• Sonuç bulunamadı

1

MUHSİN KIZILKAYA

*

E

skiden, “şevreşk” denilen uzun kış gecelerinde, odanın ortasında kurulan kocaman sobanın içinde harıl harıl yanan meşe kütüklerinin çıtırtıları arasında, sobanın arkasındaki en makul yere serilmiş minderin üzerine bağdaş kurmuş, elindeki tesbih tanelerini ağır ağır çeken, yüzüne hafif bir bilgeliğin gelip oturduğu, sakallarına kırlıklar düşmüş, alnındaki derin çizgilerden belliğindeki kelimeler kadar yaşamış duygusu veren ağır adamlar olurdu; her bir sözleri bir oğlak, bir kuzu değerindeydi; söz gümüş değil altındı onlarda ve onlar, o zamanlar etrafına halka olup oturmuş onlarca adama, hikayenin başında gözleri faltaşı gibi açık onları dinleyen, hikaye uzadıkça tatlı bir uykunun mahmurluğuna yenik düşen çocuklara, arada bir közleri sönen semavere köz koyup suyun sıcaklığını ayarlayan, demlikten ortalığa hoş bir çay kuşunu yayılırken boşalan bardaklara çay doldurup bir kulaklarıyla hikayeyi dinleyip, öteki kulakları beşikte uyuyan çocuklarında olan kadınlara, o gece başlayıp ertesi gece devam ettikleri uzun hikayeler, uzun destanlar anlatırlardı.

Kış geceleri uzun, çok uzun olurdu. O uzun kış gecelerini o adamların kelamı kısaltır, söz döner dolaşır, bir tül perde gibi odada oturanların üzerini örter, anlatıcı kelamın büyüsüne o kadar kendini kaptırırdı ki, dinleyenler ister istemez o sihirli atmosferin bir parçası haline gelir, hep birlikte tatlı bir hayal aleminde, hikaye dünyasında, bilinmedik, uzak diyarlara uzun yolculuklara çıkarlardı.

İşte o adamlara dengbéj diyorlardı. Bir çeşit sözlü tarih aktarıcılarıydı onlar. Toplumun sözcüleri...

22 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri) Sözün aktarıcıları...

Anlatıcıydılar.

Onlar, çok eskiden hafızalarına kaydettikleri bir hikayeyi, bir masalı, bir efsaneyi, bir destanı başka birilerine aktaran aracıydılar.

Yazısı yasaklanmış, gelenekle biçimlenmiş, hafızasını sözle korumuş bir halkın ilk ses sanatçıları, ilk söz sanatçılarıydı.

Heybelerinde bir dolu kelimeyle dolaşırlardı; hafızalarında yazıyla buluşmamış büyük bir tarih olurdu her zaman.

Onlar toplumun ortak hafızasıydılar. *

Karanlığın hafiften bastırdığı, ayazın ortalığı buza kestiği, sobanın yaydığı ısıya ulaşmadan bıyıkları tutan buzun çözülmediği, ayaktaki reşik’ın içindeki yün çoraba yapışmış ayak parmaklarının morardığı, heybelerinde biraz kaçak tütün, biraz kaçak çay ve kelle şekeri bulunan adamlar, nedense hep çok uzaklardan gelirlerdi. Yolu bir köyden başka bir köye düşmüş olan her kafilede mutlaka bu adamlardan biri bulunurdu.

İşte o adam anlatıcı, dengbéj’di.

Bu adam, o gece o köyde konaklayanların itibar görmelerine neden olurdu. Dengbéj ne kadar çok hikaye biliyorsa ve ne kadar güzel, coşkulu anlatıyorsa o hikayeleri, konukların itibarı o oranda yüksek olurdu.

*

Oralarda bütün mesafeler uzaktı. Her yolculuk bir insanın yürüme zamanıyla ölçülür ve bir köyden başka bir köye gidiş, buradan Halep’e, Şam’a yapılmış kadar uzak bir yolculuk olarak telakki edilirdi.

