• Sonuç bulunamadı

III. BÖLÜM

4.1.1. Prens Sabahaddin’in Eğitim GörüĢleri

4.1.1.1. Osmanlı Eğitim Sisteminin Ġçinde Bulunduğu Durum

4.1.1.1.1 Okulların Yapısı ve Eğitimin Yetersizliği

Prens Sabahaddin, Batılılaşma hareketleriyle birlikte açılan yeni okulların, ülke eğitimi için yeterli olmadığını düşünmektedir. Bu okulların açılmasında hem çok geç kalınmış, hem de buralarda verilen eğitim çeşitli açılardan toplumun gereksinimlerine yanıt verememiştir.

Prens Sabahaddin (2007b:129), eğitim hayatındaki yeniliklere bakıldığında, Fransa‟nın bir ölçüde taklit edildiğini düşünmekte ve de ilk (iptidaî), orta (rüşdîye ve idadî) ve yüksek olmak üzere üç kademeye ayrılan öğretimin, ilk iki kademesinin vilâyetlerdeki tesisine ancak 19. yüzyıl başlarında başlanabildiğine dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, yüksek öğretim ise İstanbul‟da ve İstanbul dışında sınırlı sayıda birkaç kurumdan başka, ülkenin başka hiçbir yerinde hayata geçirilememiştir. Ayrıca olumlu bir gelişme olarak, Batı tipi öğretimi hasbelkader uygulayabilen bu okullardaki öğrencilerle, Avrupa üniversitelerinde az çok öğrenim görmüş küçük bir kesim dilde büyük bir değişiklik meydana getirmiş; eğitim dili, hem şekil hem de içerik bakımından büyük bir gelişmeye uğramıştır.

Prens Sabahaddin (2007i:400), Tanzimat‟tan itibaren devlet adamlarının salt teorik düzenlemeler ve yasalarla ülkeyi yönettikleri için; açtıkları büyük okullarda da eğitimin tamamen kitaplara dayanmasını ve beden eğitiminin ihmal edilmesini eleştirmektedir. Ona göre eskiden devleti yönetenler, statülerini beden gücü ve savaşçı özellikleriyle koruduğu için, eski eğitim sisteminde beden eğitimi önemli bir yer tutmaktaydı. Eğitimin niteliğinin değişmesi de toplumsal koşulların değişmesinden ileri gelmektedir.

Ona göre hâlihazırdaki eğitim sistemi yalnızca beden eğitimini ihmal etmekle kalmayıp, aynı zamanda bedeni tahrip etmektedir. Bununla birlikte, her ne kadar okullarda teorik eğitim veriliyor gibi gözükse de, aslında o da lâyıkıyla yerine getirilmemektedir. Dil ve edebiyat ile doğal ve toplumsal bilimlerin öğretiminde ciddi sorunlar bulunmaktadır. Dil öğretimi yalnızca kuralları ezberlemeye, fen öğretimi ise yalnızca teoriye dayalıdır ve pratikten yoksundur. Bu nedenle de gerek dil gerekse fen öğretimi yüzeyseldir ve başarısızlığa mahkûmdur (Prens Sabahaddin, 2007d:247).

Prens Sabahaddin gibi çalışmaya ve üretime büyük önem veren bir düşünürün, teorik ve ezberci eğitimden şikayet etmesi normaldir. Bununla birlikte, Prens Sabahaddin‟in dil ve edebiyat öğretimindeki ezberciliği ve fen öğretiminde uygulamaya önem verilmeksizin salt teorik olarak okutulmasını eleştirmesi yerinde tespitlerdir. Çünkü, dengeli bir eğitimde hem teori hem de pratik, uyumlu ve birbirini tamamlayacak şekilde yer almalıdır.

Prens Sabahaddin (2007d:247), ailelerin çocuklarına verdiği eğitim ile okuldaki eğitimin birbirini tamamladığını düşünmektedir. Ailelerin verdiği eğitim, çocuklarda girişimcilik ve bağımsızlığı geliştirmekten uzaktır ve esareti beslemektedir. Okullar da kişiliği gelişmemiş nesiller yetiştirmektedir. Toplumda eğitimi gerçekleştiren iki esas kurum olan aile ve okul, kendilerinden beklenen görevi lâyıkıyla yerine getirememektedir. Müslümanlara oranla, Hıristiyanlar eğitim konusunda daha gelişmiş olmakla birlikte, Anglo-Saksonlar hem Müslüman hem de Hıristiyan tebaadan katbekat üstündür. Anglo-Sakson eğitimi; beden, fikir ve ahlâkta kişisel yeteneği arttırma esasına dayanmaktadır.

