• Sonuç bulunamadı

4.2. Ulus-Ötesi Demokraside Aktörler, Süreçler ve Mekanizmalar

4.2.3. Ulus-Ötesi Yönetişim ve Sivil Toplum Kuruluşları

İlgili başlıkta ve yukarıda Tablo 12’de gösterildiği üzere ulus-ötesi yönetişimin uluslararası boyutundan farklı ama ondan ayrı olmayan ulus-ötesi bir düzlem de bulunmaktadır. Bu düzlem üzerinde var olan, yükselen kuruluşlar yine tabloda gösterildiği gibi; hükümetlerötesi kuruluşlar, tahkim makamları, çok paydaşlı inisiyatifler, gönüllü düzenleme örgütleri ve mali mekanizmalar gibi alt kategoriler içerisinde değerlendirilebilmektedir. Aşağıda; çok taraflı inisiyatiflerden “Çocuk Felcini Yok Etme Girişimi” (Global Polio Eradication Initiative), gönüllü düzenlemelerden “Gıda Kodeksi” (Codex Alimentarius), mali mekanizmalardan ise “Karbon Denkleştirme” (Carbon Offsets) ile birlikte “Uluslararası Af Örgütü” (Amnesty International) ve “Greenpeace” ele alınacaktır.

–Çocuk Felcini Yok Etme Girişimi: 1988 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO)

karar organı olan Dünya Sağlık Meclisi tarafından kurulan girişim, her ne kadar BM ve üye devletlerle bağlantılı bir şekilde oluşturulmuşsa da ilgi alanı ve yapılanması itibariyle sivil toplum alanındadır. Girişimin temel amacı; adından da anlaşılacağı gibi, çocuk felcini yok etmek ve söz konusu bu hastalığa yol açan şartları ortadan kaldırmaktır. Örgüt kurulduğundan beri, söz konusu bu hastalıkla savaşımda %99 başarı sağlanmış, eğer müdahale edilmese felç olacak ve bir daha yürüyemeyecek olan 10 milyon insan girişim sayesinde kurtarılmıştır. Dolayısıyla girişim, geriye kalan %1’i de kurtarmak üzere faaliyet göstermektedir. Bunu yaparken girişimin dayandığı dört temel sütun bulunmaktadır: Rutin aşılamanın sağlanması,

ek aşılamanın yapılması, denetim ve kitlelerin hastalık konusunda bilinçlendirilmesi (www.polioeradication.org).

Girişimin; Dünya Sağlık Örgütü’nden Bill ve Melinda Gates Vakfı’na, Avrupa Komisyonu’ndan bağış sağlayan tekil ülkere değin pek çok paydaşı bulunmaktadır. Bu özelliğiyle girişim, insani boyutu olan küresel sorunların çözümündeki ortalığın çeşitliliğini göstermesi konusunda iyi ve başarılı bir örnektir. Girişimin yönetimi de aynı çeşitliliği sergilemektedir: Çocuk Felci Gözlem Kurulu paydaşların başkanlarından oluşmakla birlikte yılda 4 kez toplanarak girişimin ajendasını oluşturmaktadır. Bağımsız Denetim Kurulu ise; sağlık bakanlarından ilgili uzman doktorlara ve sivil toplum temsilcilerine kadar farklı bir kompozisyon sergilemekte ve ilgili oldukları konularda paydaşlarla birlikte toplantı yapmakta ve raporlar hazırlamaktadır. Girişim içerisindeki Partnerler Kurulu ise paydaşların bir çeşit sesi niteliğinde olup yılda en az iki kez toplanmaktadır; uzun ve kısa vadeli stratejilerin belirlenmesinde önemli yeri bulunan paydaşlar kurulu düşünce ve önerilerini gözlem kuruluna iletmektedir (www.polioeradication.org).

