• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ PARTİ İL BAŞKANLIKLAR

A KADIN VE SİYASAL YAŞAM / WOMEN AND POLITICAL LIFE

TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ PARTİ İL BAŞKANLIKLAR

Kadınların seçimle ve atamayla gelinen siyasi, idari ve hukuki bütün karar organlarında gerçekten temsil edildiğini söylemek çok zor görünüyor. Bu yüzden Türkiye’deki durum aslında siyasette kadının temsilinden ziyade, siyasette temsili bir kadın varlığı biçiminde ifade edilebilir” (Özçetin, 2012). Valiliklerin web sitelerindeki bilgilere göre 10 Mart 2015 itibariyle 81 il valisinden sadece ikisi (Yalova valisi Esengül Civelek ve Sinop Valisi ve Yasemin Özata Çetinkaya) kadın. Bu oran da %1,2’ye denk gelmektedir. Türkiye’nin ilk kadın valisi Muğla’da Lale Aytaman 1991-1995 yılları arasında görev yapmıştı. Böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki kadın vali sayısı toplam üç olmuştur.

Van Edremit - Sevil Çetin, BDP Van Erciş - Diba Keskin, BDP Van Özalp - Handan Bağcı, BDP Van İpekyolu - Aygün Bidev, BDP Hakkari Yüksekova - Ruken Yetişkin, BDP Şırnak Cizre - Leyla İmret, BDP Şırnak Silopi - Emine Esmer, BDP Şırnak Uludere - Zeynep Üren, BDP Mardin Dargeçit - Zeynep Sipçik, BDP Mardin Derik - Sabahat Çetinkaya, BDP Mardin Mazıdağı - Necla Yıldırım, BDP Mardin Nusaybin - Sara Kaya, BDP Diyarbakır Bağlar - Birsen Kaya Akat, BDP Diyarbakır Bismil - Cemile Eminoğlu, BDP Diyarbakır Eğil - Petek Elyuse Çapanoğlu Çelik, BDP Diyarbakır Hazro - Güler Özavcı Doğu, BDP Diyarbakır Lice - Rezan Zuğurli ve BDP Diyarbakır Silvan - Yüksel Bardakçi.

Siyasi Parti Toplam İl Başkanı

Sayısı Kadın İl Başkanı Sayısı Kadın Oranı %

AK Parti 81 0 0

CHP 81 0 0

MHP 80 1 1.2

BDP 48 29 Eşbaşkanlar dahil 60.4

177 Türkiye’de Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, HSYK, Yüksek Seçim Kurulu, Askeri Yargıtay’dan oluşan 7 yüksek yargı organı başkanlıklarından sadece bir tanesi (Danıştay Başkanı) kadın. Meslek Birlikleri ve Odaların başkanlıklarında da durum çok farklı değil. Mart 2015 itibariyle, Türkiye’deki 14 meslek ve odaların tek bir kadın başkanı bulunmaktadır. TÜSİAD. Bu oran 2014 yılında %0 idi. Türkiye’deki 176 vakıf ve devlet üniversitesi rektörlerinden 14 tanesi kadın. Bu oran %7,9’a denk geliyor (Kader, 21.04.2014). Türkiye’de, Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Valiler, Başkanlık Müşaviri, Bağlı Kurum Başkanı, Bağlı Kurum Başkan Yardımcısı, Bakanlık Bünyesindeki Genel Müdürler, Bağlı Kurum Genel Müdürleri, Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, Kurul Başkanı, Kurul Üyeleri, Kurum Bünyesinde Başkan, Daire Başkanı Unvanları, Bölge Müdürleri, Bölge Müdür Yardımcıları, İl Müdürlerinden oluşan) üst düzey kadın memur sayısına baktığımızda yine ciddi bir eşitsizliğin olduğun görüyoruz. 2008 yılında 5.512 olan memurların sadece 480’i kadın olarak kayıtlara geçmektedir. Bu %8,71’e denk gelmektedir. 2009 yılında 5.555 olan üst düzey memurlardan 515’i kadın ve kadın oranı %9,27’dir. 2010’da 5.146 olan toplam üst düzey memurdan 478’i yani sadece %9.29’u kadın olarak kayıtlara geçmiştir. 2011’de oranlar yine değişmiyor. 4.797 olan üst düzey memurdan 446’sı yani %9,30’u kadındır. 2012’de 5.857 üst düzey memurdan sadece 564’ü yani %9,63’ü kadındır. 2013’te yine 6.408 olan üst düzey memurdan sadece 598’i yani %9,33 ve 2014’te 6.485 olan toplam üst düzey memurun 601’i yani sadece %9,27’si kadın olmuştur.

