• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

3.2. Üniversite Bileşenlerinin Demokrat Parti İktidarıyla İlişkisi

3.3.2. Bir Kırılma: Nisan Gösterileri

Üniversite öğrencilerinin siyasal eylemlerini arttıran asıl dönüm noktası 18 Nisan 1960’ta Tahkikat Komisyonunun kurulmasıdır. İnönü’nün Tahkikat Komisyonunun kurulduğu 18 Nisan tarihli Meclis konuşmasına yayın yasağı getirilmesi üzerine CHP İstanbul Gençlik Kolu ve Üniversitelileri Organize Komisyonu geceleyin bir gazetenin teleks haberlerinden konuşma metnini almış ve CHP Beyoğlu İlçe Merkezinde teksir makinasında sabaha kadar çoğaltarak, resmî ve özel yurtlardaki öğrencilere dağıtmıştır. Metin çoğaltıp dağıtma faaliyeti sonraki günlerde de devam etmiştir. Tüm yurtlardaki örgütlenmesini genişleten Üniversitelileri Organize Komisyonu sabaha kadar uğraşarak İnönü’nün konuşmalarını ve Meclis görüşmelerindeki kamuoyundan gizlenen kısımları çoğaltarak İstanbul’daki evlere bırakmıştır (Erdemir, 1961, s. 14).

19 Nisan 1960’ta, Kızılay’da, katılımcılarının çoğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu büyük bir gösteri gerçekleştirilmiştir. CHP Genel Merkezinden İş Bankası Kızılay şubesine yürüyerek giden İnönü’nün etrafını saran ve iktidar aleyhinde sloganlar atan kalabalık trafiği kapatırken, kalabalığı copla dağıtan polisin gözaltına aldığı 22 kişiden 5’inin tutuklu, diğerlerinin tutuksuz yargılanmasına karar verilmiştir (Kabacalı, 1992, s. 130; Erdemir, 1961, s. 13).

İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, gösterinin “tertipli” olduğu ve önceden gerekli önlemlerin alındığı belirtilmiştir (Milliyet, 20.04.1960, s. 1). Bakanlık açıklaması doğrudur; zira CHP milletvekili Suphi Baykam bu “korsan miting”in siyasî toplantı ve yürüyüşlerinin yasaklanması üzerine bizzat planladığını açıklamıştır. Plana göre, İnönü’nün para çekeceği saatin haber verildiği üniversite öğrencileri orada toplanıp gösteri yapacaktır. Baykam’a göre, başlangıçta plandan haberi bulunmayan İnönü, kendisine anlatıldıktan sonra planı uygun görmüş ve olabildiğine ağır bir biçimde İş Bankası Kızılay

1 CHP’nin 1957’deki 14. kurultayında faaliyetlerini genişletmeye karar verdiği gençlik kolları, 1960

Darbesi’ne dek ülke genelinde 295 şubeye, 1961’de 530 şubeye, yani yaklaşık 25.000 üyeye ulaşacaktır (Karpat, 2012, s. 85-86).

60

şubesinden yine Kızılay’da bulunan Genel Merkez binasına doğru yürümeye başlamıştır (Demirel, 2011, s. 334-335). İnönü’nün damadı gazeteci Metin Toker de İnönü’nün o gün bankaya para çekmek için değil güç gösterisi için gittiğini yazmıştır. İnönü’nün orada saat kaçta bulunacağını önceden bilen CHP’liler hareketliliği başlatmış, devamını halk getirmiştir. Daha sonra gençlikle teması bulunan partililerin ön ayak olduğu ve halkın katıldığı başka gösteriler de düzenlenecektir (Toker, 1966, s. 238).

18 Nisan’da Tahkikat Komisyonunun kurulması ve 27 Nisan’da olağanüstü yetkilerle donatılması, DP’nin tüm muhalefet odaklarıyla olduğu gibi üniversiteyle ilişkilerindeki en ciddî kırılmanın başlangıcıdır. Bu tarihten itibaren sokak eylemlerinin ve bu eylemleri bastırmak için başvurulan yöntemlerin şiddeti artmıştır. İktidarın üniversite öğrencileri üzerinde kurduğu baskı, öğrenci derneklerinin yıllık olağan toplantılarında bile görülür olmuştur.