Sağlık konusunda böylesi önemli bir girişimin küresel siyaset ve ulus-ötesi demokrasiye yeni bir pencere açtığı da söylenebilir87

. Zira girişim ilgilendiği konuda yukarıda da belirtildiği üzere %99’luk bir başarı yakalamıştır. Girişimin oluşturulduğu 1988 yılında çocuk felci vakası 350.000 iken, 2009 yılında rapor edilen vaka sayısı 1606’ya inmiştir. Zaten girişimin başarısı ve ulus-ötesi işbirliği ve demokrasiye katkısının temelinde de anılan amaç ve bu olgusal veri bulunmaktadır: Çocuk felcini yok etme misyonu hiçbir devlet ayrımı olmaksızın ve her devlete belli sorumluluklar yüklemek suretiyle kapsayıcılığı sonuna değin genişletmekte ve bütün kürenin dâhil olduğu bir ‘koordinasyon oyunu’ ortaya koymaktadır ki bunun tersi bir durumun doğuracağı sonuç, tarafların ya da paydaşların zararlı çıktıkları bir çeşit ‘mahkûm ikilemi’dir. Bunun yanında; girişimin de eleştiri aldığı konular bulunmaktadır. Örneğin; çoğunluğu kamu paydaşlarından gelen paralarla oluşan bütçenin uygun maliyetli (cost-efficient) kullanılmadığı bunlardan birisidir (Koenig-Archibugi, 2011, s. 172–174). Yine de girişim ilgilendiği konunun insani boyutu ve ortaya koyduğu yatay-paydaş örgütlenme modeli ile dikkate değer bir ulus-ötesi yönetişim ve sivil toplum girişimidir.

87

Ulus-ötesi demokrasi kuramlarından kozmopolit demokrasinin de vurguladığı gibi, küresel siyaset ve demokrasi konu-odaklı bir zeminden yükselecektir. Bu anlamda insani boyutu olan böylesi sorunlar etrafında küre-politik karar almak daha kolay ve daha demokratik olmaktadır, denilebilir.

–Gıda Kodeksi (Codex Alimentarius): Gıda Kodeksi Komsiyonu ya da diğer adıyla

Codex Alimentarius Komisyonu klasik anlamda bir sivil toplum kuruluşu olmamakla birlikte, faaliyet alanının önemi ve organizasyonel yapısı itibariyle hükümetlerarası yapısının önüne geçmekte ulus-ötesi yönetişimin önemli bir parçası olmaktadır. Komisyonun toplantıları da sadece tarım bakanlarının başını çektiği değil, özel sektördeki paydaşların, çok-uluslu gıda şirketlerinin, ilgili uzmanların da dâhil olduğu bir prosedürdür. Dahası, komisyonun koyduğu standartlar DTÖ tarafından da benimsenmekte ve çiftçilerle birlikte ilgili diğer sektörlerdeki üreticilerin de davranışlarını etkilemektedir. Kodeksin tüm dünyadaki tüketicileri etkilemesi, komisyonun öneminin diğer bir göstergesidir (Büthe ve Harris, 2011, s. 219).

Gıdayla ilgili uluslararası standartlar oluşturmanın tarihi 20. Yüzyıl’ın başına değin gitmektedir. İlk defa 1903 yılında Uluslararası Sütçülük Federasyonu tarafından süt ve süt ürünleri için uluslararası standartlar getirilmiştir ki bu sonraları kodeksin oluşturulmasındaki en önemli itici faktörlerden birisi olmuştur. İlkin bölgesel/kıtasal çapta kodeksler ortaya konmaya başlanmış ve nihayetinde Kodeksi belirleyen komisyonun kurulması 1963 yılında BM Gıda ve Tarım Örgütü ile WHO’nun ortak kararı çerçevesinde gerçekleşmiştir. İlgili komisyondan önce kodeksin ne anlama geldiğini açıklar, basit bir tanımını verirsek: Codex

Alimentarius; tarım faaliyetleri ve gıda ürünlerine yönelik uluslararası standartlar ve iyi

uygulamaları içeren bir rehber ve öneriler bütünüdür. Bunun içerisinde; gıda hijyeninden tarımsal ve hayvansal ilaçların üründe kalan miktarına, ürünün paketlenmesi ve etiketlenmesinden ürünün içerisindeki katkı maddelerine değin çeşitli oran, standart ve uygulamalar bulunmaktadır (FAO/WHO, 2006, s. 6–7 & 10–11).