178 Tablo V’e bakınız.

Tablo V

ÜST DÜZEY KADIN MEMUR30

Kadınlar genel seçimlerde oy kullanma hakkını elde ettikleri 1934’ten sonra, ilk kez 8 Şubat 1935’te yapılan seçimlere katılarak 395 milletvekilinden 18’ini kazandılar. Bu sayı % 4.6’ya denk geliyordu. 1943 seçimlerinde 435 milletvekilinden 16’sı kadındı ve % 3.7’ye denk geliyordu. Demokrat Parti’nin ezici bir çoğunlukla iktidara geldiği 1950 seçimlerinde 487 milletvekilinden sadece 3’ü kadındı. Cumhuriyet tarihinde kadınların en az temsil edildiği bu oran %0,6’ya denk geliyordu. 1957 seçimlerinde 610 parlamenterden 8’i kadındı bu da %1,3’e denk geliyordu. 1965 seçimlerinde 450 milletvekilinden yine 8’i kadındı bu kez oran %1,8’di. 1973’te 450 vekilden 6’sı kadındı ve bu da %1,3’e denk geliyordu. 1991’de yine 450 vekilden 8’i yani %1,8’i kadındı. 1999’da 550 milletvekilinden 22’si kadındı oran olarak %4,2’ye tekabül ediyordu. 2002 yılında 550 milletvekilinden 24’ü kadındı ve buda %4,4’e denk geliyordu. 2007’de yine 550 vekilden 50’si kadındı bu oran % 9,1’e tekabül ediyordu. 2011 seçimlerinde 550 milletvekilinden 79’u kadındı ve bu da %14,3’e denk geliyor.

30 Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Valiler, Başkanlık Müşaviri, Bağlı Kurum Başkanı, Bağlı Kurum Başkan

Yardımcısı, Bakanlık Bünyesindeki Genel Müdürler, Bağlı Kurum Genel Müdürleri, Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, Kurul Başkanı, Kurul Üyeleri, Kurum Bünyesinde Başkan, Daire Başkanı Ünvanları, Bölge Müdürleri, Bölge Müdür Yardımcıları, İl Müdürleri.

Kaynak: www.dpb.gov.tr/file:///C:/Users/Admin/Downloads/ustduzey_cinsiyet_subat.pdf, (09. Mart 2015)

Yıl Toplam Memur Sayısı Kadın Memur Sayısı Kadın Oranı

% 2008 5.512 480 8,71 2009 5.555 515 9,27 2010 5.146 478 9,29 2011 4.797 446 9,30 2012 5.857 564 9,63 2013 6.408 598 9,33 2014 6.485 601 9,27

179 Tablo VI’ya bakınız.

Tablo VI

TBMM’DE YILLARA GÖRE KADIN TEMSİLİYETİ31

1935’ten 1950’ye 49, 1950’den 1980’e yine 49 kadın milletvekili, 1983’ten 1994’e 26 kadın milletvekili seçilmiştir. 1934’ten 1994’e 90 kadın 124 sandalye ile kadınları temsil etmiştir. 1990’lardan 2000’li yıllara ise 550 sandalyeli Mecliste kadınlar ortalama 30 ile 50 milletvekili ile ancak temsil edilebilmişlerdir. Bu yıllarda kadınların temsili konusunda 150 ile 160 ülke arasında yapılan dünya sıralamasında Türkiye sürekli 105 ile 110’uncu sıralarda yer almıştır. Türkiye’den 20 yıl sonra kadınların seçme ve seçilme hakkı kazandığı Tunus bile bu

