• Sonuç bulunamadı

A KADIN VE SİYASAL YAŞAM / WOMEN AND POLITICAL LIFE

CEM EVLERİNDE ALEVİ KADINI KİMLİĞİ ALEVI WOMEN’S IDENTITY IN CEM HOUSES

1.2. Tarihi Süreçte Alevilik

Türklerin İslamiyet’i kabulü, ilamından yaklaşık 300 yıl sonra başlamış ve bu süreç evvelce benimsenen Gök Tengri, Tabiat Kültü, Atalar Kültü, Budizm ile Hıristiyanlığa benzerliği

115 dolayısıyla (Ocak, 2009: 18, 53) kimi çevre grupların başkaldırılarına rağmen sürdürülebilir bir yapıda ilerlemişti. Selçuklu dönemine tekabül eden bu süreçte toplumsal yapıda özellikle iki tabakalaşma dikkat çekmekteydi: Şehir merkezinde bulunmakla yönetimle daha ılıman bir iletişim içerisinde olanların çoğunluğu ile çevrede ikametgâh eden kimi çevre grupların yönetimle yer yer çatışmalı bir iletişim sürdürmeleri. Özellikle de çevre yaşayan Alevilerin yeni inanca direnmeleri, merkezi yönetimle ve merkezdeki toplumsal yapı unsurlarıyla çatışmalı bir süreç yaşamalarına sebep olmuştu. Çevre Alevilerinin yeni dine direnç göstermeleri üç unsura dayandırılabilir.

- İslamiyet’in Halifelik tartışması bağlamında Hz. Ali’nin hakkının yendiği düşüncesiyle, Dört Halife silsilesini dini açıdan yanlış ve politik açıdan kayırmacılık olarak görmenin İslamiyet’te yarattığı Alevi-Sünni kutuplaşma;

- Arap Yarımadasında müjdelenen İslamiyet’in Arap kültürü propagandasına dönüştürülmesine karşın onun Türk kültürüne uyarlanarak yaşanması gerektiğini vurgulayan Türkmen-Alevi inanç;

- İslamiyet’in Türklerde yayılma sürecinde yanlış ve/veya eksik bilgilendirme süreci yaşanması. Merkez-çevre kutuplaşması bağlamında okur-yazarlık oranı yüksek şehir merkezinde yaşayanların İslamiyet’i medreselerde; okur-yazarlık oranı düşük çevredekilerin ise bunu derviş ile tüccarlardan sadeleştirilerek sözlü işitmelerinin farklı algılara yol açması (Cahen, 2011: 27).

Yukarıda ele alındığı üzere Alevilerin-Türkmenlerin İslamiyet’e ilkin direnç göstermeleri Dört Halife devrinin yanlış uygulanma iddialarına, İslamiyet’in Türklere Arap kültürü üzerinden dayatılmasına ve merkez-çevre anlayışı sebebiyle dini bilgilendirilmelerin eşit yapılmamasına dayanmaktadır. Aslında Aleviler gibi toplumun diğer kesimleri de İslamiyet’e ilkin mesafeli durmuşlardır çünkü Emevilerin Türk topraklarına sık sık akınlar düzenlemeleri ve kölelik sistemini uygulamaları yeni dine karşı tepki uyandırmıştı (Öz, 1995: 113). Türklerin genel olarak İslamiyet’e yakınlaşmaları ise yönetimin Emeviler’den Abbasilere geçmesi ve Abbasilerle-Türklerin Talas Savaşında, Çin tehlikesini ortadan kaldırmalarıdır (Fığlalı, 1994: 77-78). Ne var ki bu yakınlaşma toplumun her kesimde kabul görmemiştir. Türkmen Aleviler İslamiyet’i genel açılarla kabul etmiş olsalar da, devletin Araplarla yakınlaşmasından hoşnut kalmamış ve dayatılan İslam’ı değil, anladıkları İslam’ı uygulayarak devletten uzaklaşmışlardır.