Söz konusu bu standartların geliştirilmesinden kodeksin adıyla anılan ve yukarıda belirtildiği gibi BM Gıda ve Tarım Örgütü ile WHO’nun koordinasyonuyla işleyen Gıda Kodeksi Komisyonu sorumludur. Komisyonun AB gibi bir ulus-üstü aktör ile birlikte 186 tane üye ülkesi bulunmaktadır. Yanı sıra komisyonda; 15’i Birleşmiş Millletler kurumlarından, 52’si hükümetlerarası organizasyonlardan ve 157’si sivil toplum kuruluşlarından olmak üzere 224 gözlemci bulunmaktadır. Komisyonun toplantıları bütün ülkere ve katılmak isteyen bütün kişi ve örgütlere açıktır fakat bunun için formal bir başvuruda bulunmak gerekmektedir. Komisyonunun üye sayısı ve üye çeşitliliği onun ne kadar önemli bir ulus-ötesi aktör olduğunun da bir göstergesidir. Komisyonun altında çeşitli komiteler bulunmaktadır. En önemli komite olan yürütme komitesi, coğrafi temsile dayalı temsilcilerden oluşmakta; Afrika, Asya, Avrupa, Latin Amerika ve Karayipler, Yakın Doğu, Kuzey Amerika ve Güney Batı Pasifik bölgelerinden birer ülke komisyon tarafından temsilci

olarak belirlenmektedir. Bunun yanında komisyonun altında; katkı maddeleri, kirletici maddeler, gıda numuesi alma ve analizi gibi spesifik konularla uğraşan komiteler de bulunmaktadır. Bu komitelerin yanında; yukarıda bahsedilen yedi bölgenin kendilerine ilişkin, kendilerinin yürüttüğü komiteleri de bulunmaktadır (www.codexalimentarius.org).

Komisyonun temel görevi olan standart oluşturma prosedürü ise izleyen şu aşamalardan oluşmaktadır: Standart oluşturma ya da var olanı gözden geçirme aşaması, ilgili komitenin ya da üye taraflardan birinin komisyonun yürütme komitesine yaptığı öneri ile başlamaktadır. Bundan sonraki adım öneriye ilişkin ilk tasarının sekreterlik (genellikle üye bir ülke) tarafından hazırlanması ve ilgili uzmanlara sunulmasıdır. İlk tasarı üye ve gözlemci ülkelerin değerlendirilmesine sunulduktan sonra, Kodeks Komitesi tasarıyı tartışmaktadır. Sonrasında yürütme komitesine aktarılan tasarı, kabul için Gıda Kodeksi Komisyonu’na gönderilmektedir. Yine de süreç burada bitmemektedir, zira tasarı ikinci bir okuma/yorum ve gözden geçirme için sırasıyla komisyon tarafından uluslararası sivil toplum kuruluşlarına ve ilgili komiteye gönderilmektedir. Nihai aşamada karar verici komisyondur; tasarıyı kabul edebileceği gibi düzeltilmesi, değiştirilmesi veya reddi için anlatılan bu prosedürü geri sarabilir (Büthe ve Harris, 2011, s. 222).

Komisyona ve komitelerin çalışmasına eleştirilerse, genellikle azgelişmiş ülkelerin göreli düşük etki ve nüfuzdan bahisle yapılmaktadır. Şöyle ki; komisyonun toplantılarına katılım hükümetlerin tasarrufunda olduğundan, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki katılım diğerlerinden fazla olmaktadır. Dahası, gelişmiş ülkelerdeki uzmanlık bilgisi diğer ülkelere göre daha fazla olduğundan, oluşturan standartlar da onların etkisi altındadır. Sonuç olarak, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler için komisyona üyelik, gelişmiş ülkelerin oluşturdukları standartları ve aldıkları kararları meşrulaştırmaktan öteye gitmemektedir ki bu durumu dengelemek için komisyon içinde bir vakıf dahi kurulmuştur (Büthe ve Harris, 2011, s. 225). Sonuç olarak; gıda ve onunla ilgili konular, kapsam kısmında da belirtildiği üzere, çevresel sorunlarla birlikte küreselleşen konulardandır. Onunla ilgili düzenleyici karar alma ve yürütme de, komisyon örneğinde olduğu gibi, ulus-ötesi bir nitelik kazanmıştır.

