• Sonuç bulunamadı

CKMP’den MHP’ye Ülkücü Hareket

1. BÖLÜM

3.2. Üniversite Bileşenlerinin Demokrat Parti İktidarıyla İlişkisi

4.1.4. Öğrenci Gençliğini Etkileyen Siyasal İdeolojiler ve Hareketler

4.1.4.2.2. CKMP’den MHP’ye Ülkücü Hareket

4.1.4.2.2.1. Örgütlenme ve Yeniden İnşa

Ülkücü hareketin temelleri, 1948’de kurulan ve kurucularının çoğunu DP’den ayrılan milletvekillerinin oluşturduğu Millet Partisine (MP) kadar uzanmaktadır. Bu partinin 1953’te mahkeme kararıyla kapatılması sonrasında, 1954’te Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) kurulmuş ve 1952’de kurulmuş olan Türkiye Köylü Partisinin 1958’de CMP’ye katılmasıyla partinin adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) olarak değiştirilmiştir. 1959’daki kongrede yeniden genel başkan seçilen Osman Bölükbaşı’nın 1962’de 29 milletvekiliyle birlikte CKMP’den ayrılarak yeniden MP’yi kurmasından sonra Ahmet Oğuz genel başkan olmuştur. Oğuz’un yeniden genel başkan seçildiği 22-23 Şubat 1964 tarihli kongrede, Alparslan Türkeş1’e yakınlığıyla bilinen 60’tan fazla isim CKMP’ye katılmıştır (Çalık, 1995, s. 91-92).

31 Mart 1965’te Alparslan Türkeş ile birlikte, tıpkı onun gibi MBK’den tasfiye edilenlerden oluşan “14’ler” diye bilinen grupta yer alan Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Ahmet Er ve Dündar Taşer de CKMP’ye katılmıştır. Kısa zaman sonra Parti Müfettişliğine getirilen Türkeş’in CKMP’deki varlığı, Partiye yeni katılımları devam ettirmiş ve Haziran’da 5 eski MBK üyesi daha CKMP’ye katılmıştır (Çalık, 1995, s. 92). Türkeş’in fikirleri CKMP’de tartışmalara ve bölünmeye yol açmıştır. Bazı partililer Türkeş’in Hitler’e öykündüğünü ve Partiyi nasyonal-sosyalist bir kimliğe büründürmek istediğini öne sürmüş; bazıları Türkeş’in Partiyi kendi emellerine alet etmek istediği gerekçesiyle ihraç

1

Asker kökenlidir. 1944 Irkçılık Davası’nda mahkûm olduktan sonra suçsuz bulunup TSK’ya dönmüştür. 1960 Darbesi’ni gerçekleştiren cunta içinde yer alan Türkeş ve arkadaşları yurt dışında görevlendirilerek bir anlamda sürgün edilmiştir. 1963’te Türkiye’ye döndüğünde AP’ye katılma isteği reddedilen Türkeş, 2 Mayıs 1963’te düzenlediği basın toplantısında “Ya parti kuracağız, ya da mevcut partilerden biri, doktrinlerimizi benimseyecekler” açıklamasında bulunduktan sonra CKMP’yi ele geçirmeye yönelmiştir (Ağaoğulları, 1998, s. 214-215).

142

edilmesini istemiştir. Bu kişilerin bir muhalefet kliği olarak bir araya gelmek yerine istifa etmeye yönelmesi, Türkeş’in işini kolaylaştırmıştır (Ağaoğulları, 1998, s. 215).

Türkeş ve arkadaşları, Parti içinde hızla güçlenmiş ve 31 Temmuz - 1 Ağustos 1965 tarihleri arasında kendisi ve arkadaşlarının çabalarıyla gidilen olağanüstü kongrede Türkeş, CKMP’nin yeni genel başkanı olmuştur. Bu aşamadan sonra CKMP, Türkeş ve arkadaşlarının yönetiminde hızla örgütlenmeye, özellikle öğrenci gençliğe yönelik ideolojik propaganda ve siyasî çalışmalara ağırlık vermeye başlamıştır (Çalık, 1995, s. 92- 93). 24-25 1967 tarihleri arasında gerçekleştirilen 8. Büyük Kurultay, Ülkücü Hareketin tarihinde ayrı bir yere sahiptir; zira Partinin ideolojik temellerinin formüle edildiği en önemli kaynak olan “Dokuz Işık Doktrini”, kamuoyuna ilk kez bu kurultayda açıklanmıştır (Bahadır, 2014, s. 256).

