• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

3.2. Üniversite Bileşenlerinin Demokrat Parti İktidarıyla İlişkisi

3.3.3. Sona Doğru: Mayıs Gösterileri

Başbakan Menderes, radyoda yaptığı konuşmada “ayaklanma” ve “isyan” olarak nitelendirdiği son olayların kasıtlı olarak 1 Mayıs İşçi Bayramı ve 2 Mayıs’taki NATO Vekiller Heyeti toplantısına denk getirildiğini öne sürmüştür. 1 Mayıs’ta sabaha karşı yayımlanan Sıkıyönetim Komutanlığı bildirisinde sokağa çıkan en küçük topluluklara dahi ateş edileceği açıklanmıştır (Milliyet, 02.05.1960, s. 1). Bu bildiri, 29 Nisan akşamı olayları yerinde gözlemlemek için İstanbul’a giden Celal Bayar’ın başkanlığında gerçekleştirilen toplantı sonrasında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı adına yayımlanmıştır:

… Sokak nümayişlerine devam edildiğini esefle müşahade etmekteyim. Bu nümayişleri devam ettirenlerden ekserisinin çocuk denebilecek bir yaşta olmalarını göz önünde tutarak ve emirlerimizi hürmetle karşılayacaklarını bekleyerek iki gündür yapılan müsamahaların artık şehrin asayiş ve huzurunu ziyadesiyle ihlal ettiğini görmekle müteessirim. Bu defa bir günlük sokağa çıkma yasağı ile kendilerine vermiş olduğum düşünme silahının hitamında en küçük topluluklara dahi şiddetle ve silahla mukabele edilmesi hususunu bütün birliklerime tebliğ ve emretmiş bulunuyorum. Bu emrim birlikler tarafından dikkat ve hassasiyetle behemehal tatbik edilecektir. Bu itibarla ateş sırasında zarar görmemeleri için vatandaşlarımı muhtemel topluluklardan uzak durmağa davet ediyorum (aktaran Özdağ, 2004, s. 160).

1 Mayıs günü dışarı çıkamayan gençler, şifrelerle veya bir fırsatını bulup izinli ve görevli arabalara binerek birbirleriyle haberleşmişler ve böylelikle 2 Mayıs günü NATO Vekiller Heyeti toplantısı gerçekleştirildiği sırada yapılacak gösterinin hazırlıklarını tamamlayabilmişlerdir. Orhan Erkanlı ve Suphi Gürsoytrak1

öğrenci liderleriyle temas kurmuş ve gösteri yapmaktan çekinmemelerini, askerin kendilerine ateş açmayacağını söylemiştir (Özdağ, 2004, s. 161).

NATO Vekiller Heyeti toplantısının yapılacağı İstanbul Belediye Sarayının önünde toplanan öğrenciler, ellerinde Türkçe ve yabancı dillerde “Hürriyet istiyoruz”, “Diktatörler kahrolsun”, “11 şehit verdik”, “Yanınızdakiler sizden değildir, onlar diktatördür” yazılı dövizlerle, DP iktidarını şikayet etmenin yanı sıra yabancı basına haklarında verilen yanlış bilgileri düzeltmeyi ve NATO’ya bağlılıklarını göstermeyi amaçlamıştır. Yabancı basın mensuplarının bolca görüntü aldığı bu eylemde, öğrencileri dağıtmak için beş bin civarındaki polisin yanı sıra askerler de görevlendirilmiştir. Bir askerin süngüsünün yanlışlıkla isabet ettiği bir genç yaralanmıştır (Erdemir, 1961, s. 39-41). Bir diğer gösteri

1

74

de İstiklal Caddesi’nde yapılmak istenmiştir. Göstericilerin çoğu tutuklanmıştır (Milliyet, 03.05.1960, s. 1).