27 Nisan günü İÜ Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti kongresinde, kongreyi takip eden hükümet komiseri Bumin Yamanoğlu, hem faaliyet raporunda hem de Kore Talebe Birliğine çekilmek istenen tebrik telgrafında1

“siyaset yapıldığına” kanaat getirince, salonun sakin havası gerginleşmiştir. Yamanoğlu ve beraberindeki polisler, faaliyet raporundaki sakıncalı buldukları bazı kısımların okunmamasını istemiş, bu istek öğrenciler tarafından protesto edilmiştir. Telgrafın okunması polisler tarafından engellenince ise salon karışmış ve öğrencilere cop ve göz yaşartıcı gazla müdahale edilmiştir. Kongre tatil edilmiş, Cemiyet Başkanı ile Kongre Başkanı gözaltına alınmıştır (Milliyet, 28.04.1960, s. 1, 5).

Aynı gün İstanbul Emniyet Müdürü, 28 Nisan’da İstanbul Üniversitesinde (İÜ) öğrenciler tarafından hükümeti protesto eylemi gerçekleştirileceği duyumunu almış ve Vali’nin de onayıyla polisleri sabah 06.30 civarında kampüste konuşlandırmıştır2

(Özkaya, 2005, s. 91). Emniyet’in aldığı duyumlar doğrudur; zira 27-28 Nisan gecesi, İstanbul’daki çeşitli fakültelerde öğrenim gören öğrenciler, şehirdeki 63 öğrenci yurdundan 43’ünü dolaşmış ve herkesi ertesi günkü büyük gösteriye katılmaya davet etmiştir. Aralarında görev dağılımı

1Güney Kore’de Başkan Syngman Rhee’yi deviren öğrenci gösterileri, Türk basını tarafından günlerce geniş

yer ayrılarak işlenmiştir (Zürcher, 2012, s. 349).

2 Halbuki üniversite özerkliği gereği rektörün izni veya daveti olmadan, polisin üniversiteye girme yetkisi

61

yaparak İÜ Hukuk Fakültesi (HF) ve İÜ İktisat Fakültesine (İF) dağılan öğrenciler, sabah 06:00’da İÜHF’de toplanmaya başlamıştır. Birinci sınıfların ders yaptığı iki bin kişilik anfide “Castro” lakaplı Nuri adındaki öğrenci hareketi başlatma görevini üstlemiş ve dersin sonunda kürsüye çıkarak yaptığı konuşmada Tahkikat Komisyonuna verilen yetkilerin hukukçuların şeref ve haysiyetlerine ağır bir darbe indirdiğini, artık bu koşullarda hukuk öğrenimi görmenin bir anlamının kalmadığını ve dışarıda herkesi hürriyet mücadelesinin beklediğini söylemiştir (Erdemir, 1961, s. 19; Kabacalı, 1992, s. 132).

Bu konuşma üzerine anfideki öğrenciler dışarı çıkmış ve diğer sınıflardaki öğrencilerle birleşip kampüsteki Atatürk anıtı önünde toplanarak hep bir ağızdan İstiklâl Marşı’nı okumuştur (Kabacalı, 1992, s. 133; Özkaya, 2005, s. 92). Namık Kemal’in “Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin / Dönersem kahbeyim millet yolunda bu azimetten” şiirini okuyan öğrenciler; “Kahrolsun Menderes”, “diktatör istifa”, “hürriyet”, “Atatürk”, “İsmet Paşa çok yaşa”, “Ya ya ya şa şa şa ordu ordu çok yaşa” ve “ordu gençlik el ele” gibi sloganlar atmıştır. Gençlik Marşı’nın yanı sıra, Plevne Marşı (Gazi Osman Paşa Marşı) da sözleri değiştirilip Hürriyet Marşı hâline getirilerek okunmuştur. Marşın bir versiyonu “Türk gençliği korkmam diyor / Hürriyeti satmam diyor / Atatürk’ün yolundayım / Ben bu yoldan sapmam diyor” şeklindedir. Diğeri, “Türk Gençliği Korkmam Diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Atatürk’ün çocukları hak yolundan çıkmam diyor / Olur mu böyle olur mu / Kardeş kardeşi vurur mu / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı / Kılıcını vurdun taşa / Taş yarıldı baştan başa / Şanlı Büyük Türk ordusu / Askerinle binler yaşa”. Bir diğeri ise, “Kızılırmak akmam diyor / Etrafımı yıkmam diyor / Ünlü Büyük İsmet Paşa / Ben sözümden caymam diyor…” olarak söylenmiştir (Demirel, 2011, s. 331-332).

