• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.1.1. Prens Sabahaddin’in BaĢlıca GörüĢleri

3.1.1.3. Toplumsal Yapı ve TeĢebbüs-i ġahsî

Prens Sabahaddin‟in adem-i merkeziyetçilikle birlikte savunduğu en önemli kavramlardan biri de teşebbüs-i şahsî (bireysel/özel girişim)dir. Prens Sabahaddin‟e göre toplumsal yapı kavramıyla bireysel girişim arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. O Türkiye‟nin devletçi yapıdan sıyrılıp bireysel girişimin yaygınlaştığı bir ülke haline gelmesini savunmakta ve bu görüşünü, ilm-i içtimânın toplum sınıflamasına dayanarak açıklamaktadır.

Prens Sabahaddin‟e (2007ı:341) göre ilm-i içtimânın en önemli buluşu yapmış olduğu toplum sınıflamasıdır. Bu sınıflamaya göre, toplumlar “teşekkül-i tecemmüî” (komüniter/kamucu/cemaatçi yapı) ve “teşekkül-i infiradî” (ferdiyetçi/bireyci yapı) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bu toplum sınıflaması ilm-i içtimânın bilinmesi için olmazsa olmazdır.

Bu sınıflamanın toplumları “communataire” ve “particulariste” olmak üzere ikiye ayıran Edmond Demolins‟e dayandığından (Kösemihal, 1974:321) daha önce bahsedilmişti. Prens Sabahaddin “communataire” terimi yerine “teşekkül-ü tecemmüi”, “pariculariste” terimi yerine “teşekkül-i infiradî” terimlerini kullanmıştır.

Prens Sabahaddin‟e (2007i:389) göre kamusal hayatı (hayat-ı umumiye) özel hayat (hayat-ı hususiye) üzerinde egemen kılan cemaatçi bir toplumda, siyasî rejim ister mutlakiyet, meşrutiyet ya da cumhuriyet olsun, sonuç otoriterizm ve toplumsal bayağılaşma olacaktır. Prens Sabahaddin, buna örnek olarak İspanya‟da, İngiltere‟de ve Amerika‟da cumhuriyet idaresi uygulanmasına rağmen üç devletin de birbirinden farklı olduğunu; bunun da toplumsal yapıların farklı dinamiklere sahip bulunmasından ileri geldiğini belirtmiştir.

Prens Sabahaddin‟e (2007i:391) göre cemaatçi yapı, üyelerini üretimden ziyade tüketime yöneltmektedir. Bu nedenle kişisel ve sosyal becerileri gelişmeyen kişiler; bir başka kişiye, aileye, partiye ve devlete bağlı olarak yetişmektedir. Böyle kişilerden oluşan bir toplum, tembel bir toplumdur. Oysa, bireyci yapı maddi emekten (say‟i maddî) ve üretimden (istihsal) beslenmektedir. Böyle bir toplumun üyeleri ise bireysel girişimle etkin bir üretim meydana getirerek, sosyal becerilerini de kendi toplumlarını da geliştirir ve toplumun bağımsız ve üstün kişiliklerden oluşan bir toplum haline gelmesini sağlar.

İlm-i içtimânın toplum sınıflamasının en önemli özelliklerinden biri, toplumsal yapı farklılıklarını toplumların bulundukları coğrafyayla birlikte açıklaması ve Doğu toplumlarını cemaatçi, Batı toplumlarını bireyci olarak kodlamasıdır.

Prens Sabahaddin‟e (2007a:55) göre, Doğu ile Batı arasındaki esas fark; ilkinde devlet yönetiminin daima bir ya da birkaç kişide toplanması ve otoritenin, bireyin özgürlüğü ve düşünsel ilerlemesi aleyhine genişlemesidir. İkincide ise tam aksine bireysel özgürlüğün tedricen artmasıyla birlikte siyasî otoritenin alanı ve etkisi daralmaktadır. Doğu toplumlarının genel özelliklerinden en çok göze çarpanı, belirli bir yükselişi yakaladıktan sonra duraklamaları, sonra kaçınılmaz bir şekilde gerilemeleri ve zamanla coğrafî konuma göre kimi zaman yavaş, kimi zaman hızlı yok olmaları ve en nihayetinde parçalanmalarıdır. Batı toplumları ise bunun tam tersi bir şekilde, git gide ilerleyen ve yayılan bir çizgi takip etmektedir. Batıdaki bu akıma muhalif bir tavır takınanlar mahvolmaya mahkûmken, o yönü benimseyenler çabuk yükselmektedir.