Yurtların kapatılması kararı sonrasında birkaç gün eş dost yanında kalan öğrenciler, memleketlerine dönmeye başlamış; ancak ya geri çevrilmişler ya da çeşitli gerekçelerle tutuklanmışlardır. 30 Nisan günü Hatay’a varmak üzere otobüs kiralayan 42 öğrenci, Adana yakınlarında durdurulmuş ve 16:00’dan 23:00’e kadar Emniyette bekletildikten sonra 2 Mayıs günü Ankara’ya getirilmiştir. Dört buçuk saat 19 Mayıs Stadyumunda bekletilen öğrenciler, bu sefer de İstanbul’a götürülerek kışlaları dolaştırıldıktan sonra kadınlar Harbiye Merkez Kumandanlığına, erkekler Rami Kışlasına sevk edilmiştir (Erdemir, 1961, s. 45).

4 Mayıs günü İzmir’e hareket edecek olan Karadeniz adlı vapurdaki öğrencilerse ertesi gün kendilerini memleketlerinde değil Tophane Rıhtımında bulmuştur. Askerî araçlarla önce Harbiye Merkez Kumandanlığına getirilen 250 öğrenciden kadınlar buradaki koğuşlara yerleştirilirken, erkek öğrenciler Davutpaşa Kışlasına götürülmüştür. Ailelerine gelemeyeceklerini bildiren telgraflar, ancak tutuklu olduklarını ve bulundukları yerleri bildirmemek koşuluyla göndermelerine izin verilen öğrencilerin ilk günlerde onları yalnız bırakmayan başta öğretim üyeleri ve öğrenciler olmak üzere vatandaşlar tarafından ziyaret edilmesi de yasaklanmıştır. 8 Mayıs’ta Davutpaşa Kışlasında mahkemeye çıkarılan öğrencilerin duruşmasında üst mevkilerden tutuklama kararı vermesi yönünde baskı gören hâkim yüzbaşı önce mahkemeyi terk etmiş, ardından geri dönerek 10 Mayıs gününe ertelenen ikinci duruşmada öğrencileri serbest bırakmıştır (Erdemir, 1961, s. 46-47).

Yurtların kapatılıp, okulların tatil edilmesiyle birlikte farklı noktalara dağılmak zorunda kalan öğrenciler, çalışmalarını tek merkezden yürütebilmek için İstanbul’da bir karargâh belirleyip, kendi aralarında bir iş bölümü yapmıştır. Öğrencilere başta Hükümet olmak üzere, tüm resmî makamların eylemlerinden haber alabilmeleri için bürokrasiden, Valilikten, TSK’dan ve Emniyetten yardımlar gelmiştir. Kışlalardaki arkadaşlarını sık sık ziyaret edip ihtiyaçlarını gidermeye çalışan komiteye iş adamları, memurlar, bankalar ve işçi örgütleri ile muhalif partilerin üyeleri de destek vermiştir (Erdemir, 1961, s. 48-50).

75

29 Nisan’ı takip eden günlerde Ankara’da Kızılay Meydanı’nın sahne olduğu gösterilerde CHP’li gençler başı çekmekle birlikte; her kesimden vatandaş da yer almıştır. Faaliyetlerini yürütmekte olan gençlere, 2 Mayıs günü, DP’nin sıkıyönetim nedeniyle toplantı ve miting yapmak yasak olduğu halde, 5 Mayıs’ta saat 17.00’da CHP’yi halka şikayet etmek, Tahkikat Komisyonu ve öğrenci olayları konusunda halkı “aydınlatmak” için bir karşı- miting düzenleyeceği haberi ulaşmıştır. Hazırlanmakta olan gösteriye Sıkıyönetim Komutanlığının da kolaylık göstereceği gelen bilgiler arasındadır. Gençler, üç gün boyunca gidebildikleri kadar yere gidip vatandaşları bu hazırlıktan haberdar ederek kısaca 555 K (Beşinci ayın beşinde saat beşte) olarak adlandırılan gösteriyi örgütlemiştir (Erdemir, 1961, s. 69; Yücel, 2001, s. 143).

CHP Ankara Gençlik Kolu yöneticisi Sertaç Tözün’ün belirttiğine göre 555 K eylemini asıl planlayanlar AÜSBF öğrencileri olmakla birlikte, CHP Gençlik Kolları da organizasyonda rol oynamıştır. CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Şevki Aysan’ın evinde toplanılmış ve otomatik baskı makinesiyle bildiriler basılmış ve yine Gençlik Kolları üyeleri tarafından kapıların altından evlere bırakılmıştır (Kaya, 2010, s. 114-115).