31 TBMM Kayıtları.

Seçim Yılı Milletvekili

Sayısı Kadın Milletvekili Sayısı Kadın Oranı (% ) 1935 395 18 4.6 1943 435 16 3.7 1950 487 3 0.6 1957 610 8 1.3 1965 450 8 1.8 1973 450 6 1.3 1991 450 8 1.8 1999 550 22 4.2 2002 550 24 4.4 2007 550 50 9.1 2011 550 79 14.3

180 sıralamada 2010 yılında 59 milletvekili ile %27,6 ile 29’uncu sırada yer alırken Türkiye’nin bulunduğu yer dikkat çekmektedir.

Avrupa ülkeleri ile karşılaştırdığımızda 2011’de Fransa 109 kadın milletvekili ile (%18,9 oranında temsiliyet ile) 66’ıncı sırada yer alıyordu. Merkezi Cenevre’de bulunan Parlamentolararası Birlik Örgütü’ne göre dünyada kadınların siyasetteki temsil oranı ortalama olarak %17 olarak kayıtlara geçmektedir. Türkiye’nin dünya ortalamasının altında kaldığı görülmektedir. Dünyadaki bazı ülkelerden örneklere baktığımızda Ruanda %63,75 ile kadın milletvekili dünya rekorunu elinde bulundurmaktadır. Halen kadınlar Ruanda parlamentosunda %48,8 oranında temsil edilmekteler. Nerdeyse her iki milletvekilinden birinin kadın olduğu Ruanda, kadın temsili konusunda dünyanın gelişmiş ülkelerini de geride bırakmaktadır. Kadınların parlamentoda temsili İsveç’te %45,3 Danimarka’da %38, Finlandiya’da %37,5, Norveç’te %36,4 ve İzlanda’da % 30,2 olarak kayıtlara geçmektedir. Mozambik’te bu oran %30, Güney Afrika’da %29,8, Namibya’da %26,4, Uganda’da %24,7 ve Eritre’de %22’dir. Dünyada kadınların en az temsil edildiği ülke Arap Yarımadasındaki Yemen’dir. Yemen’de kadın temsili % 0,3 oranındadır. Swaziland, %6,2, Nijerya %6,7 ve Kongo %7,4 ile bu tabloda yer almaktadır (Tran, 2015).

AB ile tam üyelik için müzakereler yürüten Türkiye, kadınların siyasal alanda temsiliyeti konusunda Libya, Cezayir, Fas ve Suriye gibi Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri ile aynı sıraları paylaşmaktadır. Kadınların seçme ve seçilme hakkı kazandığı ilk Müslüman ve ilk Türk devleti olan Azerbaycan’da da durum Türkiye’den çok farklı değil. Burada da toplumsal yaşamda ataerkil kültürün hakim olması, işleyen bir kota sisteminin Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nca koruma altına alınmamış olması nedeniyle kadınların temsil oranı erkeklere göre çok düşüktür. Sovyetler döneminde siyasal yaşamda kendilerine bugüne göre nispeten daha çok yer bulan kadınlar, günümüzde parlamentoda seslerini duyuramamaktadır (Yıldırım, 2012). Birleşmiş Milletler Kalkınma Programına (UNDP) göre Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki geçiş döneminde kadının siyasetteki durumu gittikçe gerilemiştir. Buna göre kadın temsili Sovyetler Birliği zamanında %40’lara varırken, 1992’de Milli Meclis’teki oran %6 ile sınırlı kalmıştır (UNDP, 2007: 74). Bu deneyim ister istemez, ataerkil yapıyı reddeden sosyalist ideoloji ve sosyalist düzenin kadın temsili konusunda daha avantajlı durumlar ve koşullar ortaya çıkarıp çıkarmadığı sorusunu akla getirmektedir. Ülkeler kıyaslandığında, kadınların siyasal katılımının da farklılaştığı görülmektedir. Bu farklılık siyasal sistemlerin işleyiş biçimleri ve farklılıklarından da kaynaklanabilmektedir (Tokgöz, 1979: 18, Çağlar, 2011: 60).Yine aynı rapora göre Kasım 2005’teki genel seçimlere bakıldığında 2327 adayın %10’u, 2005 parlamento seçimlerinde 2063 adayın %10,3’ü kadındır. Seçim sonuçlarına göre parlamentoda kadın temsil oranı %9,9’dan ancak %11,2’ye

