• Sonuç bulunamadı

A KADIN VE SİYASAL YAŞAM / WOMEN AND POLITICAL LIFE

KURUMSALLAŞMANIN KADININ SİYASİ YAŞAMA KATILIMINA ETKİLERİ”

2. Sivil Toplum ve Feminizm

Sivil toplum kuruluşları, içinde baskı ve zorlanmanın olmadığı, ortak faydanın gözetildiği, ortak değerlerin ve amaçların hâkim olduğu, politik, sosyal hatta ekonomik işlevler için yaşamsal değere sahip bir kavram olarak kabul edilmektedir (Hooghe, 2007). Sivil toplum kuruluşlarının bu işlevlerini dikkate alan feminist düşünürler adeta sivil toplumu kadının kurtuluşu için en önemli alanlardan biri olarak görmektedirler. Phillips’e göre, feminizme sivil toplum iki açıdan cazip gelmektedir. İlk olarak, feminist perspektifin esasının çoğulculuğa dayanması ve çoğulculuğun aile ya da devletten daha ziyade sivil toplum kuruluşlarında gelişmesi sivil toplumun cazibesini artırmaktadır. Sivil toplumu ilginç kılan ikinci bir neden de, sivil toplum alanında yer alan bazı kuruluşların esnek ve açık yapısı

151 feminist politikaların üretilmesi için olumlu bir hava oluşturmaktadır. Özellikle sivil toplum kuruluşlarında duyulmamış seslerin bir araya gelmesi ile yeni politik gündemlerin oluşturulması ve daha önce tartışılmaksızın kabul edilen önyargıların açığa çıkarılması ve ortadan kaldırılması mümkün olabilmektedir (2002: 76-7).

Kadınların güçlendirilmesi ve sosyal, ekonomik ve siyasi yapılara dâhil edilmesi feminist analizlerde sık karşılaşılan konulardandır. Feminist literatürde kadınların yıllarca dâhil edilmedikleri alanlara nasıl girebilecekleri ile ilgili ayrıntılı bir bilgi bulunmamakla birlikte, eşitlik, farklılık ve kamusal otonomi gibi üç temel söylemin farklı dönemlerde dünyanın birçok yerinde kabul gördüğü gözlemlenmektedir. Robertson’a (2007:49) göre eşitlik-farklılık tartışması feminist yaklaşımlarda kadınların güçlendirilmesi ve yetkisiz kılınmasının anlaşılmasında önemli bir yer tutmaktadır. Bu yaklaşımlar kadınların kolektif hareketlerini sorgulamada önem taşımaktadır. Çünkü bu tür yaklaşımlar isteyerek ya da istemeden kadın hareketlerinin amaçlarının ve stratejilerinin çerçevesini oluşturabilmektedir.23

Eşitlik- farklılık tartışması farklı noktalara yoğunlaşmaktadır. Temel düzeyde eşitliğin savunucuları, kadınların bireysel olarak bağımsızlıklarına önem vermektedirler ve mevcut sosyal kurumların ve yerine getirdikleri hizmetlerin kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik olması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu yaklaşım tarzı liberal- hümanist bakış açılarıyla sıkı sıkıya ilişkilidir ve kadın ve vatandaşlık kavramlarının cinsiyetten arındırılmış olarak gelişmesi için “adaletin etiği” kavramından yararlanmaktadır. Bu tür açıklamalar kadın algılamalarına göre farklılaşmaktadır ve eşit olmayan cinsiyet ilişkilerinin tarihsel ve sosyal bağlamda değişmesi için kaynakların ve fırsatların yeniden paylaşımını savunmaktadır (Okin, 1989).

Eşitlik söyleminin savunucuları olan liberal feministler, erkek egemenliğinin ve kadınların bastırılmasının temel kaynağı olarak olarak aileyi görmektedir. Toplumun ataerkil yapısı sadece ev içindeki erkek egemenliğini yansıtmakta ve teşvik etmektedir (Slattery, 2011: 140- 1). Liberal feminizm bundan hareketle, kadınların özgür olması gerektiğini savunur, kadınların kolektif çalışmak yerine bireysel çalışmayı tercih etmelerini ve kendi yeteneklerini geliştirmelerini destekler (Macionis, 2007: 354). Kadınların yaşadıkları eşitsizlikleri ancak kamusal alana çıkararak ortadan kaldırabileceklerini savunan Liberal feministler, erkeklerle karşılaştırıldığında kadının bireysel haklarında ve özgürlüğünde sınırlamalar olduğuna değinmekte ve bu sınırlamaların toplumda bir kültürün oluşumuna katkı sağladıklarını belirtmektedirler. Söz konusu kadını ikincilleştiren bu kültürün ortadan kaldırılmasını,

23 Kadın odaklı sivil toplum kuruluşlarında yapılan birçok çalışmada kadın yöneticilerin ya da üyelerin kendilerini

feminist olarak tanımlamaktan çekindikleri gözlemlenmiştir (Gitell ve diğerleri, 1999; Gök, 2014; Robertson; 2007)

152 kadının özellikle siyasi hayata katılımda eşit fırsatlara erişim imkân bulabilmesine bağlamaktadırlar (Kerbo, 2006).