Yolculuklar konak konaktı. Bir konaktan başka bir konağa gidiş, katır sırtında veya yürüyerek bir günlük yolculuk demekti. Bir konaktan başka bir konağa varıldığı zaman gidilecek yer belli ise, kalınacak ev de belliydi.

O konağın, yani köyün, yani mezranın, yani dağ başında insanların bir araya gelerek oluşturdukları yerleşim yerinin adı ne olursa olsun, oranın ileri geleni kimse, hacca gitmişi, hafızı Kur’an’ı, gün görmüşü, adı ağaya çıkmışı, bey sıfatlısı, misafirlerin gideceği ev de mutlaka onun evi olurdu.

Sanki sadece anlatıcıların baş edebildiği, sadece hikayesi olanların üstesinden gelebildiği, sadece destanların, hikayelerin, heyranok’ların,

23

Açılış Paneli şeşendi’lerin, kilamlar’ın, stiran’ların, çirok’ların hakkından gelebildiği o uzun kış geceleri var ya, adına şevreşik, yani zifiri karanlık gece dedikleri o uzun gecelerinde, o eve gelen misafir, aynı zamanda o köye, o yerleşim yerine gelen bir anlatı demekti.

Akşamın bir vakti, köyün bütün erkekleri misafirin geldiği eve doluşur, radyolar kapatılır, çocuklar erkenden uyutulurdu; çünkü o yolcular o eve, dolayısıyla o köye, yeni bir dünya getirirlerdi yeni bir hikayeye, yeni bir hayale uzun süreden beri hasret kalmış olan o insanlara...

İçinde pirhevir’lerin, bir dudağı yerde bir dudağı gökte devlerin, altın arayıcılarının, yılan terbiyecilerinin, aslan besleyenlerin, sirk cambazlarının, kırkıncı oda esrarının, güvercin kılığına girmiş ay parçası güzel kızların, ağzından lav fışkıran ejderhaların, zincirle göğe çekilen yılanların, buharı tüten göllerin, coşkun nehirlerin, uçsuz bucaksız denizlerin, ovanın ortasında bir başına, yumurta biçiminde bir kasırda yaşayan esrarengiz şehzadelerin, kalelerine, kasırlarına çekilip ordularla çarpışan cengaverlerin, geyik avcılarının, Şahmeran’ın, Duldul’in, Burak’ın, Hespé Reş’in, Xané Lepzérin’in, Emé Gozé’nin, Yusuf ile Züleyxa’nın, Belkis ile Süleyman’ın, Mum ú Zin’in, Cembeli ú Binevş’in cirit attığı bir dünya...

O dünya o kadar çekiciydi ki, konukların köye gelişini haber alan herkes akşam namazından hemen sonra diwanhaneye gelirdi. Herkes bilirdi ki, gelenlerden birisi dengbéj’dir. İçlerinden birisi mutlaka içine girmeye hazırladıkları dünyaya onları götürecek, gecenin bir vakti, gelip gözkapaklarına oturan uykuyu yenmiş gözlerle oradan ayrılırken, anlatının büyüsüyle, o büyünün ruhlarında yarattığı dinginlikle evlerine döneceklerdi ve bir gün sıra kendilerine gelecekti; tıpkı konuklarının yaptığı gibi, yolları bir köye düştüğünde, öğrendiklerini bu kez onlar anlatacaklardı.

Söz dolaşımdaydı çünkü.

Aralarında bir konak mesafe bulunan köyleri birbirine bağlayan biricik şey sözdü, kelamdı.

Değerler piyasasında en yüksek primi yapan şey onlar için sözdü. Sözün malzemesi kelimeler, kelimelerden oluşan cümleler, cümlelerden oluşan hikayeler, destanlar, serpéhatiler, kilamlar...