Türkeş’in Partiye dinamizm kazandırması, müfettişlik döneminde başlamıştır. CKMP Gençlik Kollarını örgütlemiş (Bahadır, 2014, s. 254) genel başkan olmasıyla birlikte ideolojik ve siyasal eğitim faaliyetlerine ağırlık vermiştir. Kurmaylarıyla yaptığı değerlendirmede, komünizmin güvenlik önlemleriyle değil, ancak kendisinden daha “çekici” ve “cazibeli” bir başka ideoloji tarafından önlenebileceğine kanaat getirilmiş ve “Türk Milliyetçiliği”1

ideolojisini oluşturmaya karar verilmiştir. Genel Merkezde bizzat Türkeş tarafından verilen Türk tarihi, Türk devletleri gibi konuların ele alındığı dersler önce geceleri yapılmış, sonradan günlük derslere geçilmiştir. Başlarda sadece 15-20 kişinin katıldığı derslere zamanla katılım artmış ve bir süre Türk Ocağı salonunda sonra da büyük spor salonlarında devam edilmiştir (Turgut, 1995, s. 401).

Eğitim faaliyetlerinin daha sistematik bir biçimde yürütülmesi amacıyla, 1969 yılında partinin ikinci adamı Dündar Taşer’in öncülüğünde Kültür Bilim Teknik Merkezi (KÜBİTEM) kurulmuştur. Bu merkezde, önde gelen ülkücü fikir ve yazı adamları, MHP’ye plan, proje ve program geliştirme çalışmalarında katkı sağlamıştır. 1972’ye kadar faaliyette kalan merkezde verilen eğitim programında yer alan dersler şunlardır: Türk Tarihi, Türk Töresi, Türk Tarihinde Fetret Devirleri, Tanzimat ve Sonrası, İslam Dini ve İnsanlık Tarihine Tesirleri, İslam İmanı ve İslam Şuuru, Türklük-Müslümanlık, Ahlak

1 “Kendini Türk sayan, Türk devletine sadakatle bağlı bulunan herkes Türktür” ilkesine bağlı olduğunu ve

ırkçılığı reddettiğini ileri süren MHP, resmî doktrin ve söylemde “Türkçülük” sözcüğünü terk edip, onun yerine “Türk milliyetçiliği” sözcüğünü kullanmayı yeğlemiştir (Ağaoğulları, 1998, s. 215).

143

Kaideleri, Alperenler (Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundaki Türk kahramanları), Alperenler (Büyük Türk velileri ve ilim adamları), Ülkücü Dünya Görüşü, Milli Ülkümüz, Türk Milliyetçiliği, 9 Işık’ın Hususiyetleri, 9 Işık’ın Kalkınma Modeli, Sosyal Adalet, Türkiye’nin Düşmanları, Türk-Rus Münasebetleri Tarihi, Komünizmin Esasları ve Tenkidi, Komünizmin Bugünkü Durumu, Komünistlerin Mücadele Usulleri, Komünistlerin Silahlı Mücadele Usulleri, Türkiye’de Komünist Faaliyetler (Öznur, 2001ç, s. 597-598).

8-9 Şubat 1969 tarihlerinde Adana’da düzenlenen 9. Kurultayda Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Kamil Turan ve Muzaffer Özdağ’ın ortak imzalarıyla verilen önergenin kabul edilmesiyle, partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP); Kurultayın sonrasında gerçekleştirilen Genel İdare Kurulu toplantısında da partinin amblemi “üç hilal” ve Gençlik Kollarının amblemi “bozkurt” olarak değiştirilmiştir (Öznur, 2001a, s. 175). Yeni tüzükle birlikte oluşan hiyerarşide, Türkeş’in ve merkez organlarının örgüt üzerindeki yetki ve ağırlığı artırılmıştır (Bora & Can, 2009, s. 55).