181 yükselebilmiştir. 2011 yılı itibariyle Azerbaycan Parlamentosu’ndaki 125 vekilden sadece 20’si kadındır (www.azstat.org).

Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin (Kader) Temsilde Kadın Erkek Eşitliği başlığıyla yayınladığı 7’inci karnesinde açıkladığı “Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu” sıralamasına göre (2013) Türkiye, 136 ülke arasında 120’nci sırada yer almıştır. Aynı raporun “Siyasete Katılım ve Güçlenme” başlığında ise Türkiye, 103’üncü sıraya yerleşmiştir. Ekonomiye katılım ve fırsat eşitliği sıralamasında da Türkiye 127’inci sırada yer almıştır (Kader, 21.04.2014).

Eşit Temsiliyet Önündeki Engeller

Dünyada ve Türkiye’deki bu kadın erkek eşitsizliği ve adaletsiz temsiliyetin çeşitli ve çok sayıda sebepleri bulunmaktadır. Nedenleri çok ve çeşitli olmasına karşılık bu nedenlerin bir kısmının toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü, sosyo-ekonomik faktörler, siyasal ve kültürel faktörler ile siyasal sistemin işleyişi ile ilgili olduğu belirtilmektedir (Aydemir ve Aydemir, 2011:16-18). Kadının siyasal yaşama aktif olarak katılamayışının nedenlerinin başında geleneksel ataerkil aile ilişkileri gelmektedir (Doğramacı,1997:141). Ayrıca yasalarda özellikle de uygulamalarda erkeğe her türlü pozitif ayırımcılığın yapılması, şiddete maruz kalan kadın vakalarında erkeklere iyi hal ve ceza indirimi gibi nedenlerin uygulanması, kadınların ikinci cins olarak görülmelerini meşrulaştırmakta ve erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetini pekiştirmektedir. Bu hakimiyet özel alandan kamusal alana, aile içinden siyasal ve ekonomik yaşama kadar her alanda kendini hissettirmektedir.

Kadınların kadın olduğunu hatırlamayan Siyasi Partiler Yasası, Seçim Kanunu ve lider sultasına bağlı erkek egemenliğindeki aday belirleme sistemi kadınları siyasetten dışlamaktadır. Antidemokratik uygulamalarla dolu kadın politikası Türkiye’de demokrasinin işleyişi ile ilgili cinsiyetçi yaklaşım ve uygulamaları açıkça göstermektedir (Çağlar (2011: 10, Menteşe, 2014: 90).

Siyasi partilerin aday listelerini belirleme stratejileri oldukça sorunludur. Ulusal düzeyde olduğu gibi yerel düzeyde de -para, zaman, güçlü kamusal ilişki ağları, eğitim, deneyim gibi- gerekli politik kaynak ve olanaklara sahip olanlar, öncelikle aday gösterilmekte ve seçilmektedir. Bunların neredeyse tamamında kadınların dezavantajlı olduğu açıkça görülmektedir (Alkan, 2013).