–Karbon Denkleştirme/Salınımı: İklim değişikliği, küresel ısınma ve ona bağlı

olarak ortaya çıkan çevresel felaketler, küresel karar almanın ve sorun çözmenin önemi ve aciliyetinin en yakıcı biçimde hissedildiği alanlardan birisidir. Karbon salınımlarının ya da iklim değişikliği ve küresel ısınmaya neden olan sera gazlarının kısılması ise söz konusu çevresel sorunun en önemli parçalarındandır.

Karbon gazlarının salınımı, dengelenmesi ve kısılmasına ilişkin öne çıkan iki tür yöntem bulunmaktadır. Bunlardan birisi; karbon ticareti diğeri ise karbon denkleştirmedir. Karbon ticareti ya da mübadelesi, belirli bir gaz salınımı kotası olan tarafların birbirlerinin kotalarına ilişkin yaptıkları işlemlerdir. Karbon kotasını doldurmayan bir taraf başka bir tarafa bu kotasını satabilmekte ve bu vesileyle toplam salınımda herhangi bir değişiklik olmamaktadır. Karbon dengelemesi ya da denkleştirmesi ise, toplam gaz salınımını düşürmeye yönelik bir uygulamadır zira denkleştirme sertifikasını karbon kotasını doldurmuş bir şirkete satan kurum, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullandığı için bu değiş-tokuşu yapabilmektedir. Diğer bir deyişle; karbon ticaretinde salınımlar takas edilirken, denkleştirme uygulamasında karbon salınımı ile yenilenebilir enerji uygulaması değiş-tokuş edilmektedir. Bununla birlikte; bu iki uygulama da çevresel bozulmaya karşı iki farklı piyasa enstrümanıdır (Green, 2011, s. 371–372).

Sera gazı ya da karbon salınımını azaltmak üzere geliştirilen uluslararası kamusal araç ve mekanizmalar da BM prosedürüne (uluslararası sözleşmeler, belli bir misyonla bir araya gelmiş diplomatlar, farklı çıkarları takip eden egemen devletler, uzun toplantılar) tabi olduklarından aciliyet gösteren sorunlara hızlı yanıt vermemelerinden ötürü eleştirilmektedir. Bu sebeple; 1992 yılında imzalanan Kyoto Protokolü’nün öngördüğü ve kamu-özel işbirliğine dayanan esnek mekanizmalar karbon salınımı konusunda önem kazanmıştır. Kyoto Protokolü ile birlikte karbon salınımına ilişkin daha esnek (ama gevşek değil) mekanizmalar olan “Temiz Kalkınma Mekanizması” (Clean Development Mechanism) ve “Ortak Uygulama ve Uluslararası Salınım Mübadelesi” (Joint Implementation and International Emission Trading) devreye girmiştir (Streck, 2011, s. 377 & 380).

Temiz Kalkınma Mekanizması; protokole göre emisyon/salınım düşürme ve sınırlama taahhütünde bulunan bir ülkenin gelişmekte olan bir ülkede temiz kalkınma yatırımı yapmasının önünü açmaktadır. Örneğin; kırsal bir alanda elektrik enerjisinin üretilmesinde, termik santraller yerine güneş panellerini kullanmaya yönelik bir proje, bu mekanizmaya örnek gösterilebilir. Böylelikle hem karbon salınımı azaltılmakta hem de gelişmiş ülkelerden gelişmemiş ülkelere doğru bir teknoloji transferi sağlanmaktadır. Salınım mübadelesi mekanizması da; yine protokole göre taraf olan bir ülkenin yine taraf olan başka bir ülkede gerçekleştirdiği karbon salınımı azaltma/yok etme projesi karşılığında, proje başına bir ton karbon/sera gazı daha fazla üretebilmesine izin vermektedir. Mübadele mekanizması da taraf ülkelerin karbon salınımı taahhütlerinde durmalarına yardımcı olmakla birlikte, yine yatırım ve teknoloji transferi konusunda teşvik edici ve kolaylaştırıcı bir işlev görmektedir. Bu

