• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

3.2. Üniversite Bileşenlerinin Demokrat Parti İktidarıyla İlişkisi

4.1.4. Öğrenci Gençliğini Etkileyen Siyasal İdeolojiler ve Hareketler

4.1.4.1.4. Millî Demokratik Devrim Hareketi

Millî Demokratik Devrim (MDD) Hareketi her ne kadar 1960’lı yıllarda ortaya çıkmış olsa da, çok daha öncelere, eski TKP geleneğine dayanmaktadır. Hareketin Mihri Belli gibi orta yaşlı mensupları TKP kökenlidir, ideolojik formasyonları bu partinin etkisi altında biçimlenmiştir. Gerek Türkiye tarihine ve Kemalizme bakış açıları, gerekse devrim stratejileri TKP’den mirastır. 27 Mayıs sonrası dönemde ilk kez Yön sayfalarında fikirlerini ifade etme olanağı bulmuşlardır. TKP ile organik bir bağları bulunmasa da, Yön hareketinin de olgunlaşmış bir işçi sınıfı öncülüğündeki sosyalist devrimi değil bir tür aşamalı devrimi ve onun bir gereği/uzantısı olan cephe fikrini savunması bu birlikteliği mümkün kılmıştır. Yön dergisi sayfalarında olgunlaşarak TİP içine de nüfuz eden bu hareket, Yön Hareketinin başka bir yola sapması ve TİP’in MDD’cileri tasfiye etmesiyle birlikte bağımsız bir siyasî hat olarak yoluna devam etmiştir. Bizzat MDD’ciler tarafından kurulan ilk bağımsız platform, 1967’de yayın hayatına başlayan Türk Solu dergisidir. Bu yayını Aydınlık Sosyalist Dergi takip edecektir. Zamanla bu hareket de kendi içinde bölünmeler yaşayacak ve başka hareketlere/örgütlenmelere kaynaklık edecektir.

Türkiye’deki aşamalı devrim tartışmalarının asıl referansı Lenin’in 1905 Devrimi sırasında yazdığı “Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” adlı kitabındaki devrim üzerine analizleridir. Bunda, sosyalist hareketin Türkiye’de ortaya çıktığı günlerden beri Rus Marksizmiyle olan yakın temasının payı yüksektir. 1905 Deviriminden 1917 Ekim Devrimine uzanan süreçteki somut devrim tecrübesi, bir devrim ve iktidar anlayışının pratiğe dökülmüş hâli olarak Türkiye’deki sosyalistlerce benimsenebilmiş, model olarak alınabilmiştir. Lenin, Rusya proletaryasının iktidara gelişinin aşamalı bir devrim sürecinin sonunda gerçekleşeceğini savunur. Bu aşamalardan ilki “demokratik devrim”, ikincisi “sosyalist devrim” yahut Lenin’in ifadesiyle “proleter devrimi”dir. Lenin, söz konusu aşamalar arasında bir bekleme dönemi öngörmeyip; demokratik devrimin ardından proletaryanın iktidara gelişinin, yani bir başka ifadeyle sosyalist devrimin kesintisiz bir biçimde süreceğini savunur (Şener, 2010, s. 29-30).

129

1905 Devrimi öncesinde, Rusya’daki sosyalistler ülkelerinin yakın geleceğinde bir burjuva demokratik devrimi olacağı konusunda hemfikir olmakla birlikte, devrimde hangi sınıf ya da sınıfların öncülük yapacağı konusunda fikir birliği söz konusu değildir. Lenin’e göre burjuvazi “devrimci barutunu” çoktan tüketmiş olduğu için devrime öncülük yapabilecek durumda değildir, “halk devriminin kılavuzu ve önderi” işçi sınıfı olacaktır. Devrime işçi sınıfı ve köylülüğün ittifakı öncülük edecek, bu iki sınıf sosyalist devrimin koşullarını hazırlama görevini üstlenecektir (Lenin’den aktaran Şener, 2010, s. 30).