24 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

Gezginlerin kafilesinde bulunan dengbéj, kafilenin namusunu kurtarır, meçhul yolcuların dünya ahvali üzerine kelam edebilecek kadar ağzı laf yapan adamlar olduğunu tescil ederdi.

Onlar gönüllü anlatıcılardı, anlattıklarına karşılık bir şey istemezlerdi. Akşam yemeği, demli bir çay, okkalı bir kahve, rahat bir döşek ve birkaç övücü söz karşılığı anlatırlardı mesellerini.

O konakta bulunanlara yeni bir dünya armağan eder, onları kurdukları hayallerle baş başa bırakır, başka bir konağa doğru yolculuklarına devam ederlerdi.

*

Akşam yemeğinden sonra semaver odaya taşınırdı. Bardaklara tavşan kanı çaylar boşalırken, dengbéj anlatısına hazırlanırdı. Önüne bir tas su, kuru incir, kuru üzüm konur ve ev sahibinin misafire, “Ma hun giské xwe nadin?” sorusuyla başlardı her şey.

Misafirin itiraz hakkı yoktu.

Ev sahibi orada bulunan herkese “dilopan nekin” diye uyarır ve dengbéj anlatıya başlardı.

*

Dengbéjler, daha çok gece anlatırlardı. Gece hikaye zamanıydı.

Hikayenin, stranın, kilamın, kelamın zamanı gece, mevsimi de daha çok kıştı.

Yaz çalışma mevsimiydi, geceleri kısaydı.

Kış zamanı öldürme mevsimiydi, geceleri uzun, o uzun geceleri ancak uzun destanlar, anlatılar kısaltabilirdi.

*

Geleneksel Kürt sözlü kültüründeki Dengbéj’lik geleneği, Anadolu’da yayın olan “aşık geleneğine” pek benzemiyor. Yani bu coğrafyada omuzunda sazı, sopasının ucunda çıkını, derviş kılığıyla dolaşan adamlara pek rastlanmazdı.

Aşıklar diyar diyar dolaşır, saz çalar, türkü söyler, kahvelerde, köy odalarında bulabildikleri topluluklara aşk hikayelerini, Arzu ile Kamber’i,

25

Açılış Paneli Ferhat ile Şirin’i, Yusuf ile Züeyha’yı anlatır, orada bulunanlar da gösterinin sonunda gönlünden ne koparsa aşıklara verir, o köyde işleri bittiklerinde başka bir diyarın yolunu tutar, oralarda rızıklarını ararlardı.

*

Sözlü Türk kültüründe dengbéjliğe denk gelecek bir kurum aranacaksa, gidebileceğimiz en iyi adres meddahlık olur diye düşünüyorum. Zira meddahlar, daha çok kahvelerde, belirli bir saatte yüksek bir yere çıkar, daha çok kendilerinin buluşu olan hikayeler eşliğinde gösteri yapan adamlardı.

Onları dengbéjlerden ayıran temel şey de, yine gösterilerinin bir maddi karşılığının olmasıydı.

Denbéjlik’ler toplumsal hafızayı diri tutmada doğal bir elçilik görevini üstlenmişken, meddah ve aşıklar daha çok gösteriye yönelik, hüner gösterme ve maddi bir karşılık neticesinde sanatlarını icra etmeleridir.

*

Oysa dengbéj anlatıları, meddah ve aşık geleneğinde olduğu gibi spesifik belirli bir alana hapsedilmiş değil.

O uzun kış gecelerinde, ölgün lambanın ışığının altında, sobanın artık yavaş yavaş söndüğü, artık hikayenin, masalın veya destanın sonuna gelen dengbéj’in, sesine esrarengiz bir tını takıp, “Hikayem bitmek üzere, bu hikayeden payınıza düşen kıssayı aldığınıza eminim” der gibi bilgece bir duruşla bakışlarını dinleyenlerin üzerinde gezdirdiği an biten anlatılarda, meddah ve aşık geleneğinin tam tersine, neler yoktu ki...