1960’ta CHP Gençlik Kolları üyesi olan gençlerle görüşen Kaya’nın (2010, s. 108) aktarımına göre Nurettin Sözen, 28 Nisan’da Beyazıt’ta meydana gelen mitingi bizzat planladıklarını, bu mitingin görünen nedeninin Tıp Fakültesi kongresine yapılan anti- demokratik müdahale olduğunu, ama esassında toplumda beliren tepkiler nedeniyle bu hareketi başlattıklarını belirtir. Abdullah Emre İleri, 27 Mayıs öncesi öğrenci protestolarının tohumunun 1957’de atıldığını söyler; çünkü ona göre DP, iktidar olmanın avantajını kullanarak seçime katılmış ve tartışmalı sonuçlar elde etmiştir. İleri, DP’nin özeleştiride bulunmak yerine anti-demokratik uygulamalarını genişletme eğiliminde olması nedeniyle gençliğin sokağa çıktığını savunur. Altan Öymen’e göre artan baskılar, keyfi

62

yönetim, yargı sistemine müdahale ve Tahkikat Komisyonunun kurulması, gençliğin tepkisini çeken başlıca nedenlerdir. Orhan Akbulut da özellikle adalet sisteminin sarsılarak bir “diktatörlük” kurulması yönündeki adımların gençlerin demokrasi mücadelesi için zemin hazırladığını savunur.

Üniversite, öğrencilerin toplanmaya başladığı saatlerden itibaren atlı polisler ve askerler tarafından abluka altına alınmış, birçok polis kampüsün çeşitli noktalarına dağılmıştır. Öğrenciler bu durumun farkında olmalarına rağmen, bildiriler dağıtarak daha çok kişinin bahçede toplanmasını sağlamıştır. Bir gün önceki Tıp Talebe Cemiyeti Kongresinde olay çıkaran polis Bumin Yamanoğlu, önce cipini öğrencilerin üzerine sürmüş, daha sonra kalabalıktan yakaladığı bir öğrenciyi tartaklayarak cipin içine sokmaya çalıştıktan sonra kendisi içeri girip, öğrenciyi cipin dışında bırakarak sürüklemiştir. Diğer öğrencilerin yardımıyla genç kurtarılmıştır; ancak bu sefer de bir diğer polis, ayaklarına doğru ateş ettiği öğrencilerden ikisini yaralamıştır. Bazı öğrencilerle polisler arasında yumruklaşmalar yaşanmıştır (Erdemir, 1961, s. 19; Kabacalı, 1992, s. 133).

Üniversiteye gelen Rektör Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, Rektörlük binasında ilgililerden durum hakkında açıklama aldıktan sonra yanında İÜHF Dekan Vekili Ord. Prof. Sulhi Dönmezer ve Özel Kalem Müdürü’yle birlikte bahçeye inerek polislere kendini tanıttıktan sonra, öğrencilere bu kadar ağır müdahalede bulunmalarının nedenini sorup, çekilirlerse öğrencileri bizzat sakinleştireceğini söylemiştir. Ancak polislerin Onar’a hakaret ederek yanıt vermesi üzerine çıkan tartışmada Dönmezer ve Onar polisler tarafından tartaklanmış, yediği yumruğun etkisiyle yere düşünce gözlüğü kırılan ve başından yaralanan Onar, Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür (Erdemir, 1961, s. 20; Özkaya, 2005, s. 94).

Rektör öğleyin Üniversiteye geri döndüğünde, öğrencilerde en ufak bir yatışma yoktur; aksine, öfkeleri daha da büyümüştür. Rektörün başındaki sargıyla pencereye çıkarak yaptığı, istifa etmediğini, öğrencilerin haklarını sonuna kadar savunacağını ve bir fikir mücadelesi olarak kalmasını istediği bu mücadelede öğrencilerin yanında olduğunu belirttiği konuşma alkışlarla karşılanmıştır. Ankara’dan Başbakan Menderes ve Milli Eğitim Bakanı, özür dilemek üzere telefon etmiş; ancak Onar dinlenmeye ihtiyacı olduğunu söyleterek telefona çıkmamıştır (Erdemir, 1961, s. 22).