Lenin’in Rusya için öncelikle bir demokratik devrim aşamasını öngörmesinin nedeni Rusya’nın monarşiyle yönetiliyor oluşudur. Çünkü, feodal üretim ilişkileri, işçi sınıfının objektif (Rusya’nın ekonomik düzeyi) ve subjektif (işçi sınıfının bilinçlilik ve örgütlülük düzeyi) olarak gelişmesi önünde engel teşkil etmektedir. Lenin’e göre, “gerçek özgürlüğe” (işçi sınıfının iktidarına) giden yol “proletarya ile köylülerin demokratik devrimci diktatörlüğü”nden geçmektedir. Lenin’e göre sosyalist devrime geçişte demokratik devrim zorunlu bir uğraktır. Burjuva devrimi kapitalizmi geliştirecek, kapitalizm de işçi sınıfının nicel ve nitel gelişimini mümkün kılacaktır. Dolayısıyla, demokratik devrim her ne kadar bir “burjuva” devrimi olsa da, aslında ve uzun vadede işçi sınıfının çıkarına hizmet etmektedir (Lenin’den aktaran Şener, 2010, s. 30-31).

MDD tezinin Türkiye’deki başlıca temsilcisi olan Mihri Belli1

demokratik devrimi şöyle açıklar:

… siyasî bakımdan (iktisadî değil) eşit vatandaşlar topluluğu olarak, ulusun varlığına engel olan feodal kalıntı olarak, dış (emperyalist) müdahale olarak ne varsa, onların yok edilmesi demektir. Ve ulusun, yaşadığı toprak parçasında egemen kılınması demektir. Bağımsız ve demokratik bir ülke olmak demektir. Bu bakımdan millî bağımsızlık davası, demokratik devrimin görevidir… (Belli, 1968b, s. 7).

Demokratik devrim, Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede sosyalist devrime giden yolu açacak olan zorunlu aşama olarak görülmektedir. Çünkü sosyalizmi kuracak olan bir ülkenin her şeyden önce bağımsız olması gerekmektedir. Belli’ye (1968b) göre; “… sosyalist temel şiarlar bağımsız ülkede atılır. Bu demek değildir ki, sosyalist teoriyi benimsetmek için geceyi gündüze katarak çalışmayacağız. Ama ‘sosyalizm’ temel şiarını

1Belli, MDD teziyle özdeşleşmiş, bu tez hakkında en fazla yazan/konuşan, öğrenci hareketleriyle en fazla

ilişki kuran, gençliği oldukça etkilemiş bir kişidir. Belli’nin MDD hareketindeki yeri, Avcıoğlu’nun Yön- Devrim hareketindeki yerine benzemektedir. Bu nedenle MDD tezi açıklanırken Belli’nin metinleri temel alınmıştır.

130

atmak için, ‘iç sömürüyü kaldıracağım’ diyebilmek için, mutlaka bağımsız bir ülke gerekir. Demokratik devrimi gerçekleştirmeden, sosyalist devrim yap [mak]" mümkün değildir (s. 7).

Belli, (millî) demokratik devrimin burjuva demokratik devrimle eş anlamlı kullanıldığını belirtmektedir. “Burjuva” sıfatı, bu devrimin, zamanında Batı’da burjuvazinin önderliğinde gerçekleştirilmiş olmasından ileri gelmektedir. 18. ve 19. yüzyıllarda, yani burjuva demokratik devrimler çağında, burjuvazi devrimci bir nitelik taşıdığı için feodalizm karşıtı toplumsal güçlerin başına geçerek demokratik devrimi gerçekleştirebilmiştir. Emperyalizm çağında, yani 1960’ların koşullarında ise Türkiye gibi geri kalmış bir doğu ülkesinde böyle bir devrimin gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü, sömürülen ülkelerde tutarlı bir devrimci çizgiyi izleyebilecek güçte bir millî burjuvazi mevcut değildir (Tüfekçi1

, 1966, s. 10).