Türkeş, genel başkanlığa geldiğinde, CKMP tam anlamıyla milliyetçi bir parti kimliğinde değildir. Türkeş, Partiyi milliyetçi bir çizgiye çekmek için ideolojik ve örgütsel çalışmalara yönelmiştir. İsim ve amblem değişikliği, Partideki dönüşümü yansıtmaktadır. Ancak bu değişikliklerin kolay bir şekilde gerçekleştirildiğini söylemek mümkün değildir. Nihal Atsız’ın etkisindeki ırkçı-turancı grup Parti ambleminin “kurt” olmasını isterken, Osman Yüksel Serdengeçti’nin başını çektiği muhafazakâr grup “üç hilâl”de ısrar etmiştir. Türkeş, üç hilâl figürünü Partinin, kurt figürünü Ülkü Ocaklarının simgesi yaparak, bir bakıma orta yolu bulmuş gibi görünse de, süreç Türkçü grubun önemli bir bölümün Partiden kopmasıyla sonuçlanmıştır (Akpınar, 2005, s. 69-71).

Partide ortaya çıkan bir diğer eğilim ise “toplumculuk”tur. Rıfat Baykal ve Muzaffer Özdağ’ın başını çektiği “milliyetçi-toplumcu” çizgi, 1969 kongresinden sonra tıpkı Türkçüler gibi Partiden kopmuştur. Özdağ’ın, solcularla tartışmaya ve çatışmaya girilmesinden kaçınan, neredeyse sosyalizan çizgide olduğu söylenebilecek bir milliyetçiliği1

savunan görüşleri, parti içinde makbul karşılanmamış, tepki çekmiştir. Bu doku uyuşmazlığı, toplumculuğun partiden tasfiye edilmesine yol açmıştır (Akpınar, 2005,

1 Bora & Can’a (2009, s. 55) göre toplumcu-milliyetçiler “faşizmin klasik anti - kapitalizm demagojisini”

144

s. 71-72). Türkçülerle toplumcuların tasfiye edilmesiyle birlikte, MHP ideolojik bakımdan daha türdeş bir parti kimliğine bürünmüştür.

CKMP’nin 1965 seçim programında ve Türkeş’in tüm yazıları ve konuşmalarında laiklik net bir biçimde vurgulanırken, bu çizgi 1960’ların sonlarında konjonktürel bir gereklilik olarak epey esnetilmiştir. Türkeş ve CKMP, Müslümanlığı “Türk tarihinin ayrılmaz bir unsuru olarak” tanımlamaya başlamış, Türklükle Müslümanlık arasındaki bu ilişki 1969’da Türkeş tarafından “Biz Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümanız. Her iki felsefe bizim şiarımızdır.” şeklinde formüle edilmiştir. Müslümanlık, Müslüman kitlelerin anti- komünizm ekseninde seferber edildiği bu dönemde, Ülkücü Hareketin kitleselleşebilmesi için araçsallaştırılmıştır denebilir. Millî kimliği pekiştirici/güçlendirici bir unsurdan daha fazla anlam teşkil etmeyen Müslümanlık, değerler hiyerarşisinde Türklükten sonra yer almıştır (Bora & Can, 2009, s. 54).

Partinin ideolojik ekseni, 12 Mart’tan kısa süre sonra bir kez daha değişime uğramıştır. Türkeş, 8 Mayıs 1971’de düzenlenen 10. Büyük Kurultaydaki konuşmasında, MHP’nin “milliyetçi-toplumculuk” anlayışına dayandığını söyledikten dört ay sonra bu söylemden vazgeçildiğini ilân etmiştir. Bu değişimin ardında, “milliyetçi-toplumcu” ifadesinin Nasyonel Sosyalizmi çağrıştırmasının rolü büyüktür. Nitekim Nazilerin SS ve Fırtına Birlikleri’ne benzetilen “komando” kavramından da özellikle kaçınılmış, yerine “Türk milliyetçisi” ve “ülkücü” kimliği öne çıkarılmıştır (Bahadır, 2014, s. 264-265). Türkeş tarafından 11 Eylül 1971’de teşkilatlara gönderilen genelge, o güne dek kullanılan “milliyetçi-toplumcu” söylemin niçin terk edilmesi gerektiğini şöyle gerekçelendirilmiştir:

… Zaman zaman bazı kimseler tarafından Milliyetçi-Toplumculuk tabirinin kullanıldığını tespit ve müşahade etmiş bulunuyoruz. Bu doğru değildir. Zira, bizim doktrinimizin adı Dokuz Işık Doktrini’dir. Milliyetçilik ve Toplumculuk, Dokuz Işık Doktrini’nin dokuz ilkesinden sadece ikisinin adıdır. Yalnız Milliyetçi- Toplumculuk deyiminin kullanılması düşmanlarımızın eline aleyhimize iftiralarda bulunma imkânı ve fırsatı vermektedir. Defaatle sözlü ve yazılı söylediğimiz gibi biz ne Nazist ne de Faşistiz. Biz yabancı milletleri taklit etmeyi şerefsizlik sayan Türk milliyetçileriyiz… (aktaran Akpınar, 2005, s. 92).