63

Öğrenciler, takviye olarak gelen askerî birliğe “Türk ordusu çok yaşa!” gibi tezahüratlarla sevgi gösterilerinde bulunmuş, bir binbaşıyı omuzların taşımıştır. Bir polis müdürü ile binbaşı arasında çıkan ve neredeyse silahların çekilmesine kadar uzanacak tartışma, polis müdürünün geri adım atmasıyla son bulmuştur. Öte yandan Üniversiteden çıkıp Site Yurdu’na giden öğrenciler, içlerinden birinin topluluğa “Aziz kardeşlerim, Üniversite rektörümüz yaralandı, hocalarımız dövüldü, can kardeşlerimiz hain kurşunlarla vuruldu. Kanında Türklük dolaşan arkadaşlarımızı aziz vatan mücadeleye bekliyor” şeklinde hitap eden bir konuşma yapması sonrasında, Site Yurdu’ndaki diğer öğrencilerin de katılımıyla büyüyen topluluk Beyazıt Meydanı’na doğru yürüyüşe geçmiştir (Erdemir, 1961, s. 24).

Beyazıt Meydanı, vahim olaylara sahne olmuştur. Öğrenciler, askerlere sevgi gösterilerinde bulunurken üzerlerine gelen atlı polisleri taş yağmuruna tutmuş, atılan taşlardan ürken atların altında çiğnenen öğrencilerden biri başından (Erdemir, 1961, s. 24), dört öğrenci de polislerin açtığı ateş sonucu ağır yaralanarak hastaneye kaldırılmıştır. Ne yazık ki, yaralanan öğrencilerden İÜ Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz1 kurtarılamamıştır (Kabacalı, 1992, s. 141-142).

Subaylar tıpkı İÜ kampüsünde olduğu gibi Beyazıt Meydanı’nda da öğrencileri engellememiş, öğrenciler tanklar tarafından kuşatılmış olan Valiliğin önüne kadar gelip “Katil Menderes, Vali istifa” gibi sloganlar atabilmiştir (Erdemir, 1961, s. 26-27). Askerlerin hiçbir müdahalede bulunmaması nedeni, aldıkları emirdir. Öğrenciler, ayrıca yol üzerindeki Hürriyet gazetesinden bayrak istemiş, Cumhuriyet gazetesi başyazarını omuzlarda taşımış, Dünya gazetesi önünde İstiklal Marşı okumuştur. DP’nin gençlik büroları tarafından Vatan Cephesi ocağına dönüştürülen TMTF yuhalanarak protesto edilmiştir. Valiliğe varıldığında Vali’nin yerinde olmadığının öğrenilmesi üzerine, gösterilere Emniyet Müdürlüğü önünde devam edilmiştir (Kabacalı, 1961, s. 142-143).

Eylemlere katılan öğrencilerle, onların eylemlerini bastırmak üzere görevlendirilen askerler arasında ilk günlerden itibaren zımnî bir mutabakat, hatta işbirliği vardır. Öğrenciler polise büyük öfke duyarken, askerin eylem alanlarındaki varlığından rahatsız değildir. Askerler ise öğrencilerle karşı karşıya getirilmekten rahatsızdır. 27 Mayıs

64

Darbesi’nde aktif rol oynamış ve Milli Birlik Komitesinde de görev almış olan Kurmay Binbaşı Şükran Özkaya, askerin yaşanmakta olan olaylara bakışını şöyle anlatmaktadır:

… Anayasa ve insan haklarına aykırı olan bir karara karşı direnen ve protestoda bulunan Üniversite öğretim üyelerine ve silahsız öğrencilere, partizan yöneticilerin haksız ve acımasız kıyımı başlatmaları bizi etkilemeye başlamıştı. Silahsız ve saldırısız, özgürlük ve bağımsızlıktan başka düşüncesi olmadığını gösteren gençliğe karşı partizan polis şeflerinin silah kullanıp kan dökmesi, İstanbul Üniversitesi bahçesinde Rektör dövmesi; yasaları ihlal eden iktidara karşı ihtilâle gidişin ilk belirtileri ve başlangıcı olmuştur (Özkaya, 2005, s. 113).

