• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Kadın Hareketlerinin Gelişim Tarihi ve Kurumsallaşması

A KADIN VE SİYASAL YAŞAM / WOMEN AND POLITICAL LIFE

KURUMSALLAŞMANIN KADININ SİYASİ YAŞAMA KATILIMINA ETKİLERİ”

3. Türkiye’de Kadın Hareketlerinin Gelişim Tarihi ve Kurumsallaşması

Kadını sivil toplum alanın dışında gören sivil toplum teorilerinin zamanla değişime uğradığı görülmektedir. Hegel’in sivil toplum alanında gerekli tinden mahrum olarak gördüğü kadınların günümüzde sivil toplum kuruluşlarının hem kuruluş aşamasında yer aldıkları hem de aktif çalışanları oldukları görülmektedir (Gök, 2014). Bu durum sivil toplumu ele alan modern anlayışların kadınları sivil toplumun bir parçası olarak kabul etmesine katkı sağlamıştır. Kadınların sivil toplum alanında sıklıkla katıldıkları dernekleşme aktiviteleri 19. yüzyıldan itibaren her yeri kuşatmaya başlamış ve kadınların sivil toplum kuruluşlarına katılmalarının artması feminizmin gelişmesinde çok önemli bir yere sahip olmuştur (Phillips, 2002: 73).

3.1. Kadın Hareketlerinin Ortaya Çıkışı ve İlk Kurumsallaşma Girişimleri

Çaha’ya (1999:127) göre ulus devletlerin ortaya çıkması ile siyasal gücün ve egemenliğin toplumsal tabana yayılması vatandaşlık kavramına bağlı olarak hak taleplerini artırmıştır. Siyasi iktidarların vatandaşlık statüsüne bağlı olarak verdikleri hakların sadece erkekler için söz konusu olması Batı’da kadınların tepkisini çekmiş ve eşitlik söylemi üzerinden ilk kadın hareketlerinin şekillendiği görülmüştür. Bir sivil hareket olarak feminizm, 17. yüzyılda İngiltere’de feodalizmin bitmesi ve kapitalizmin gelişmesiyle meydana gelen yeni toplumun ilke ve öğretilerinin dışında kaldıklarına inan orta sınıf kadınlarının talepleriyle ortaya çıkmıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte kadının hayatındaki değişiklikler kadını birçok alanda yeni haklar elde etmek için harekete geçirmiştir. Suffragette hareketi ile kadınlar, erkeklerle aralarında bir farklılık olmadığını, tarihin erkeklerin kadına uyguladığı zorbalıklarla dolu olduğunu, kadınların söz sahibi olmadıkları yasalara saygı göstermeyeceklerini ve erkeklerin eşlerinin gelirleri üzerindeki kontrollerinin sonra ermesi gerektiğini içeren temel düzeyde birçok kadın sorununu ve talebini herkese duyurmuşlardır (Arat, 1991: 22-32).

Türkiye’de kadın hareketlerinin dünyada yankılanan bu ilk söylemlerden yola çıkarak başladığı söylenebilir. Bora’ya (2002: 110-11) göre modernleşmenin bir parçası olan kadın- erkek eşitliğinin sağlanması ve kadınların özgürleşme isteği, Türkiye’de geleneksel bakış

24 On yedi sivil toplum kuruluşu üzerinde yaptığım çalışmada kadın odaklı kuruluşların tüzüklerinde yer alan

genel hedefleri eşitlik temelli oluşturdukları, fakat gündemde tutmaya çalıştıkları konuların çoğunun farklılık temelli olduğunu gözlemledim.

154 açılarının karşısına konumlanmakla birlikte, gelenek savunucularıyla yaşanan çatışma, müzakere ve uzlaşma süreci hem Cumhuriyet eliti içinde yer almış kadınların büyük çoğunluğu açısından, hem de yönetici elit için, “doğal” bir şey olarak görülmektedir.