28-29 Nisan olaylarından dolayı Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilân edildiği için üç kişinin yan yana yürümesi bile yasaktır. CHP Ankara Gençlik Kolu yöneticisi Sertaç Tözün, bu duruma buldukları çözümü şöyle anlatır:

…hepimiz ikişerli gruplar halinde Sıhhiye-Kızılay arasında gidip gelmeye başladık. Fakat bir türlü eylem başlayamıyordu. Sonunda Restoran Cevat’ın önünde Çankaya İlçe Gençlik Kollarından Adnan Özcan ve Aytuner Akbaş isimli gençler yalandan kavga etmeye başladı. Kavgayı ayırma bahanesiyle bir anda büyük bir kalabalık toplandı ve diğer gruplar da bu kalabalıkla birleşince eylem başlamış oldu (Kaya, 2010, s. 115).

Sonraki günlerdeki gelişmeler, sıkıyönetim kurallarına uyulmadığını, üç ve daha fazla sayıda kişinin pekâlâ yan yana yürüyebildiğini, hatta miting bile düzenleyebildiğini gösterecektir. Gençler kendi aralarında böyle bir çözüm bulmuş olsalar da, eylemin gerçekleşme biçimi bu çözüme gerek olmadığının ortaya koymuştur. Hapse atılmayı göz alarak Başbakan’la atışacak kadar cesur bir kalabalığın, kurallara aykırı gelmekten korkmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira, eylem devam ederken aynı otomobilin içinde TBMM’den Kızılay yönüne doğru ilerleyen Cumhurbaşkanı Bayar, TBMM Başkanı Koraltan ve Başbakan Menderes, kendilerini Kızılay’daki olayların tam ortasında bulmuştur.

76

Kalabalığı görünce arabasından inerek korumalarıyla yürümeye çalışan Menderes’in “Ne istiyorsunuz?” sorusuna öğrenciler “Hürriyet istiyoruz” yanıtını vermiştir. Menderes’in “Hürriyet olmasa bir başvekile bunları söyleyebilir misiniz?” diye bağırması üzerine öğrencilerin hiddetli karşılıklarıyla tartışma devam etmiştir. Çıkan arbedede öğrencilerin arasında kalan ve tartaklanan Menderes, orada bulunan bir gazetecinin arabasına bindirilerek uzaklaştırılmıştır (Birand, Çaplı ve Dündar; 2007, s. 120-121). DP, kendi yayın organı Zafer gazetesini bile ertesi gün 555 K hakkında haberler yaptığı için 14 Mayıs’a kadar kapatmıştır (Yücel, 2001, s. 143).

Dışişleri Bakanlığı tarafından Washington, Londra, Paris, Roma, Kahire, Tahran, Karaçi, Atina, Oslo, Bern ve Stockholm büyükelçiliklerine “Diğer sefaret, elçilik ve daimi delegelere ACELE ve hemen sevkedilecektir.” notuyla gönderilen bir yıldırım telgrafında, 555 K şöyle anlatılmış, durumun gösterilmeye çalışıldığı kadar ciddî olmadığı ve tamamen kontrol altında olduğu mesajı verilmiştir:

… Bugün saat 17’yi 5 geçe Sayın Reyisicumhurumuzla Başvekilimiz Kızılay’a gelirken Halk Partisi Gençlik Koluna mensup 15-20 yaş arasında 100 kişi kadar bir kalabalığın nümayiş yapmağa kalkmaları üzerine Reisicumhurla Başvekilimiz otomobilden inip nümayişçilerin arasına girmişlerdir. Nümayişçiler derhal korkarak kaçmağa başlamışlar ve orada bulunan halk da her iki devlet adamımızı şiddetle alkışlamağa ve nümayişçileri döğmeğe ve onları yakalıyacak polise teslime başlamışlardır. Bir müddet orada vaziyeti seyreden devlet büyüklerimiz otomobillerine binerek Başvekalete gelmişlerdir. Haber aldığımıza göre Halk Partisine mensup kimselerin verdiği yanlış malumat ile bazı ajanslar Başvekilimizin tecavüze uğradığını bildirmeğe kalkışmışlarsa da tamamiyle yalan ve her türlü hakikatten uzaktır. Bu durumun ecnebi ajanslara anında duyurulmasını dilerim (“Ak Devrim”, 1960, s. 8).1