28-29 Nisan gecesi, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının elindeki en önemli birliklerden biri olan Üçüncü Zırhlı Tugay mensubu subayların bir bölümü ile toplantı yapan Orhan Erkanlı, öğrencilere karşı hoşgörülü davranma, şiddet kullanmama ve ateş emrini uygulamama talimatında bulunmuştur (Özdağ, 2004, s. 156).

28 Nisan gecesi İstanbul Emniyet Müdürlüğü gözaltına alınan, hastaneler yaralı öğrencilerle dolup taşmıştır. Ayakta tedavi edilen birçok öğrencinin yanı sıra; İÜHF’den Hüseyin Onur, Kenan Özten, Cengiz Balıkkaya; İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinden (İİTİA) Hüseyin Irmak, İÜ Tıp Fakültesinden Mevlüt Kurtoğlu gibi ağır kurşun yarası almış öğrenciler de vardır. Aşırı kan kaybeden Hüseyin Onur’un sol bacağı, başka çare olmadığı için mecburen kesilmiştir. Olaylarda can kaybının yaşanmasından rahatsızlık duyan Hükümetin görevlendirdiği polisler bir an önce defnedilmesi için Turan Emeksiz’in morgdaki cenazesini almak için gece Gureba Hastanesine gelmiş; ancak karşı çıkan doktorlar cenazeyi polislere teslim etmemiştir (Kabacalı, 1992, s. 144-145).

Olaylara ilişkin olarak ertesi gün yapılan İçişleri Bakanlığı açıklamasında ikisi ağır olmak üzere 16 öğrenci ve 15 polisin yaralandığı belirtilmiştir. Açıklamada, olaylar yüzeysel bir biçimde anlatılmış ve bazı iddialarda bulunulmuştur. İddialardan biri, olayların CHP Gençlik Teşkilatının teşvikiyle gerçekleştiğidir, hatta bazı öğrencilerin ceplerinde altı oklu CHP pankartları yakalandığı belirtilmiştir. Bir diğer iddia, öğrencilerin daha yürüyüş başlamadan kampüste gerçekleşen eylemler sırasında taş ve silahla karşılık verdiği üç polisi yaralamasıdır. Diğer polislerin ve öğrencilerin nasıl yaralandığına dair bir ayrıntıya yer verilmemiştir. Üçüncü iddia, olayların büyümesi üzerine yardıma çağrılan askerlere öğrenciler tarafından şiddetle karşılık verilmesi, hatta saldırılmasıdır. Birçok “partizan” ve “çapulcu”nun üniversite öğrencileri arasına karıştığı da bir diğer iddiadır (Milliyet, 30.041960, s. 1- 5).

65

İstanbul’da bunlar yaşanırken Tahkikat Komisyonuna tanınan olağanüstü yetkiler, aynı günün erken saatlerinde AÜSBF’de CHP üyesi bir grup öğrenci, araştırma görevlisi ve genç öğretim üyesi arasında değerlendirilmiş ve artık derslere devam etmek anlamsız kabul edilerek diğer öğretim üyeleriyle de görüşülerek derslerin boykot edilmesi kararlaştırılmıştır. Öğretim üyeleri diğer fakültelerdeki öğrencilerle işbirliği ile ortak hareket edilmesinin daha etkili olacağı tavsiyesinde bulunmuştur. AÜHF’nin CHP Gençlik Kolları üyesi öğrencileri, CHP sempatizanları ve DP karşıtı öğrenciler, ertesi gün dersleri boykot etme kararı almıştır. İstanbul’da yaşanmakta olan olayların haberi gün içinde Ankara’ya ulaşmış; AÜ öğrencileri, gerek İstanbul gazetelerinin Ankara bürolarından gerekse CHP Genel Merkezinden olayların seyrini takip etmiştir. Öğretim üyeleri de öğrencilere destek vermiş, ertesi gün yapılabilecekler konusunda önerilerde bulunmuşlardır. Bazı asistanlar, o gece evlerine gitmeyip yurtlarda kalmayı tercih etmişlerdir (Erdemir, 1961, s. 58).

