• Sonuç bulunamadı

3.2. Küresel Siyaset ve Siyasal Alanda Devlet ve Demokrasi

3.2.2. Ulus-Devleti Aşan Siyaset: Global/Ulus-Ötesi Demokrasi

Yukarıdaki başlıktaki soru işaretinin kaybolduğu, ulus-devlet ötesinde, ulus-ötesi bir siyasetin, yönetimin, karar almanın ve uygulamananın, diğer bir deyişle ulus-ötesi demokrasinin cereyan ettiği bir gerçektir. Eğer devlet egemenliği bir zamanlar düşünüldüğü gibi bölünmez değil, ulus-ötesi aktörler tarafından paylaşılan bir nitelik gösteriyorsa, devletler kendi topraklarının kontrolünü eskisi gibi sağlayamıyor, politik ve alansal (territorial) sınırlar geçirgenlik gösteriyorsa; ulus-devlet sisteminin demokratik teoriye ve pratiğe soktuğu, kendi kendini yönetme, halk/demos nosyonu, rıza, temsil, halk egemenliği gibi demokratik özgürlüğün çekirdeğini oluşturan kavram ve ilkeler de tartışılır hale gelmiştir (Habermas, 2001, s. 61). Hatta klasik anlamda devlet egemenliği, sadece ulus-ötesi örgütler tarafından değil, diğer büyük devletlerce de kısıtlanmaktadır. Bununla birlikte; Avrupa Parlamentosu, NATO, DTÖ’nün karar verici mekanizmaları gibi devlet-üstü aktörler biçimsel anlamda egemenliğin gerilemesine neden olmuştur (Cunningham, 2002, s. 203).

Küreselleşme süreci ile birlikte73 ulus-devletlerin egemenliklerinin aşındığı genel kabul gören bir gerçek olmakla birlikte, devletlerin de kendi ekonomik, politik ve askeri güçleri ve siyasal gelenek bağlamında bu süreçten farklı biçim ve derecelerde etkilendiği aşikârdır. Örneğin, ulus-devlet kuruluşu aşamasını dünyanın diğer devletlerine göre daha erken bir evrede yaşamış, güçlü Batılı devletler ile gelişmekte olan ülkelerin küreselleşmeye verdikleri tepkiler farklıdır. Birinci gruptaki ülkeler küreselleşme sürecine yön veren, ondan karlı çıkanlar olmakla birlikte ikinci gruptaki ülkeler ekonomik kriz ve yetersiz kaynaklar

73

Çalışmada pek çok “küreselleşme ile birlikte” biçiminde başlayan cümle bulunmaktadır; fakat küreselleşmenin buradaki kullanımları onun tarihsel bir sürecin birikimi olduğu yönündedir; öncesiz-sonrasız, tamamıyla yeni, mutlak bir olgu olduğu yönünde değil…

yüzünden ulus-ötesi finansal kuruluşlara daha bağlı ve bağımlı hale gelmektedir (Sağır, 2004, s. 95–96). Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan ulus-üstü ekonomik, politik, yargısal yönetimin ya da “sağ ve sol karşıtlığının üstüne çıkan yükselen bir değer olarak demokrasinin” belli başlı ülkelerin güdümünde olması da şaşırtıcı değildir. Ulus-devleti aşan bir siyasetin olduğu bir gerçek olmakla birlikte, buna şekil veren ulus-ötesi kurumları maddi ve ideolojik olarak kontrol kapasitesi bulunan devletler önplana çıkmaktadır.

Demokrasinin ölçeğindeki bu değişim ve genişleme onun ilişkiye girdiği, karara bağladığı sorunların ölçeğindeki büyümedir. Demokrasinin ulus-devlet sınırlarından ‘taştığı’ gerçeğinin diğer bir yansıması da, ulus-üstü platformda demokrasinin alacağı biçimler ya da genel hatlarıyla onun cereyan ediş kapsamı ve biçimidir.

Tablo 3.2 Küresel Demokrasi Modelleri

Model Halkın Ölçeği Demokratik İlke Kurumsal Tasarım

Hükümetlerarasıcılık Ulusal/Uluslararası halk/lar

Örgütler Bölgesel ya da

Evrensel Çok- Taraflılık

Küresel Yönetişim Ulus-ötesi Halklar Paydaşlar Hibrid Ağlar

Küresel Devlet Küresel Halk Tam-Kapsayıcılık Federal Bütünleşme

Kaynak: Marchetti, 2012, s. 23.