mekanizmalar, yukarıda anlatılan piyasa mekanizmalarına benzemektedir fakat burada söz konusu olan şirketler değil ülkelerdir.

En önemli çevresel sorunlardan birisi olan karbon salınımı ile ilgili mekanizmalarda, kamu-özel işbirliklerinin soruna ilişkin en önemli uluslararası hukuksal metin olan Kyoto Protokolü’nde kabul ve teşvik edilmesi, kamu, özel sektör ve sivil toplum taraflarının bir araya geldiği ulus-ötesi karar almanın, uluslararası prosedürlere tercih edilmeye başladığının da bir göstergesidir. Bununla birlikte; böylesi önemli ve insanlığın geleceğini yakından ilgilendiren bir konuya özel sektörün dâhil edilmesi, çözüme yönelik hizmetin niteliğini değiştirmemektedir zira bu mekanizmalardan yararlanmak kamusal aktörlerin onayına bağlıdır.

–Uluslararası Af Örgütü: Demokrasiye ilişkin belirtilen tanımlarda da vurgulandığı

gibi, demokrasi kavramının içini doldurmakta kullanılan en modern ve kapsayıcı ölçüt üçüncü kuşak hakları da tanıyan ve içine alan “demokratik minimum”dur. Özellikle sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, kalkınma hakkı, toplumsal cinsiyet ve kültürel haklar gibi konular küreselleşen sorunların kapsamında düşünülmekte, dolayısıyla çözüm de ulus-ötesi platfromda aranmaktadır. İnsan hakları konusunda ulus-ötesi bir ölçekte faaliyet gösteren Uluslararası Af Örgütü’nü de (Amnesty International) bu çerçevede düşünmek gerekmektedir.

Uluslararası Af Örgütü’nün hikâyesi 1961 yılında başlamaktadır. Aynı yıl Portekiz’de özgürlük için ‘kadeh kaldıran’ iki gencin hapse atılmasına ilişkin İngiliz gazetesi the

Observer’da “Unutulan Mahkûmlar” (the Forgetten Prisoners) adında bir makale yazan

avukat Peter Benenson uluslararası bir kampayaya imza atmış ve örgüt faaliyetlerine başlamıştır. Örgüt 1977 yılında ise Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. Bugün üç milyondan fazla destekçisi, gönüllüsü ve üyesi ile birlikte 1800 civarında çalışanı bulunan örgüt 150’den fazla ülkede faaliyet göstermektedir. Herhangi bir hükümetle, siyasi düşünceyle ya da herhangi bir din ile bir bağının olmadığını ve tarafsızlığını vurgulayan örgütün gelirleri üyelerden ve bağış yapanlardan gelmektedir. Hükümetler ve şirketlerden gelen bağış teklifleri ise istisnai olarak kabul edilmekte genellikle vakıfların bağışları alınmaktadır (www.amnesty.org & Buchanan, 2002, s. 576)88

.

88 Örgütün kurucusu Benenson’un da belirttiği gibi; Uluslararası Af Örgütü, bir Rolls Royce parasıyla

kurulabilecek/kurulmuş bir örgüttür ve hükümetleri etkileyebilmenin yanında dünyadaki pek çok düşünce ve vicdan hürriyeti ihlal edilen mahkûma yardımcı olabilecek kapasitededir. (Örgütün kuruluşu ve gelişimine ilişkin daha fazlası için bkz. Tom Buchanan, “The Making of Amnesty International”, Journal of Contemporary

