• Sonuç bulunamadı

“Dengbêj” (Folk Poets) As Master of Words tt the Center of Oral Tradition and Their Close-Distant Relatives

2. Doğudan Batıya Dengbêjin Uzak-Yakın Akrabaları

Yazılı kültür öncesi, erken dönem sözlü kültür sürecinden günümüze değin uzanan evrede farklı coğrafyalarda gelenek temsilcisi/aktarıcısı addedilen ve bazen kutsallık da atfedilen halk şairleri/ozanlar olagelmiştir. Dengbêjin uzak-yakın akrabalarından bazıları şunlardır: kamlar, baksılar, şamanlar, ozanlar, aşuglar, kıssagoyendeler (kıssahanlar), Hint şairleri rishiler Kelt şairleri “druidler”, kabile şairleri “griotlar”, rahipler. Söz konusu bu temsilciler kadim söz ustalığı geleneğinin birer halkası gibidir.

2. 1. Kam-Baksı-Şaman-Ozan-Âşık

Köklü bir geçmişten beslenerek ve tarihî süreçlerle şekillenen sözlü anlatım gelenek, İslam’dan önce Orta Asya coğrafyasında belli başlı kişiler aracılığıyla temsil edilmiştir. Bu geleneğin temsilcileri Türklerin İslamiyet öncesi, İslam ve Batı medeniyetleri dairesiyle olan irtibatıyla uyumlu olarak üç temel tip esasında var olagelmiştir:

“Birinci tip, muhtelif Türk boylarında ozan, baksı, kam, şaman vb. adlarla anılan şair ruhaniler; İkinci tip, İslamiyet döneminde dinî-tasavvufî Türk edebiyatı ve âşıklık geleneği tesiriyle ortaya çıkan âşık; Üçüncü tip ise Batı medeniyeti dairesine giren sazcı, saz ustası, saz sanatkârı, bağlama üstadı gibi adlarla anılan modern âşık” (Güzel-Torun, 2010: 236).

58 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

addedilen Şamanizmin başat ögesi, temsilcisidir. Mircea Eliade Şamanizm adlı kitabında arkaik esrimelerle gizemcilik ve büyünün iç içe olduğu bir din-inanış olarak görür. Orta ve Kuzey Asya, Kuzey ve Güney Amerika, Güneydoğu Asya ve Okyanusya’da kadim dönemlerden beri varlık bulduğunu, bu anlamda şamanların mistik, gizemli, dinsel yönlerinin yanından sözlü geleneğin, ezgili ve şiirsel anlatımın da ciddi bir temsilcisi olduğunu ve doğal olarak dinler tarihi kadar halk bilimi için de önem arz ettiğini belirtir (Eliade, 2018: 17-19).

Oğuz Türkleri arasında kopuzlarıyla şiirler terennüm eden şairlere ozan adı verilir. Sözlü edebiyatın temsilcisi olarak kökenlerinin dayandığı şamanların vecd halindeki yakarışları artık ozanların kopuzu eşliğinde destan iletme ve koşuk/koşma şiir haline dönüşür (Hassan, 1990: 340). Fuat Köprülü, ozan kavramının eski, geniş sosyal statülerinde bir daralma olsa da Oğuzlar arasındaki itibarından pek bir şey kaybetmediğini; ellerinde kopuzlarıyla oba gezdiklerini, düğünlerde-ziyafetlerde bulunduklarını, Oğuz destanlarını, Dede Korkut Hikâyelerini söylediklerini belirtir ve bir nevi mukaddes kopuzlarıyla halkın kültür elçisi olduğunu ifade eder (Köprülü, 1989: 131-156).

Türklerin İslamiyet’e geçişiyle birlikte bu yeni medeniyet dairesinde kadim kam-baksı-şaman-ozan tipi; dinî ve tasavvufî anlayışla birlikte ve değişen sosyo-kültürel koşullarla evrilerek eski, geniş sosyal statülerini yitirir ve yeni bir tip olarak âşık kimliğiyle ortaya çıkar. Köklü bir geleneğin taşıyıcısı olan âşık, aynı zamanda birikim, yetenek ve koşullar ölçeğinde sözlü anlatıları geliştiren, dinamik kılan sanatkârdır. Özkul Çobanoğlu’nun deyişiyle âşık; “Öğrendiği ve geliştirdiği formülleri ve temaları yeniden şekillendirmeyi, değişik şekillere sokarak söylemeyi hiç durdurmaz, bu onun söylediklerini zenginleştirir ve onu sanatında mükemmelleştiren de budur.” (Çobanoğlu, 1998: 138-170).