Selçuklu Devleti’nin tarım ve hayvancılıkla uğraşıp, mevsimlik yarı göçebe Türklerle çatışmalı bir ilişki yürütmesi, çevredekileri bir erk arayışına itmişti. Çevredekiler yönetimden, yönetim çevredekilerden memnun değildi. Bu çatışmalı duruma iktidarın din dayatması da eklenince, hoşnutsuzluk iyice artış gösterdi. Bir erk arayışında olan çevre halkı için iktidar

sahibi Hacı Bektaş Veli yeni bir umut kaynağı yaratmıştı. Veli, İslam dini ile eski inanç ve geleneklerin karışımından meydana gelen, bağdaştırmalı bir sufi kimlik özelliği sergiliyor, Türkçe konuşuyor ve İslamiyet’i Arap kültüründen arındırarak sade bir üslupla ele alıyordu (Üzüm, 2000: 7). Bu sebeple çevredekiler, zorlu yarı göçebe yaşam şartlarının da tesiriyle şekilci ibadet uygulamalarını reddettiklerinden Veli’nin anlattıkları ile Ali taraftarı olmak onların iktidara besledikleri redde de bir grup kimliği yaratıyordu. Zamanla bu grup, Ehl-i Beyte sevgi, Hz. Ali’nin kahramanlık öykülerine saygı ve Kerbela Olayına hüzün besleyerek adı henüz konmamış olan Hz. Ali öğretisinden etkilendiler. Bununla birlikte siyasi gerginliklerden dolayı Orta Asya’ya göç etmiş Peygamber soyundan gelenlerle Türkler arasında akrabalık ilişkileri kurulunca, grup aidiyeti derinleşti ve yer yer soya dayalı cemaatleşme sağlandı (Mélikoff, 1998: 24; Yaman, 2007: 75-79; Birdoğan, 1995: 181). Üstelik bu cemaat, İslamiyet’i Arap kültürü üzerinden değil Türk kültürü üzerinden kurgulamıştı. Aleviler ibadeti Türkçe yapıyor, kadının örtünmesini onun görünmezliğine bağlamıyor, Hac-namaz-oruç gibi farzları yarı göçebe geleneklere uygun şekilde sadeleştiriyor ve en önemlisi eski Türk inançlarını olabildiğince yenisine taşıyordu (Türkdoğan, 2006: 330-340). Bu haliyle Türk Aleviler ile Türk Sünniler arasında ideolojik, mezhepsel ve sosyo-kültürel farklılaşmalar artış gösterdi.

Osmanlı İmparatorluğu tıpkı Selçuklu Devleti gibi, Alevilerin İran’a yakın oldukları gerekçesiyle, Sünnileri etkilememeleri için onları olabildiğince az etkileşim kurabilecekleri kırsalda ve dağlık bölgelerde tutmayı yeğliyordu (Bruinessen, 2000: 12; Mardin, 1993: 41). Bu anlayış Cumhuriyet’in ilk yıllarında yıkılmaya çalışıldı. Cumhuriyet döneminde “Türkiye İslam’ı” oluşturulmaya çalışıldığından Aleviler, Atatürk’ün merkez-çevre kutuplaşmasını yıkmasına destek vererek merkeze yakınlaştılar. Atatürk’e Alevi desteği öyle yoğundu ki yeni devletin kuruluş aşamasında Alevi önderler, Atatürk’ü desteklemek üzere kendi topluluklarını uyarıyor ve ona destek vermeyenlerin düşkün yani cezalı sayılacağını belirtiyorlardı (Zelyut, 1993: 56). Cumhuriyet’in ulus devlet anlayışıyla tüm alt kimlikleri Türk Milleti üst kimliğiyle tekleştirmesi başlangıçta başarı elde etse de askeri müdahaleler ve Sivas Olayı gibi meselelerin cereyan etmesiyle Alevilerle ilişkiler yeniden bozulmuştu (Eyüboğlu, 1980: 161- 162). Yine de modernleşmeye öncülük eden Cumhuriyetin ilk yılları merkez-çevre diyaloglarını sağlamış ve iç göçlerle diğer çevre grupları gibi Alevilerin kentleşmesini ve görünürlük kazanmalarını nispeten mümkün kılmıştı.