• Sonuç bulunamadı

ULUSLARARASI VE GEÇICI KORUMAYA ILIŞKIN RESMI SÖYLEM

Türkiye’de korumaya ilişkin söylemde “ensar” ve “muhacir” gibi İslami öğretilere dayalı ve mültecilere destek olmanın tarihsel süreçlerini vurgu- layan hegomonik bir söylem dikkat çekmektedir. Bu çerçevedeki söylemin, ulus-devleti sadece “insancıllık”, “cömertlik” ve “büyük bir güç olma” açı- sından inşa etmediği, aynı zamanda göç kabul ve koruma anlamında “misa-

firperverliği” göstermek için dini unsurlara da atıfta bulunduğu görülmekte- dir. Böylece potansiyel toplumsal gerilimlerin azaltılması, Avrupa ülkelerinin kabul politikalarının eleştirilmesi ve Suriye’den gelen kitlesel göçe yönelik ilk yıllara benimsenen açık kapı politikasını meşrulaştırılması da mümkün olmaktadır. Koruma alanında, siyasi aktörlerce “göçmenleri ve mültecileri hoş karşılamanın gurur verici geçmişine” ve pek çok göçmene ev sahipliği yapan Anadolu’nun halihazırdaki “ev sahipliği” misyonu ve “ ülkenin misa- firperverliği”ne sık sık atıfta bulunulmaktadır. Türkiye’ye yönelik göç tarihi, genellikle Türkiye’ye gelen göçmen sayısının vurgulanmasıyla desteklenmek- tedir. GİGM’in resmi internet sitesinde, Türk devletinin çok sayıda göçmene “ev sahipliği yapmaktan gurur duyduğu” izlenimini veren bir “Göç Tarihi” bölümü bulunmaktadır. Bu bölüm, Türkiye’nin göç özelliklerini “Doğu ile Batı arasında köprü”, “AB’ye gitmeyi hedefleyen göçmenler için geçiş nok- tası, “düzenli ve düzensiz göç için cazip bir yer” ve “göç hareketlerinin son durağı” kavramlarıyla tanımlamaktır.”(Gocgov Tarihi, 2019).

Politikacıların ve bürokratların konuşmalarında da aynı tarih, sayı ve kavramlara atıfta bulunulmaktadır. GİGM Başkanı Abdullah Ayaz 2018 yılında yaptığı konuşmada, “Anadolu tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yaptı, göç sayesinde zengin bir tarih yarattı. Şimdi, 190 farklı ülkeden göçmeni ağırlıyoruz” demiştir (Anadolu Ajansı, 2018). Benzer şe- kilde, Cumhurbaşkanlığı’nın resmi web sayfası da ülkedeki Suriyeliler ve Türkiye’de doğan mülteci çocuklara ilişkin rakamlar sunarak Türkiye’nin ev sahipliği misyonu hakkında mesaj vermektedir. Cumhurbaşkanlığı istatistik- lerine göre “Türkiye’de toplam 4,3 milyon mülteci vardır. Bu nüfusun 3,5 milyonu Suriyeli ve 1 milyonun üzerinde çocuk” bulunmaktadır (Presidency, 2019). Sayıların siyaseti rakamlarda belirgindir ve resmi sitede anlatım İn- gilizce olarak hazırlanan ve Türkiye’nin yıllardır dünyada en fazla sayıdaki Suriyeli’ye nasıl bir insancıllık sergilediğini anlatan bir videoyla güçlendiril- miştir (agy.).

Türkiye, çok sayıda Suriyeli mülteciye geçici koruma sağladığı on yıl- lık süre boyunca, mültecilerin korunmasına ilişkin geniş bir siyasi söylem geliştirmiştir. Bu söylem, ayrıca, Türkiye’nin taleplerini belirlerken ulusla- rarası toplumu hedef alan politik bir araç olarak da hizmet etmektedir. Bu çerçevede Umut Korkut şunu savunmaktadır:

Türk siyasi otoriteleri, söylemlere dayalı seçici bir politika izlemiştir. Stra- tejik söylemler aracılığıyla zorunlu göçe dair olarak Suriyeliler “kabul edi- lebilir mülteci” olarak sunulmaktadır. Bu durumda kabul edilebilir mülte- ci, tarih göz önüne alındığında Türkiye için tarihi ve sosyal sorumlulukları ima eden sığınmacıdır (Korkut, 2017, s. 144).

Genel olarak, koruma ile ilgili “insani-medeni ülke” ve “dini temelli ensar-muhacir” söylemi birbirlerini tamamlayıcı şekilde kullanılmaktadır. Genel kamuoyunun aksine Türk siyasetçiler, Suriye’den gelen kitlesel mül- teci hareketinden bahsederken nadiren “göç krizi” ifadesini kullanmakta ve daha ziyade “insani kriz” ifadesine yer vermektedirler (Anadolu Ajansı, 2018). Dini ve vicdani sorumluluk kavramları ile Suriye’de yaşanan insani acılara kayıtsız kalmanın imkansızlığı gibi söylemler, Türkiye’nin açık kapı politikasının gerek meşrulaştırılmasında gerekse de görünür kılınmasında sıklıkla kullanılmış ve kullanılmaktadır.