İstanbul’daki öğrencilerin Mayıs ayı boyunca devam eden çalışmaları üniversitedeki asistanların yanı sıra bir işçi temsilcisi ve genç iş adamlarının da katılımıyla daha geniş bir örgütlenmeyle sürdürülmeye başlanmış; kadro, işçi ve meslek örgütleriyle irtibat halinde devamlı genişlemiştir. Her gün birkaç saatlik uykuyla çalışarak ellerindeki lastik harflerle yapılmış klişeler ve istanpa ile hazırlanan bildiri ve sloganlar yurttaşlara dağıtılmıştır (Erdemir, 1961, s. 53).

Üniversite asistanlarının yanı sıra işçi temsilcilerinin ve genç işadamlarının da öğrencilere yardım etmesi; DP iktidarından hoşnutsuz kent muhalefetini yansıtan sembolik bir işbirliğidir. Baskıcı politikalardan şikayetçi, resmî söylem tarafından itibarsızlaştırılan

1 Sonraki günlerde, bütün büyükelçiliklere, başkonsolosluklara, konsolosluklara, BM ve NATO’ya benzer

77

aydınlar, ekonomideki kötü gidişat nedeniyle gelirleri eriyen emekçiler ve sağlıklı bir ekonomik akıldan yoksun, darboğazdaki bir ülkenin geleceğine dair endişeleri olan işadamlarının kent muhalefetinin en dinamik dilimi olan üniversite öğrencilerine destek olması şaşırtıcı değildir.

Mayıs ayı boyunca başka eylemler de gerçekleştirilmiştir. 7 Mayıs’ta DP’lilerin çevre illerden partilileri getirip, kamu ve özel sektör çalışanlarına izin verip büyük bir gösteri düzenleyeceği duyumu alınması üzerine, gençler Kızılay’da toplanmış, askerler CHP Genel Merkezi önünde ve Kızılay’da önlem almış ve kimlik denetimi yaparak olası çatışmayı önlemiştir. 8-19 Mayıs tarihleri arasında da Kızılay’da sık sık gösteri düzenlenmiştir. Bu gösteriler nedeniyle çok sayıda öğrenci gözaltına alınmıştır (Kabacalı, 1992, s. 164).

Öğrencilerin işçi örgütleriyle teması sonraki günlerde de devam etmiştir. Radyoda yayımlanan Sıkıyönetim bildirisinde 19 Mayıs’ta spor gösterileri yapılmayacağının duyurulması üzerine, Taksim Meydanı’nda her fakülteden birer öğrenci anıta çelenk koyduktan sonra, toplu halde İstiklâl Caddesi’ne doğru yapılacak yürüyüş için fabrikalardaki işçiler ve işçi örgütleriyle de temas kurulmuştur. Halktan katılımlarla birlikte 4-5 bin civarını bulan kalabalıktan bazı CHP’liler ve öğrenciler tutuklanmıştır (Erdemir, 1961, s. 55).

19 Mayıs için hazırlık yapan Ankara’daki öğrencilerse, hazırladıkları bildiriyi CHP Genel Merkezi ile yabancı bir şirketin çalışanlarının yardımıyla çoğaltıp dağıtmıştır. Dağıtma aşamasında CHP milletvekilleri de aktif olarak işin içindedir. Ayrıca 19 Mayıs hazırlıklarını yürüten komite CHP’li kadınlarla da irtibat hâlindedir, hazırlanan bildiriler kadınların da yardımıyla Anıtkabir’e gelenlere dağıtılmıştır. Anıtkabir’den çıktıktan sonra yürüyüşe geçen kitleden yakalananlar 27 Mayıs’a kadar tutuklu kalacaktır (Erdemir, 1961, s. 76-79).

