• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Toplum Yapısını DeğiĢtirecek Bir Araç Olarak Eğitim

III. BÖLÜM

4.1.1. Prens Sabahaddin’in Eğitim GörüĢleri

4.1.1.2. Osmanlı Toplum Yapısını DeğiĢtirecek Bir Araç Olarak Eğitim

Prens Sabahaddin‟in toplumsal yapı aynı kaldığı sürece, hangi alanda olursa olsun, yapılacak reformların ülkenin sorunlarını çözmeye yetmeyeceği yolundaki düşüncelerine daha önce değinilmiştir. Ancak, onun bu düşünceleri anlaşıldıktan sonra, gündeme toplumsal yapının nasıl değiştirileceği sorusu gelmektedir. Prens Sabahaddin, eğitimi toplumsal yapıyı değiştirecek bir araç olarak düşünmektedir.

Prens Sabahaddin‟e göre (2007i:390), bütün felâketlerin bilgisizlikten ve cehaletten kaynaklandığını ve halkın aydınlanmasının yaygınlaştırılacak eğitimle sağlanabileceğini savunmak da, Meşrutiyet‟i ve Kanun-i Esasî‟yi ilân etmekle tüm sorunların aşılabileceğini savunmak kadar beyhudedir. Çünkü, toplumsal gelişmeyi sağlayacağı iddia edilen yönetim araçları ve teknikleri ne kadar yetersizse, eğitim de o kadar yetersizdir.

Ona göre, eğer istibdâd toplumda müsait bir zemin bulmasaydı, bu kadar uzun ve katı bir şekilde hüküm süremezdi. Çünkü, “Koca bir milletin bunca senedir birkaç haine esir oluşu o birkaç hainin kuvvetini değil, fakat o koca milletin zaafını…” (Prens Sabahaddin,2007e:252) ispat etmektedir. “İşte terbiyemizin bir noksanıdır ki bizi istibdâda boyun eğdirdi.” diyen Prens Sabahaddin (2007f: 266), bu toplumsal zaafı da eğitimdeki eksikliklere bağlamaktadır.

Prens Sabahaddin‟e (2007i:389) göre, Tanzimat‟tan beri reformcular, her ne kadar samimi bir şekilde yenileşme amacı gütseler de, esaslı bir reformun nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğini keşfedememişlerdir. Yıllardır ortaya atılan hürriyet, meşrutiyet, eğitim ve ahlak gibi kavramların toplumsal yapıyı değiştireceği zannedilmiştir. Oysa bunlar toplumsal yapıyı değil, toplumsal yapı bunları meydana getirmektedir. Her meselede temel belirleyici olan, toplumsal yapıdır. Sosyologlar, psikologlar, ekonomistler ve filozoflar, toplumsal meseleleri analiz ederken bu gerçeği ıskalamakta; bundan dolayı meselelerin özüne hiçbir zaman nüfuz edememekte ve toplumsal yapının sonuçlarını, sebep zannetmektedir. Aynı hatayı geçmişteki ıslahatçılarda, devlet adamlarında ve siyasi parti programlarında da görmek mümkündür. (Prens Sabahaddin, 2007i:392)

Prens Sabahaddin‟e (2007i:397) göre, Osmanlı düşünürleri Osmanlı‟nın tüm toplumsal sorunlarını salt eğitim sorununa indirgemektedir. Onlara göre okullar geliştirilip eğitim yaygınlaştırılıp, okuma yazmanın kolaylaşması; hatta harflerin değiştirilmesi tüm sorunları halledecektir. Özellikle Avrupa ile ilişkilerin artmasıyla, Batı‟nın gelişmişliğinin entelektüel birikim üstünlüğünden, Osmanlı‟nın geri kalmışlığının ise bilgisizlikten ileri geldiği görüşünün egemen olmasıyla, eğitim “şifa veren bir ilaç” gibi algılanmaya başlamıştır.

