• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

2.2. Veri Toplama Tekniği

3.1.2. Toplumsal ve Kültürel Dinamikler

DP’nin on yıllık iktidarında uygulanan ekonomi politikasının sonucu olarak Türkiye’nin kültürel ve toplumsal yapısında büyük değişimler meydana gelmiştir. Köy hayatındaki yeniliklerden göç ve kentleşmeye, basın ve yayın faaliyetlerindeki canlılıktan refah algısının körüklediği tüketim kültürünün yerleşmesine dek pek çok özelliği bakımından Türkiye’nin önceki on yıllarından keskin bir biçimde ayrılan bu dönemde, hem toplumsal hiyerarşi hem de iktidardaki seçkinlerin dayandığı temel paradigmalarda önemli kırılmalar meydana gelmiştir.

Bu dönemde, Erken Cumhuriyet döneminin kadın-erkek ilişkileri, yaşam tarzı, kılık kıyafet, sanat, edebiyat gibi alanlara öncelik tanıyan kültürel modernleşmesi ikinci plana itilip; üretim artışı, elektrik, su, baraj, köprü ve yol yapımı gibi imar ve inşa faaliyetleri ön plana alınmıştır. Muasır medeniyet idealinin maddî alt yapısını önceleyen bu anlayışa yüksek teknolojisi, geniş yolları ve gökdelenleriyle ABD model olmuştur. DP’nin özel mülkiyete ve serbest girişime öncelik tanıyan, kapitalizmin gelişmesiyle mümkün olabilecek “muasır medeniyet” anlayışının hedefi, Türkiye’yi “küçük Amerika” hâline getirmektir. ABD’yi DP için cazip kılan özellikler yalnızca kapitalizmi değil; toplumunun

33

muhafazakârlığı, geleneksel yapısı ve ahlâkî niteliklerinin yanı sıra pragmatizmi, esnekliği, aristokratik geçmişinin zayıflığı ve dikey toplumsal hareketliliğe izin veren toplumsal yapısıdır (Demirel, 2011, s. 118-119).

DP döneminde, Erken Cumhuriyet döneminin en önemli modernleşme uygulamalarından biri olan demiryolu yapımı durma noktasına gelmiştir. Yapılan yeni yollar, köylerin dışa açılması, piyasa ekonomisine daha kolay bağlanması ve ülkenin bütünleşmesini sağlamış; tarım sektöründeki gelişmeler ve yol-köprü inşaatları, köylünün günlük yaşamında önemli değişimler meydana getirmiş ve bu kesimi DP’ye gönülden bağlamıştır. Yol yapımı, demiryollarının aksine kamu taşımacılığından özel taşımacılığa geçiş anlamına da gelmektedir. Sayısı 53 binden 137 bine yükselen ithal otomobil sayısıyla birlikte ülkedeki pazarlama ve dağıtım olanakları genişlemiştir (Eroğul, 1989, s. 141-142; Zürcher, 2012, s. 328-329).

1950’li yıllara kadar Anadolu köyleri elektrik, radyo ve telefon gibi olanaklardan mahrumdur, çoğunluk geçimlik düzeyde tarım yapmakta, tüccarlarsa ancak sınırlı bir bölgeye satış yapabilmektedir. Genellikle içe kapalı bir görünüm sergileyen köyler, 1950’lerin ortalarından itibaren dışa açılmaya başlamıştır (Çavdar, 1999, s. 58). Anadolu köylüsünün kendini “kolektif bir bütünün parçası” olarak algılaması, radyonun hayatına girmesiyle birlikte kolaylaşmıştır. Böylelikle, siyasete katılma düşüncesi, gazete ve dergileri takip edebilme olanağına sahip sınırlı sayıdaki insana özgü olmaktan çıkıp daha fazla insanın dünyasında söz konusu olabilmiştir (Demirel, 2011, s. 144).

Karpat (2012, s. 184-185), köylünün kendi değerinin farkına vardıkça eski yaşama alışkanlıklarını ve düşüncelerini değiştirmeye başladığını, yaşam koşullarını iyileştirecek fırsatlar talep ederken artık bunu “yönetenlerin bir lütfu” olarak görmediğine dikkat çeker. Köylü daha iyi bir yaşam elde etmeyi doğal bir hak olarak görmeye, kozasından çıkıp yaşam standartlarının yükseleceği umuduyla kentlere göç etmeye başlamıştır. 1950’de toplam nüfus içindeki payı %78,3 olan kır nüfusu 1960’a gelindiğinde %71,2’ye gerilemiştir.