Bu coğrafyanın yaşadığı doğal afetler, meteorolojik hadiseler, zelzeleler, kıtlıklar, sel baskınları, güneş, ay tutulmaları, orman yangınları, çığ felaketleri, toprak kaymaları...

Ve bu kara parçasında vuku bulmuş tekmil anlaşmazlıklar...

Aşiret çatışmaları, din savaşları, iki kabilenin karşılıklı savaşa durması, toprak anlaşmazlıkları, su kavgaları, yayla anlaşmazlıkları, mera bölüşümleri, iki devletin savaşı, devlete isyan eden aşiretler, isyanlar, Şéx Sait, Şéx Ubeydullahé Néhri, Bedirxan Beg, Ezdin Şér, Simkoyé Şikak, Ağrı, Beytüşşebap, Dersim, Eliyé Usiv, Emé Gozé, Şéx Mehmudé Berzenci, Mela Mistefa Barzani, Mahabat Cumhuriyeti... Dağa çıkmış eşkıyalar, jandarmadan kaçan asker kaçakları, kız kaçıranların başından

26 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

geçenler, kardeşi ölünce yengesiyle evlendirilenler, sevdiğine varamadı diye intihar edenler, dağlara sığınanlar, yol kesenler, haraç alanlar, askere gidip gelmeyenler, gurbete düşenler, nehirde boğulan çocuklar, çığ altında kalan gençler, kaza kurşununa gidenler, at yarıştıranlar, seglavi kısraklar, doru Arap tayları, iğneyi deliğinden vuran avcılar, peşinden koşan avcıyı bir mağaraya götürüp orada karşısına ayın ondördü bir kız olarak çıkan ceylanlar, kaybolan sürüye rehberlik eden tekeler, sürüyü korumak için canlarını kurtlara teslim eden köpekler, seferberlikler, kıtlıklar, göçler, zorla göç ettirmeler, boş kalan köyler, gidilen yeni yerler, keşfedilen gurbetler, sınır ihlalleri, jandarmayla girişilen çatışmalar, Hicaz toprakları, Suriye çölleri, Ağrı, Gare, Metinan, Cilo dağları, manastırlar, katedraller, kiliseler, havralar, camiler, ağa, bey, mir kasırları, hisarlara inşa edilen kaleler, misyonerlerin yaptırdığı korunaklı evler...

Bir dengbéj’in ömrü boyunca yürüyerek kat edebileceği coğrafyanın büyüklüğü içinde yaşanmış olan tekmil insani hadiseler...

Büyük aşkları anlatan destanlar...

Mem ú Zin... Memé Alan, Binevşa Narin ú Cembeliye Kuré Miré Hekaryan, Momin, Sinemxan, Beyta Kewan, Lawké Madeni, Metran, Lawké Tixubi, Lawké Deştani...

Direnişleri anlatan destanlar, başkaldırıyı, yiğitliği, agitliği, Beyta Birahxan, Beyta Qiyameté, Aşut, Beyta Tiyaré, Emé Gozé, Hespé Reş, Dimdim, Rustemé Zal...

*

Yazılı kültürle ilişki kurmamış, yazılı metinden yoksun, dili kamusal alanda kullanılmayan bu insanlar, nasıl oluyordu da bu kadar çok şey biliyorlardı?

Aslında bu sorunun hayret verici bir yanı yoktur, belki de bu soru onların hiç aklına gelmemiştir, bu soruyu birbirine hiç sormamışlardır.

Oysa işin sırrı basitti.

Hatırlanabilir şeyleri söze döküyorlardı.

Ve bu hatırlanabilir şeyleri ritmik aktarıyorlardı. Söyledikleri her şeyde ritim vardı. Her şey kafiyeliydi. Müzikliydi anlattıkları destanlar, söyledikleri kilamlar...