Bütün seçim süreçleri ve deneyimler bu sorunları aşmanın yolunun kadınların nüfusu oranında kotalar uygulamaktan geçtiğini göstermektedir. Bu yüzden sadece ulusal düzeyde değil aynı zamanda yerel düzeyde ve her türlü bürokratik ve üst düzey atamalarda %50 kadın kotası kesin ve katı bir şekilde uygulanmadıkça bu eşitsizliğin sona ermesi mümkün

182 gözükmemektedir. Kotalar daha çok karar organlarında cinsiyet dengesizliğini gidermenin bir aracı olarak ortaya çıkarken, uygulama genelde önemli siyasal aktörlerin desteğinden yoksun olmakta veya güçlü ataerkil gelenekleri olan toplumlarda muhalefetle karşılanmaktadır. Kota uygulamasına karşı çıkanlar, bu uygulamaların erkekler aleyhinde bir ayrımcılığa dönüştüğünü ileri sürmektedirler. Haliyle erkek egemen toplum kadınlar lehine kota uygulamasına kayıtsız kalmaktadır (Sitembölükbaşı, 2007: 17, Çağlar, 2011: 73).

Bir yandan gelenek ve göreneklerle yakından alakalı olan bu durumun en önemli nedenlerinden biri de ekonomik bağımlılık ve ekonomik eşitsizliktir. Bunun yanı sıra ev işleri ve çocuk bakımının, kadının doğal işi ve sorumluğu olarak görülmesi geleneksel anlayışı, kadının siyasal olaylar ve ülke meseleleri ile ilgilenmesi, sosyal ve kültürel yaşama katılması önünde ciddi sorunlar teşkil etmektedir.

Gelişmiş Batı toplumlarında devletin kreş, yuva ve anaokulu gibi hizmetleri yaygınlaştırması ve kalitesini arttırması ile kadınların sosyal, siyasal ve ekonomik yaşama katılımını pozitif yönde etkilerken, Türkiye’de bu konuda hala ciddi sorunlar bulunmaktadır.

Türkiye’de geleneksel toplumdaki kadar olmasa da hala erkeğin egemenliğine dayanan ataerkil toplum yapısı varlığını sürdürmektedir. Kadınlar hala özel alan (mahrem) olarak adlandırılan ilişkiler alanına kapatılarak kamusal yaşamın fırsatlarından mahrum bırakılmaktadır. Sosyal, siyasal ve ekonomik çevre erkekler tarafından erkekler için dizayn edilmiş ve eğitim sistemi sürekli erkek egemen kültürle birlikte kendini yeniden üretip durmakta ve erkeğin hakimiyetindeki yaşam devam etmektedir.

Böylece sadece siyasal temsilde değil aynı zamanda eğitim, sağlık, barınma, sosyal güvenlik gibi sosyal haklar bağlamında da kadınlar hala ciddi sorunlarla boğuşmaktalar. Bu yüzden kadınların işgücüne katılımı erkeklere göre son derece sınırlı kalmaktadır. Bu durum, kadınların ya sosyal güvenlik mekanizması dışında kalmalarına ya da koca-baba gibi aktörlere bağımlı hale gelmelerine neden olmaktadır (www.keig.org).

“Kadınların toplumsal ve ekonomik hayata katılımının yetersizliği, siyasal temsil sorununun da en temel ve en önemli yapısal nedeni” olarak görülmektedir (Toksabay ve Memişoğlu, 2007: 8-9). Genel olarak kadınların siyasi hayattaki rolleri, kadınların iş hayatındaki ve farklı toplumsal ortamlardaki rollerinden bağımsız değildir (Çağlar, 2011: ). Türkiye genelinde erkeklerde işgücüne katılma oranı %70,9, kadınlarda ise %29,7 olarak kayıtlara geçmektedir. TÜİK verilerine göre 2009 yılında işgücüne dahil olmayan kadın nüfusu toplam kadın nüfusunun yüzde 69’unu oluşturmaktadır. Kalan çalışabilir kadın nüfusunun yüzde 8’i işsiz, yüzde 9,3’ü ise tarımda çalışmaktadır (Konda, 2011).

