• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1 Geleneksel Yaklaşımlarda İlgeçler

Bu bölümde, geleneksel alanyazında Türkçe ilgeçlerin ne şekilde ele alındığı anlatılmaktadır. Bu tezin konusu Türkçedeki ilgeçler olduğundan, farklı dillerdeki ilgeçler üzerinden geliştirilmiş olan yaklaşımlara yalnızca genel yönelimleri bağlamında kısaca değinilmektedir. Bunun diğer bir nedeni de geleneksel alanyazın söz konusu olduğunda, ilgeç sınıfının çoğunlukla biçim-sözdizimsel bir kapsamda değerlendirilmesi ve bu bağlamdaki ayrıntıların bu tezin amaçları bakımından odakta olmamasıdır.

İlgeçler geleneksel dilbilim ve tipoloji çalışmalarında ihmal edilmiş bir sınıftır. Sözcük türlerini ele alan pek çok çalışmada ilgeçlerden ya hiç bahsedilmez ya da ‘durum işaretleyicileri’, ‘sözdizimsel belirteçleştiriciler’ vb. gibi basit tanımlamalarla yalnızca üstünkörü bir şekilde değinilirler. Belli başlı ilgeçler üzerine yapılmış çalışmalar bulunsa da bu sınıfın tamamını kapsayan genel değerlendirmelere rastlanamamaktadır (Meira, 2004: 223’ten aktaran Hagège, 2010: 1).

Gärdenfors’a göre (2014: 201), ilgeçler pek çok dilde sınırlı sayıda temsilcisi olan kapalı bir sınıf oluşturmakla birlikte anlamsal olarak çok geniş bir kullanım alanına sahiptirler. Bu anlamsal esneklikleri de ayrıntılı ve eksiksiz bir şekilde çözümlenmelerini güçleştirmektedir.

İlgeçler üzerine herhangi bir inceleme yapılırken, öncelikle durum ekleri ile olan işlevsel benzerlikleri göze çarpmaktadır. Bu iki sınıfı sözdizimsel veya biçimbilimsel

olarak birbirinden ayırmak görece kolay olsa da anlam boyutunda bu kadar açık bir ayrıma gitmek daha zordur.

Durum ekleri ile ilgeçleri birbirinden ayıracak sağlam ölçütlere gereksinim bulunduğuna dikkat çeken Hagège’a göre (2010: 1) ise, alanyazında böylesi ölçütlerin belirlenmesine yönelik kapsamlı bir girişime rastlanmamasının nedeni, ilgeçlerin de durum eklerinin de görevlerinin aynı olması, yani her ikisinin de işlevsel sözdizimsel araçlar olmalarıdır. Buna bağlı olarak da bunların birbirinden ayrılması için sözdizimsel ölçütler yeterli olamamaktadır; biçimsel ve sözdizimsel, anlamsal ve bilişsel, ayrıca bilgisel ve kullanımsal ölçütlerin bir arada ele alınması gerekmektedir.

Bu durum, ilgeçlerle durum eklerinin sıklıkla birbirlerinin yerine kullanıldıkları ve hatta pek çok dilde ilgeçlerle karşılanan işlevlerin durum ekleri tarafından yerine getirildiği Türkçede de oldukça belirgin bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Bu tezde durum eklerine yer verilmemiş olmakla beraber, anlamsal veya kullanımsal olarak denk oldukları ölçüde, bu ikisi arasında bir ayrıma gidilmesi gerektiği düşünülmemektedir.

Bir başka deyişle, biçim-sözdizimsel farklılıklar bağlamında anlamsal olarak da farklılaşabilecekleri kabulünün yanı sıra, aynı işleve sahip oldukları durumlarda en azından denk sayılabilecek bir kavramsallaştırmadan bahsedebilmek mümkündür.

Türkçe üzerine olan alanyazına bakıldığında, ilgeçler çoğunlukla biçim ve köken bilgisi, temel işlevleri, hangi durum ekli tamlayıcıyı istedikleri, tümcede aldıkları görevler ve sözcük türü gibi belli başlı kullanım özellikleri açısından değerlendirilmiştir. Ancak bu çalışmalarda ilgeçlerin işlevleriyle biçimbilimsel, sözdizimsel ve anlambilimsel yapıları arasındaki ilişki ile ilgeç öbeklerinin bağımlı olduğu sözlüksel unsurlarla olan ilişkisinden ortaya çıkan işlev ya da anlamları göz ardı edilmiştir. Oysa ilgeçlerin farklı işlevleriyle sözdizimsel ve anlambilimsel yapıları arasında sıkı bir ilişki vardır.