Âşık edebiyatı/şiiri veya saz şiiri olarak tanımlanan bu edebiyatın Anadolu sahasında başlangıcının 16. yüzyıla dayandığı kaydedilmektedir (Köprülü, 2004: 55-56). 17. yüzyılda âşık edebiyatı kök salmaya ve etkinliğini artırmaya devam eder. 18. yüzyılda nicelik olarak âşık sayısında artış olsa da geçmiş yüzyıldaki gibi çok güçlü isimler çıkmaz. 19. yüzyılda ise saz çalmadıkları için “kalem şuarâsı” olarak adlandırılan ve nitelik bakımından bir önceki yüzyıl şairlerine göre daha başarılı olan şairlerin etkili olduğu görülür (Elçin, 2005: 11).

59

Sözlü Gelenek Odağında Söz Ustası Dengbêjler ve Yakın-Uzak Akrabaları Okan Alay 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başından itibaren Osmanlı’nın yıkılışı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu döneminde Anadolu coğrafyasında Batılılaşma eğilimi hız kazanınca modernleşme hareketleri başlar. Yönetim anlayışından, sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamda ciddi değişimler, farklılıklar yaşanınca haliyle sözlü gelenek ve onun güçlü halkası olan âşıklık geleneğinde de değişim-dönüşümler yaşanır.

21. yüzyılda, günümüz koşullarında sayıları yüzleri aşan âşık unvanı taşıyan temsilcilerin olduğu bir kültürel atmosferde âşıklık geleneğinin veya âşıklığın tamamen sona erdiğini söylemek imkânsızdır. Ancak geleneksel âşık tipinin sona erdiği ve özgün âşıklık geleneğinin zayıfladığı ve siyasal ve sosyal değişimler paralelinde bugün sazcı, saz ustası, saz sanatkârı, saz üstadı gibi adlarla anılan modern bir âşık tipiyle (Güzel- Torun, 2010: 243-244) karşılaşılır. Modern âşık tipi olarak tanımlanan bu temsilcilerde geleneksel anlamdaki usta-çırak ilişkisi, rüya motifi, gurbete çıkma, canlı ortamda çıplak sesle irticalen söyleme gibi karakteristik bazı özelliklerinin kaybolduğu ya da modern eğitim, teknolojik olanaklar ve kentlileşmeyle birlikte kılık değiştirerek özgünlüğünden uzaklaştığı görülür.

2. 2. Guşan / Aşug

Anadolu ve Kafkasya kavşağında yaşayan kadim halklardan olan Ermeniler, özellikle 11. yüzyıldan itibaren Müslüman halklardan; Türk, Kürt, Fars ve Araplarla yakın bir ilişki içinde olur. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Ermenilerle özellikle Türkler ve Kürtler arasında dil, inanç, gelenekler, halk dansları, müzik, mimarlık, el sanatları gibi somut veya soyut birçok konuda kültürel bir alışveriş, karşılıklı etkileşim görülür. Osmanlı döneminde bu etkileşim artarak devam eder. Osmanlı coğrafyasında birçok yerel kültür gibi Ermeni kültürü de çoğu bileşeniyle varlık gösterir. Müslüman halklarla Ermeniler arasında karışıklıklı bir etkileşim görülür (Kınık, 2014: 2).

Âşıklık geleneği ve yine dengbêjlik, destan anlatıcılığı gibi halk kültürüyle ilgili alanlarda Türkler, Ermeniler ve Kürtler açısından birbiriyle ilintili olan bir sözlü geleneğin varlığından söz etmek mümkündür. Ermeni Aşug edebiyatı ve halk müziğinde; “ah, vah, ey, oy, şinanay, dur, hele, bak, yâr, eyvah, aman, yandım, neynim, bahtiyar” gibi ünlemler ve doldurma Türkçe sözcükler, ayrıca “diley, narey, le le, Lo lo” gibi Kürtçeden alınma sözcükler sıklıkla yer alır (Eliaçık, 2007: 267).