“Gericiliğe, nostaljik muhafazakârlığa ve standart anti-komünizme indirgenmekle kavranamayacak kadar ‘mükellef’, organik bir reaksiyonerlikten söz ediyoruz.” tespitinde bulunan Bora & Can’a (2009) göre MHP önderliği, Türkiye’nin tam anlamıyla kentlileşememiş nüfusunun önemli bir bölümünün siyasal - ideolojik genlerinde, ülkenin

145

1800’lerden bu yana yaşamakta olduğu Doğululuk - Batılılık geriliminden doğan kültürel, dinî, ahlâkî düzeylerdeki reaksiyoner birikimi anti-komünizmde yoğunlaştırarak devşirebilmiş ve kısmen resmî güvenlik aygıtının hizmetine sunabilmiştir. Ülkücü Hareket bu zihniyet dünyasının “kendisini ifade çabası, ‘kendini gerçekleştirme’ arayışı”dır (s. 45- 46). Militan, tavizsiz ve sert çizgi, ülkücü ideolojinin önemli bileşenleridir. Bu çizgi sayesinde, çoğunlukla taşralı ya da taşra kökenli milliyetçi-muhafazakâr tabanın hoşnutsuzluğu, mağduriyet duygusu, öfkesi, reaksiyoner bir eylemliliğe dökülebilmiştir (Can, 2008, s. 664). Ülkücü Hareketin dayandığı taban, genel hatlarıyla şöyle tarif edilebilir:

… hızlanan kapitalistleşme sürecinde hayat alanlarının daralacağı korkusuna kapılan, iktisadî- kültürel-sosyal değişim karşısında zorlandıkları için kendilerini tehdit altında hisseden geleneksel orta sınıflar; özellikle mülksüzleşerek sınıfsal hiyerarşide gerilemenin eşiğine gelen kesimler –özellikle tarım kesimi; taşra ile bağları kopmamış kent yoksulları- ve iktisadî ya da sosyal olarak kategori atlamanın eşiğinde olup daha çok kültürel bir engelle durdurulduklarına inanan –yine daha çok taşra odaklı- küçük/orta sermaye ve tahsilli meslek grupları (Can, 2009, s. 663).

Çalık’a (1995) göre MHP Hareketi, “… 1950’lerde hızlanan sosyo-kültürel ve politik değişme sürecinde, yerleşik sosyo-kültürel yapıdaki muhtelif sembol, değer ve davranış kodlarının reaksiyoner bir ideolojik politizasyonla buluşarak eyleme dönüşmesi”dir (s. 201). Özelde MHP Hareketi yahut Ülkücü Hareket, genel olarak da Türkiye’deki anti- komünizm, dinsel ve kültürel temellerden güç aldığı kadar, sosyolojik bir tepkidir de. Yıllar boyunca “okumuş” ve “şehirli” kimselerin temsil ettiği sola karşı; çevrenin merkeze, köyün şehre, geleneksel olanın modern olana yönelttiği tepki ile bütünleşmiş, özdeşleşmiştir (s. 203).

… 60’lı yılların genel politizasyon sürecinde, bilhassa eğitim kanadından gelen sol propaganda ile artan hareketlilik ve yoğunlaşan iletişimin su yüzüne çıkardığı sosyo-kültürel farklılaşmalar yerleşik kültürde güçlenen potansiyel tepki birikimini harekete geçirmiştir. Kendisini öncelikle anti-sol ve anti-modernist bir konumda ifade eden yerleşik kültürün gelenekçi ve muhafazakâr unsurları daha sonra gittikçe hız ve yoğunluk kazanan politizasyon sürecinde çeşitli kanallardan gelen ‘milliyetçi’ ideolojik-politik mesajları fark edecektir. Bu ‘mesaj’ların külliyatı içinde kendi reaksiyonlarını daha açık seçik ve daha ‘emin’ ölçülerle anlamlandırabilen söz konusu unsurlar sahip oldukları reaksiyoner kimliği bütünü ile o ‘külliyat’ın kalıplarına yerleştirmekte tereddüt etmeyeceklerdi. İşte, MHP tarzındaki ideolojik- politik bir ‘hareket’in, gelenekçi ve muhafazakâr yönleri ağır basan taşra muhitlerinin bilhassa aktif siyasî eylemlere yatkın kesimlerinde yayılmasının temelindeki sosyo-kültürel mekanizma esas itibariyle böyle işlemiş olsa gerektir (Çalık, 1995, s. 196-197).