Yukarıdaki tablo küresel siyasetin kapsamını ve niteliklerini üç ana hatta özetlemektedir: Hükümetlerarasıcı (intergovernmental) modelde kendi ülkeleri ve sınırları üzerinde siyasal hâkimiyete sahip alansal devletler birincil aktörlerdir. Halk (demos) ise anılan politik birim içerisinde tanımlanır ve hareket eder. Bununla birlikte; yapı taşlarını devletlerin oluşturduğu uluslararası sistemde, devletlerin bir araya gelerek oluşturdukları örgütler AB, NAFTA (Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması/North American Free Trade Agreement) gibi bölgesel, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası gibi uluslararası özellik gösterebilir. Küresel yönetişim modelindeyse (global governance) politik birimlerin yetki alanlarının birbirleriyle çakışması yaşanmaktadır. Diğer bir deyişle; devletin alansal politik gücünün gerilemesi, ortaya çıkan boşluğun başka devletler ile bölgesel ve uluslararası politik otoritelerce doldurulmasına neden olmaktadır. Yanı sıra, ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri (INGO-International Non-Governmental Organizations) de yönetim sürecinde etkili aktörler olarak belirmekte ve küresel siyasetin aktörleri birbirlerine hibrid bağlarla

bağlanmaktadır. Küresel devlet ya da dünya hükümeti modeli olarak bilinen durumda ise politik sınırlar kürenin sınırlarıyla bir olmuştur. Bu yüzden demos parçalı değil bir bütündür ve kararları etkileme ve kararlardan etkilenme anlamında tam bir kapsayıcılık bulunmaktadır. Elbette ki, bu modelde tüm dünyanın tek bir politik birim tarafından yönetilmesi pratik olarak imkânsız olduğundan, söz konusu olan federe birimlerin oluşturduğu federal bir yönetim süreci ve aygıtıdır (Weiss, 2000, s. 12 & Marchetti, 2012, s. 24).

Bu üç model; teorik anlamda çalışmanın önceki bölümlerinde anlatılan ulus-ötesi demokrasi teorilerini ve tarihsel anlamda küresel siyaset biçimlerini de özetlemektedir: Hükümetlerarasıcılık; ulus tabanlı liberal-demokrasilerin oluşturdukları bir dünya sistemi tasavvuruyla teorik olarak liberal enternasyonalizme, tarihsel olarak 1914–1945 arası döneme işaret etmektedir. Küresel yönetişim modeli; teorik olarak kozmopolit demokrasi yaklaşımına, tarihsel olaraksa, 1945–1990 dönemine tekabül etmektedir. Küresel devlet modeli; teorik açıdan radikal demokratik çoğulculuk, sosyalist-enternasyonalizm ve anarşist kurama yaklaşmaktadır. Zira bu üç teorik pozisyon devlete ve demokrasiye yaklaşımlarında doğrudanlığa ve tam kapsayıcılığa yaptıkları vurgu ile küresel yönetimi andırmaktadır. Tarihsel olarak bu model, 1990’lardan sonra başlayan ve gittikçe ivmelenen iktisadi, politik, sosyal ve kültürel bütünleşmeyi imlemektedir, denilebilir. Bununla birlikte; söz konusu bu teorik yaklaşımları ve tarihsel dönemleri birbirlerinden tamamen bağımsız/kopuk kompartımanlar olarak düşünmek yanlıştır. Hükümetlerarasıcı modelin ağırlıklı olduğu konular bulunduğu gibi, küresel yönetişimin de geçerli olduğu politika alanları bulunmaktadır. Dünya üzerinde politik olarak federal bütünleşme modeli, AB’nin hususiyetleri göz ardı edildiğinde, henüz gerçekleşmemekle birlikte Leslie Lipson’un güzel bir şekilde ifade ettiği gibi, “Bir çağın fantezileri bazen bir sonrakinin gerçekleridir.” (Zira poliste yaşayan Yunanlılar için Roma İmparatorluğu, 13. Yüzyıl’da Papa için ulus-devletler sistemi bir hayaldi.)