60 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

Geçmiş yüzyıllarda, Osmanlı döneminde âşıklık geleneği çerçevesinde Ermeni aşuglar, Türk âşıkları / saz şairlerinin kültürel havzasından ciddi oranda etkilenmiştir. Birçok Ermeni aşug Türkçe şiirler, ezgiler söylemeye başlamıştır (Türkmen, 1982: 14). Aynı şekilde birçok Ermeni ezgisi de Türkçe ve Kürtçeye esin olduğu gibi bazen birebir adapte edilmiştir. Ermenilerin Türklerle temasından sonra gelişen sazlı âşuglar ve Türk âşıkları arasında bir etkileşim olduğu, özellikle Türk âşıklık geleneğinin Ermeni sözlü geleneği ve guşan/aşug şiiri üzerinde önemli bir etkisi olduğu Arşag Çobanyan gibi önemli isimlerin yer aldığı Ermeni araştırmacılar tarafından da dile getirilir (akt. Eliaçık, 2007: 264).

Ermeni araştırmacı; Ermeni ozanlarına “guşan” veya “ yanşak” denir (Levonyan, 1944). Ayrıca “varsak” ve “mutrib” gibi adlarla tanınırlar. Varsak; kadın şairler için kullanılır. Guşan veya aşugların elindeki müzik aleti sazdan ziyade kemanî veya tardır. Önceleri, “Guşan” adı ile anılan Ermeni şairleri 16. yüzyıldan sonra Türk halk şiirindeki ozan kelimesinin yerini âşık kelimesine bırakması gibi, “aşug”/“aşuğ” adını alır. Bu adın da Arapçadan Türkçeye geçen “âşık”tan bozma olarak “aşuğ” olduğu düşünülmektedir. Ermenicenin yanı sıra Türkçe ezgiler, şiirler de söyleyen aşuglardan bir kısmı Müslüman olmuştur.

Aşug adı verilen gezgin veya yerleşik halk şairleri, çağlar boyu tıpkı Türk âşıkları gibi halkın dilinden söyleyerek sosyal bir işlevi yerine getirmekteydiler. Bu aşugların bazılarında saz, asugun dilini çözen bir araç konumundaydı. Kent, kasaba, köy üçgeninde kültürel alışverişi sağlayan aşuglar zaman içerisinde aynı Türk âşıkları gibi temel işlevlerini yitirmiş ve yöresel halk sanatçısı konumuna dönüşmüşlerdir (Duygulu, 2018).

Bazı Ermeni aşugların Osmanlı döneminde Müslüman olduğu ve “Kul, Miskin, Dede, Baba” gibi Türkçe mahlaslar aldığı, özellikle Bektaşi tarikatına girerek tasavvufî eğilimler gösterdikleri görülür. Osmanlı coğrafyasının sahip olduğu kültür ürünleri içerisinde önemlilerinden biri olan anonim halk musikisinde de Ermeni aşugların Bektaşi kültürünü benimseyerek bu alanda da ürünler verdikleri görülmektedir (Kınık, 2014: 7). 16.-17. yüzyıllarda şiirler yazan Nahapet Kuçak, Kul Artunî, Tatos, Hayâtî, Çabukoğlu, Abgar, Sefanî, Hovnatani Nagaşî, Kul Arzunî, Miran, Keşişoğlu, Sayat Nova, Şamcı Melkan, Kiçik Oğlan, Bağdasar, Miskin Bürçü, Abdin Oğlan vs. elliyi aşkın Ermeni aşığı olduğu bilgisi aktarılır (Eliaçık, 2007: 265). 20. yüzyıla dek geçen dönemde ise Ermeni olup

61

Sözlü Gelenek Odağında Söz Ustası Dengbêjler ve Yakın-Uzak Akrabaları Okan Alay Türkçe söyleyen âşıkların sayısının dört yüzü aşkın olduğu ve cönklerde Ermeni harfleriyle yazılmış yüzlerce şiirin yer aldığı belirtilir.