Türkiye’nin kitlesel mülteci hareketine yanıtı, mültecilere tanınması gerekli olan haklardan ziyade “Suriyelilere ev sahipliği yapmak” olarak ta- nımlanmaktadır. Diğer bir deyişle, “sonuç, herkes için kurumsallaşmış mül- teci haklarını genişletmekten ziyade ‘kabul edilebilir bazıları’nın söylemsel inşasıdır” (Korkut, 2017, s. 44). Bu anlatı, Suriyeli mültecilerin korunmasını, dini bir vazife olarak, insancıllığın, cömertliğin ve misafirperverliğin kanıtı olarak sunmaktadır. Tüm bu kavramlar, güçlü dini ve tarihsel çağrışımlarla desteklenmektedir. Mevcut söylem, Türkiye’nin yükselen gücünü “insancıl- lığın harika bir örneği” olarak çevreleyen geniş siyasi hikaye ile zenginleş- tirmektedir. Örneğin, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun28 dü- zenlediği ortak basın toplantısında, Ahmet Davutoğlu diğer ülkeleri “çok sayıda Suriyeli mültecinin Türkiye’ye geçtiği bir dönemde sessizliklerini korumak”la eleştirmişti (World Bulletin, 2013). Davutoğlu “kendilerinden utanmalılar”diye devam ettiği bu konuşmasında “açık kapı politikası bizim için bir onur meselesidir” ifadelerini kullanmıştır (agy.). Benzer şekilde 2016 yılında, açık kapı poliitkasının artık fiilen terkedildiğine dair birçok gözle- min olduğu bir dönemde dahi Cumhurbaşkanı Erdoğan “Ankara’nın Suri- yeli mültecilere yönelik açık kapı politikası, Batı’nın ikiyüzlülüğünün aksi-

28 Türkiye eski Başbakanı, görev süresi: Ağustos 2014- Mayıs 2016. Daha önce 2009-2014 yılları arasında Dışişleri Bakanı ve 2003-2009 yılları arasında da Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı olarak görev yapmıştı.

ne İslam medeniyetimize olan sorumluluğumuz nedeniyle devam edecek” vurgusunu yapmıştır (Daily Sabah, 2016). Bu söylem aracılığıyla, mülteci kabulüne ağırlıklı olarak güvenlik perspektifinden ve oldukça sınırlayıcı şe- kilde yaklaşan Avrupa karşısında, dönemin siyesetçilerinin kendilerini daha yüksek bir ahlaki zemine yerleştirmeye çalıştıkları görülmektedir (Chemin ve Gökalp Aras, 2017).

Açık kapı politikasının benimsendiği ve Suriye’den gelen mülteci ha- reketinin yoğun olduğu dönemde, Türkiye “meseleleri siyasi ve ekonomik olarak kendi başına halledebileceğini kanıtlamak istediği için insani yardım çabaları için her türlü uluslararası yardımı reddetmişti” (Ahmadoun, 2014; Kirişçi, 2014). Türkiye, uluslararası platformlarda, ülkesindeki Suriyelile- ri barındırmanın maliyetini sıklıkla sayısal olarak paylaşırken, uluslararası topluma da Türkiye’nin güçlü ve büyüyen bir bölgesel güç olarak Ortado- ğu’da demokratik, kapsayıcı ve hayırsever bir Müslüman ülke için örnek bir model olduğunu sürekli vurguluyordu (Gökalp Aras, 2019). Aynı söylem, Türk vatandaşlarının misafirperverliğine atıfta bulunularak toplum düze- yinde Suriyelilerin ve uygulanan açık kapı politikası ile sağlanan koruma- nın kabulü içinde kullanılmıştır. Suriyeliler yakında ülkelerine dönecek olan “misafirler” ve “kardeşler” olarak anılırken, zulümden kaçanlara dayanış- ma ve destek sağlamayı ifade eden ve Arapça bir terim olan “ensar” kavramı da sıklıkla kullanılmaktadır (Haber7, 2014; MFA, 2014). Bu kavramların, Suriyeli mültecilere karşı Türk kamuoyunda sempati yaratmak, ev sahibi topluluklarla Suriyeliler arasındaki potansiyel gerilimi azaltmak ve kalıcı bir ikamet durumunda marjinalleştirilmelerini engellemek gibi amaçlarla da kullanıldığı düşünülebilir. Davutoğlu’nun üç farklı konuşması misafirper- verliğin bu yönlerini ve olası işlevlerini örneklemektedir:

Son dört yıldır aziz yurttaşlarım kardeşlerini kucakladılar, hiçbir şikayette bulunmadan ve dışarıdan herhangi bir maddi destek almadan kalplerini ve evlerini onlara açtılar (BBM, 2015).