… Şimdi, şöyle bir anlayış var: sosyalist, sosyalist devrimi yapar, burjuvazi de burjuva demokratik devrimi, deniyor. Bu görüş yanlıştır. Özellikle çağımızda yanlıştır. Burjuvazinin devrimci barutunu tükettiği çağımızda, özellikle Türkiye için yanlıştır. Burjuvazi hiç bir devrim yapmaz çağımızda. Yapsa yapsa, çok güçlü bir halk hareketi karşısında, bir süre için demokratik devrim paralelinde yürür, o kadar; daha fazla değil (Belli, 1968b, s. 7).

Elbette ki, MDD’cilerin asıl hedefi sosyalizmdir. Ancak, sosyalizmden önce başarılması gereken bir “asgarî” hedef vardır. Mihri Belli, 5 Aralık 1968’de AÜSBF’deki bir konferansında “asgarî” ve “azamî” programların farkını şu cümlelerle açıklamıştır:

… Burada bir slogan yazılı: “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganı. Ben çok isterdim ki, bu, “Sosyalist Türkiye” sloganı olsun. (…) Senin vatanın Amerikan vesayeti altında iken; hangi vesileyle çıkarsa çıksın, atom savaşının ilk hedefi iken memleketin, Anadolun; ve memleketinde emperyalistlerin işbirlikçileri iktidara sahip çıkarken (…) son ödevimizi ön plana lma hatasını işlemeyeceğiz. Sosyalizmin bilimi böyle davranmamızı emreder. Bir asgarî program vardır, bir de azamî program vardır. Ve stratejide temel slogan, asgarî programın emrettiği programın sloganıdır. Asgarî programımız, Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye’dir. Millî Demokratik Devrimdir (Belli, 1969, s. 12).

Peki, millî demokratik devrim, “kimle beraber” ve “kime karşı” yapılacaktır? Millî demokratik devrimin “sınıf çıkarları, Türkiye’nin emperyalist sistem içinde bağımlı bir ülke durumunda kalmasını gerektirenlere karşı; işbirlikçi sermayeye karşı, feodal ağaya

131

karşı” yapılacağını belirten Tüfekçi (1966, s. 12) kimlerle birlikte yapılacağını ise şöyle açıklamaktadır:

… Ulusal topluluğumuzun dışında Türkiye halkının tümü, Türkiye proletaryası, yani modern sanayide, küçük sanayide, zanaat kollarında, ticaret alanında tarımda işgücünü satarak yoksul bir geçim sağlayabilen üretim araçlarından ve topraktan yoksun şehir ve köy proletaryası; ve az miktarda üretim aracına ve toprağa sahip olmakla birlikte gene de sömürülen bir sınıf niteliğini taşıyan şehir ve köy küçük burjuvazisi, yani bir avuç asalak dışında tüm emekçi Türkiye halkı (Belli, 1970a, s.10).

Mihri Belli, küçük burjuvazinin de MDD’ci güçler arasında sayılması gerektiği düşüncesine açıklık getirme ihtiyacı duyar. Ayrıca bu sınıfla ilgili çekincelerini de dile getirir. Bu çalışmanın ilerleyen sayfalarında da görüleceği üzere, küçük burjuvazinin MDD’deki rolü ve ağırlığı MDD saflarında her zaman tartışma konusu olmuştur.

Belli’ye (1970a, s. 11-13) göre, sivil-asker aydın zümrenin de çoğunlukla içinden çıktığı küçük burjuvaziyi MDD’ci güçler arasında saymak gerekir. Kent ve köy burjuvazisinin sınıfsal çıkarları, bağımlı kapitalist düzenle bağdaştığı için, bu sınıf bilinçlendiği oranda devrimden yana tavır almaktadır. Sivil-asker aydın zümre, gerek kökeni gerekse genel durumu itibarıyla Türkiye küçük burjuvazisinin en bilinçli koludur. Ancak şunu da eklemek gerekir ki, küçük burjuvanın tutarlı bir ideolojisi yoktur. Az da olsa mülkiyet sahibi olduğu için sağa, sömürülen bir kitle olduğu için sola savrulabilir. Bu tutarsızlık kimi zaman onu “bindiği dalı kesmeye” sürüklemiştir. Dolayısıyla, küçük burjuvazinin bu tutarsız ve ürkek tutumlarını hesaba almak elzemdir.