2. 3. Hint Coğrafyasındaki Halk Şairleri/Rishiler

Hindistan ve yakın coğrafyası en eski uygarlık alanlarından biri olup sözlü ve yazılı kültür geçmişi çok eskilere uzanır. Yazılı edebiyatı günümüzden üç bin yıl öncesinde yazılan Veda dinî metinleridir. “Bilgi” anlamına gelen Vedalar, on kitap ve bin yirmi sekiz ilahiden oluşan Sanskritçe yazılmış köklü bir kaynak olup kendinden önceki dönemin sözlü kültürüne dair önemli bilgiler de içerir (Kaya, 2013: 12). Ayrıca sonraki süreçlerde birçok dinî içerikli sözlü şiir, ilahî, ezgi gibi manzum anlatıların dilden dile dolaşımına da kaynaklık eder.

Hint sözlü kültüründe inanç ve halk edebiyatı birbiriyle oldukça ilintilidir. Bu noktada Brahman rahipleri din bilgini, misyoneri olduğu gibi aynı zamanda sözlü bir anlatı ustası, ezgili-şiirsel metinlerin aktarıcısı/temsilcisidirler. Bununla birlikte Hint inanç dünyası, mitoloji ve sözlü kültüründe ayrıca önem arz eden kutsanan söz-ezgi ustaları vardır: “Rishi”. Ermiş, aziz ve ilhama mazhar şairleri belirtmek için bu ad tanımlama kullanılır. Özel anlamda ise “yedi büyük Rishi” olarak bilinen kâhin/ermişler için kullanılır. Veda ilahilerinin bunlar tarafından açığa çıkartıldığı ifade edilir. Veda ilahilerine içtenlikle inanan, hissederek geleceğe, gaibe dair öngörüleri olan kişiler olarak Hinduizm inanç ve kültüründe ayrı bir öneme sahiptir (Friedrichs, 1994: 291).

Rishi saçları topuz yapılmış, sivri sakallı, sırtında çileci elbisesi bulunan bir kişi olarak tarif edilir. Yaygın inanış ve söylencelere göre Rishiler olağan üstü yaratıcı ve esrarengiz güçlere sahip kişilerdir. Sanskrit literatürünün çoğu, Rishilerin doğaüstü güçlerini (uçma, kutsal dünyalar yaratma gibi) ve doğaya emir buyurmalarını içeren hikâyelerle doludur. Söz konusu Rishiler aslında birçok coğrafya ve kültürde karşımıza çıkan inanç, ritüel, kutsallık ve sözlü kültür bağlamında sözlü literatür/şiirin usta temsilcileri olarak da algılanabilir (Kutlutürk, 2009: 21-22).

2. 4. İran Sahasındaki Halk Şairleri/Ezgi Ustaları

İran coğrafyası çok kültürlü ve kadim bir geçmişe sahiptir. Mevcut yapısıyla heterojen dil ve kültür kimliğini önemli oranda korumaktadır. Ülkede Farsça, Azerice, Kürtçe, Arapça, Türkmence en çok kullanılan diller arasındadır. Ayrıca lorî, Belocî, Gilakî gibi irili ufaklı diller vardır.

62 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

Söz konusu bu diller anonim edebiyat, yazılı edebiyat ve müzik alanında yaşam bulmaktadır.

İslam öncesi kadim Med, Pers ve Sasani medeniyetlerine ev sahipliği yapan İran coğrafyasında Fars, Kürt ve Azeriler başta olmak üzere pek çok İranî halk arasında kadim bir sözlü şiir geleneği mevcuttur. Adı qessakhan (kısahan), ozan, âşık, dengbêj, mutrib, goyende olan şiir ve ezginin iç içe olduğu sözlü metinleri irticalen söyleyen halk şairleri yazılı edebiyat döneminde, hatta günümüzde bile önemli bir yere sahiptir. Özellikle güneybatı ve kuzeybatı İran’da Fars, Azeri/Türk ve Kürt sözlü şiir geleneğinin kimi ortak özelliklerin yanında her birinin kendin özgü bir ozanlık-dengbêjlik-kıssahanlık geleneği mevcuttur.

