• Sonuç bulunamadı

Demokrasi önüne hangi sıfatı alırsa alsın, ona yönelik eleştiriden her nevi ve özellikteki demokrasi etkilenmektedir. Yukarıda anlatılan demokrasi eleştirisinden kendi payını alan ulus-ötesi demokrasi de, teorik ve felsefi anlamda olduğu kadar, pratik alandaki duruşu ve uygulamalarıyla eleştirilmekte, sorunları ve kısıtlılıkları üzerinde durulmaktadır. ‘Bildiğimiz anlamda demokrasinin’ kapsamına/ölçeğine ve biçimine/prosedürlerine; küreselleşen ekonomi ve ticaret gibi olgulara, sınır tanımayan siyasal (terör gibi), toplumsal (yoksulluk, göç gibi) ve çevresel (nükleer enerji, iklim değişikliği ve küresel ısınma gibi) sorunlara ve onların çözümlerine dikkat çekerek bir ‘açılım’ ve eleştiri getiren ulus-ötesi demokrasi, hem

kendi içindeki zorluklar ya da açmazlarla hem de ulusal/yerel siyasete yansıttıklarıyla önemli yapısal sorunlar ve kısıtlılıkları da içermektedir.

Yukarıda bahsedilen bu sorunlar da sadece siyasal sınırların ötesinde, küresel bir nitelik göstermemekte; birbirlerine olan bağlantılılıkları da onları daha geniş bir çerçevede düşünmeyi gerekli kılmaktadır: Örneğin; bir nükleer santralin kurulması, onun en başından neden olduğu ‘enerji mi, silahlı mı?’ tartışmasının tetiklediği siyasi bir güvenlik sorununun yanında96, olası çevresel yıkım ve toplumların sağlığı üzerindeki etkileriyle birlikte çok

boyutlu, ‘entegre bir problem’ olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda; ulus-ötesi karar almanın ve uygulamanın, yani ulus-ötesi demokrasinin gerekliliği açık ve meşru bir zemine otururken, uygulamadaki zorluk da gözler önüne serilmektedir. Diğer bir deyişle, anılan problemler hem kapsam olarak genişlemiş, hem de nitelik olarak karmaşıklaşmıştır.

Kapsamı genişlemiş, içeriği karmaşıklaşmış küresel sorunların demokratik meşruiyet çerçevesinde çözüme ve uzlaşıya kavuşturulması noktasındaysa, ulus-ötesi demokrasinin ‘işi zor’ görünmektedir. İzleyen başlıklarda; ulus-ötesi demokrasinin küresel düzlemde karşılaştığı zorluklar ya da ‘huzursuzluklar’ ile birlikte ulusal ve yerel düzlemde demokrasiden uzaklaşma eleştirisi değerlendirilecek ve küresel yönetimin, siyasetin içerisinde bulunan aktör asimetrisi eleştirel bir bakış açısıyla ele alınacaktır.

5.2.1. Küresel Düzlemin ‘Huzursuzlukları’: Karmaşa, Belirsizlik ve Yaptırımsızlık

Ulus-ötesi demokrasinin iddialı yenilikleri kapsam ve biçimdedir. Radikal kuramları bir yana koyarsak; ulus-ötesi demokrasinin, devrimsel bir politik ölçek re-kalibrasyonu ısrarı olmasa da, siyasal coğrafyanın yeniden şekillenmesinde ulus-devletlerin direnişi söz konusudur. Zira bu tepkisel direniş, örneğin milliyetçiliğin hatta ırkçılığın körüklenmesi şeklinde de kendini göstermektedir. Köken kısmında belirtildiği gibi faşizm; aydınlanma değerlerine, modernleşmenin ilkelerine ve 19. Yüzyıl’ın serbest uluslararası ticaret rejimine geç verilmiş bir tepki olarak doğmuştur. Neo-faşizm de; post-modern öğelere, akışkan ve hızlı zamanlara ve dizginsiz bir küresel kapitalizme tepki olarak yükselmektedir. Küresel siyasetin böylesi sorunları konjonktürel olabileceği gibi onun yapısal özelliklerinden de nüksetmektedir.

