını gösterecektir. Bu tespitin ardından ise aile vakıflarının bir vakıf olup olmadığına dair tartışmalara değinilmesi aile vakıflarının net olarak meşruiyetine dair hükmün ne olduğunun anlaşılmasını sağlayacaktır.

78 Hassâf, Ahkâmü’l-evkâf, s. 13-14.

79 Beyhâki, Sünen, c. 6, s. 266.

80 Rudolph Peters, “Waqf”, EI, c. 6, s. 60.

Vakfın geneline ya da özel olarak aile vakıflarına yapılmış olsun eleştirilerin iki ana mahiyetinin bulunduğu söylenebilir. Birincisi vakfa dair yukarıda belirtilen delillere yönelik eleştiri ve meşruiyet sorgulamasıdır. İtirazların toplandığı ikinci mahiyet ise çoğunlukla aile vakıflarının, vakfın amacı ile uyumlu olup olmadığına dairdir.