Öğrenciler ve genç akademisyenler seslerini duyurabilmek için çeşitli yollara başvurmak zorunda kalmıştır. İÜHF asistanlarından Alp Kuran, Mayıs ayı boyunca yoğun bir şekilde yürütülen “hürriyet mücadelesi”ni şöyle anlatmaktadır:

78

… Hürriyet mücadelesi devam ediyordu. Yakalanmayan, yakalanıp da kışladan subay ve erlerin yardımıyla kaçan arkadaşlar yılmadan çalışıyorlardı. Ben de onlara katıldım. Aralarında bir öğretim üyesi olması, gençlere hız verdi. Bir gazete çıkarmayı düşündük. Ama bu gerçekleşinceye kadar, elimizdeki üç bin liralık kağıdı parça parça keserek üzerlerine ıstampa ile dikta rejimini lânetleyen sözler yazdık. “Susmacağız”, “Katiller cezalandırılmayıncaya kadar susmayacağız”, “Şehitlerin kanı üzerine taht kuramazsınız”, “Menderes istifa et” bu sözlerden bir kaçıydı. 22 Mayıs’da üniversiteli arkadaşlar İstanbul’un 16 sinemasına dağıldılar. Filmlerin en heyecanlı sahneleri perdeye aksettiği an, bu protesto kağıtçıklarını balkondan koltuklara serptiler. 26 Mayıs gecesi yine bu kağıtlardan 40 bin adedi vitrinlere, otomobillere, kapılara yapıştırıldı… (STMA, 1988a, s. 1970).

Ankara, Hindistan Başbakanı Nehru’nun geldiği 20 Mayıs günü de gösterilere sahne olmuş; Menderes ile Nehru’nun içinde bulunduğu araba ve bakanların arabaları, Havaalanından Kızılay’a geldiği sırada gösterilerin arasında kalmıştır. 21 Mayıs günü ise subaylar ve Harp Okulu öğrencileri ortak bir yürüyüş gerçekleştirmiştir. Yürüyüşün amacı, yüksek rütbeli subayların nabzını yoklamak ve üniversite öğrencilerine genç subayların da yanlarında olduğunu göstermektir. Harbiyelilerin bir bölümü, olağanüstü bir durum olursa silahlı müdahaleye hazır olarak okulda bekletilmiştir. Subayların ricası üzerine yürüyüşe katılmayan üniversite öğrencileri, diğer vatandaşlarla birlikte onları karşı kaldırımdan takip etmiştir. Sıkıyönetim Komutanı ve diğer bazı yüksek rütbeli subayların çabaları yürüyüşü durdurmaya yetmemiştir (Erdemir, 1961, s. 80-82).

22 Mayıs tarihli Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı bildirisinde bir gün önceki gösteri üzerine, alınacak tedbirlerin şiddeti artırılmıştır. Her türlü toplantı ve gösteri yasaklanmış, özel toplantılar izne tâbi tutulmuş, gezinti amacıyla bile olsa beş kişinin birlikte yürümesi yasaklanmış, otobüs durakları ile sinema, tiyatro vs. binaları girişinde tek kişilik sıralar hâlinde beklenmesi uygun görülmüş, herkese gündüz ve gece görevlerini belirten bir belge taşıma zorunluluğu getirilmiş, gazino ve restoran gibi mekânlarda saat 17.00’den sonra içki servis edilmesi yasaklanmış, sokakta sarhoş dolaşmak yasaklanmış, gece sokağa çıkma yasağı 20.00 - 05.00 saatlerini kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu durumlar yaşandığı takdirde, gerekirse silah kullanılacağı ihtarının yapılacağı belirtilmiştir. Ayrıca, Ankara sakinlerine gönderilecek her türlü mektup, telgraf vs. sansüre tâbi tutulmuştur. Radyo, telefon ve telsiz gibi iletişim araçları da kontrol altına alınmıştır. Bir diğer Sıkıyönetim bildirisinde de, Ankara’daki fakülte ve yüksek okullar, Ekim ayına kadar tatil edilmiştir (Milliyet, 24.05.1960, s. 1, 5).

Harbiyelilerin yürüyüşü karşısında sadece yasakların genişletilmesi yoluna gidilmemiş; TSK’ya yönelik iyileştirmelerin yanı sıra bazı tedbirler gündeme gelmeye başlamıştır.