Batı’dakine benzer bir biçimde Türkiye’deki ilk sivil hareketlere katılım da feminizmin etkisiyle ortaya çıkmıştır. Tanzimat’tan II. Meşrutiyete kadar olan dönemde kadınlara bazı hakların tanındığı ve kadının statüsünün tartışılmaya başlandığı görülmektedir. İlk olarak aydınlar tarafından ortaya atılan feminizm, kadın konusunu sivil toplum için bir zemin haline getirmiştir. Özellikle II. Meşrutiyetin ilanı sivil toplumsal inisiyatifin gelişimine katkı sağlamış ve dönemin feminist hareketlerine azımsanmayacak bir destek sağlamıştır (Çaha, 1996: 97). Bunun sonucunda, kadınların birçok sayıda dergi çıkardıkları ve feminizmin etkisiyle Hilal-i Ahmer, Bikes Ailelere Yardımcı Hanımlar Derneği, Muallimler Cemiyeti, Asri Kadın Cemiyeti gibi birçok dernek kurdukları görülmektedir (Tekeli, 1982: 195-9). Bununla birlikte, eğitimli kadınların bu dönemde kadının geleneksel konumunu sorgulamaya başladığı, kadının statüsüne yönelik çalışmalar içine girdiği ve bu amaçla birçok dernek kurup, konferans, panel ve seminerler düzenlediği bilinmektedir. 1909’daki Dernekler Kanunu’nun kadınlara dernek kurma hakkı tanıması üzerine, kadınların yardım, eğitim, kültür gibi alanların yanı sıra dönemin sorunlarına çözüm aramak için ve ülke savunmasına yönelik, siyasal amaçlı ve feminist dernekler kurduğu görülmektedir. Bu derneklerden biri olan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk’u Nisvan Cemiyeti, kadınların sorunlarını dile getirmeye çalışmış ve mevcut düzeni eleştirmiştir. Kadının kamusal alanda çalışabilmesi için gerekli hukuksal düzenlemelere öncülük etme, boşanma hakkının kadına verilmesini sağlama, çok eşli evlilik ve mirastan eşit pay alma gibi o döneme ait kadın sorunları derneğin gündemini oluşturan başlıca konular arasında yer almaktadır. Derneğin, “Kadınlar Dünyası” adlı yayını ile de feministler oy hakkı talep etmektedir (Çaha, 1996: 98-101).

İstanbul’un işgalinin de kadınların bazı siyasal hakları elde etmesinde etkili olduğu ve kurumsallaşmanın bu dönemde arttığı görülmektedir. İşgali protesto eden kadınlar, mitinglere izleyici olarak katılım göstermekle birlikte; bazen de kürsüye çıkmışlardır. Bu dönemde kadınlar, kurtuluş mücadelesi vermek için kurulmuş derneklere üye olmamakla birlikte; sadece kadınların üyesi olduğu ve tüm kadınları içine alan dernekler kurmuşlardır. Zamanla sayıları on dörtte çıkan bu derneklerin, işgalleri protesto eden toplantılar düzenlemiş oldukları, barış konusunda Batılı siyasi liderlerin eşlerine mektuplar gönderdikleri bilinmektedir. Tekeli bu dönemde kadınların siyasal haklar elde etmek için çalışmadıklarını ifade etmektedir (1982: 202-4).

Cumhuriyet döneminde Medeni Kanun ile sosyal haklar elde eden kadınları asıl siyasal sürece dâhil eden şey, seçme ve seçilme hakkı gibi siyasal hakların elde edilmesidir. 1923’te feminist

155 kadınlar bir araya gelerek ilk siyasi partileri olan “Kadınlar Halk Fırkasını” kurduklarında, kadınların henüz seçme ve seçilme hakkı yoktur. Sosyal, politik ve ekonomik alanda kadın hakları için çalışan fırkanın karşılaştığı yasal engeller bir süre sonra kapanmasına neden olmuştur. Daha sonra bu fırkanın yerine “Türk Kadınlar Birliği” kurulmuştur. Türk Kadınlar Birliği’nin “siyaset dışı bir siyaseti” benimsedikleri ve çağdaş bir toplumun kurulması için çalıştıkları, devlet politikalarını destekledikleri ve kendilerini Milli Mücadele’nin bir neferi olarak algıladıkları belirtilmektedir (Bora, 2002:10).