Azeri ve Türkmen nüfusun etkin olduğu sahalarda İslam öncesi Türk kültürünün kam-baksı-şaman geleneği İslamî dönemde kısmî değişim ve dönüşümlerle etkinliğini sürdürür, pek çok ozan-âşık bu sözlü edebiyatın temsilcileri olarak varlık gösterir. İran Azerileri bu hususta İran kültürü ve müziği üzerinde önemli bir yere sahiptir. Enstrümanların oluşumunda, halk müziğinin gelişiminde zengin bir yapıya sahiptirler. Tar, kemençe, ut, bağlama, balaban, zurna, kaval, nağara, garmon (akerdeon), tütek, tef ve davuldur (Çakmak, 2018: 124).

İran coğrafyasında güneybatı ve kuzeybatı bölgesinde özellikle Goran/Hewraman yöresinde Yaresan/Ehlê Hak inancına mensup ve Irak’ta Musul, Kerkük, Khaneqin’de Kakaî olarak adlandırılan Kürtlerde güçlü bir sözlü şiir geleneği vardır. Yaresen ve Kakaî cemleri, sazlı-sözlü anmalar, ayinler, inanç ve müziğin iç içe geçtiği bir kültürel atmosferle Batıni, Alevi, Yaresan kültürünün tezahürü bakımından oldukça önem arz eder (Bruinessen, 1999: 167-170).

Mazandaran bölgesinde ortaya çıkan müziğin genellikle sözsüz motiflerden oluştuğunu, genel anlamda ritmin sade olduğunu, bu türün en bilinenleri “Katuli”lerdir. Bu tarz türküler “Katuli” denilen inekleri dolaştırırken veya işçiler çalışırken, yürüyüş yaparken söylenir. Bir başka türkü tarzı ise “Kalehhaal”dir. Bu tür türkülerin de ev hanımlarının fırında ekmek pişirirken söylemesi sonucu ortaya çıktığı düşünülür. Bu türlerin yanı sıra adını geçmiş zamanlarda İran’da yaşayan “sarvadar” olarak anılan seyyar satıcılardan alan “sarvadar” türküleri vardır. Bu ezgiler atların üzerindeyken söylendiği için oldukça hareketli bir ritme sahiptir (Çakmak, 2018: 124-126).

63

Sözlü Gelenek Odağında Söz Ustası Dengbêjler ve Yakın-Uzak Akrabaları Okan Alay Güçlü bir sözlü gelenek kültürüne sahip olan İran coğrafyası doğuda Hint, Çin, Türkistan’la, batıda ise Anadolu, Kafkasya ve Arap coğrafyasıyla kadim dönemlerden itibaren karşılıklı etkileşim halindedir.

2. 5. Arap Coğrafyasındaki Söz Ustaları

Sözlü veya eski Eski Arap şiiri denince ilk akla gelen kavramlar; “muallakat”, “yedi askı” veya “cahiliye dönemi şiiri”dir. İslam öncesi Arap şiiri çoğunlukla sözlü olsa da özellikle bir panayır kurulup eğlenceler tertip edildikten sonra şiirlerin söylendiği ve en güzellerinin Kâbe’nin duvarlarına asıldığı bir yazılı şiir kültürü vardır. Kabile liderlerinin özel olarak himaye edip değer verdiği şairler aynı zamanda onların ve kabilelerinin itibarının da yansıtıcısı konumundadır. “Şair, kimi zaman mensubu olduğu kabilenin sözcüsü olarak çeşitli heyetlerde yer alarak kendisini şekillendiren çevrenin temsilciliğini de üstlenmektedir. Çünkü kabile, düşmanlarına karşı beslediği kini, tarihindeki zaferlerini ve övünülecek hasletlerini, kendi hayatına ve hissiyatına dair motifleri, sahip olduğu şairin sihirli, büyüleyici sözlerinde bulurdu.” (Çetin, 2011: 11).