Science Sociale‟in kurucusu Le Play de aile monografileri için doğudan batıya, kuzeyden güneye yaptığı seyahatlerinde aile tipinin değiştiğini gözlemlemiştir. Batıda, bireylerin daha bağımsız ve girişimci olmalarına karşın, doğuda aile daha sıkı ve patriarkaldir. Kuzey ve güney arasında da aynı farklılıklar söz konusudur. Science Sociale okulunun ana sezgisi coğrafya esasına dayanmaktadır ve coğrafya faktörü, pek çok toplumsal unsurun açıklanmasında adeta bir anahtar görevi yerine getirmektedir (Ergan, 1999-2000: 106).

Prens Sabahaddin‟e (2007a:56) göre Batıdaki bireyci eğilimin en dikkat çekici olanı, Anglo-Sakson medeniyetidir. Anglo-Sakson medeniyetinin en önemli özellikleri

olan bireysel girişim özgürlüğünün en fazla geliştiği yerler İngiltere, İsveç, Norveç, Amerika, Avustralya ve Yeni Zellanda gibi ülkelerdir. Amerika dendiğinde akla, muazzam bir ilerleme kaydeden Kuzey Amerika gelmektedir. İspanyollar ile etkileşim halindeki Güney Amerika ise adeta perişan vaziyettedir.

Prens Sabahaddin‟in toplumsal yapı hakkındaki görüşleri, tek yanlı ve eksik bir bakış açısının ürünüdür. En başta, toplum sınıflamasında coğrafyanın ayırıcı bir özellik olarak kabul edilmesi, oryantalist bir anlayışı yansıtmaktadır. Dünya toplumlarını, gelişmiş Batı toplumları (özellikle de Anglo-Sakson İngiltere ve ABD) ve az gelişmiş Doğu toplumları olarak sınıflandırmak, toplumların gelişmesinde etkili olan başka unsurların göz ardı edilmesi anlamına gelmektedir. Hiç kuşkusuz ki, toplumların az veya çok gelişmesinde savaşlar, devrimler, her ülkenin aynı zaman diliminde sanayileşememesi ve dünyanın belirli bölgelerinin dünya ticaretindeki etkinliğinin azalması ve sömürgecilik gibi etkenler rol oynamaktadır.

Bayur (1952:474) da, Prens Sabahaddin‟in cemaatçi ve bireyci toplumlara dair fikirlerini öne sürerken kullandığı argümanları zayıf bulmakta ve bu zayıflığın, Science Sociale‟ın görüşlerinin dayanaklarının zayıflığından ileri geldiğini düşünmektedir. Bu okulun birer bireyci toplum olarak yücelttiği İngiliz ve Amerikan toplumlarının Alman ya da Fransız toplumlarından daha ileri oluşları, bireyci yapıya mensup olmalarına dayandırılmaktadır. Oysa, İngiltere bir ada devleti olduğu için, her otuz-kırk yılda bir düşman saldırısına maruz kalan Almanya ve Fransa gibi orduya bütçe ayırmak yerine zengin bir donanma kurabilmiş ve bu donanma sayesinde deniz aşırı koloniler elde edebilmiştir. İngilitere‟nin ada devleti olmasının yanı sıra, Kuzey Amerika da başlı başına bir kıta devleti olarak zorunlu askerliğe gerek görmemiş ve nihayetinde burada bireyci yapının doğmasını ve gelişmesini sağlayacak koşullar ortaya çıkmıştır.

Kahraman‟a (2004:135) göre ise, Prens Sabahaddin‟in bireyciliği, toplumsal kalkınmanın tek koşulu, merkeziyetçiliği de bunun önünde bir engel olarak kabul eden anlayışını doğru kabul etmek mümkün değildir. Çünkü, onun bireyci olduğu için model gösterdiği Avrupa‟da sanayileşmenin ardından Weberci bir anlayışla bürokrasinin rasyonalleştirilmesi ve böylelikle daha işlevsel ve etkin bir hâle getirilmesi gündeme gelmiştir. Prens Sabahaddin‟in bu uzun sürecin birikimini yok sayarak, ülkedeki

sorunları bir öneri ile çözmeye kalkışması hem tekçil (monistic) hem de tarih dışı (ahistorical) bir yaklaşımdır.