Birliğin amacı, kadınların toplumsal statüsünü yükseltmek, siyasal haklardan yararlanmalarını sağlamak, yoksul kadın ve çocuklara yardım etmektir (Bora, 2002: 110). Özellikle kadınlara oy hakkı verilmemesinden dolayı hükümete tepki gösteren Birlik, 1927 Seçimlerinde kadınların oy kullanabilmesi için bir bildiri hazırlar ve bu bildiriyi Meclis’e iletir. Dönemin hükümeti tarafından oy hakkı kabul edilmezse de birlik içindeki ılımlı bir grubun yönetime gelmesi desteklenir. Desteklemeler sonucunda yönetime gelen yeni grup Birlik adına Atatürk’le bir görüşme yapar ve kadınlara oy hakkı verilmesini ister. Atatürk, Birlik üyelerinin köylere kadar gidip kadınları eğitmelerini ister. 1930 seçimlerine katılamayan kadınlar, mücadelelerine hızla devam ederler ve iyice kızışan konuşma ve toplantılardan sonra nihayet Atatürk’ün kadınları haklı bulması sonucunda kadınlar 1934’te seçme ve seçilme hakkına sahip olur. Bu hakkın elde edilmesinden sonra Türk Kadınlar Birliği’nin amacına ulaştığını inanan hükümet yanlısı kanat, birliğin kapanmasını ister. Radikal kanat ise kadın haklarını daha ileri bir aşamaya taşımak isterken; Kemalist liderler kadınların eşitlik tartışmalarını bırakarak, Halk Evleri çatısı altında devrime hizmet etmelerini ister. 1935’te yaklaşık kırk ülkenin katıldığı uluslararası bir kongre düzenleyen Birlik, burada kendini feshetme kararı alır (Çaha, 1996: 116-9).

Çaha’ya göre çok partili hayata geçişle birlikte, hem siyaset alanında, hem de toplumsal hayatta birçok değişikliğin önü açılır. Bu dönemde toplumun içinden gelen ve toplumun değerlerine bağlı siyasal elitler devletçi seçkinlerin yerini almaktadır. Demokrat Parti’nin kurulması ve iktidara gelmesi toplumda farklı grupların seslerini duyurmasına vesile olur. Demokrat Parti ile çoğulculuk adına bir görüntü ortaya çıkmışsa da kadınların Türkiye Ulusal Kadın Partisini kurması ile bu görüntü daha renklenmeye başlar. Kadınların kurduğu bu ilk partinin amacı, kadınların statüsünü yükseltmek ve ikincil durumdan kurtarmaktır. Fakat parti il bazındaki gerekli örgütlenmeyi sağlayamadığı için 1973 ve 1977 seçimlerine katılamaz ve 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra tüm derneklerle beraber kapatılır (1996:123). Siyasi alandaki bu çoğulculuk hareketlerinin, sivil toplumun oluşumuna da öncülük ettiği ve içinde kadınların yer aldığı çok sayıda sivil toplum kuruluşunun ortaya çıkmasına katkı sağladığı düşünülmektedir.

156 3.2. Kurumsallaşmada İkinci Dönem ve Siyasi Bağlamda Gözlemlenen Farklılıklar Feminist hareketin 1960’lardan sonra iyice güçlendiği ve kadınların taleplerinin kamusal alana taşınmasıyla feminist teorinin aktif bir politikaya dönüştüğü görülmektedir (Çaha, 1996: 42). Bu dönemde feminist hareket içinde yer alan radikal, sol kanat ve post modern feministlerin argümanları ile şekillenen kadının kurtuluşu hareketi, eşitliği reddetmekte ve kadını ataerkil toplumun baskısından kurtarmayı amaçlamaktadır. Kadını, toplumun her alanında bağımsız ve özgür kılmayı amaçlayan bu yeni dalga, kadının klasik olarak üstelenmiş olduğu toplumsal cinsiyete dayalı rolleri terk etmeyi önermektedir. Bu kurtuluş hareketi, siyasal bir proje olarak tasarlanmıştır. Bu projenin gerçekleşmesi için kadınlar “bilinç oluşturma, alternatif yaşayış yolları deneme, karşıt kültür ve literatür geliştirme” gibi çalışmalara yönelmişlerdir (Arat, 1991: 33-5).

1980’li yıllardaki gelişmeler de sivil kadının tarihsel gelişimi adına son derece önemlidir. Bu dönemde tekrar hayat bulmaya çalışan feminizm, küresel söylemlerle buluşarak, kadın- egemen ideoloji ikileminde kadının lehine bir sivil toplum söylemi ve oluşumu ortaya çıkarmıştır. Uluslararası feminist politikalarla buluşan küresel sivil söylem, kadını kadın olarak kabul eden yaklaşımları savunarak Kemalist ve sol çizgide devrime varan bir açılıma neden olur. Kadınlar, siyasal sisteme değer katmakla birlikte, siyasal yapıda farklılaşmaya yol açar ve toplumsal inisiyatifin artmasına katkı sağlarlar. Egemen ideolojilerin taşıyıcılığı yerine kadınlar sivil kadın ifadesine yakışır bir biçimde, kamusal alanda farklı ve otonom olma mücadelesine girerek, bu dönemden sonra siyasette ortaya çıkan dinsel, ideolojik, etnik ve kültürel oluşumlara toplumsal cinsiyet merkezli bir oluşumun eklenmesini sağlarlar ve sivil toplum alanında farklı bir oluşuma kapı açarlar (Çaha, 1996: 136-141).