Farklılığı savunan Radikal feministler ise kadının içinde bulunduğu durumdan ancak “kız kardeş” dayanışması ile çıkabileceklerini ifade etmektedirler. Radikal feministlere göre, kadınlar kendi aralarında birliktelikler oluşturmalı ve kadın dayanışması sağlanmalıdır (Görgün Baran, 2012:418). Aksi takdirde ataerkil yapının değişmesi ya da ortadan kaldırılması mümkün olmayacaktır. Feminist grupların üzerinde durdukları diğer bir söylem ise özel alan ve kamusal alan ayırımına bağlı olarak ortaya çıkan kamusal otonomi kavramıdır. Kamusal otonomi kadının kamusal alana girişi ve kendini bu alanda ifade edişi ile birlikte güç kazanması anlamına gelmektedir. Sivil toplumda otonominin en az üç sonucunu görmek mümkündür. Birincisi, kendi öz kimliklerinin, kolektif çıkarlarının ve grup bilincinin farkında olan bireylerin örgütlenme ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. İkincisi, grubun geliştirdiği değerler aracılığıyla grup üyelerini resmi ideolojinin baskısından kurtarmaktadır. Son olarak da resmi ideolojinin politika ve uygulamalarına karşı bir veto gücünün ortaya çıkmasına yol açmaktadır (Başak, 2013).

Feminist gruplar farklı söylemlere sahip olmalarına rağmen, ortak hareket ederek birlikte bir takım sokak eylemleri, kampanyalar, gösteriler ve kendilerine özgü orijinal faaliyetler gerçekleştirmişlerdir. Feminist söylemler genel olarak kadınların özel alanın dışına çıkarılmalarını, kamusal hayatta yer almalarını ve eşit fırsatlara sahip olmalarını, geleneksel ataerkil yapının kaldırılmasını ve kadınların haklarının yasal düzenlemelerle korunmasını talep etmektedirler.

Sonuç olarak, kadın haklarının mücadelesini üstlenen feminist çizgide ortaya çıkan kadın hareketleri toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması için fırsat eşitliğini savunmakta ve kadınların durumlarını iyileştirmeye yönelik birçok çalışmanın içinde bulunmaktadırlar. Sivil toplum kuruluşlarının eşitlik söylemi ile gündeme gelmesini sağlayan bu durum daha sonra Göle gibi sosyologların konuyu farklılık ve kimlik üzerinde ele almaya başlamaları ile sivil toplum kuruluşları farklı bağlamlarda dikkatleri çekmeye başlamıştır. Günümüzde kimlik ve farklılık kavramlarının eşitlik kavramının yerini almaya başladığını ifade eden Göle (1998: 117), eşitlik ilkesinden baskının da çıkabileceğini vurgulamaktadır. Göle, eşitliğin kimi kimliklerin bastırılması anlamına gelebileceğini hatırlatmaktadır. Eşitlik söylemini eleştirenlerden biri olan Young da, toplumda derin farklılıkları olan sınıfların eşit muamele görmesinin adil olmadığını ifade etmektedir. Young göre, eşit muamele her zaman dezavantajlı grubun aleyhine sonuçlanmaktadır. Sosyal grupların kapasitelerinde, sosyalleşmelerinde ve kültürel değerlerinde görülen farklılıklar dikkate alınmadan tüm grupların ekonomik ve sosyal hayata katılımı sağlanamaz. Evrensel kurallar yerine grupların

153 özel durumlarını dikkate alan düzenlemeler yapmalıdır. Örneğin, kadınların hamilelik, doğum ve annelik gibi özel durumları düzenleme yapılırken dikkate alınmalıdır (1990:120). Günümüzde sivil toplum kuruluşlarının temel hedefleri ve misyonları incelendiğinde eşitlik söyleminin merkezi konumda olduğu gözlemlenirken, gündemde tutukları konuların daha çok farklılık temelli olduğu görülmektedir.24