Bu noktada bir parantez açıp, CHP’nin protesto eylemlerinde etkin bir biçimde yer alan üniversite öğrencileriyle ilişkisi üzerinde durmakta fayda vardır. Bu konuya ilişkin tanıklıklar, iddialar ve itiraf niteliğinde açıklamalar mevcuttur. Bunlara geçmeden önce, daha Tahkikat Komisyonu kurulmamışken, CHP İstanbul İl Başkanlığı tarafından yayımlanan bir genelgeden bahsetmek gerekmektedir.

Metin Toker’in anlatımına göre, Parti içinde kalması gereken bilgilerin dışarıya çıkarılmasını önlemek amacıyla “gizlidir” ibaresiyle yayımlanan bu genelgede, gizliliği koruyabilmek için yazışmaların fotoğraflı kart sahibi üyeler arasında yapılması istenmektedir. Genelgede ayrıca “İlçelerin irtibat memurları aynı zamanda Kulak Gazetesi muhabirliğini de deruhte edeceklerinden bu arkadaşlar şimdilik haftanın Salı ve Cuma günleri saat 14 ilâ 16 arasında İl Seçim Komitesinden Cemal Yıldırım ile muntazaman temas edeceklerdir.” ifadesi de yer almaktadır. Bir şekilde DP’ye ulaşan bu belge, CHP’nin yalan haberler yaymak ve halkı ihtilâle teşvik etmek için özel bir örgüt kurduğuna kanıt olarak değerlendirilmiştir. Toker, CHP’nin yeraltı faaliyetlerinin hazırlığı içinde olduğunu, İstanbul genelgesinin bu faaliyetlerin bir parçası olduğunu belirtmektedir. Bu faaliyetler, CHP’nin tüm meşru imkânlarının DP iktidarı tarafından kısıtlanması ihtimalini göz önünde bulundurarak ve kötü gidişata karşı gittikçe bir zorunluluk olarak görüldüğü için yürütülmüştür. “Sanki bir yabancı müstevli gelip yurda yerleşmiş gibi, bu idareyi

66

devirinceye kadar” uğraşılacaktır. 28 Nisan’dan 27 Mayıs’a kadarki bir aylık süreçte CHP’nin bu yeraltı faaliyetlerinin rolü büyüktür (Toker, 1966, s. 236).

… Menderese karşı doğan bu mukavemet (…) kendiliğinden mi gelişmiştir? Hayır. Onu C.H.P. organize etmiş, kanalize etmiş, beslemiş, sloganlarını vermiş, her hareketin nüvesini teşkil etmiş, bir beyin rolü oynamıştır. İsmet Paşa, partisinin bu rolü oynadığından haberdardı. Ama kendisi, hiçbir zaman yeraltına geçmedi. Daima açıkta kaldı ve her sözünü açıktan söyledi. Bir tek kişiyle bir komploya girişmedi.1 Buna mukabil İhtilâle yeşil ışığı

onun yaktığı bir gerçektir. Eğer o günler İsmet Paşaya “D.P. diktası mı, İhtilâl mi?” diye sorulacak olsaydı ve İsmet Paşa buna serbest cevap verebilseydi “İhtilâl” derdi (Toker, 1966, s. 237).

Dönemin CHP milletvekili Ferda Güley de “… İnönü’nün meclisten çıkarılmasından ve İstanbul/Ankara kanlı olaylarının yaşanmasından sonra gençlik sıkılmış bir yumruk haline gelmişti. Bu sıkılı yumruğu DP zulmünün suratına bir gürz gibi indiren kol başlangıçta, açık bir gerçektir ki, CHP gençlik ve kadın kollarının başçektiği ‘gençlik’ idi. Sonradan bu kol ‘halk’ oldu.” açıklamasında bulunmuştur (Demirel, 2011, s. 334).