İlgeçlerin farklı işlevleri belirli biçimbilimsel, sözdizimsel ve anlambilimsel sınırlılıkları gerektirir. İlgeçlerin farklı işlevlerinin ortaya çıkışında, üyeleriyle ilişkilerinin yanı sıra

bağımlı oldukları unsurlarla olan ilişkilerinin de etkili olduğu görülür (Doğan, 2014:

105-106).

Türkçe üzerine yapılmış çalışmalardaki ilgeç tanımlamalarına bakıldığında, bu sözcük sınıfının çoğunlukla kendi başına ‘anlamlı olmayan’, ancak kavramları, sözcükleri veya tümceleri birbirine bağlayan ve bunlar arasında zaman, uzam, tarz, benzerlik, başkalık, denklik, birliktelik, neden-sonuç, miktar, derece gibi anlamsal ilişkiler kuran işlevsel/dilbilgisel birimler olarak kabul edildikleri görülmektedir (Balcı, 2014: 72, 74;

Banguoğlu, 1986: 333; Ediskun, 1963: 357; Ergin, 1993: 329; Gencan, 1979: 440;

Hacıeminoğlu, 1984: 4; Karaağaç, 2009: 157-158; Korkmaz, 2005: 11; Li, 2004: 25;

Oruç, 2011: 534; Yener, 2007: 621). Yalnızca Balcı (2014: 74), yapılmış olan benzer tanımlamalardan farklı olarak, ilgeçleri “dilbilgisel anlamlı sözcükler” olarak nitelendirerek, Bilişsel Dilbilgisi yaklaşımı ile benzerlik gösteren bir değerlendirmede bulunmuştur.

Türkçe alanyazında ilgeçlere ilişkin olarak yapılmış dilbilgisel belirlemelere bakıldığında ise, ad, adıl veya ortaçlardan sonra gelmeleri ve bunları yönetmeleri (Korkmaz, 2009: 1052; Li, 2004: 25) ile işlevsel olarak durum eklerine benzemelerinin (Hacıeminoğlu, 1984: 4) vurgulandığı görülmektedir.

Bunların dışında, geniş tutulmuş ve sınırlandırılmış olarak adlandırılabilecek olan, bir yanda ilgeç sınıfını oldukça genelleyen, diğer yanda ise daha kısıtlı bir çerçevede ele alarak bu sınıfı özelleştiren görüşler bulunmaktadır. Bu bağlamda, özellikle 2000’li yılların öncesine ait alanyazında çoğunlukla geniş tutulmuş sınıflandırmanın hâkim olduğu ve bağlaçların, ünlemlerin, söylem belireyicilerin, soru biçimbirimlerinin ve daha pek çok işlevsel birimin de ilgeç adı altında toplandığı görülmektedir (Delice, 2008: 113; Ergin, 1993: 348; Hacıeminoğlu, 1992: 8).

Bu bakımdan, Soydan’ın da belirttiği gibi (2013: 2246), ilgeç sınıflandırmasının geniş tutulması halinde, çekim ekleri dışında dilde dilbilgisel bir görevi olan neredeyse bütün sözcükler ilgeç olarak değerlendirilmektedir. Öyle ki, ilgeçlerin işlevlerinin neler olduğuna ilişkin betimlemelere bakıldığında, sınırsız denilebilecek bir kapsam ortaya çıkmaktadır (Delice, 2008: 4; Karaağaç, 2009: 160; Oruç, 2011: 537).

Daha dar bir sınıflandırmayı benimseyen tanımlamalarda, ilgeçlerin ‘çekim’ özellikleri üzerinde durulmuş ve bağlaçlar ile ünlemler ilgeç sınıfının dışında tutulmuştur. Bu tanımlamalara göre, ilgeçler kökenleri, yapıları, kullanılış biçimleri ve görevleri göz önünde bulundurularak sınıflandırılmalıdır (Atabay, N., Özel, S., Kutluk, İ., 2003: 115;

Banguoğlu, 2004: 385-387; Korkmaz, 2005: 1049-1057).

