• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

3.1.1. Prens Sabahaddin’in BaĢlıca GörüĢleri

3.1.1.2. Adem-i Merkeziyetçilik

Adem-i merkeziyetçilik, Prens Sabahaddin‟in en çok tartışılan görüşlerini oluşturmaktadır. Adem-i merkeziyetçilik, genellikle “federalizm isteği” olarak algılanmış ve Prens Sabahattin mahkûm edilmiştir. Oysa, Prens Sabahaddin kamusal hayatın dışında kalan özel hayatın ve yerel yönetimlerdeki etkinlik alanının özgürleştirilmesini savunduğunu iddia etmiştir.

Özel ve yerel etkinlik alanlarındaki özgürlüğünü İngilizler kendi dillerinde “self- government” (kendi kendini yönetme) olarak ifade etmektedir. İngilizlerin “self- government” olarak adlandırdığı, aynı zamanda “decentralization” da dediği idarî düzene, Prens Sabahaddin “adem-i merkeziyet” demektedir. Ona göre, adem-i merkeziyetin tam zıddı olan merkeziyet, özel hayatın güçsüzlüğünden ve

düzensizliğinden doğmaktadır ve kamusal hayat örgütlenmesinin geriliğini ifade etmektedir. İngiltere Krallığı, Anglo-Sakson sömürgecilerce oluşturulan koloniler, Amerika ve küçük Norveç; cumhuriyet, parlamentarizm ve federalizm adı altında farklı rejimlerle yönetilmiştir; fakat bu ülkelerde özel hayat ilkeleri birbirine benzediği için sonuç değişmemektedir. Çünkü devletin yükümlülüğündeki işler, ancak özel ve yerel etkinlik alanlarında yerine getirilmeyen son derece sınırlı işlerden oluşmaktadır (Prens Sabahaddin, 2007i:404).

Prens Sabahaddin, Kanun-i Esasî‟nin 108. maddesine -“Vilayatın usul-i idaresi tevsi-i mezuniyet ve tefrik-i vezaif kaidesi üzerine müesses olup derecatı nizam-ı mahsus ile tayin kılınacaktır.” (Tunaya, 2003: 115) ve İttihat ve Terakki Cemiyeti‟nin programında yer alan bir maddeye atıfta bulunarak, adem-i merkeziyeti savunmaktadır. Buna göre adem-i merkeziyet, vali ve diğer yerel bürokratların yetkilerinin arttırılıp genel meclislerin açılarak halkın verdiği verginin nasıl harcanması gerektiğini tayin ettiği ve denetime katıldığı bir yönetim şeklidir. Dolayısıyla adem-i merkeziyetle federatif bir yönetim değil, “tevsi-i mezuniyet” (yetki genişliği) ve “tefrik-i vezaif” (iş bölümü) hedeflenmektedir (Prens Sabahaddin 2007g:276).

Prens Sabahaddin‟e (2007i:405) göre adem-i merkeziyet; “…işlerin hususiyetine göre kuvâ-yı umumiyenin tefriki, yani her muayyen mesuliyete bir salahiyetin tekabülü. Merkeziyet ise; işlerin karıştırılması, mesuliyetlerin muayyen bir salahiyete tekabül etmesi.” anlamına gelmektedir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti‟nin Prens Sabahattin‟in düşüncelerini eleştirmekle görevlendirdiği Tanin gazetesi yazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey başta olmak üzere, pekçok kişi Prens Sabahaddin‟in adem-i merkeziyet fikrini “siyasî adem-i merkeziyet”, yani muhtariyet/özerklik ya da federalizmle bir tutmuştur. Oysa, Prens Sabahaddin (2007h:286) “idarî adem-i merkeziyet”i savunduğunu; idare hukukuna göre idarî adem-i merkeziyet ile siyasi adem-i merkeziyet aynı anlama gelmediğini ifade etmektedir.