27

Açılış Paneli Sözdeki bu ritme bedensel bir ritim de katıyorlardı. Bu yüzden duaları ritmikti, ibadetlerinin vazgeçilmez bir parçası olan zikir ritmikti, inandıkları, okudukları kutsal kitap ritmikti, destanları ritmik, masalları kafiyeli, bildikleri kilamların kimisi Batı ölçülerine yaklaşacak bir melodi zenginliğine sahipti.

Makamları sayısızdı ve ritim geçmişlerini hatırlamada onlara yardımcı olan çok özgün bir dildi.

Ritim, süslenen söz ve içeriğindeki müzik hatırlamayı kolaylaştırıyordu. Sanki bildiklerini yüksek sesle tekrarlamazlarsa unutabileceklerini, bildiklerinin bir anda yok olacağını biliyorlardı.

Toplum bilginin değerli bir şey olduğunu biliyordu. Gerçi onlara iletilen şeyler bilgilendirmeden çok eğlendirme, iyi, hoş vakit geçirme, gerekçe oluşturma, insanları birbirine yakınlaştırma görevini görüyordu, ancak farkına varmadan bilgi sahibi de kılıyordu.

Ondandır, onlara bilgi ileten yaşlılara, dengbéjlere, bilge kişilere, melalara, seydalara özel bir hürmet gösteriyorlardı.

Onların dilinde bu insanların adı zana’ydı. Zana, bilen, bilge anlamına gelir; zanin ve zanaların yeri her divanhanede başköşeydi.. Yürüyüşlerde önde yürürlerdi, barış görüşmelerinde ilk söz onlarındı, kız alıp vermede fikirleri sorulurdu, tecrübelerinden, bilgilerinden sonuna kadar yararlanıyorlardı.

Zanalar, geçmiş günlerini, tarihlerini canlı tutuyorlardı. Hafızalarını tazeliyorlardı, unutmamalarını sağlıyorlardı. Onun karşılığı olarak da saygınlık, hürmet kazanıyorlardı.

Aslında kim ne zaman dengbéj, kim ne zaman zana’ydı, pek belli değildi. Dengbéjlik, içinde biraz da zanalık barındırıyordu. Dengbéj olabilmek için “zana” olmak gerekiyordu. Bilmeden “zana” olamazsın, zana olup sesin güzel olunca, dengbéj payesini de kazanıyorsun.

Zanalar, kişiliklerinden çok, hafızalarında korudukları bilgiye değer verildiğini biliyorlardı. Aynı şekilde dengbéjler de, seslerine, nefeslerindeki kuvvete değil, hafızalarındaki tarihi bilgiye hürmet gösterildiğinin farkındaydılar.

28 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

davranmıyorlardı. Onlara bağşedilen saygıda kusur etmiyorlardı. Ağırlıkları ölçüsünde, sözlerinin ağırlığınca ağırbaşlı olmaya özen gösteriyorlardı.

Hayatı çoğul gösteriyorlardı. Birey yoktu onların kelamlarında. Özneleri çoğuldu, anlatılarında “ben”in yerine “biz” vardı. Kendilerini çoğaltıyorlardı, dinleyicilerini kendilerine katıyorlardı. Kendilerini dinleyenleriyle var ediyorlardı. Böylece anlatıyı ortak bir değer haline getiriyorlardı. Hep birlikte yaşanmış bir tarihten söz ediyorlardı. Anlatılarında coşku vardı. Anlattıkça coşuyor, coştukça dinleyicilerini de coşturuyorlardı. Heyecan gerilimi hep diri tutuyor, anlatı sırasında herkesten sessizlik talep eder, arada bir ses çıkaran olur da anlatının ahengine bozanları hemen uyarıyor, “dam damlıyor” anlamında “ez rica dikim, dilopan nekin” diyorlardı.

Yaşanmış bir tarihi hadiseden bahsederken, o anlatının şahsında, aslında onları üstün kılan “bilgiye” hürmet talep ediyorlardı.