1990’lı yıllarda ise feminizm büyük şehir hareketi olmaktan çıkmış ve daha küçük şehirlerde örgütlenmeye başlamıştır. Bu dönemde, birlikte hareket edip baskı grubu oluşturmada yürütülen projeler etkilidir. Zira orta sınıfta yer alan, eğitimli ve kentli kadınlarından meydana gelen feminizmin yaygınlaşması, öteki kadınlarla iletişim noktaları oluşturması büyük ölçüde projeler aracılığıyla olmaktadır (Bora ve Günal, 2002: 8-9). Projelerin tasarlanması ve yürütülmesi ise ancak kadın hareketlerinin kurumsallaşması ile mümkün olmaktadır. Zira kurumsallaşma ile kazanılan kimlik ve tanınma maddi kaynaklara erişimi kolaylaştırmaktadır. 1980 öncesi politik projeler kamusal alana taşınmış ortak çıkarlara dayanmaktadır. Kamusal alan, farklılıkların geride bırakıldığı ve sadece geleceğe ilişkin kurtuluşun tartışıldığı ve politika üretildiği bir alan olarak görülmektedir. Kadın hareketi bu dönemde işe özel ile kamusal arasındaki ayrımlaşmasının sorgulanması ile başlar. “Özel olan politiktir” sloganı Batı’dakinden farklı olarak bizde 1960’lı yıllar yerine 1980’li yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. İkinci kuşak kadın hareketi olarak tarif edilen 1980-1990 yılları arası, kadınların

157 toplumsal cinsiyete ilişkin sorunlarının tartışıldığı, kadın olmanın ve kadınlığın anlamlarının belirginleştiği, feminizmin bir toplumsal proje olarak tartışıldığı, farklılıkların tarif edildiği bir dönemdir. Bu dönemi ifade eden en uygun söylemler “bilinç yükseltme”, “güçlenme” ve “duyarlılık yaratma” olarak belirtilmektedir (Timisi ve Gevrek, 2002: 14-5).

1980’li yıllarda oluşan feminist hareket daha geniş tabanlı kadın hareketinin oluşmasına zemin hazırlamış ve feminizmin tüm topluma yayılmasına neden olmuştur. Önceleri ev toplantılarıyla başlayan feminist tartışmalar daha sonra sokakta düzenlenen kampanyalara dönüşmeye başlamıştır. “Kadınlar Dilekçesi” eylemi ile 1980’li yılların ilk kitlesel kadın eylemi gerçekleştirilir. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin uygulanması için hazırlanmış olan bu dilekçeye imza toplantısına yedi bin kişi katılmıştır. “Dayağa Karşı Dayanışma” yine bu dönemden sonra kadınları bir araya getiren kampanyalar arasında yer almaktadır. Feminist kadın hareketleri, kampanyalar sonunda ciddi örgütlenme ihtiyacı hissetmiş ve dayanışma grupları dernekleşme yoluna gitmeye başlamıştır. Feministler için dernek tipi bir örgütlenmenin seçilmesinin nedenleri arasında; hukuksal anlamda hareket serbestliği sağlaması, eylemlerin yapılmasından önce resmi izin sürecini kolaylaştırması ve basınla ilişkilerde dernek kimliğinin daha fazla önemsemeyi beraberinde getirmesi gösterilmektedir (Timisi ve Gevrek, 2002: 22-38).

Kadınların bu dönemde kurdukları ve katıldıkları tek sivil toplum kuruluş türü dernekler değildir. Kadına yönelik şiddetle mücadele hareketi için, 1980’lerden miras alınan kurumlaşma fikri 1990’lı yıllarda da devam etmiş; ilk kadın sığınma evi ve dayanışma merkezi belediyelerin desteğiyle açılmıştır. Bu kuruluşların ilk amacı kadına şiddet kampanyalarında bir araya gelen kadınlar arasındaki dayanışmayı devam ettirmektir. Bu kurumların garanti altına alınmak istemesi, kadın hareketini vakıflaşmaya götürmüştür; fakat vakıflaşma 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde cazibesini yitirmeye başlamıştır. Kadın hareketinin bu tür bir örgütlenmeden vazgeçmesinin nedeni olarak, vakıf kurmanın çok uzun zaman alması ve parasal yükünün çok olması gösterilmektedir (Işık, 2002: 50).