Prens Sabahaddin‟e (2007g, s. 275) göre, nasıl ki Meşrutiyet, Mebusan Meclisi ile denetleme hakkının merkezde toplanması demekse, idarî adem-i merkeziyet de aynı hakların vilâyet genel meclislerine devredilmesi demektir. Osmanlı İmparatorluğu gibi merkeziyetçi devletlerde, bir vilayette yapılacak olan hastane veya yol için bile bitmek

bilmez bürokratik işlemler gerekmekte; bu da israfa yol açmaktadır. Yerel yönetimlere ait tüm meseleler merkeze intikal etmekte ve çoğu meselenin çözümü uzun yıllar alabilmektedir. Prens Sabahaddin‟e (2007i:409) göre, merkezî bir idarî örgütlenmede her iş merkezde toplanmıştır ve merkezden verilecek emrin ülkenin her tarafına dağıtılması ilkesi esastır. Yapılması gereken; türü, sayısı ve karmaşıklığı bakımından birbirinden farklı olan bu işlerin birbirinden ayrılması ve yerel yönetimlere devredilmesidir

Aslında Prens Sabahaddin merkezî düzenin tamamen ortadan kaldırılmasını savunmamaktadır. Bu sistemde elbette merkezden gönderilecek yönetici memurlara da yer vardır. Fakat bu yöneticilerin de liyakatini ispatlamış ve kendisine verilecek görevin sorumluluğunu üstlenebilecek kişiler arasından seçilmesi ve statülerinin de sık sık değiştirilmemesi gerekmektedir (Prens Sabahaddin, 2007i:410).

Yerel yönetimlerin yetki ve sorumlukları arttırıldığı takdirde, yerel refah ve bayındırlıkla ilgilenmeyen göçebe memur tipinden vazgeçilip, yerel refah ve bayındırlıkla doğal olarak ilgilenen yerel güçlerle gerçek bir kalkınma elde edilecektir. Halk, özel hayatta özellikle de üretim uğraşlarıyla saygıdeğer bir statü elde etmiş kişilerle yönetime katılacaktır. Bu sayede kamusal hayat (hayat-ı umumiye), özel hayatın (hayat-ı hususiye) üretici (müstahsil) ve meşru etkisi altına girmiş olacaktır (Prens Sabahaddin, 2007i:409).

Prens Sabahaddin (2007c:141), yerel güçlerin yönetimdeki etkinliğinin artmasının sağlayacağı yararları şöyle açıklamaktadır: “Elbette bu adamlar bütün gün içinde yaşadıkları mevkiin ihtiyâcâtını ömründe oraya gitmemiş, görmemiş ve günün birinde bilmem hangi amirin keyfine ittibâen çantası koltuğunda çıkagelen bir memurdan daha iyi bilir daha iyi idrak ederler.”

Prens Sabahaddin‟e (2007g: 276) göre, ülkedeki bir vilayetin idare usulünün bir diğer vilayetle uygulanması mümkün değildir. Çünkü her vilayetin halkı ve toplumsal yapısı birbirinden farklıdır. Sözgelimi Selanik ve Yemen vilayetlerinde yaşayan halkların ihtiyaçlarını en iyi bilecek ve giderecek olanlar İstanbul‟daki memurlar değil, Selanik ve Yemen‟de bulunan yerel yöneticilerdir. Bu nedenle Prens Sabahaddin (2007i: 413), yerel yönetim örgütlenmesinin bölgelerin ve işlerin gereksinimlerine göre

mıntıkalara ayrılmasını önermektedir. Prens Sabahaddin‟e göre benzer özellikler taşıyan iller bir mıntıkada yer alabilir. Bu mıntıkaların başkanlığına ise Mısır ve Hindistan gibi ülkelerin yönetiminde başarılı olmuş İngilizler -yani sömürge yöneticileri- getirilerek, onların yeteneklerinden ve deneyimlerinden yararlanılmalıdır.

Prens Sabahaddin‟in zaten yarı sömürge durumundaki bir ülkede, sömürge yöneticilerinin tecrübelerinden yararlanılmasını savunmasını makul karşılamak güçtür. Nitekim bu görüş bazı yazarlarca eleştirilmiştir. Bu yazarlardan Ergan (1999-2000:113), Prens Sabahaddin‟in ülkenin idarî yapısını yeniden düzenleyecek bu yönetimlerin başına sömürge idaresinde tecrübeli İngilizlerin getirilmesini teklif etmesini, “son derece sakıncalı ve isabetsiz” bulmaktadır.

Prens Sabahaddin‟in İngiliz emperyalizmine bu derece güvenmiş olması, Alman şarkiyatçı C. H. Becker tarafından 1916 yılında şöyle değerlendirilmiştir:

„Bu teoriciler fikirlerini uygulamaya koyabilselerdi, İngiliz ferdiyetçiliği, Türkiye‟nin çeşitli Avrupa nüfuz alanlarına çaresiz bir şekilde ayrılması gerçeği bir yana, sakinlerinden milyonlarcası hâlâ etnik bir kollektivizm durumunda olan bir ülkeye sokulunca nasıl bir sonuç doğardı, tasavvur edilebilir (Becker‟den aktaran Lewis, 1961/1998:202).