96 Öyle ki; bugün insanoğlu kendi türünün varlığını ve geleceğini tehdit eder seviyede bir nükleer silah

teknolojisine sahiptir. Nükleer silahın kendine has özelliği ise, uluslararası ilişkiler literatüründe “karşılıklı mahvolma” (mutually assured destruction-MAD) olarak bilinen bir problemi ortaya koyuşundadır: Bir ülkenin, nükleer silaha sahip diğer bir ülkeye saldırması bir çeşit ‘çılgınlık’ olarak değerlendirilmektedir zira saldırılan ülkenin de saldırgan ülkeyi mahvetme kapasitesi bulunmaktadır ki bu ülkeler arasında tehlikeli bir denge olarak da nitelendirilmektedir.

Küresel düzlemdeki demokrasinin, ulus-ötesi demokrasinin sorunlarını ya da yaşadığı ‘huzursuzlukları’ (discontents) daha iyi görebilmek için, onda olması gereken özellikleri sıralamak gereklidir: Küresel düzlemde demokrasi; (a) dünyadaki bütün bölgeleri kapsamalıdır, (b) küresel düzeydeki sorunların çözümde yetkilendirilmiş ulus-üstü kurumlara sahip olmalıdır, (c) söz konusu bu kurumlar vatandaşların temsilcilerinden oluşmalı ve onlara hesap verebilir konumda bulunmalıdır, (ç) bununla ilgili olarak tüm dünya vatandaşlarının ve onların içerisinde bulundukları politik birimlerin dengeli temsilini geliştirmeli, ilerletmelidir, (d) olağanüstü ve hayati konular dışında veto hakkının kullanılmadığı, bağlayıcı kararlar alabilmelidir, (e) ulus-üstü/ötesi yargı mercilerinin yaptırım gücünü arttırmalıdır ve (f) merkezileşmiş zor araçlarını kullanmadan karar ve kurallara riayeti sağlayabilmelidir (Koenig-Archibugi, 2008, s. 5).

Yukarıda bahsedilen bu ‘ideal’ ilkeler; karmaşa, belirsizlik ve yaptırımsızlık başlıkları altında değerlendirilebilir: Üst-üste gelen, çakışan (overlapping) yönetsel birimler/kurumlar ve aktör çeşitliliği ile birlikte gelen karmaşa (a ve b), sorumluluk ve hesap verilebilirlik ve öngörülebilir anlamında belirsizlik (c ve ç), yaptırımsızlık konusundaysa (d, e, ve f) maddeleri ulus-ötesi demokrasinin yapısal sorunlarına, olması gerekeni ortaya koyarak, işaret etmektedir. Biçim kısmında anlatıldığı üzere uluslararası örgütlerden (BM, IMF, DB, DTÖ gibi) hükümetlerarası ve ötesi kurumlara (Avrupa Komisyonu, G-8, G-20, Basel Bankacılık Denetleme Komitesi gibi) ve ulus-ötesi yönetişim ve sivil toplum kuruluşları (Gıda Kodeksi, Uluslararası Af Örgütü, Greenpeace gibi) değin ulus-ötesi demokrasinin pek çok aktörü bulunmaktadır. Yanı sıra; çok-uluslu şirketler, ulus-ötesi diasporalar ve hayır kurumları da anılan bu üçlü şemsiyenin altında bulunan ve çeşitlilikle birlikte karmaşayı da arttıran kurumlardır.

“Modern Demokrasi Tartışmaları” başlığında bahsedilen ve demokratik teoriye önemli katkılarda bulunmuş R. Dahl da uluslarararası ya da ulus-ötesi bir demokrasiye ilişkin şüphelidir ki argümanını ortaya koyduğu demokratik ilkelerin ulus-ötesi demokrasi açısından nesnel/yapısal koşullarla kısıtlı olduğuna dayandırmaktadır. Birinci sorun olarak, Dahl, ulus- devlet seviyesinin üstünde bulunan örgütlerin demokratikliğini, ikinci olaraksa, küreselleşmeyle birlikte aşınan ulus-devletin kapasitesini ortaya koymaktadır (Dahl, 2005, s. 194). Zira köken kısmında belirtildiği gibi, nasıl ki şehir/bölge-devletleri kendilerinden daha büyük ulus-devletlere tabi hale gelmiştir, küreselleşmeyle birlikte ulus-devletlerin de ulus- ötesi aktörlere uyum ve bağlılığı söz konusudur.