79

Orgeneral maaşının dört bin liradan başlaması, subaylara ev ve lojman yapılması iddiaları ortaya atılmakla birlikte, Hükümet ve Genel Kurmay Başkanlığının Harbiye için birtakım tedbirler düşündüğü ortaya çıkmıştır. Sınavları birkaç güne sıkıştırılarak bitirilen Harbiyelilerin, Batı’da bir kampa gönderilerek Ankara’dan uzaklaştırılması kararlaştırılmıştır (Erdemir, 1961, s. 85-86).

Harbiyelilerin yaptığı yürüyüşün iki önemli sonucu vardır. Birincisi, Hükümetin prestiji ağır bir biçimde sarsılmış ve Ankara’da sıkıyönetime başvurmak zorunda kalınmıştır. Diğer gösterileri “kendini bilmez gençliğin yıkıcı faaliyetleri” olarak yaftalayıp mahkûm etmek mümkünken, askerî öğrencilerin tepkisi daha fazla ciddiye almayı gerektirmiştir. İkinci sonuçsa, gizli hazırlıklarının ortaya çıkabileceği endişesiyle TSK içindeki Cuntayı ellerini çabuk tutmaya sevk etmesidir (Ahmad, 1996, s. 80-81). Zira, DP’nin TSK’ya karşı sergilediği ürkek ve kararsız tutumun farkında olmayan Cunta, Hükümetin olası bir darbeye karşı ciddî önlemler alacağını düşünmüştür. Ancak Hükümet, beklenmedik bir biçimde yürüyüşün ardından Harp Okulu öğrencilerinin taleplerini karşılayıp tutuklanan subayları serbest bırakmıştır (Ahmad, 1996, s. 162).

Hükümetin bir darbe olasılığı karşısında TSK’ya güvenmesini sağlayan ve yürütülmekte olan darbe hazırlıklarını perdeleyen durumlar da söz konusudur. Genelkurmay Başkanı Erdelhun’un gösterilerin bir ayaklanma provası olarak ele alınmaması gerektiği yönündeki görüşleri, yüksek komuta kademesinin hükümete sadık görünmesi ve 28-29 Nisan tarihlerindeki gösterilerde Ordunun verdiği destek, hükümeti rahatlatmıştır. Oysa 29 Nisan’da İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilân edilmesi, gösterileri bastırmak için polise ve askere ateş açma yetkisinin verilmesi gibi örnekler askerî müdahaleye zemin hazırlamıştır (Ahmad, 1996, s. 161-162). Ordu, esasında sadece sıkıyönetim koşullarından değil, başından beri Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’ndan büyük rahatsızlık duymuştur. İnönü’nün yolunu kesmek veya silahsız gençlerin dağıtılması için göreve çağırılmak askerleri vicdanen huzursuz etmiştir. Bu nedenle, gerek üniversitelerdeki gerekse sokaklardaki eylemlerde vatandaşlara askerler tarafından silah doğrultulmamıştır (Belen, 1960, s. 38).

Menderes, Ordudan yana içinin rahat olmasının verdiği güvenle, Ankara ve İstanbul öğrenci gösterileriyle sarsılırken, bu kritik günlerde halkın nabzını tutmak için DP’nin oy

80

deposu Batı Anadolu illerinde büyük mitingler düzenlemiştir. Menderes, gördüğü ilgi ve sevgi karşısında büyük moral toplamıştır. Ancak, karşılaştığı sevgi seli Menderes’in kendini güvende hissetmesi gibi yanıltıcı bir duruma yol açmıştır. Zira arkasında ordu, hatta –İnönü’nün 27 Nisan 1960 tarihli konuşmasında da belirttiği gibi- polis desteği bile olmayan bir iktidar asla güvende değildir.

14 Mayıs’ta İstanbul’dan hareket eden vapurla Çanakkale’den geçerken gecenin geç saatlerinde olmasına rağmen sandallara binen yurttaşlar Menderes’e sevgi gösterilerinde bulunmuştur. Ertesi gün İzmir’de düzenlenen mitinge ise 200 bin kişi toplanmıştır. Miting alanında sallanan dövizlerde “Hayata ruh, işçiye Menderes mana verir”, “Varlığımızı sana borçluyuz”, “Her zamandan ziyade kalbimizdesin” gibi cümleler yazılmıştır (Eroğul, 1998, s. 246-247). Menderes, Ege’de gerçekleştirdiği mitinglerde, Ankara ve İstanbul’da gençlerin içinde yer aldığı eylemlerin, basında yansıtıldığı gibi olmadığına yönelik açıklamalarda bulunmuştur. Bu kişilerin masum, asıl suçluların onları kışkırtan muhteris politikacılar olduğunu söyleyerek isim vermeden İnönü’yü suçlamış; İnönü de bu suçlamaya karşılık İzmir’de toplanan kalabalığın çevre illerden getirilen kişilerden oluşan yapay bir topluluk olduğunu öne sürmüştür (Özdağ, 2004, s. 169).

