• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM IV: KURAMSAL TARTIŞMA

4.1 Uzam ve Zaman İlişkisi

Bilişsel anlambilime göre kavramlar zihinde yalıtılmış bir biçimde kendi başlarına var olan öğeler değildir; ancak çeşitli artalan bilgileri eşliğinde, bu bilgilerle bir arada var oldukları bağlam içinde anlaşılabilirler. Kavramlaştırmaya dayanak oluşturan bu artalan bilgileri, Langacker (1987) ve Lakoff (1987) tarafından alan [domain] olarak adlandırılmıştır (Clausner & Croft, 1999: 2).

Langacker’in (1991: 3) işaret ettiği üzere, algısal bir deneyim de tek bir kavram da, bir kavramlar kompleksi ya da ayrıntılı bir bilgi sistemi de, birer alandır. Yani, alanlar farklı yalınlık ve karmaşıklıklarda olabilirler. Bununla birlikte, “bilişsel olarak indirgenemez olan gösterimsel uzamlar veya kavramsal potansiyel sahaları” da bulunmaktadır ve yalın denilebilecek olan bu türden alanlar Langacker tarafından temel alanlar olarak nitelendirmektedir (2008: 44). Zaman ile iki ve üç boyutlu uzam da söz konusu temel alanlar arasında yer almaktadır (Langacker, 1991: 4).

Gerek kendi bedenlerimizin gerekse çevremizde yer alan varlıkların uzamsal özellikleri ve bunların birbirleriyle kurdukları ilişkilere dair sahip olduğumuz bilgiler, insan bilişi

açısından oldukça önemlidir. İnsanlar algı ve motor davranışın yanı sıra, hafıza, problem çözme ve planlama gibi bir takım üst bilişsel işlevler için de uzamsal bilgiden yararlanmaktadır (Habel, C. & Eschenbach, 1997: 369). Kuşkusuz, uzamsal bilgiyi sınıflandırma, kavramlaştırma ve ifade etmede kullanılan en önemli üst bilişsel araçlardan biri de dildir.

Bilişsel dilbilimde uzamsal kavramlar zihinsel sözlükçenin temel bileşenleri olarak kabul edilmektedir. Bu görüşün en önemli temsilcilerinden olan Lakoff, Langacker ve Talmy’nin Bilişsel Dilbilgisi [Cognitive Grammar] (veya daha önceki kullanımıyla Uzam Dilbilgisi [Space Grammar]) yaklaşımına göre de, anlamın ve dilbilgisel sistemin temelini oluşturan şey, uzamdır. Bir başka deyişle, ‘mekân’ da denilen üç boyutlu, somut fiziksel çevre ve bununla kurduğumuz etkileşimin sonucu olarak edindiğimiz uzamsal bilgi ve deneyim, dilsel ve dil-dışı bilişin kavramsal altyapısını biçimlendirmektedir (Habel, C. & Eschenbach, 1997: 370).

Bunun yanı sıra, alanyazında zaman ifade eden terimlerin, tarihsel ve kavramsal olarak uzam ifade eden terimleri temel aldığına ilişkin oldukça yaygın bir varsayım bulunmaktadır. (ör. Haspelmath, 1997). Bu varsayımın en temel gerekçesi, zaman alanının somut olan uzam alanına göre daha zor algılanabilir ve kavranabilir olduğunun düşünülmesidir. Buna bağlı olarak da, soyut olan zamansal deneyimi anlamlandırabilmek için somut olan uzam alanı ile kurulan ilişkilerden edinilen bilgilerden yola çıkıldığı kabul edilmektedir (Tenbrink, 2011: 1).

Söz konusu varsayımın dilbilim alanındaki ilk savunucusu olan Clark (1973), uzamsal dilin metaforik geçişler yoluyla zamansal dili ortaya çıkardığını öne sürmüştür. Clark’a göre (1973), zamana ilişkin tüm kavramlaştırmaların altında yatan uzamsal bir metafor bulunmaktadır. Bu metafor, iki ayrı perspektifin bileşiminden oluşmaktadır: Hareket Eden Zaman [Moving Time] ve Hareket Eden Ego [Moving Ego]. İlkinde, zaman gelecekten gelerek bize, yani içinde bulunduğumuz ana yaklaşmakta, buradan da akıp

giderek geçmişe dönüşmektedir. İkincisinde ise, geçmişten geleceğe doğru zaman içinde hareket etmekteyizdir. Görülebileceği üzere, her iki durumda da hareket, yön, doğrultu gibi, uzam alanına ait kavramsallaştırmalar temel alınmaktadır.