1960’lı yıllarda TKP kökenli sosyalistlerin, sivil-asker aydın zümreye devrimci potansiyel veya görev aftetmesi, genellikle “sol üzerindeki Kemalizm etkisi” olarak değerlendirilmiştir. Ancak, solun Kemalizmden etkilendiği için askeri de devrimci saflara dâhil ettiğini söylemek doğru değildir. Çünkü askere yönelik bu yaklaşımın kaynağında, TKP kökenlilerin beslendiği ideolojik geleneğin devrim stratejisi ve ittifak / cephe anlayışı yatmaktadır. Yalnızca Türkiye’de değil, 1950’li ve 1960’lı yıllarda pek çok geri kalmış ülkede “aşamalı devrim” ve “asker kökenli radikal hareketlerin devrimci potansiyeli”, strateji ve ittifak meselesindeki temel kabulleri olmuştur (Aydınoğlu, 2011, s. 72). MDD’ciler, Kemalist değil komünisttir; sosyal tabanını sivil-asker zümrenin oluşturduğu Kemalizmi, sosyalizme varacak olan süreçte müttefik olarak görürler. Bu ittifak arayışı Türkiye’deki sol harekette ortaya çıkan özgül bir durum olmadığı için, MDD’cilerin

132

Kemalistliğine ve Türkiye’ye özgülüğüne değil, uluslararası komünist gelenekle olan bağına işaret etmektedir (Aydınoğlu, 2011, s. 175).

Demek oluyor ki, hem hareketin beslendiği ideolojik ve tarihsel kaynakla tutarlılık, hem de hedeflenen millî cephe için küçük burjuvazinin geniş bir kesimini oluşturduğundan, gerek niceliksel gerekse niteliksel açıdan önemli olan Kemalistleri kendi saflarına çekme gayreti söz konusudur. Mihri Belli’nin ifadesiyle amaç, devrimden yana güçleri karşılarına almamaktır:

… Ama demokratik devrim aşamasında, bu devrimden yana olan güçleri karşımıza alırsak, devrime karşı olan sınıfları tecrit etmede kusur edersek, en bilinçli devrimciler olarak, sosyalist olarak devrimci güçbirliğini kurma işinde öncü rol oynama yolunda çaba göstermezsek, sosyalizmin iyi şey, kapitalizmin kötü şey olduğu anlamındaki sözlerimiz, boş, sol gevezelikten öte bir değer taşımaz (Tüfekçi, 1966, s. 11).

Genellikle sosyalist devrimle birlikte anılan ve sadece sosyalist devrimde öncü rol üstlenmesi düşünülen sosyalistler ve proletarya neden demokratik devrim için çalışmalıdır? Belli’ye (1968b, s. 7) göre proletarya ve sosyalistler demokratik devrim için herkesten çok mücadele etmelidir; çünkü demokratik devrimi sonuna kadar götürmek, sosyalizmin eşiğine adım atmak demektir. Bu mücadele sırasında unutulmaması gereken şey, demokratik devrim için çalışan ancak sosyalizmden yana olmayan güçlerin, devrimi sosyalizmin eşiğine kadar vardırmak istemeyeceğinin hesaba katılmasıdır.