Ülkücü Hareketin gerek örgütlenme biçiminin gerekse ideolojik temelinin hayli esnek ve eklektik bir yapıda olduğunu söylemek mümkündür. Milliyetçilik, İslâmcılık ve

146

muhafazakârlık arasında mevcut koşullara göre geçişkenlik söz konusudur. Ülkücü Hareket, ideolojik temelindeki bu esneklik sayesinde, kendi ideolojik referanslarının, tabanını oluşturan kesimlerin ideolojik reflekslerine uygun düşmesini başarabilmiştir. Böylelikle, birincil hassasiyetleri ve ideolojik refleksleri aynı olmayan kesimler, aynı çatı altında hem siyasallaşma hem de sosyalleşme imkânına kavuşmuştur (Can, 2008, s. 663).

Ülkücülük, referansları Türk-İslâm tarihine uzansa da, temelleri Batılılaşma hareketlerinin başlangıcına dek uzanan, yerel olanı savunan bir tepkinin, 1960’lar Türkiyesinin özgül koşullarına uyarlanmış bir versiyonudur. Partinin örgütlenmesi, bütünüyle bu çizgi üzerine oturtulmuş olmasa da, böylesi bir tepkinin dışavurumuna hizmet ettiği görülmektedir. Ülkücülüğün 1960’lı yıllardan itibaren örgütlenip, özellikle gençlik içinde taraftar toplamaya başlamasını, solun üniversitelerde kurmaya başladığı hegemonyayı ve sokaktaki hâkimiyetini kırmak amacının güdülmesiyle açıklamak mümkündür.

4.1.4.2.2.2. Dokuz Işık Doktrini

Bu başlığın amacı Ülkücü Hareket’in ideolojik dayanaklarını ve lideri Alparslan Türkeş’in düşüncelerini geniş bir biçimde ele almak değildir. Ülkücülerin özellikle de ülkücü gençlerin düşünce yapısının, anlam ve değerler dünyasının kavranabilmesi için Dokuz Işık adıyla formüle edilen anlayışın belli konulardaki argümanlarının açıklanmasına gerek görülmüştür. Bu dönemde hangi akımdan olursa olsun solcu gençler ve sağ öğrenci gençliğinin en köklü ve örgütlü temsilcisi MTTB düşüncelerini dergi, gazete, bildiri, basın açıklaması gibi çeşitli vasıtalarla kamuoyuna sunarken, ülkücü gençler kayda değer bir çalışma içine girmemiştir. Hâliyle, CKMP/MHP yönetici ve entelektüel eliti tarafından kaleme alınmış metinler ve yapılmış konuşmalar başvurulması gereken kaynaklar olarak karşımızda durmaktadır. Bunların başında da Dokuz Işık gelmektedir.

Türkeş, Dokuz Işık’ın bir “reaksiyon” olmadığını öne sürse de, bu “doktrin”in sadece MHP’nin ideolojisini biçimlendirmek amacıyla geliştirilmediği, aynı zamanda üniversitelerde gerek öğrenciler gerek akademisyenler düzeyinde solun güçlenmesine karşı geliştirildiği, başlıca amaçlarından birinin üniversitelerde solun hegemonyasına son

147

vermek olduğu açıktır. Metin boyunca partililere veya genel olarak Türk milliyetçilerine değil, özellikle gençlere seslenilmesi de bu kanaati desteklemektedir.1

Dokuz Işık, her ne kadar Türkeş tarafından yazılmış olarak bilinse de, Türkeş aslında bu metnin fikir babasıdır, yazarı Kurt Karaca müstear ismini kullanan Fikret Eren’dir (Akpınar, 2005, s. 39). CKMP’nin Kasım 1967’de yapılan kongresinde Dokuz Işık resmen Ülkücü Hareketin ideolojisi olarak benimsenmiş, Türkeş’in “başbuğluğu” ilân edilmiş, onun “davaya katılıp ihanet eden herkesi vurun” sözleri ilk kez bu kongrede dağıtılan bildiride yer almıştır (Bora & Can, 2009, s. 54). “Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, millî bir görüş etrafında birleşmek” zorunluluğu nedeniyle geliştirildiği belirtilen Dokuz Işık’ın diğer ideolojilerden farkları şöyle açıklanmıştır:

… Bütün dünyada bir fikir savaşı yapılıyor. Bir sürü doktrin çarpışıyor. Türkiye’de son zamanlarda kapitalistler ile komünistlerin fikri bir çatışmaya girdiklerini gördük. Bu iki felsefe de ithal malı, ikisi de maddeci, ikisi de Türk Milletine yabancıdır. Biz buna karşı yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî, mânevîyatçı bir doktrin ile ortaya çıktık. Bunun adına “Dokuz Işık” dedik. Biliyorsunuz “dokuz” rakamı Türklerce dâimâ kutlu sayılmış bir rakamdır. Biz prensiplerimizi ortaya koyarken buna dikkat ettik ve yüzde yüz millî bir doktrin ortaya koyduk (Türkeş, 1997, s. 13).

Dokuz Işık’ın dayandığı ilkeler şunlardır: Milliyetçilik, ülkücülük, ahlâkçılık, ilimcilik, toplumculuk, köycülük, hürriyetçilik ve şahsiyetçilik, gelişmecilik ve halkçılık, endüstricilik ve teknikçilik (Türkeş, 1997, s. 15-16). Dokuz Işık’ın bu çalışma açısından esas önem teşkil eden kısımları, Türkeş’in sosyalizm, kapitalizm ve faşizme yaklaşımıdır. Gerek Dokuz Işık, gerekse genel olarak ülkücü ideoloji, muarızları tarafından “faşizm” ile ilişkilendirilmiştir. Türkeş ise, kapitalizmi ve sosyalizmi reddettikleri gibi nasyonal sosyalizm ile faşizmi de reddettiklerinin altını özellikle çizmektedir. Ona göre bu iki ideoloji, “insan hak ve hürriyetlerine inanmayan gerici diktatörlüklerdir.” (Türkeş, 1997, s. 18).

Türkeş komünizm, faşizm ve kapitalizm gibi “dış kaynaklı” yabancı ideolojilerle Türk milletinin yok edilmek istendiğini düşünmektedir. Ona göre Türk gençleri, Türk milletinin değil başkalarının çıkarlarını sağlamak için “yurdumuza sokulan” bu yabancı düşünce akımlarına karşı “şahlanmalıdır” (Türkeş, 1997, s. 66). Türkeş’e göre gençlik, “itici,

1 “Reaksiyonerlik, milliyetçi yazarlarca ısrarla reddedilen bir özelliktir. Fakat bizzat bu reddiyelerde bile,

148

hamleci bir kuvvet olmak zorunluluğundadır. Türk milletinin birliği Türk vatanı’nın ve devleti’nin eğemenliği ve bütünlüğü temel değerini korumak ve bunu bozmak için çaba gösteren fesat güçlere karşı savaşmak bilincini ve heyecanını daima taşımalıdır.” Üniversite gençliğinin etrafında toplanması gereken tek ülkü vardır; o da, “Milliyetçilik, Türkçülük şuuru”dur (Türkeş, 1967, s. 19-20).

Türkeş, Marksizm ve kapitalizmi “sınıfçı sistemler” olarak nitelendirmektedir. Ona göre, bir toplumsal sınıfı veya bireyi, diğer toplumsal sınıf ve bireylere tercih eden sistemler “sınıfçı”dır; sınıfçı sistemler, bir sınıfın diğer sınıfı ezmesini, sınıf diktatörlüğünü meydana getirir. Türkeş, sınıfçı olarak nitelendirdiği bu iki “sistem”den Marksizmi, “Türk milletinin en büyük düşmanı” kabul etmektedir. “Komünist nazariye”nin işçi sınıfını küçük bir çocuğa benzettiğini, işçi sınıfının “velisi”nin komünist partisi olduğunu öne sürmektedir. Türkeş’e göre komünizm, mutlak tekelci bir mülkiyet biçimi olan parti mülkiyetini ya da bürokratik mülkiyeti yaratmıştır. Bir diğer sınıfçı sistem olan kapitalizm ise, sadece patronları koruyan bir sistemdir, ekonomik hayatı kapitalistin tekeline terk etmektedir. Kapitalizmin siyasi yönü olan liberal demokrasi de aslında kapitalist sınıfa hizmet etmekte, devlet yönetimine yalnızca patronlar ve onların bürokrat sınıfının katılmasına izin vermektedir. Türkeş’e göre, halkın bu iki sistemde esaret altında oluşunun nedeni “mülkiyet sahibi olmaması”dır, hürriyetin tek garantisi ise mülkiyettir. “9 ışıkçı sistem”in hedefi, Türk milletinin her bireyini mülkiyet sahibi yapmaktır (Türkeş, 1997, s. 82-86).