Almanya ve müttefiklere yapılan uygun fiyatlı ihracatla elde edilen döviz rezervinin üzerine, savaş sonrasındaki tarım ürünleri ihracatından elde edilen döviz gelirleri ile dış yardım ve borç imkânlarının da eklenmesiyle “eli bollaşan” Türkiye’de, tüketim mallarına

34

rağbet artmıştır. Nispeten artan refah ortamı, savaş yıllarının kısıtlı tüketim koşullarından yeni çıkmış halkı DP’ye daha da yaklaştırmıştır (Çavdar, 1999, s. 50). Savaş yıllarının yoksulluğundan sonra 1950’lerin ekonomik canlılığına geçilmesi, var olan bolluk ve refahın gerçektekinden daha büyük olduğu algısına da yol açmıştır (Demirel, 2011, s. 144).

Ne var ki, DP iktidarının ilk yıllarında gerçekleşen ekonomik büyüme ve zenginlik, belli kesimlerde yoksulluğu da beraberinde getirmiştir. Sahip olunan toprağın büyüklüğüne göre kredi dağıtılmış, traktör olanağından daha çok büyük toprak sahipleri yararlanabilmiştir. Tarım politikaları sonucu toprak mülkiyeti belli yerlerde toplanmış ve topraksızların oranında artış meydana gelmiştir (Eroğul, 1998, s. 149-150). Marshall Yardımı ve dış krediler yoluyla tarım alanına dahil olan çok sayıda traktörle birlikte, marjinal topraklar bile ekilir hale gelmiş, ekilen alan neredeyse iki katına çıkmış, ticarî tarım gelişmiştir; ancak traktör kullanımıyla birlikte yarıcılık, ortakçılık gibi işlerle uğraşan tarım emekçileri işsiz kalmıştır (Çavdar, 1999, s. 60). Traktör kullanılamayacak kadar küçük topraklara sahip olan köylüler için çiftçilik bir geçim kaynağı olmaktan çıkmış, bir kısmı büyük çiftliklere şoför olurken, büyük bir kısmı tarım emekçisi olmak ya da kentlere göç etmek zorunda kalmıştır. Henüz 1951 Ocak’ında bile kırsal işsizlik nedeniyle gerçekleşen göç sonucu kentlerde tahminen bir milyondan fazla işsizin bulunması, kent suçlarında artışa yol açmıştır (Ahmad, 2010, s. 178).

… Oysa 1950’ler sıradan insanların gündelik hayatlarını alt üst etmekte olan maddi dönüşümlerin, politik kerteden kaynaklanan etkileri kat kat aştığı bir dönemdi. Belki bunun en çarpıcı göstergesi 1950’lerin, şehre göçün ve dolayısıyla mülksüzleşmenin, sonraki yıllarla bile karşılaştırılamayacak bir ivme kazandığı dönem olmasıydı. Ancak bu dönemde şehirleşme yeni bir imkân, yeni bir ufuk vaadetmekten çok bir ‘vasıfsızlaşma’ anlamına geliyordu. Vasıfsızlaşma, yani aynı zamanda o güne kadar itaati, denetlenebilir olmayı mümkün kılmış olan özelliklerden de arınma…” (Bayar & Savaşır, 1988, s. 2086).

Bir milyondan fazla insanın kasaba ve kentlere göç etmesi sonucu büyük kentlerin nüfusu her yıl %10 artmıştır. Bu yıllarda dört büyük şehrin nüfusu %75 artmış ve kent nüfusunun toplam nüfus içindeki oranı %19’dan %26’ya çıkmıştır. Her on köylüden birinin yeni gelişen sanayi kollarında iş bulmak için yaptığı bu göçler, emek göçünün biçimini değiştirmiştir. Eskiden göç edenler yalnızca belli dönemlerde çalışmak için kentlere gidip yılın büyük bölümünde köylerde yerleşikken, yeni göçler kentlerde sürekli kalmak için gerçekleştirilmeye ve köylerde mevsimlik işler için bir süreliğine kalınmaya başlamıştır. Bu mekânsal hareketlilik, fizikî mesafelerin etkisini azaltıp köy ve kent kültürlerini karşı karşıya getirmiştir. Öte yandan, henüz yeni gelişen sanayinin kapasitesi, hızla artan vasıfsız

35

emek göçünü istihdam etmede yetersiz kalmıştır. Bu nedenle birçok insan ya geçici işçilik ya da sokak satıcılığı yapmak zorunda kalmıştır. Çok sayıda insanı barındırabilecek altyapı ve donanımdan yoksun olan kentlerin dışındaki kullanılmayan arazilerde, yeni sakinlerin hızla inşa etmeye başladığı gecekondular sonraki yılların önemli bir sorununun başlangıcını teşkil etmiştir (Keyder, 2010, s. 171; Zürcher, 2012, s. 331).