*

Anlatıcıların destanlarında, hikayelerinde, masallarında, kilamlarında, fıkralarında, kıssalarında, mesellerinde nasıl bir sıfat bolluğu vardı anlatamam. Her şeyin bir sıfatı vardı. Cümle mahlukatın, dağın taşın, börtü böceğin, canlının cansızın, yolun yokuşun, ovanın yaylanın, insanın hayvanın her şeyin...

Dillerinden dökülen her nesnenin önüne onu tanımlayan bir sıfat kondururlardı. Anlattıkların beylerin, beylere başkaldıran yiğitlerin bıyıkları burulmuş şehzade bıyığı, bilekleri bükülmez demir misali olur, burunları koç burnuna, gözleri atmacanın gözlerine, pençeleri kaplan pençesine benzerdi. Atıcılıkta üstüne yoktu onların, iğneyi deliğinden vururlardı. Beyzadelerin sevdalandığı kızlar hep endamı tarifsiz, gözleri sürmeli, göğüsleri armut, dudakları lale, dişleri mercan, sözleri yakut, dili şeker, alnı meydan olurdu.

Dağları yüksekti anlatılarında geçen yerlerin, ovaları uçsuz bucaksızdı. Çınarları uluydu, suları gürül gürül, çeşmelerinden şerbet akardı. Rüzgarları ılgıt ılgıt eser, kuzuları nazlı nazlı meleşirdi.

Bütün askerler kahramandı, bütün yaşlılar bilgeydi. Danışılan rehberler akıl küpü olurdu, hemen hemen bütün kahramanlar uzun boyluydu. Hikayelerinde cüceler, kamburlar pek yer almazdı. Engellilere

29

Açılış Paneli pek rastlanmazdı. Kötüler fiziksel kusurlar taşırdı. Bir tek iyi kaval çalan, iyi şiir düzenleri gözleri görmeyen amalar arasından

seçerlerdi. Evdalé Zeyniké gibi... *

Dengbéjler, bir tarihi anlatıyorlardı. Bir halkın, bir coğrafyanın bir iklimin tarihini... Anlattıkları tarihi, bir başka dengbéj’den öğrenmişlerdi. Sözü biri ötekine aktarıyordu. Aktaran bildiğini anlatıyor, alan olaya kendince yeni şeyler ekleyerek bir sonrakine devrediyordu.

Toplumun ortak hafızasıydılar dengbéjler, vakayı belleklerine yazıyorlardı. Hafızaları güçlüydü, içine bir ömür boyu öğrendiklerinin tümü saklayacak kadar güçlü. Onlar toplumun ortak hafızasıydılar, hafızaları yüzyıllardır yaşananların unutulmamasını sağlıyordu. Bir görev üstlenmişlerdi ve o görevi, hiçbir karşılık beklemeden yerine getiriyorlardı.

Daha çok uzakları anlatırlardı.

Anlatılarında ille de gurbet vardı. Sanki geçmişlerini orada arıyorlardı, hikayelerinin ipuçlarını anlatılarda görürdü hem anlatan, hem de dinleyenler.

Tarih vardı o anlatılarda; onların yaşadığı ve gelecek olanların yaşayacağı bir hayat gizliydi onlarda.

*

Hayatlarında yazı yoktu. Onlar için yazı alimlerin işiydi. El yazması kitapları vardı alimlerinin, o kitaplara bakıp muska yazarlardı. Muska yüreklerinin üstünde taşıdıkları Allah’ın kelamıydı ve kelamın büyüsüne inanırlardı.

Onlar için yazıya geçmiş her şey mukaddesti ve mukaddes metinlerin dışında hayatlarında metin yoktu.

Yazıya işlevsel bir büyü gibi bakarlardı. Bir işe yaramadıkça yazı yazılmazdı. Yazının karşılığı aranırdı ve bir şeye tahvil olmayan yazının hiçbir anlamı yoktu. Yazıyı hastaları iyileştiren, zaman zaman aşıkları kavuşturan, istendiğinde birbirinden ayıran büyü dolu bir sanat sanıyorlardı. Yazı simyaydı. Ondandır, yazıya geçmiş her şeyin kutsallığı tartışılmazdı. Kitapta öyle yazıyordu ve kitap okumak alimlerin, seydaların, melaların işiydi.