Menderes, 17 Mayıs’ta İzmir’in Bergama ilçesinde yaptığı konuşmada öğrenci olaylarında yer alanların çok küçük bir bölümünün CHP’li olduğunu, CHP’lilerin çoğunluğunun olayların dışında olduğunu öne sürmüş; 18 Mayıs’ta Manisa’nın Turgutlu ilçesinde yaptığı konuşmada üniversite camiasını sert bir dille suçlamıştır. Salihli’de yaptığı konuşmada öğretim üyeleri için “kara cübbeliler” ifadesini kullanmış; fakat arkadaşı Samet Ağaoğlu’nun belirttiğine göre, kürsüden inince yanındakilere bu ifadesinden pişmanlık duyduğunu söylemiştir (Özdağ, 2004, s. 169).

Menderes’in Ege seyahatinden sonraki durağı Eskişehir’dir. 25 Mayıs’ta geldiği bu şehirde düzenlenen bir mitingde “hoparlörler bozulduğu için”1

ancak yanındakilerin işitebildiği bir konuşma yapmış ve 3 aylığına kurulan Tahkikat Komisyonunun görevini “1 ayda” tamamladığını, bundan sonra dosyalar üzerinde çalışmaya devam edip raporunu yazacağını açıklamıştır. Menderes, Anadolu Ajansına yaptığı açıklamada ilâveten şunları söylemiştir:

1

81

… Seçimden başka iktidara gelme yolu olmadığını herkesin bilmesi lâzım gelir. (…) ne nizamın muhafazası hususunda hareketsiz ve âciz kalacağız ne de onların arzu ettikleri gibi, ölçüsüz hareketlerin hatasına düşeceğiz. Şuur ile itidal ile, hem nizamı muhafaza edeceğiz, hem de memleketin idaresini seçim yolu ile tâyin etmek esasının tahribine müsaade etmeyeceğiz. Bir tazyik idaresinin çıkmazına bizi getirmek isteyenlerin tertiplerine düşmek gafletini elbet de irtikâp etmeyeceğiz (Milliyet, 26.05.1960, s. 1, 5).

Tahkikat Komisyonunun çalışmalarını öngörülenden daha kısa sürede tamamlamış olmasının, olaylar karşısında mecburen alınmış bir karar olması muhtemeldir. Yurt gezilerinde moral bulan ve güç tazeleyen Menderes’in içinde bulunduğu illüzyondan sıyrılıp, olaylara daha gerçekçi bir şekilde yaklaşmaya başladığı da düşünülebilir. Ne var ki, Menderes’in bu açıklamaları, DP milletvekillerini bile tatmin etmemiştir. Çünkü bu koşullar altında, son derece yıpranmış olan DP hükümetinin ülkeyi yönetmeye devam edebileceğine dair inanç zayıflamıştır.

Her ne kadar isimleri açıkça belirtilmese de, bazı DP milletvekillerinin, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nın değiştirilmesini, Sıkıyönetim yetkilerinin başka kurumlara devredilmesini, basın özgürlüğünü kısıtlayan yasa maddelerinin değiştirilmesini, hükümette geniş çaplı değişikliğe gidilmesini, Sıkıyönetim sona erdikten sonra vakit kaybetmeden seçime gidilmesini talep ettiği haberi basına yansımıştır (Milliyet, 27.05.1960, s. 1).

Bunlar DP’lilerin basında yer alan son demeçleridir; çünkü artık yapılacak bir şey kalmamış, yolun sonuna gelinmiştir. On yıllık Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs Darbesi ile son bulmuştur. Yönetime el koyan Silahlı Kuvvetler, Meclisi feshetmiş, hükümet