Prens Sabahaddin‟in Osmanlı eğitim sistemine yönelttiği eleştirilerden biri de, tahsil (eğitim) ve terbiye (öğrenim) ayrımı yapılmasıdır. Ona göre, kişiyi çocukluğundan itibaren aldığı eğitim, her geçen gün daha da kesif bir hâl alan rekabet ortamına hazırlayamamaktadır. Tıpkı geçmişte olduğu gibi her şey devletten beklenmektedir. Avrupa ile olan ilişkiler çoğaldıktan sonra yeni okullar açılmış olsa da, bu okullarda eğitim ile öğrenim ayrımını derinleştirecek şekilde terbiye ihmal edilip tahsile ağırlık verilmektedir. Yapılması gereken, hem tahsilin hem de terbiyenin çocukları rekabete ve girişimciliğe uygun bireyler olarak yetiştirecek şekilde birleştirilmesidir (Prens Sabahaddin, 2007ç:191-192).

Prens Sabahaddin‟in tahsil ve terbiye ayrımıyla tam olarak neyi kastettiği bilinmemekle birlikte, kişinin çocukluğundan itibaren aldığı terbiye ifadesiyle ailede ve sosyal çevrede verilen informal eğitimi, tahsil kelimesiyle ise formal eğitimin bir kolu olan örgün eğitmi kastetmiş olmalıdır. Onun istediğinin, toplumun plansız ve kendiliğinden gelişen kültürleme süreçleriyle çocuklara verdiği eğitimle, okullardaki planlı programlı eğitimin birbirini tamamlayacak şekilde, rekabetçi ve girişimci bireyler yetiştirmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Prens Sabahaddin‟in eleştirdiği bir diğer konu da ilkokulların yaygınlaştırılmasıdır. O, toplumların durumlarındaki en köklü değişikliklerin ancak ilköğretimin iyileştirilmesiyle mümkün olabileceğine dair inancın, gerçeklikle alakası olmadığını düşünmekte ve Türkiye‟de de böyle bir inancın bulunmasını eleştirmektedir. Ona göre, ilköğretimin hayatî bir mesele olarak kabul edilmesinin sebebi, halkın büyük bölümünün köylülerden oluşması ve köylülerin içinde bulunduğu durumun düzeltilmesi gereğidir. Bilgisizliğin ve cehaletin tüm sorunların kaynağı olduğu gerekçesiyle ilkokullara büyük önem atfedilmekte ve ilköğretime tıpkı yükseköğretim gibi siyasî ve idarî bir görev biçilmektedir. Öğretmenler, devletin verdiği yetkiyle velilerin de üstünde bir statü elde edip; yalnızca çocukların eğitimiyle değil, babaların da siyasî ve ideolojik rehberliklerini yapmakla yükümlüdür (Prens Sabahaddin, 2007i:400-401).

Prens Sabahaddin, toplumsal yapı aynı kaldığı sürece ilkokulların yaygınlaştırılmasının kayda değer bir yarar getirmeyeceğini ve mevcut yapıyı yeniden üreteceğini düşündüğü için, ilkokullara büyük önem atfedilmesine karşıdır. Ne var ki kestirmeci bir yaklaşımla, ilkokulları yaygınlaştırarak da daha kaliteli bir yapıya kavuşturmanın mümkün olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. Prens Sabahaddin‟in şikayet ettiği öğretmenlerin siyasî misyonlar yerine getirmesi meselesi ise, tamamen devletin onlara biçtiği rolle ilgilidir ve her devlet resmî ideolojisini kitlelere yaymak amacıyla eğitimi araçsallaştırmaktadır. Bilhassa, okuma-yazma ve okullaşma oranlarının düşük seviyelerde seyrettiği ülkeler, ilerleme hamlelerini öğretmenler aracılığıyla hayata geçirmektedir. Bunun uygulanma biçimleri eleştirilebilir; ancak eğitimin siyasî işlevlerine son vermek için yapılması gereken şey ilköğretimi önemsizleştirmek değil, devletin eğitim politikalarını gözden geçirmesidir.