Buna bağlı olarak, alanyazındaki tarihsel gelişimi bakımından referans çerçevesi kavramı da aslında öncelikle uzam alanını içermiş olup, ancak on yılı aşkın süredir zaman alanına uyarlanmaya başlanmıştır (Bender vd., 2014: 349). Bender vd. bu çabanın altında yatan nedenleri ve ilgili alanyazını1, aşağıdaki farklı çalışmalarından alınmış paragraflarda kısa ve öz bir biçimde gözden geçirmektedir:

İki alan arasındaki yakın ilişki, başlangıç olarak zaman için uzamsal bir sınıflandırmayı benimseme kararını haklı çıkarmaktadır: Zaman hakkında konuşurken genellikle uzamsal bir söz varlığından yararlanıyoruz (...) Zaman hakkında akıl yürütürken, uzamsal tetikler [primes] zamansal temsilleri [representation] etkileyebiliyor (...) Uzamsal ipuçları, tepkinin biçimi gibi görevden bağımsız uzamsal faktörler (...) kurgusal harekete dayalı tetikler (...) tamamen dil-dışı görevler ile birlikte bile, uzamsal uslamlamayı etkileyebiliyor. Eğer zamansal temsillerde gerçekten de büyük ölçüde uzamsal temsillerden yararlanılıyorsa, uzamsal referans sistemleri (...) zamansal referans sistemlerinin kavramsallaştırılması açısından uygun bir kaynak olabilir (Bender vd., 2010: 285-86).

Nitekim, zaman hakkında dilsel üretimde bulunurken sıklıkla uzamsal bir söz varlığı kullanıyor oluşumuz (...) zaman hakkında akıl yürütürkenki zihinsel temsillerimizin uzamsal ve hayâlî/kurgusal harekete dayalı tetiklerden etkilenebiliyor oluşu (...) zamansal ilişkileri bilişsel olarak uzamsal temsiller cinsinden işlemleme ve uzamsal ilişkilere eşleme eğilimimizin bulunması (...) uzam, zaman ve miktarın, daha genel bir ölçüm sisteminin parçası olabileceği (...) gibi, uzam ve zaman alanları arasındaki ilişkinin ne denli yakın olduğunu gösteren, burada yalnızca bazı örneklerine değinilmiş olan, hatırı sayılır miktarda çalışma bulunmaktadır (Bender vd., 2012: 1).

1 Üç noktalar Bender vd.’nin yaptığı atıflara karşılık gelmektedir.

İşte tüm bu varsayımlara ve gözlemlere bağlı olarak, uzam alanı ve dilsel yansımaları yakın zamana dek zamansal karşılığından çok daha fazla çalışılmıştır. Ayrıca, nesneler arasındaki uzamsal ilişkileri ifade eden söz varlığının, aynı zamanda olayların zaman içinde nasıl konumlandığını ifade etmekte de kullanıldığı gözlemlenmiştir. Hatta, bunun evrensel bir söz varlığı olduğu bile iddia edilmiştir (Zinken, 2010: 2-3).

Dilbilim alanyazında zaman alanına bir geçiş görülmesinde Bilişsel Dilbilim çerçevesinde yer alan Kavramsal Metafor Kuramı’nın [Conceptual Metaphor Theory]

(Lakoff ve Johnson, 1980, 1999) da büyük etkisi olduğu öne sürülebilir. Yakın zamana dek, bu kuram çerçevesinde yürütülen çalışmalarda, zamansal kavramlaştırmaların varlıklar, konumlar ve hareket gibi uzamsal kavramları temel alarak kurulduğu, deneyimlendiği ve anlaşıldığı, çeşitli biçimlerde doğrulanmıştır2.

Lakoff ve Johnson’a göre (1999), insanın kavramlaştırma sistemi, doğrudan doğruya deneyimlere dayalı olan sınırlı sayıda kaynak alan [source domain] üzerine inşa edilmektedir. Soyut düşünceler büyük ölçüde daha somut olan bu kaynak alanlar üzerinden anlaşılabilmektedir. Kavramsal Metafor Kuramı’nın varsayımına göre, zaman gibi soyut alanlara doğrudan algı yoluyla ulaşılamadığı için, bu türden hedef alanlar [target domains] ancak deneyim tabanlı somut kaynak alanlar üzerinden yapılan metaforik eşleştirmeler aracılığıyla anlaşılmaktadır. Metaforik eşleştirmelerin ise

“kaynak alanın bilişsel topolojisini (imge-şeması yapısını), hedef alanın içsel yapısıyla uyumlu olacak şekilde koruduğu” (Lakoff, 1993: 215) kabul edilmektedir. Örneğin, zaman söz konusu olduğunda, fiziksel deneyimler yoluyla ortaya çıkan temel uzamsal ilişkilere ait bilişsel temsiller kaynak alanı oluşturmakta; bunlar da metaforik eşleştirmeler aracılığıyla içsel yapılanışını bozmaksızın zaman alanına uyarlanmaktadır (Kranjec, 2006: 447).