İslam öncesi dönemlerde, kadim Ortadoğu’da çoğunlukla göçebelikle ve çöllerde otlak vahalarda yaşam mücadelesi veren Araplarda birçok eski toplum gibi şiir başta olmak üzere güçlü sözlü gelenek birikimi vardır. Hikâye ve masal anlatıcılığı ayrıca önemlidir. İnsanlığın ilk dönemlerinden itibaren pek çok toplumda olduğu gibi Araplarda da edebî ürünler sözlü olarak nakledilmiş ve bu aktarım milletlerin yazıyı kullanımından sonra da uzun yüzyıllar devam etmiştir. Cahiliye şiiri olarak da adlandırılan İslam öncesi Arap sözlü şiiri yaklaşık iki buçuk asırlık bir dönem sözlü olarak sürmüş ve sonrasında yazılı olarak da nakledilmiştir. İslamî dönemle birlikte yazılı kültür etkin olsa da sözlü gelenek, yazılı kültürün yanı başında günümüze dek varlığını sürdürmüştür (Tülü, 2017: 119- 120).

“Cahiliye dönemi” denilen, yerleşik kültürün, yazılı edebiyat ve sanatın pek parlak olmadığı evrede, sözlü şiir, halk şairi, kabile şairi etkin ve yaygın unsurlar olarak dikkat çeker. Faruk Çiftçi bu konuda şöyle der: “Şairin ve sanatının, Arap toplum tarihinde cahiliye dönemindeki kadar saygınlık gördüğü ve etkili olduğu bir başka döneme çok az rastlanır. Dillerinin gücünü bilen, sanatın yaşama ve yaşatma kudretini sezen Araplar, şiirden her vesileyle faydalanmaya çalışmışlardır.” (Çiftçi, 2002: 316).

64 Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler

(Uluslararası Sempozyum Bildirileri)

İslam öncesi dönemde Araplar, şiir ve kehaneti, görünen maddi âlemin ötesindeki başka âleme ait iki esas olgu olarak kabul etmekteydi. Ayrıca onlara göre gizemli ve başka bir boyutun varlığı olan cinlerle irtibat halindeki kişiler salt kâhinlerle sınırlı olmayıp bu bağlantıyı şairler de kurmaktaydı. İbn Manzûr’un on beşlik “Lisân’ul-‘Arab” kitabının dördüncü cildinde şiir ve şair kavramlarının ayrıca sezmek, doğaüstü bir yeteneğin belirmesine dikkat çekilir: “Şiir ve şair kelimelerinin sezmek ve sezişle bilmek anlamı taşıyan “şi‘r” kökünden iştikak ettiğini kabul eden yaygın kanaati destekler mahiyettedir. Nitekim “seziş ve sezişle bilmek” anlamındaki şa‘ara fiilinden türeyen şair kelimesine “tabiatüstü sihrî bir bilgiye sahip olan ve sezişle bilen” anlamı verilmektedir.” (akt. Çiftçi, 2002: 316).

İslam öncesi Arap sözlü kültüründe şiir ve şairin önemsenmesi pagan kültürün egemen olduğu diğer toplumlardaki şaman, kam, baksı, ozan ve yerli kabile şairlerinin büyü, sihir, inanç ve ritüeller odağında kutsanma ve değer görme anlayışıyla benzerlik gösterir.

2. 6. Balkan Halk Şairleri / Rhapsodos-Guslari

Balkan coğrafyasında özellikle eski Yugoslavya’da, Homerci halk şairleri olarak da bilinen guslariler, Avrupa kültüründe sözlü edebiyat dönemine ait önemli destanları icra eden halk şairleri olarak bilinir. Guslarilik geleneği öncesinde ise, eski Yunanlılarda rhapsodos adıyla bilinen ezgi ve söz ustası olarak şehir şehir gezip oradaki topluluklara icrada bulunan sözlü kültür temsilcileri vardı. Homeros bu söz ustalarının en ünlülerinden biri olarak destan anlatıcılığıyla kendinden sonraki birçok şairi de etkilemiş, öyle ki halk şairleri Yunanistan ve Balkan coğrafyasında onun adıyla, Homeros şairleri/ozanları olarak bilinmeye başlar. Bu anlamda rhapsodoslar guslari ve Homeros şairliği geleneğinde önemli bir yere sahiptir.