MDD tezinde, asker-sivil zümreye özel bir önem atfedilse de işçi sınıfına düşen tarihsel görev daha kilit bir konumdadır. Belli, Türkiye proletaryasının hem ekonomideki konumu gereği hem de örgütlenme ve disiplin ruhunu diğer sınıflardan daha kolay benimseyebildiği için sosyalizme bağlı olduğunu belirtmektedir. Bunlar, proletaryayı diğer sınıf ve zümrelerden ayıran niteliğidir. Gerek demokratik devrim, gerekse onu izleyen sosyalist devrim aşamasında en devrimci ve tarihsel gelişmeye damgasını vuracak olan sınıf proletaryadır. Çünkü, “Sosyalizm, herkesten önce onun öz toplumsal düzenidir.” (Tüfekçi, 1966, s. 10).

Belli’ye göre, MDD’de hegemonya nispeten sağdaki orta köylü ve kent küçük burjuvazisi gibi gruplarda olursa, bu grupların kısa vadeli çıkarları gereği devrimin sonuna kadar götürülebilmesi ve sosyalist devrime geçilmesi konusunda tereddüt yaşaması söz konusu olabilir. Bu nedenle, cephenin en devrimci gücü olan proletarya ve yoksul köylünün

133

hegemonyası şarttır (Belli, 1970b, s. 261). Ancak, bu tarihsel rolü üstlenecek olan işçi sınıfının hâlen kendisi için sınıf olmaktan uzak olduğu da bir gerçektir. İşçi sınıfının henüz kendinde veya kendiliğinden sınıf özelliğini taşımasının nedenleri, kapitalizmin Türkiye’de yeterince gelişmemesi (niceliksel yetersizlik) ve işçilerin bir bölümünün köyle bağlantılarının (yarı-köylülük, dolayısıyla az da olsa toprak mülkiyeti) devam etmesidir. Yani, işçi sınıfının politik bilinçten yoksunluğudur (Belli, 1970b, s. 232-233).

MDD tezi ilk kez, kapılarını “eski tüfekler”1

olarak adlandırılan eski TKP’lilere açan Yön dergisi sayfalarında kamuoyuyla paylaşılmıştır. Mihri Belli’nin “E. Tüfekçi” mahlasıyla yayımladığı, bir manifesto niteliğindeki “Demokratik Devrim: Kime Karşı, Kimle Birlikte?” başlıklı yazısı bilhassa önemlidir. Ancak bu iki hareketin yolları 1967 yılı itibarıyla ayrılmıştır. Bu ayrılık, sadece Yön’ün yayın hayatını noktalaması ve MDD hareketinin Türk Solu’nu yayımlamaya başlaması gibi pratik nedenlere dayanmayan ideolojik bir ayrılıktır aynı zamanda. Belli (2002) bu geçici işbirliğinin nasıl sona erdiğini şöyle anlatır: “… Birçok eski dostların bize selam vermekten bile korktukları bir dönemde Avcıoğlu, müstear adla da olsa bir 141. madde sabıkalısının yazılarını yayımlama yürekliliğini göstermiştir. Yön döneminde “sol” cunta yoktu. (…) Dostluğumuz sürdüğü halde Avcıoğlu hiçbir zaman Devrim’e yazmamı bana önermedi. Önerseydi de yazmazdım. Fazla cunta kokuyordu.” (s. 486).

Mihri Belli’ye göre, “genel çizgileriyle doğru bir program olan” TİP programı, esas itibarıyla bir milli demokratik devrim programıdır. Bu program sonuna kadar uygulanırsa Türkiye sosyalist değil ama bağımsız ve demokratik bir ülke hâline gelebilir. Belli’ye göre TİP yönetiminin sosyalist devrim programı adı altında MDD programı uygulamak istemesi, bilimsel sosyalizmi bilmemelerinden değil “keskin sosyalist” görünme çabalarından ileri gelmektedir. MDD’ciler ise TİP’in aksine olabildiğince geniş bir kitleyi kendi yanlarına çekebilmek için devrimci sloganları olduklarından radikal değil oldukları gibi sunmaktan yanadır. Millî demokratik hedefleri sosyalist olarak nitelendirmek millî

1 “ ‘Eski tüfek’ biz 141 sabıkalılarına TİP çevrelerinde takılan addı. Yeniçeri Ocağı’nda savaşa gitmeyip

ocağı bekleyen takımına denirmiş (…). Savaşa giden kendileriydi (!). Biz bu lakabı üstlendik ve an geldi bize bu lakabı yakıştıranlar da ‘Biz de eski tüfeğiz’ demeye başladı.” (Belli, 2002, s. 486).