183 Eğitim ve Siyasal Katılım

Bazı istisnai durumlar dışında genelde siyasal katılımın eğitimle doğru orantılı olduğu varsayılmaktadır. Fakat Türkiye’de ilginç bir şekilde kadınların eğitim oranının yükselmesi ve yaşam standartlarının iyileşmesine rağmen siyasal yaşamdaki temsiliyeti konusunda paradoksal bir şekilde bir durgunluk yaşanmaktadır. TÜİK verilerine göre ülkedeki okuma yazma bilmeyen 4 milyon sekiz yüz bini aşkın nüfusun 967 bini erkek, 3 milyon 897 bini kadındır. Yani ülkedeki okuma yazma bilmeyen her beş kişinin biri erkek, dördü kadındır. Yine ülkedeki herhangi bir okul bitirmeden okuma yazma bilen 3 milyon 453 bin kişilik nüfusun 2 milyon 52 bini kadınlardan oluşmaktadır. Ülkede herhangi bir diploması olmadan okuma yazma bilen her beş kişinin ikisi erkek, üçü kadındır. Kadın nüfusun yüzde 10’u okuma yazma bilmeyenlerden, yüzde 5’i diplomasız okuryazarlardan, yüzde 42’si ilkokul, yüzde 12’si ortaokul mezunlarından oluşmaktadır. Yani kadınların toplamda yüzde 71’i lise altı eğitimli, yüzde 23’ü lise, yüzde 9’u üniversite mezunudur. Türkiye’de kadınların eğitim durumunda hızlı bir iyileşme gözlenmektedir. Ancak bu iyileşme hala eğitim konusunda kadın ve erkek eşitliğinden çok uzaktır. 1990’larn başında yüzde 34’ü okuma yazma bilmeyen kadınların oranı 2008 TÜİK verilerine göre yüzde 15,8 oranına düşmüştür. Ortaokul mezunu kadınların oranı 1990 yılında yüzde 4,6 iken 2000’de yüzde 6’ya, 2008’de yüzde 14,9’a yükselmiştir. Lise mezuniyeti de aynı yıllarda yüzde 8,4’den 2008’de yüzde 17,1’e yükselmiştir. Son yirmi yılda kadınların eğitiminde önemli mesafeler alındığı görülmektedir (Konda, 2011).

Toplumsal cinsiyet, bir inşa süreci olduğuna göre, öğrenilen bir şeydir. Kız çocukları yaşamları boyunca nasıl davranacaklarını, nasıl çalışacaklarını, nasıl giyineceklerini, nasıl eğleneceklerini, nasıl tartışacaklarını ve pek çok nasılla ilgili davranışları başta aile olmak üzere, diğer toplumsallaşma araçları kanalıyla öğrenirler. Toplumsal cinsiyet kadın ve erkeğin o toplumdaki yapabilirliklerini ve sınırlılıklarını her aşamada belirlemektedir (Bozatay, 2011: 129) .

Erkekler ile kıyaslandığında, kadınların tarih boyunca süregelen dezavantajlı konumlarının hâlâ sürmekte olduğu gözlenmektedir. Üniversite ve üstü eğitim seviyesinde olanlar 44 yaş üstünde %5 iken, 28-44 yaş grubunda %9’a, 28 yaş altında %14’e yükselmektedir. Lise mezunu olanlar ise 44 yaş üstünde %9 iken, 28-44 yaş grubunda yüzde 20’ye, 28 yaş altında %41’e çıkmaktadır. KONDA’nın “bulgularından yaş, eğitim ve çalışma durumlarına bakıldığında eğitim seviyelerinde görülen kısmi iyileşmeye karşın, gerek gelenekler, gerekse de istihdam olanaklarındaki yetersizlikler nedeniyle kadınların hayata karşı pozisyonlarında önemli bir değişiklik henüz gözlenmemektedir” (Konda, 2011).