Halk hikâyeleri-masallar konusunda özellikle Fransız halk hikâyelerini yanı sıra İngiliz ve Alman anlatıları üzerinde çalışan Robert Darnton, Kelt ozanları gibi guslarilerin de sözlü kültürde etkin olduğunu belirtir (Darnton, 1984: 149-20). Yugoslavya coğrafyasında İlyada kadar uzun halk destanları guslariler tarafından kuşaktan kuşağa aktarılırken, okuryazar olmayan köylüler bu ozanlar aracılığıyla destan ve halk hikâyelerini kültürel belleklerinde koruyup yaşatırlar.

65

Sözlü Gelenek Odağında Söz Ustası Dengbêjler ve Yakın-Uzak Akrabaları Okan Alay Balkanlar ve Trakya coğrafyasında birçok sözel değer, halk kültürü ögesi vardır. Bunlardan biri de sözlü kültürün, ozanlık geleneğinin bu coğrafyadaki özgün temsilcisi olan “guslari”liktir. Güney ve Kuzey Slavları arasında destancıların destanlarını icra ederken kendilerine eşlik eden ve sadece bu amaçla kullanılan “gusle” adlı musikî aletidir. Guslari ise gusle ile ezgili şiirler, anlatılar icra eden kişidir, şairdir (Lord, 1985). Gusle “bir veya iki at kılından yapılmış tele sahip bir çalgıdır” (Murko, 1990: 11).

Çekoslavakya Prag Üniversitesi, Slav çalışmaları ve halkbilimi Profesörü Matiya Murko destancı olarak tanımladığı halk şairlerinin; tamburika veya gusle ile ezgili şiirler söylediklerini belirterek sözlü icra geleneklerine dair bilgiler aktarır. Osmanlılar döneminde Balkanlarda guslarilerin Türk kahvelerinde genellikle kışın, özellikle de Ramazan ayında sanatlarını icra ettiğini, bir kısmının Hıristiyan olsa da çoğunlukla Müslüman olduğunu; âşık fasıllarını, toplanma ve icra biçimlerinin kahramanlık, aşk, özlem, yurt gibi birçok konuya dair olduğunu ifade eder (Murko, 1990: 12-18). Söz konusu ettiği fasıllar, dinletiler tıpkı Anadolu sahası âşıklık geleneğini andırır.

Guslariler, Homeros destanlarını icra ettikleri gibi ait oldukları toplumun geleneksel ezgilerini, halk şarkılarını da icra ederler. Bu çerçevede Balkanların kadim halklarından olan Pomaklarda ağırlıklı olmak üzere söz konusu sahada sözlü geleneğin önemli bir unsuru olan şiir ve ezginin iç içe olduğu halk şiiri/müziği türü “pesna”ları icra ederler. Pesna, Slav dilindeki pesen, pesnya’dan gelmektedir ve şarkı anlamını taşımaktadır. Sıklıkla solo, bazen tanbura (üç telli, mandoline benzer bir alet) ile söylenmektedir. Epik karakterlidir. 8, 10, 12, 14 ve daha fazlasını içeren beyitten ve çeşitleme prensibine dayanarak söylenen müzikal bir eserdir (Gençkal-Beşiroğlu: 2014: 835-854). Belli başlı konuları aşk, kara sevda, ayrılık ve ölümdür.

2. 7. Kelt Halk Şairleri / Druidler

Avrupa’nın kadim halklarından olan Keltler batıda Britanya, İrlanda; doğuda Balkanlar ve Anadolu’ya dek geniş bir sahada tarihin farklı dönemlerinde etkinlik göstermiştir. Kelt sözcüğü ilk kez M.Ö. 5. yüzyılda Yunanlı yazar Hekataios tarafından kullanılmıştır (Kruta, 2009: 8). Günümüzde İrlanda, İskoçya, Galler gibi uluslar Kelt soyludur. Yunanlılar