134

demokrasiden yana çevreleri bu hedeften uzaklaştırmaktan ve MDD’cileri1

dar/marjinal bir grup olarak yalnızlaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmeyecektir (Belli, 1969, s. 19-20).

MDD Hareketi TİP’e karşı tavrının aksine, CHP’deki “ortanın solu” akımına cepheci anlayışları gereği ılımlı yaklaşmıştır. Bu yaklaşımın altında CHP’nin küçük burjuva radikalizminin tavizsiz bir uygulayıcısı olarak feodal ağaları ve işbirlikçi sermayeyi tasfiye edeceği beklentisi yatmaktadır. Ayrıca, ortanın solu çizgisini benimseyen milliyetçi ve reformist kitlelerin MDD hareketinde işgal edeceği yerin büyüklüğü, onları gözden çıkarmayıp tam aksine bir müttefik olarak kabul etmelerini gerektirmiştir. Ancak CHP’nin MDD’ye aynı karşılığı verdiğini söylemek mümkün değildir. Genel Sekreter Ecevit, Ulus’taki yazısında MDD’cilerin geniş cepheci stratejilerinde CHP’yi kullanmaya çalıştığını iddia etmiştir (Şener, 2010, s. 202).

MDD Hareketi yalnızca 12 Mart öncesine değil, solun sonraki yıllarına da damgasını vurmuştur. MDD tezi 1968’den itibaren öğrenci hareketlerini ve solun önemli bir bölümünü etkisi altına almış, daha sonra etkilediği kesimlerden gelen katkılarla zenginleşmiştir. Ancak bu zenginleşme, kaçınılmaz bir biçimde tartışmaları ve nihayet ayrışmaları da beraberinde getirmiştir. MDD’nin, bir hareket olma özelliğini bu ayrışmalardan sonra yitirmiş olması, hem 12 Mart dönemi sol örgütlerinin hem de 1974 sonrasındaki sol hareketlerin çoğunun ana kaynağı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

4.1.4.2. Sağ Hareketler

1960’lı yıllardan itibaren milliyetçi ve İslâmcı hareketler kendi bağımsız örgütlenmeleriyle faaliyetler göstermeye başlamıştır. 1950’li yıllarda DP’de, 1960’lı yıllarda AP’de temsil edilen İslâmcılığın kendi siyasal partisinin kurulması, bir başka ifadeyle Millî Görüş Hareketinin ortaya çıkması için 1970’te Milli Nizam Partisinin kurulmasını beklemek gerekecektir. Fakat milliyetçilik için aynı durum söz konusu değildir. Milliyetçi (Ülkücü) Hareket önce CKMP’de ardından MHP’de Alparslan Türkeş önderliğinde hızla örgütlenmiş ve güçlü bir akım hâline gelmiştir. Bu dönemde İslâmcılık ve ülkücülüğün

1 Aslında MDD stratejisini benimseyenler, kendilerini “proleter devrimci(si)” ve “proleter sosyalistler(i)”

olarak nitelendirmektedir. Örneğin; “… ‘Milli Demokratik Devrimci’ diye bir şeyin olmadığını, ancak yarı sömürge ve yarı feodal bir ülkede olduğumuz için, içinde bulunduğumuz aşamanın Milli Demokratik Devrim aşaması olduğunu söyleyen proleter sosyalistlerinin var olduğunu (…) söyledik.” (Çayan, 1969b, s. 15).

135

buluştuğu ortak paydalardan biri anti-komünizmdir. Anti-komünizm, sadece Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi kuruluşlarla temsil edilmemiş, genel olarak sağ akımlara da kimliğini veren başlıca unsurlardan biri olmuştur.