“Tepesinde düzenleyici bir yönetsel aygıtın bulunmadığı 200 ayrı devlete sahip bir dünya tehlikelir” diyen Lipson, ulus-devletler sistemini kaotik bulmakla birlikte, yukarıda köken kısmında anlatıldığı üzere, polisten imparatorluklara ve ulus-devletlere uzanan sürecin bu sefer küresel çapta küre-bölge devletlere ve nihayetinde dünya hükümetine uzanacağını öngörmektedir. Şöyle ki; II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da AKÇT ile ortaya çıkan ekonomik ve politik bütünleşme süreci Avrupa Birliği gibi bir bölgesel bir devlet-benzeri politik kurumla devam etmektedir. Asya’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da buna yönelik girişimler ve kurumlar olmuştur fakat AB kadar somut adımlar atılamamıştır. Söz konusu bu

bölge devleti modeli, küresel yönetime ya da dünya hükümetine geçişte bir köprü rolü oynayacaktır (Lipson, 2005, s. 375–376).

Yukarıdaki bu modellere “ya/ya da”74 terimleriyle yaklaşılmaması gerektiğini söyleyen Carol Gould, siyasal birimler olarak egemen bağımsız devletlerin sürdürüldüğü bir sistemde (hükümetlerarasıcılık modeli) demokrasiyi küreselleştirmenin imkansız olduğunu; dünya hükümeti sisteminin de, gücün merkezileşmesi ve küresel bir tiran olasılığı nedeniyle istenmeyen bir opsiyon olarak addedildiğini söylemektedir. Gould’a göre bu iki ucun arasında ulus-ötesi demokrasi bulunmaktadır. Avrupa Birliği gibi bölgesel bütünleşme hareketlerini, ulus-devletlerin toplamı olarak gören yazara göre, esas vurgu sınırları aşan (cross-border) toplulukların ve kurumların birbiriyle ilişkiye geçmelerindedir. Ulus-devlet tecrübesinden hareketle belli bir politik birim, halk (demos) ve kamusal alan gereksinen ulus-ötesi demokrasinin kapsayıcılık ve etki bağlamında zorluk yaşayayacağını da belirten yazar, bunun ortak etkinliklere ilişkin kararlar bağlamında ve temel insan hakları çerçevesinde aşılabileceğini de eklemektedir. Ortak etkinlikler (çevre, göç, uluslararası adalete ilişkin konular gibi) üzerine alınan kararlarda tam bir katılım olmasa bile, temsille bu sorunun üstesinden gelinebileceği gibi, konular da temel insan haklarıyla kısıtlı olacağından her konu ve sorunda anılan problemlerle karşılaşılmayacaktır. Yanı sıra yazar; kozmopolit demokrasi kısmında belirtildiği gibi, kısa vadede daha demokratikleştirilmiş ve küresel bölgelere göre doğrudan temsile dayanan bir kurumun (Halklar Meclisi/Global People’s Assembly) BM’de kurulabileceğini de söylemektedir (Gould, 2009, s. 25–26 ).

Sonuç olarak; ‘iyi ya da kötü’, ulus-devlet küresel siyasette aşılmaya başlayan bir aktördür fakat idari yürütme ve koordinasyon anlamında güçlüdür. Başka bir deyişle; hükümetleşen devletlerden ya da ulus-ötesileşen devlet aygıtından da bahsedilmektedir. Bununla birlikte; siyasetin demokraside ve demokrasinin siyasette oynadığı en önemli rollerden olan dağıtıcı, yeniden-dağıtıcı, bölüştürücü, düzenleyici ve denetleyici siyasaların yapılması hususları da ulus-devletlerin geri çekilirken bıraktıkları önemli enstrümanlardır. Söz konusu bu alan ve enstrümanların sahne aldığı yer ulus-ötesi alandır ve aktörler; uluslararası örgütler, hükümetlerarası/ötesi kurumlar ve ağlar ile birlikte ulus-ötesi yönetişim ve sivil toplum kuruluşlarıdır. Aşağıda bu alan ve özellikleri, çalışmanın biçim kısmındaysa söz konusu aktörler değerlendirilecektir.

74 Çalışmanın başında “az/çok” ve “ya/ya da” terimleriyle ilgili kısa bir tartışma yapılmıştır. Bununla birlikte,