Oysa, toplumsal olaylar bilimsel bir yöntemle analiz edilip de aralarındaki ilişki ve gittikçe dünyanın birçok yerine yayılan Avrupa‟nın bireyci yapısı anlaşılmadan; yani ilm-i içtimânın verilerinden yararlanmadan reformlar için bir rota çizmeye çalışmak baştan yanlıştır. Bu nedenle, toplum yapısı değişmeden, ülkenin genelinde yaygınlaştırılacak eğitimin tüm toplumu değiştirip dönüştüreceği iddiası, temelsiz ve bilimsel açıdan iyi analiz edilmemiş bir iddiadır. Sorunlar ancak analiz ve sınıflandırmanın verileriyle hallolabilir (Prens Sabahaddin, 2007i:397).

Prens Sabahaddin‟e (2007i:393) göre hangi ülkede olursa olsun, gerek özel hayatta gerekse kamusal hayatta ilerleme ancak toplumsal evrimin bir sonucu olan bireyci yapıya geçmekle mümkündür. Ancak bireyci yapıya geçmek Batılılaşmak anlamına gelmemektedir. Çünkü Batıda ağırlıklı olarak bireycilik hâkim olmakla birlikte, bünyesinde cemaatçi toplumları da barındırmaktadır. Ona göre Batılılaşmak gereğinden gelişigüzel bahsetmek, meseleyi yüzeysel bir şekilde ele almak demektir. Her milletin geçmişi ile şimdiki doğal ve toplumsal yapısı, onun diğer milletlerden farklı olarak, kendine özgü dinamiklerle gelişmesini sağlar.

Osmanlı Devleti‟nde Batı‟daki gibi mükemmel karayolları, demiryolları, limanlar, kanallar, okullar yapmakla Batılılaşılacağı zannedilmektedir. Oysa, nasıl Doğu‟nun geri kalmışlığı yoksulluktan, eğitimsizlikten ve kötü yönetimden kaynaklanmıyorsa; Batı‟nın gelişmişliği de okullarından, yollarından ya da siyasi yönetiminden kaynaklanmamaktadır. Bilgisizlik veya bilgi düzeyinin yüksekliği, iyi veya kötü yönetilmek, neden değil sonuçtur. Peki neden Doğu ile Batı arasında bu kadar gelişmişlik farkı bulunmaktadır? Bunun yanıtını Prens Sabahaddin‟e göre ilm-i içtimâ vermektedir. Buna göre –Le Play‟in de dediği gibi- Doğu tamamıyla cemaatçi yapının,

Batı ise ekseriyetle bireyci yapının etkisi altında olduğu için, aralarında bu derece gelişim farkı vardır (Prens Sabahaddin, 2007i:394).

Prens Sabahaddin, Osmanlı‟nın Batılılaşma anlayışına ilişkin son derece önemli tespitlerde bulunmuştur. Şekilsel reformların, ülke sorunlarının temeline inilmesi yerine yüzeysel ve geçici çözümler olduğu çoğu kere dile getirilmiştir. Ne var ki, ilerleyen kısımlarda da görüleceği üzere Prens Sabahaddin‟in savundukları da, daha radikal bir zihniyet ve toplumsal yapı değişikliği öngörmekle birlikte, esasında yine Batılı bir modelin olduğu gibi uygulanmasından başka bir şey olmayacaktır.

Prens Sabahaddin‟e (2007d:246-247) göre bir toplumun kimliğini meydana getiren, milli eğitimdir. Eğer milli eğitim sağlam bir zemine oturtulmazsa mülkî, askerî, siyasî reform projeleri kâğıt üzerinde kalıp çürümeye mahkûmdur. Nitekim apaçık ortadadır ki, İmparatorluğun içinde bulunduğu sefalet, eğitimin zayıflığından ileri gelmektedir. Her memlekette bulunduğu gibi Osmanlı‟nın kurtuluşu da milli eğitimin ıslahına bağlıdır.