Uluslararası Af Örgütü’nün temel motivasyonu insan haklarının sağlamlaştırılması yoluyla insanları güçlendirmektir. “Adaletsizliğe Karşı Birlik” sloganıyla öne çıkarılanlar; ifade hürriyetinin korunması, kadın haklarının geliştirilmesi, idam cezasının kaldırılması, insanlığa karşı işlenen suçlarda adaletin aranması ve yalnızca devletlerin değil şirketlerin de insan hakları ihlallerinde sorumlu tutulmasıdır. Bu amaç ve motivasyona yönelik olarak, örgüt pek çok protesto eylemiyle birlikte her yıl düzenli olarak insan hakları raporları hazırlamakta ve hak ihlali yapan ülkeleri kamuoyuna ifşa etmekte ve uyarmaktadır. Bununla birlikte; hükümetlerarası örgütler, diğer sivil toplum kuruluşları da insan hakları bağlamında örgütün ilgi ve takip alanındadır (www.amnesty.org).

Uluslararası Af Örgütü’nün Aralık 2013’te yayımladığı son tüzüğüne göre yapısı ve işleyişi şu şekildedir: Dünya çapında, hareket bazlı bir oluşum olan örgütün nihai ve en üstteki organı Uluslararası Konsey’dir. Konsey’i takip eden diğer organlar; Uluslararası Kurul, Kısımlar ve Yapılar’dır. Uluslararası Konsey, altında bulunan bu birimlerden gelen temsilcilerden oluşmaktadır.89

Konsey’in görevleri ve işlevleri örgütün misyonu ve stratejisini izleyip gerçekleştirmek, örgütün kurumsal yapısını düzenlemek ve örgütün kısımlar ve yapılarla birlikte diğer organlarını denetlemektir. Uluslararası Kurul ise, konsey tarafından seçilen bir mali sorumlu (treasurer) ve 8 üyeden oluşmaktadır. Konsey örgütün en büyük karar organıysa, kurul da örgütün en yetkili yürütme organıdır. Zira örgütün sürekli işlerinin yürütülmesini sağlayan örgüt sekreterinin atanması, ülkesel ve bölgesel birimler olan kısım ve yapıların oluşturulması kurulun yetki ve sorumluluk alanındadır. Konsey ve kurulda kararlar çoğunluk oyuyla alınmaktadır fakat tüzüğün yapılması ve değiştirilmesi üye sayısının üçte ikisi tarafından karara bağlanmaktadır (www.amnesty.org).

Uluslararası Af Örgütü, diğer sivil toplum kuruluşları gibi, tabandan tavana bir yapılanma sergilemektedir. Küresel bir faaliyet alanı bulunan örgütün yapısı ve işleyişi kompleks olsa da ülke ve bölge temsilcileri ile birlikte uluslararası üyeler karar ve yürütme organlarını oluşturmakta ve örgütün misyon ve eylemleri böylelikle şekillenmektedir. Bununla birlikte; örgüt, demokratik bilincin hassas olduğu insan hakları konusunda faaliyet gösterse de eleştiri aldığı noktalar da bulunmaktadır. Eleştiriler ilkin haklarında ‘kötü’ rapor yazdıkları ülkelerden gelmekle birlikte, örneğin Katolik Kilisesi de örgütün kürtajı bir hak olarak savunmasını eleştirmektedir. Nihayetinde, Af Örgütü evrensel insan hakları denetiminde etkili

89

Uluslararası Konsey’e 250’den fazla uluslararası üye 1, 2500’den fazla 2, 15000’den fazla 3, 40000’den fazla 4 ve 80000’den fazla üye 5 temsilci göndermektedir. Temsilcilerin belirlenmesinde aynı usul, kısım ve yapılar için de geçerlidir.

olan bir uluslararası sivil toplum kuruluşudur (INGO); devletler kadar devlet dışı aktörleri de ‘denetlemekte’ ve böylelikle küresel kamuoyunun oluşmasında ve siyasette de söz sahibi olabilmektedir.