Suriyeli kardeşlerimiz kendi memleketlerindeymiş gibi özgürce ve onurlu biçimde yaşıyorlar. Bazı sorunlara rağmen Türk ve Suriye halkı sonsuz bir dostluk ve dayanışma inşa etmiştir. Kamplarda yetmiş bin Su- riyeli bebek doğdu ve kamp dışında doğan bebekler de dahil olmak üzere yüz binden fazla Suriyeli bebek Türkiye’de doğdu. Suriyeli dullar kız kar- deşimiz olduğu gibi tüm Suriyeli bebekler ve çocuklar da kendi çocukları- mız gibidir. Bu, Hazret-i Muhammed’in Ensar kültürünün bir yansıması- dır (Al-Jazeera, 2015).

Türkiye’de “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diye hadise dayalı bir anlayış vardır. Bizler bir bebek soğukta titrerken, huzur içinde uyuyamayız. Bu ahlaki ilkeye uygun olarak Türkiye, bugün en fazla sayıda mülteciye ev sahipliği yapan bir ülke haline gelmiştir. Biz bu konuyu sade- ce bir bağış meselesi olarak göremiyoruz (Anadolu Ajansı, 2015). Dini kaynaklı misafir-ev sahibi söylemi, uzun zamandır kullanılmak- tadır. Ayrıca, ülkedeki diğer göçmenlere ve mültecilere atıfta bulunmak için de bu söyleme yaygın yer verilmektedir. Suriyelilere yönelik ayrımcılığın yaygınlaştığı 2018 yılının sonlarında, GİGM Başkanı Ayaz’ın yaptığı konuş- ma bu kullanıma örnek teşkil etmektedir:

Göç, bizim en büyük zenginliklerimizden biri. Bu hususun bilinmesi ve bu yaklaşımla birbirimizi kucaklamamız çok önemli. Türkiye’de bulunan göçmenler bizim misafirlerimiz. Böylesi büyük bir göçmen nüfusuna ka- pılarımızı açmamız da bizim büyüklüğümüzün göstergesi. Bu sebeple ‘Bü- yüksün Türkiye’ diyoruz. Bu yolla ülkemize, ülkemizi tercih eden göçmen- lere ve de tüm göçmenleri kucaklayan vatandaşlarımıza teşekkür ediyoruz (Anadolu Ajansı, 2018).

Benzer şekilde, Cumhurbaşkanı, 2015 sonrasında net olarak görülen açık kapı politikasının fiilen terkine rağmen, Ankara’nın Suriyeli mültecile- re yönelik açık kapı politikasının, İslam medeniyetinden gelen sorumluluk olduğunu ve Batı’nın ikiyüzlülüğünün aksine devam edeceğini açıklamıştı (Daily Sabah, 2016 ). Ayrıca, “Ölümden ve zorbalıktan kaçan mülteciler, Avrupa şehirlerinde aşağılayıcı muamelelerle karşı karşıya. . . Bu, insan onu- runa zarar veren ve insanlığın vicdanını şok eden utanç verici bir tablo” (TCCB, 2016) ifadelerini de kullanmıştır.

Göç İdaresi Genel Müdür Yardımcısı Gökçe Ok, yakın zamanda, Mart 2019’da entegrasyonla ilgili bir konuşmasında benzer kardeşlik ve mi- safirperverlik söylemini kullanarak tarihe atıfta bulunmuştur.

Bugün burada bizimle olan kardeşlerimiz 100 yıl önce bizim vilayetimiz olan Halep, İdlib, Musul ve Kerkük’ün topraklarından gelen insanlardır. Biz bugün Kerkük’ün türkülerini söylüyoruz, bu türkü hiç bitmeyecek. Bin yıl devam etti, aramızda bir şekilde sınırlar vardı, o sınırlar kaderin bir cilvesi olarak göçle yıkıldı ama oraların toprak bütünlüğüne duyduğumuz saygıyla bugün burada bu kardeşlerimizi misafir ediyoruz. Tahammülü- müz, hoşgörümüz hiç bitmeksizin devam etmeli, geleneksel Türk misafir- perverliğini yaşatabilmenin azmi içinde olmalıyız (DGMM, 2019a).

Korumaya ilişkin olarak mülteci haklarından ziyade siyasetçiler ve bürokratların Suriyelilerin Türkiye’deki eğitim sistemine ve işgücü piyasa- sına erişiminden bahsettikleri görülmektedir (Anadolu Ajansı, 2018). Son yıllarda Suriyelilerin istihdam yaratarak Türkiye ekonomisine katkı sağla- dıkları da giderek daha fazla dile getirilmektedir (agy).

ULUSLARARASI VE GEÇICI KORUMA:

Outline

Benzer Belgeler