Prens Sabahaddin, Tanzimat‟tan itibaren eğitim reformları yapan Batılılaşmacıların, eğitimi her şeyin temeli olarak kabul etmelerini ve eğitim yaygınlaştırıldığı zaman, ülkenin sorunlarının çözüleceğini düşünmelerini eleştirmektedir; ama kendisi de sorunların kökeninde eğitimin yetersizliğinin yattığını düşünmektedir. Bu açıkça bir çelişki gibi dursa da; onu Batılılaşmacılardan ayıran özelliği, toplumsal yapıyı değiştirmeye yönelik bir girişimde bulunmadan, eğitimin Batılı metodlarla geliştirilip yaygınlaştırılması yerine, hem eğitim metodlarının değiştirilmesini hem de toplumsal yapının değiştirilmesini önermesidir. Prens Sabahaddin, toplumsal yapının değişmesini, üretim biçimi ve üretim ilişkileri gibi alt yapı unsurlarına değil, eğitim gibi bir üst yapı kurumuna dayandırmaktadır. Ona göre cemaatçi yapıdan bireyci yapıya geçmek, bir eğitim meselesidir.

Prens Sabahaddin‟e (2007i:399) göre; “… Garbın tefevvuk-ı hakikisini temin eden ve bütün o tezahürat-ı fikriye, siyasiye ve iktisadiye altında gizli kalan teşekkül-i infirâdî mekanizmasına nüfuz etmek; muhit-i ictimâimizi de o istikamette tadil ve ıslaha çalışmak elzem!”dir. Yani, toplumsal yapıyı Batının gelişiminin arkasındaki en önemli

neden olan bireyci yapı model alınarak değiştirmek, ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıları aşmak için izlenmesi gereken yol olmalıdır.

Tütengil‟e (1954:66) göre, Prens Sabahaddin‟in dikkatleri toplumsal yapıya çevirmesi faydalı olmuştur. Ayrıca, toplumun yaşam tarzı değişmediği sürece siyasî rejimin ya da diğer üst yapı kurumlarının değişmesinin, sorunları halletmeyeceği ve yüzeysel değişiklikler meydana getireceği yolundaki görüşleri de haklılık taşımaktadır. Ancak, toplumun bir yapıdan bir diğer yapıya eğitim vasıtasıyla geçeceğini iddia etmek, abartılı bir düşüncedir. Çünkü eğitimde rol oynayan çok fazla dinamik bulunmaktadır ve eğitimi bu dinamiklerden soyutlayarak ele almak mümkün değildir.

Güngör‟e (1989: 46) göre de, Prens Sabahaddin‟in Türkiye‟nin meselelerinin, toplumsal yapı değişikliği ile çözüleceği düşüncesi, ileri bir adım olmakla birlikte; bunun yalnızca eğitimle sağlanabileceği düşüncesi kültürel, teknolojik ve tarihî vb. faktörlerin önemsenmemesi nedeniyle eksiktir.

Prens Sabahaddin‟in, toplumsal yapı değişikliğini, bireylerin değişmesine indirgeyen yaklaşımı, toplumsal değişmenin temelinin toplumdaki bireylerin özelliklere dayandığı kabulünden hareket etmektedir. Yani, toplumsal değişme genelden tikele değil, tam aksine tikelden genele doğru bir seyir izleyecektir. Dolayısıyla toplumun cemaatçi yapıdan bireyci yapıya geçmesinde, özgür ve girişimci bireyler yetiştirmede ailelerin rolü gündeme gelmektedir.

Prens Sabahaddin‟e (2007i:401) göre Osmanlı ailesi, çocuklarına hayatın zorluklarıyla mücadele edebilmelerini sağlayacak bilgi ve beceriyi vermemekte; onları kendileri dışında başka dayanaklar aramaya yöneltmektedir. Tarım, sanayi veya ticaretle uğraşan ailelerde çocuklar aile işine ortak olduğu için, çocuk sırtını ailesine dayamaktadır. Aile işi olmayan gençler ise, kamusal hayatın özel hayattan üstün tutulduğu, bireysel girişim ve özgürlükten mahrum tüm ülkelerde olduğu gibi, karşısında geçim kaynağı olarak devleti bulmaktadır.

Prens Sabahaddin‟in, cemaatçi bir toplum olduğunu düşündüğü Osmanlı toplumundaki aileleri çocuk yetiştirme tutumları bakımından eleştirirken, Osmanlı toplumunun tarihsel ve kültürel yapısını yeterince dikkate aldığı söylenemez.