–Greenpeace: Greenpeace (Yeşil Barış) yukarıda anlatılan Uluslararası Af Örgütü

gibi dünyanın en tanınan uluslararası sivil toplum kuruluşlarından birisidir. Çalışmalarını çevresel sorunlar etrafında yoğunlaştıran kuruluşun öncüsü ya da öncüleri, Af Örgütü örneğindeki kadar belirgin değildir. Kuruluş; 1970 yılında ABD’nin Kanada topraklarında yapmayı planladığı nükleer denemeleri protesto etmek amacıyla üniversite öğrencilerinin kurdukları “Dalga Yapmayın Komitesi”nin (Don’t Make a Wave Committee) sonradan büyüyerek Greenpeace adını almasıyla ortaya çıkmıştır ve ilk eylemini 1971 yılında barış ve ekoloji sembolleri çekilmiş bir bayrağın bulunduğu bir gemiyle denize açılarak yapmıştır. Her ne kadar anonim bir hareket olarak başlasa da, Patrick Moore, David McTaggart ve Robert

Hunter Yeşil Barış’ın önce çıkan liderleri olmuştur. Özellikle ilk başkan Hunter; gazeteci,

yazar, program yapımcısı, filozof gibi pek çok farklı kimliğiyle hareketin felsefi bir düşünce kazanmasının yanında onun medyada da görünür olmasını sağlamış, harekete yaratıcılık ve stratejik zekâ katmıştır (Arslan, 2011, 250–251).

İklim değişikliği, ormanların yok olması, okyanus ve denizlerin kirletilmesi, nükleer enerji ve silahlanma gibi konularda karşı tavır koyan Greenpeace’in temel amacı, çevresel sorunların yatıştırılması ya da yönetilmesi değil, bu sorunların yok edilmesi ve daha yeşil ve barışçıl bir gelecek için somut adımların atılmasıdır. Bu amaca yönelik; biyolojik çeşitliliğin korunması, denizlerde ve karada kirliliğin önlenmesi ile birlikte doğal kaynakların istismarının sonlandırılması, nükleer tehditlerin yok edilmesi, barışın ve küresel silahsızlanmanın sağlanması konulan başlıca hedeflerdir. Ayrıca doğa ile uyumlu bir hayat tarzının geliştirilmesi ve ekolojik tarım gibi pozitif uygulamalar dünya çapında kuruluşça özendirilmekte ve desteklenmektedir (www.greenpeace.org).

Yukarıda değinilen tarihi ile birlikte, Greenpeace’in kurumsallaşması 1996 yılında kabul ettiği tüzüğü ile birlikte olmuştur. Amsterdam’da kurulan “Yeşil Barış Konseyi Vakfı” (Stichting Greenpeace Council) yapısı ve işleyişini bu hukuksal dokümanla birlikte oluşturmuş ve hareket daha organize ve güçlü bir şekilde devam etmiştir. Anılan tüzüğe göre Greenpeace; ulusal, aday ve çokululuslu örgütlerden oluşmaktadır. Ulusal örgütler kuruluşun bir ülkedeki ofislerini, aday örgütler kuruluşun değerlendirme altında tuttuğu birimleri ve çokuluslu örgütler kuruluş içerisinde bulunan ve birden fazla ülkede faaliyet gösteren yapıları

ifade etmektedir. Greenpeace’in en etkin organı Uluslararası Kurul’dur fakat en yetkili organı Vakıf Konseyi’dir zira konseyin; kuruluşun çekirdek/temel değerlerini belirlemek, yeni ulusal ofislerin açılmasını kabul etmek, kurulun performansını değerlendirmek ve gerektiğinde kurulu yeniden oluşturmak gibi önemli kararlarda belirleyiciliği bulunmaktadır. Konsey, ulusal ofislerin ve aday birimlerin temsilcileriden oluşmaktadır, yalnız aday birim temsilcilerinin oy hakkı bulunmamaktadır. Konsey yılda bir kere toplanmaktadır. Konsey’de alınan kararlara ilişkin oy nisapları kararların niteliklerine göre değişmektedir. Olağan işlerden sayılan kararlar basit çoğunlukla, olağanüstü işlere ilişkin kararlar üçte iki