Türkeş’e göre “Milli Doktrin Dokuz Işık”, sadece komünizme karşı geliştirilmiş bir reaksiyon değildir. “Ona fikirle karşı çıkan, Türk Milletine ufuk açan ve komünizmden daha kuvvetli, onu ezip geçen bir aksiyon”dur (Türkeş, 1997, s. 113). Ona göre, “bozkurtlar” olarak nitelendirdiği ülkücü gençler, “komünistlerin üniversiteyi ele geçirme planını” bozmuş, memleketin daha büyük felaketlere sürüklenmesini önlemiştir (Türkeş, 1997, s. 112). Türkeş, sol öğrenci hareketlerini şöyle değerlendirmektedir:

… Memleketlere daima başkentler hükmetmiştir. İktidarları devirmek ve ele almak için iktisadi ve sosyal hayata hâkim olan kurumları tesir altına almak, devlet yönetiminin mihraklarına oturmak kafi gelmiştir. Tarih bunun misâlleri ile doludur. İyi veya kötü başkent sokaklarına hâkim olan, devlet yönetimine hâkim olabilir. Komünistlerin de son hareketlerinde ana fikir bu olmuştur. Üniversiteleri mutlak kontrol altına almak, öğrenci hareketleriyle başkenti yıldırmak, profesörleri vasıtasıyla bu tedhişi desteklemek, halkı bir evvelki iktidardan koparıp kendi hâkimiyetlerini kabule hazır hale getirmek (Türkeş, 1997, s. 111).

149

Türkeş’e göre, Türkiye’de “birinci ve en büyük tehlike” komünizmdir (Türkeş, 1997, s. 117). Türkeş; komünistlerin vatan-millet tanımadığını, dünya proletaryasını yeryüzüne hâkim kılmayı esas aldığını, ideallerinin işçi sınıfı dışındaki sınıfları kanlı bir ihtilâlle yok etmek ve proletarya diktatörlüğünü kurmak olduğu öne sürmektedir. Türkeş’e göre komünist hareketlerinin “mayası” kin ve nefrettir, komünistler işçi sınıfı dışında kalanlara karşı sonsuz bir kin duymaktadırlar. Türkeş, komünistlerin “işlerine gelince” milliyetçilikten bahsettiklerini savunur. Ona göre, komünistler Türkiye’de var olduğunu savundukları “halklara” bağımsızlık vermeyi hedeflemekte, “Moskova’nın planına göre” hareket etmektedir; zaten komünizm, “Türklüğün en büyük düşmanı” olan Rusların elinde bir sömürü aracıdır (Türkeş, 1997, s. 113-114).

Türkeş’e göre, “milletlerarası komünizm”, “içerdeki satılmış hainlerle” bağımsız son Türk Devleti’ni yıkmak istemektedir. “Milletlerarası komünizmin uşağı, hain, satılmış anarşistler” “Türk’ün ebedi vatanı” olan Türkiye’yi parçalamak, bölmek, komünist bir toprak haline getirmek istemektedir. “Tam bağımsız Türkiye” sloganı altında anarşi yaratan komünistlerin gerçek niyeti, Türkiye’yi NATO’dan ayırıp, Varşova Paktı içinde Rusya’ya bağlamaktır (Türkeş, 1997, s. 129-130). Dokuz Işık ise, komünizmden farklı olarak; Türk milletinin varlığını her şeyin temeli kabul etmektedir, bu doktrini benimseyenlere dünya işçileri “vız gelmektedir”, onlar için asıl önemli olan Türklüğün bağımsızlığı, yücelmesidir. Dokuz Işık, sınıf mücadelesini kabul etmemekte, milletin yararına kullanılmak ve sömürü aracı hâline dönüştürülmemek kaydıyla mülkiyeti savunmaktadır (Türkeş, 1997, s. 113-114).