İstanbul ve Ankara’daki öğrenci protestolarında etkin rol üstlenen bazı öğrencilerin CHP’li olduğu da bilinmektedir. Örneğin, Bozkurt Nuhoğlu’nun belirttiğine göre “Castro” lakaplı Nuri Yazıcı, CHP Gençlik Kollarının faal elemanlarından biridir (Demir, 2009, s. 76). Keza AÜSBF öğrencilerinden İhsan Yalçın, 27 Mayıs öncesi olaylarda bizzat CHP’li Suphi Baykam’ın direktifleriyle hareket ettiğini açıklamıştır. AÜ Talebe Birliği Başkanı Yavuz Esmer, CHP Genel Merkezi ile iletişim hâlinde olduğunu belirtmiş, İÜ Talebe Birliği Başkanı Ayhan Toraman ise Suphi Baykam’ın “Bir bomba verelim, Demokrat Partinin binasına atın” dediğini, ama kendilerinin bunu kabul etmediklerini iddia etmiştir. Bazı CHP milletvekillerinin iki grubu birbiriyle çatıştırdığı, cunta faaliyetleri yürüten subayların CHP üst yönetimiyle dirsek teması içinde olduğu ve İnönü’nün durumdan haberdar olduğu, Turhan Feyzioğlu’nun bu işin koordinasyonunu bizzat üstlendiğine dair iddialar da dile getirilmiştir (Demirel, 2011, s. 336).

Görünen o ki, Demirel’in (2011, s. 337) de belirttiği gibi, CHP hukuk dışına çıkmış olmasından şüphe duyulmayan bir iktidara karşı hukuk içinde mücadele etmenin mümkün olmadığı inancıyla hareket etmiştir. Hukuk içinde kalınmak istenseydi de bunun kaç kişiyi ikna edebileceği bilinmez.

1

67

CHP parantezini kapatıp, öğrenci protestolarına kaldığımız yerden devam edelim. İstanbul’da yaşanan olaylar nedeniyle, Başbakanlık tarafından saat 15.00 itibarıyla sıkıyönetim ilân edilmiştir. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul’da her türlü toplantıyı, 21.00 - 05.00 saatleri arasında sokağa çıkmayı yasaklamış; tiyatro, sinema, bar, kahvehane gibi mekânları ikinci bir emre kadar kapatmıştır. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı da aynı şekilde her türlü toplantıyı yasaklamıştır. Tahkikat Komisyonu ise 28 Nisan’da yaşananlar hakkında Sıkıyönetim Komutanlıklarının bildirileri dışında her türlü yayın faaliyetini yasakladığını duyurmuştur (Milliyet, 29 Nisan 1960, s. 5).

Ne var ki, “fısıltı gazetesi” yaşananları daha da büyüterek yaymış; halk arasında altmış- yetmiş öğrencinin öldüğü, hatta yüzlercesinin öldürülüp cesetlerinin asfaltlanan yollara gömüldüğü (Eroğul, 1998, s. 239; Birand, Dündar ve Çaplı, 2007, s. 116), tutuklanan öğrencilerin Et ve Balık Kurumunda kıyma makinelerinde yok edildiği gibi şehir efsaneleri yayılmıştır (Demirel, 2011, s. 339). İstanbul’daki olayların yankılandığı Ege Üniversitesinde ise Sıddık Sami Onar’ın ve çok sayıda öğrencinin öldüğü, Hüseyin Nail Kubalı’nın yaralandığı, telefon bağlantılarının kesildiği gibi kulaktan dolma haberler öğrencilerin öfkesini büyütmüştür (Erdemir, 1961, s. 89). Nitekim, ertesi günkü protestolarda öğrencilerin sıkça “şehitlerimizi isteriz” “beş şehit verdik” gibi sloganlar atmasına da alınan bu yasak kararları yol açacaktır.1

Hükümetin aldığı her tedbir, öfkeyi artırıp yaygınlaştırmaktan başka bir işe yaramamış, kendi aleyhine sonuçlar doğurmuştur.

İÜ’de meydana gelen olaylara dair görüşlerine başvurulmak üzere Ankara’ya çağrılan İÜHF Anayasa Hukuku Profesörü Ali Fuat Başgil’in “27 Mayıs İhtilâli ve Sebebleri” kitabında anlattığı; Bayar, Menderes, Koraltan ve Zorlu ile Çankaya Köşkünde yaptığı görüşme, DP iktidarının öğrenci protestolarına yaklaşımındaki tavizsiz tutumunu ve ülkenin sürüklendiği krizi soğukkanlılıkla ele almaktan ne denli uzakta olduğunu ortaya