Alanyazında karşılaşılan bir diğer ayrım da asıl/gerçek ilgeçler ile ikincil/sahte ilgeçler arasındadır. Bunların ilki, tümleçlerinin -fonolojik olarak açık ya da sıfır- durumlarını yönetmekte olan ilgeçler olarak tanımlanmaktadır. İkinci grup ise, nesneleri ile aralarında tamlayanlık/iyelik bakımından uyum bulunduğu için, ad olarak da ele alınabilen ilgeçler olarak tanımlanmaktadır. Bunlar, sözdizimsel veya anlamsal olarak yüklenen durum belirticilerle birlikte, genellikle konum veya başka uzamsal ilişkileri ifade ederler (ör. bina-nın alt-ın-da).

Dikkatli bakıldığında, ikincil ilgeçlerin aslında adlardan türemiş oldukları görülmektedir. Dolayısıyla, Türkçede adların alabileceği herhangi bir çekim ekini alabilmektedirler. Ayrıca, uyuma bağlı olarak tamlayan/iyelik durumu almaları, bunların yapısal olarak bazı ad öbeklerinden ayrılabilmesini engellemektedir (ör. bina-nın çatı-sın-da) (Ergin, 1993: 633; Kornfilt, 1997: 101).

İlgeç sınıfını tanımlayıcı bir ölçüt olarak kullanılabilecek olan önemli bir özellik, ilgeçlerin tıpkı eylemler gibi üye yapılarına sahip olmalarıdır. Bu konuya Türkçe alanyazında ‘istemlilik’ bağlamında yer veren tek kişi Nuh Doğan’dır. Kornfilt de

ilgeçlerin üye alıp almamasını sınıflandırmasına dâhil etmiştir (Kornfilt, 1997: 100-108).

İstem [valency] “fiillerin, sıfatların ve kimi isimlerin zorunlu ve seçimli sentagmatik tamlayıcılardan belirli sayıda ve tipte gerek duyduğu veya istediği doğal kapasitesidir” (Müller, 2000: 4’ten aktaran Doğan, 2014: 108). Doğan’a göre (2014:

108):

“… istem sadece fiillerin, isim ve sıfatların değil; edatların, daha doğrusu sözlüksel unsurların bir özelliğidir. Edatlar, Türkiye Türkçesinde fiillerden sonra çevresinde istem boşlukları açabilen, belirli söz dizimsel ve anlam bilimsel yapılar kurabilen ikinci derecede önemli istem taşıyıcı sözlüksel unsurlardandır.”

Yukarıda belirtilen bu özellik ilgeçleri sınıflandırmak açısından son derece belirleyici bir ölçüt olabilir. Bu sınıftaki bazı ilgeçlerin birinci istemi zorunlu, ikinci istemi seçimli tamlayıcıyla gerçekleşebilir. Bir ilgecin isteminin zorunlu ya da seçimli gerçekleşmesi işlev değişikliklerine yol açabilir. Seçimli istemler sözdizimsel yapıda olmasa bile dilin mantıksal düzeyindeki varlığı anadili sezgisi yoluyla bilinebilir (Doğan, 2014: 108).

Görülebileceği üzere, Türkçe üzerine yapılmış olan pek çok betimlemede ilgeç sınıfı karmaşık bir görünüm sergilemektedir. Bunun da ötesinde, anlamsal bir tanımlamaya hemen hemen hiç yer verilmemiş ya da çok kısıtlı kalmıştır (Balcı, 2014: 74). Anlamsal tanımlama ile kast edilen, bir sonraki bölümde anlatılan ve her şeyden önce dilbilgisel birimlerin de tıpkı sözcüksel birimler gibi anlamlı olduğu varsayımına dayanan bir bakış açısıdır.

“Dilbilimcilerin nadir olarak hemfikir olduğu bir şey varsa o da dilbilgisinin son derecede karmaşık, hakkıyla tanımlanmasının da oldukça zor olduğudur. Peki, neden bu kadar zor olsun ki?

Bana göre esas neden, dilbilgisinin anlamlı oluşudur.” (Langacker, 2008: 27)