Doğan (2001:19), Osmanlı Ailesi çalışmasında, Osmanlı ailesindeki ve dolayısıyla toplumdaki itaat kültürünün kökenlerini irdelemiştir. Doğan‟a göre bireyin imgelem dünyası ve toplumsal bilinç üzerinde, tarih ve geleceğin çok büyük bir etkisi bulunmaktadır. İtaat kültürü; destan, efsane ve masal gibi sözlü kültür ürünleri tarafından bireyleri kuşatan ve sonra dinler tarafından da desteklenen değerlerden biri olarak eski Türklerden Osmanlı aile ve toplumuna aktarılmıştır.

Doğan‟a (2001:20) göre, geleneksel kültür, eşi ve çocuğu üzerindeki tüm tasarrufunu Tanrı adına başarıyla kullanan erkeği, erkeğine itaat ettiği için güzel olan kadını ve büyüklerine itaat eden çocuğu övmektedir. Kökleri, İslâmiyet öncesi döneme kadar uzanan bu kültür, itaati “aile ocağında üretmekte ve adeta bu ocakta yoğurmakta, pişirmektedir.” Geleneksel kültürün, itaati yücelten bu özelliği yalnızca bireyi ve aileyi değil, toplumu ve devleti de etkisi altına almış; siyasal iktidarı biçimlendirmiştir. “İtaat ve sadakat gibi değerler, Osmanlı Devleti‟nin adeta ontolojik toplumsal zeminini teşkil etmektedir.” Doğan‟a (2001:19-20) göre;

İtaat ve himaye taraflardan birine güven ve yaşam kolaylığı kazandırırken; diğerini iktidar ve güç sahibi yapmaktadır. İktidar verir, doyurur, lütfeder; halk ve kişiler ise alır, kabul eder ve şükran duyar. Geleneksel Türk kültüründe iktidarlar ve hükümetler, „halk için yapılması gerekeni yapmak üzere vardır; halk kendi için yapılması gerekeni yapmaz.‟ Yapmaz, çünkü zaten kendisi için birileri bir şeyler yapmaktadır, bu yüzden neden durup dururken kendini yorsun? Elbette böyle bir kültürden üretken, girişimci bireyler beklenemez. „Hükümet ne güne duruyor?‟ şeklindeki bu himayeci değer günümüze döne dolaşa, vatandaşların tüm kriz anlarında „devlet nerede?‟ haykırışlarına dönüşmüştür.

Yukarıdaki alıntı, Prens Sabahaddin‟in şikayetçi olduğu, aileye, topluma ve devlete bağlılığın, Türk toplumunun karakteristiğini oluşturduğunu; İslamiyet öncesi dönemlere dayanan bu özelliklerin ortadan kaldırılıp, toplumsal yapının bireyci eğitimle birlikte kolayca değiştirilmesinin Prens Sabahaddin‟in öngördüğü gibi gerçekleşemeyeceğini ortaya koymaktadır.

Osmanlı eğitim sisteminin iyi bir yönünü vurgulamak gerekirse, Ortaylı (2001:103) da yine aynı konuyu ele alan “Osmanlı Toplumunda Aile” adlı çalışmasında, Osmanlı eğitim sisteminin bireye rekabetçi bir ruh vermediği gerçeğini teslim etmekle birlikte, 19. yüzyıl Batı Avrupa eğitim sistemleriyle karşılaştırılamayacağını düşünmektedir. Çünkü, Osmanlı Devleti, en azından çocukların çoğunun Avrupa‟daki gibi eğitime ayak uyduramayıp sokağa ve krize sürüklendiği bir ülke değildir. Osmanlı‟nın elit zümresi ile birlikte öğrenim görme fırsatı yakalayan en alt tabakaya mensup bir genç bile yeterince şanslı sayılabilir. Avrupalı alt tabakaya mensup gençlerden öğrenim olanağından mahrum olanlar perişan olurken, Osmanlı‟daki gençler hiç değilse kendi geleneksel fakir hayatının elverdiği ölçüde yaşayıp gitmektedir.

4.1.1.3. Prens Sabahaddin’in Osmanlı Eğitim Sistemini DeğiĢtirmeye