Prens Sabahaddin‟in düşünceleri, başlarda destek görmüş; fakat zaman içinde iflasa mahkûm olmuştur. İmparatorluktaki Ermeniler ve Rumlar adem-i merkeziyet fikriyle tatmin olmamış ve siyasî geleceğini İmparatorluk dışında aramayı tercih etmiştir. Ermeni komitacılarıyla çarpışmalar, ayrılıkçı milliyetçilik ve gittikçe artan emperyalizm tehdidi, adem-i merkeziyetçilik fikrini tehlikeli bir fikir olarak göstermiştir (Lewis, 1961/1998:202).

Prens Sabahaddin‟in bu düşüncelerini doğru bulan; ancak gerçekleşememesini dönemin şartlarının elvermemesine bağlayanlar da vardır. Bu düşüncede olanlardan Tütengil‟e(1954:59) göre, Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluk olarak devam edebilmek için en elverişli fikirleri Prens Sabahaddin‟de bulmaktaydı. Ancak, Tanzimat‟tan beri devam eden “idare-i maslahatçı” zihniyet, bütün iddia ve vaatlerine

rağmen İmparatorluktaki unsurlar arasındaki geçimsizlikleri derinleştirmekteydi. İşte ona göre, Prens Sabahaddin ilk darbeyi buradan yemiştir. İmparatorluğun çeşitli unsurları arasında gittikçe yayılan milliyetçilik akımlarının yarattığı psikoloji nedeniyle, öyle olmadığını ısrarla vurgulamasına rağmen Prens Sabahaddin‟in adem-i merkeziyet görüşleri federalizm isteği olarak algılanmaya devam etmiştir.

Prens Sabahaddin‟in adem-i merkeziyet fikrini desteklemeyen; ancak uygulanamamış olması konusunda benzer bir görüşü dile getiren Kahraman‟a (2004: 134) göre ise, Prens Sabahaddin‟in adem-i merkeziyet fikirleri, İmparatorluğu karşı karşıya kaldığı milliyetçilik hareketleri karşısında bir bütün hâlinde tutmaya çalışan çevrelerin eline komplo teorisi yaratma imkânı vermiştir.

Prens Sabahaddin, ülke idaresine ilişkin düşüncelerinin merkezini oluşturan adem-i merkeziyet kavramını birebir Demolins ve Henri de Tourville gibi Science Sociale düşünürlerinden almıştır. Kansu‟ya (2001:157) göre bu isimlerin “adem-i merkeziyet” kavramıyla kastettikleri aslında 1789 öncesi Fransa‟sında varolan feodal yapıdır. Feodal düzendeki siyasal, toplumsal ve iktisadî yapıda aristokrasi geleneksel devletin kontrolü altında değildir ve sahibi olduğu topraklar üzerinde sınırsız tasarruf sahibidir. Adem-i merkeziyetçilik olarak tanımlanan bu düzende aristokrasi devlet ile tebaa arasında, mutlakiyetçiliği dengeleyen bir ara sınıf konumundadır.

Demolins, ideal toplum olarak gösterdiği Anglo-Sakson tipi toplumdan söz ederken, feodal döneme yoğunlaşmakta ve bu dönemden “kişisel özgürlüklerin en fazla olduğu dönem” diye söz etmektedir. Aslında bu düşünceyle kastedilen “kişisel özgürlük” toplumdaki tek tek bireylerin kişisel özgürlüğü değil, aristokratların yasalar ve toplumsal denetim karşısındaki özgürlüğüdür. Dolayısıyla bu özgürlük, 19. yüzyıl liberalizminin özgürlük kavramından farklı bir özgürlüktür (Kansu, 2001:158).

Kansu‟ya (2001:158) göre, Demolins ve H. de Tourville gibi yazarların 20. yüzyıl başlarında bile hâlâ dünyada en geniş sömürge topraklarına sahip bulunan Büyük Britanya ile ABD‟yi, Fransa için örnek almaları normal karşılanabilir. Çünkü bu yazarlar, emperyalizm hayranıdır ve Fransa‟nın da emperyalist bir devlet olmasını arzulamaktadır.

Prens Sabahaddin‟inse, emperyalist hedeflerinin olmaması bir yana, zaten sömürgeciliğin hegemonyası altındaki ülkesinde Anglo-Sakson modelini savunması; dahası sömürge yöneticilerinin ülkeye getirilerek “tecrübelerinden yararlanılması” fikri son derece naif bir düşüncedir.