2 Bkz. Boroditsky, 2000; Boroditsky & Ramscar, 2002; Clark, 1973; Emmory, 2001; Fillmore, 1997; Gattis, 2001;

Gibbs, 1994; Goldstone & Barsalou, 1998; Gruber, 1965; Jackendoff, 1983; Lakoff, 1993; Lakoff & Johnson, 1980; Ornstein, 1969; Pinker, 1989, 1997; Talmy, 1988; Traugott, 1978.

Öte yandan, bilişsel bilimlerin farklı alanlarında yürütülen ve bu yaklaşımın yeterli olmadığını ortaya koyan alternatif çalışmaların3 artmasıyla birlikte, zaman alanı da önem kazanmaya ve daha derinlikli bir biçimde ele alınmaya başlanmıştır. Bu güncel çalışmalar, zamansal kavramlaştırmalarımızın uzamsal deneyimlerimizin birer uzantısı olmaktan ibaret olmadığına; tamamen olmasa da uzam ve zamanın kendi özniteliklerine sahip farklı kavramsal alanlar olduğuna ilişkin kanıtlar sunmaktadırlar. Bu yeni bakış açısının öncülerinden olan Antony Galton’ın bu doğrultuda ifade etmiş olduğu üzere (2011: 695):

...Zamanın metafor yoluyla uzamlaştırılması, deneyimimizin önemli bir parçası olan zamanın doğasına hak ettiği değeri hiçbir şekilde verememektedir. Bu türden uzamlaştırmaların bir sınırı olması gerektiği şaşırtıcı gelmeyebilir; fakat bana göre, zamanın uzamla olan benzerliklerini öne çıkaran uzam-zaman metaforlarının cazibesi yüzünden, sorunun diğer yüzü, yani zamanın uzama benzemeyen yönleri nispeten ihmal edilmiştir.

Örneğin, Habel & Eschenbach’a göre (1997), uzam, zaman gibi daha soyut kavramların kendisinden türediği nihai bir kaynak alan değildir. Bu iki alan, bir kaynak-hedef ilişkisi olmaksızın, her birinin bağımsız olarak dilde temsil edilebileceği ölçüde farklılık içermektedir. Diğer bir deyişle, uzam ve zaman arasındaki metaforik geçişler yalnızca bir düzeye kadar işlevseldir ve gerek dil gerekse diğer gösterim biçimleri dahilinde, uzam ve zaman kavramları arasındaki farklılıkların tamamını kapsayamamaktadır.

Örneğin, metaforlar genellikle benzerlikleri vurgulamakta, ancak hem hedef kavramı bütünüyle temsil etmemekte, hem de kaynak kavramın tüm yönleriyle hedef kavrama dönüşmesini sağlamamaktadır (Tenbrink, 2011: 2).

Ne var ki, yalnızca zaman alanına yönelik çözümleme girişimlerinde ilk önce uzama ait özelliklerden yola çıkılıp daha sonra bunların zaman ile ne derece örtüştüklerine

3 Bkz. Bender vd., 2010, 2012; Kranjec, 2006; Tenbrink, 2011; Zinken, 2010.

bakılmasının tek nedeni bu değildir. Zamanın deneyimlenişi her ne kadar bazı yönleriyle uzamdan bağımsız olabilecek olsa da iki alan arasında kuvvetli bir ilişki olduğu tartışmasızdır ve bu bakımdan, insanın uzamı nasıl kavramlaştırdığını da her yönüyle anlamaya çalışmanın yanı sıra, bu iki alan arasındaki ilişkiyi de daima göz önünde bulundurmak son derece önemlidir.

Sonuç olarak, her ne kadar uzamsal temsiller bir dereceye kadar zamansal temsilleri desteklemekte ve yapılandırmakta olsa da zamansal referans nihayetinde uzamsal referansa denk olmayabilir. Referans çerçeveleri üzerinden yürütülen mevcut araştırmaların çabası da bu ikisinin hangi yönlerden kesiştiklerini ve ne dereceye kadar birbirlerinden farklı olduklarını göstermektir.

Uzam ve zaman sorusuna ilişkin alanyazındaki bu bakış açısı değişiminin sonuçları henüz net olmamakla birlikte, genellikle diller ve kültürlerarası farklılıklar bağlamında, dil-düşünce ilişkisi sorununa, yani ünlü Sapir-Whorf hipotezine, daha bilişsel bir perspektiften bir geri dönüş olduğu görülmektedir. Bu çalışma kapsamında ise konunun bu boyutu değerlendirilmemiş olup, yalnızca dil düzeyinde kalınarak, süregelen çalışmaların sağladıkları bakış açısının önemli bir dil sınıfı olan ilgeçlerin anlamsal çözümlemesine ne şekilde katkıda bulunabileceği gösterilmeye çalışılmaktadır.