30 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

Ama “söz” öyle mi? Her yerde söz vardı. Onun için çok şey biliyorlardı, hatta birçok okumuş yazmıştan daha çok şey... Ve her şeye karşı çok ilgiliydiler. Çoğu bilge görünüşlüydü, sözleri ağırdı, kimi zaman misal bir kan davasına kadar gidebilecek büyük bir anlaşmazlığı, içlerinden birisinin sadece tek bir sözü barışla noktalamaya yetecek kadar ağır.

Ağır adamlardı onlar, sözleri kadar ağır, oturaklı...

Çırak yetiştirmede çok ustaydılar, sözü başkasına aktarmada çok mahir. Avcılık yaptıkları zamanlar iğneyi deliğinden vuracak kadar keskin nişancı çıraklar nasıl yetiştirmişlerse, sözlü iletişime geçtikleri zaman da, dinleyeni kendinden geçirecek, sözü yazı derecesinde büyüye yakınlaştıracak etkili kullanabilecek, atasözlerine hakım olabilecek, mevcut kalıplardan özgün deyişler türetebilecek kadar usta çıraklar yetiştirmeyi bilirlerdi. Atalarından böyle görmüşlerdi ve binyıllardan beri gelen gelenekten ödün vermemişlerdi. Usta-çırak ilişkisi toplumun hafızasını diri tutan, koruyan başlıca öğrenim yöntemiydi.

Bildikleri hikayeler, anlattıkları destanlar, vakıf oldukları sözün canlı kalmasını hafızalarına borçluydular. Anlattıkları şeyleri öğrenmek için oturup becerilerini geliştirmiyorlardı. Bu işin okulu yoktu ve bu yetenek masa başında, derviş tekkelerinde öğrenilmiyordu. Bu bir doğal yetenekti; sözlü toplumun doğasından gelen, toplumun bütün bireylerine ait ortak bir yetenek.

Dillerinin yazıya aktarmanın yasak olduğunu bilmiyorlardı. Çoğu yazı nedir bilmezdi. Onlar sadece yazgıyı bilirdi.

Bu coğrafyada neredeyse herkesin sesi güzeldi. Sanki onları yaratan yaradan, “gün gelecek, yazınız yasaklanacak, onun için nefesinize kuvvet veriyorum, size öyle bir ses veriyorum ki, kendi tarihinizi, kendi derdinizi kayda geçirmek istediğiniz zaman güzel sesiniz işinize yarasın” demiş gibi..

*

Onlar dengbéj’di.

Avcıydılar onlar, söz avcısı, kelime avcısıydılar. Kelimeler dillerinde nağmeye dönüşür, nağme uzun bir türküye, türkü uzun bir destana, destan bir tarihe, tarih bir acıya, bir kılama.. tarih bir sızıya.. kılam bir kelama... Bazen tarih yeni baştan küçük bir söze dönüşür, o söz de bir ezgiye, bir şarkıya...

31

Açılış Paneli Yazısı yasaklanmış bir halkın, yasaklara karşı içgüdüsel olarak direnen kültür elçileriydi dengbéjler.

Silahları sesleriydi. Mermileri kelimeler...

Dengbéjler, hafızasıyla oynanmış bir halkın ortak hafızasıydılar. Arşivleri hafızalarıydı. O arşiv unutmamayı sağlıyordu.

Onların dilinden dökülen her söz, her mesel, her kelam, her kilam, toplumsal bilinci aydınlatan, diri tutan biricik hazineydi.

33

Açılış Paneli

DENGBÊJLİĞİN FARKLI İNANÇLARDAN İNSANLARIN AŞKINI