184 “Eşitlik zemini üzerine inşa edilen durumlarda bile, bazı yurttaşların tam/bütün yurttaşlar olarak yaşamaları önünde ciddi sorunlar çıkabilmektedir. Örneğin kişilerin bedensel bütünlükleri tehlikeye düşebilmekte, eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal hakları karşılanmamakta ya da karar verme süreçlerine katılımları önünde engeller olabilmektedir. Kadınların durumuna baktığımızda Türkiye sivil haklar bağlamında, en temel hakları olan yaşam hakkının tehlike altında olduğu görülmektedir. Türkiye’de bir soru önergesi üzerine Adalet Bakanlığı’nın açıklamasına göre 2002 yılından 2009 yılına kadar, kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında artmıştır (Radikal, 2010). Erkekler 2013’te 214 kadın ve 10 çocuğu öldürmüş, 167 kadın ve kız çocuğuna tecavüz etmiş/tecavüz girişiminde bulunmuş, 241 kadın ve kız çocuğuna şiddet uygulanmış, 161 kadın ve kız çocuğuna cinsel tacizde bulunmuştur (Bianet, 2013).

Sorunun Tanımlanması ve Alınması Gereken Önlemler

Siyaset bilimci Dahlerup, kadının siyasetteki konumunun güçlendirilmesine ve siyasette ve kadın ve erkek dengesinin sağlanmasına yönelik beş argüman ileri sürmektedir. Bunlar “adalet”, “fayda”, “tecrübe”, “menfaat çatışması” ve “demokratik meşruluğu arttırma”dır. İlk sırada yer alan “adalet” argümanı, eşit oranda temsil edilmeyi bir adalet konusu olarak ele almaktadır. Buna göre nüfusun yarısını oluşturan kadınların temsil oranında da benzer rakamları elde etmesi gerekir (Dahlerup, 2005) Dolayısıyla eğer kadınlar nüfusları oranında temsil edilmiyorsa bu açıkça bir hak gaspı, bir insan hakları ihlali ve suç sayılmaz mı?

Dahlerup’un ikinci argümanı “fayda” argümanıdır. Bu argüman temelde toplumda mevcut olan bütün yeteneklerden faydalanmanın, o toplumun yararına olacağı düşüncesini savunmaktadır. Üçüncü argüman “kadınların tecrübelerinin dahil edilmesinin önemi” ile ilgilidir. Kadınların toplumdaki tecrübeleri erkeklerden farklılık göstermektedir. Dolayısıyla kadınlar ihtiyaçlarla ilgili erkeklerden farklı çıkarımlarda bulunabilirler (Dahlerup, 2005). Bu farklı çıkarımlar bizi çok daha zengin seçeneklerin olduğu farklı bir dünyaya götürebilir. Dördüncü argüman, kadın ve erkek arasında çeşitli menfaat çatışmalarını konu edinen “menfaatler çatışması” argümanıdır. Bu argümana göre, kadınlar ve erkekler aile içi şiddet, eşit işe eşit ücret gibi konularda farklı bakış açılarına sahiptirler. Dolayısıyla kadınların parlamentoda yer alması bu tarz sorunların çözümünde büyük önem teşkil etmektedir. Dahlerup’un son argümanı ise, “demokratik meşruluğu arttırmak, toplumu modernleştirmek” ile ilgilidir. Modern bir ülke olabilmek ve demokrasiyi etkin kılabilmek için kadınların siyasette adil bir şekilde temsili şarttır (Dahlerup, 2005).

Yukarıdaki tablolar özellikle muhafazakar partilerin kadın temsiliyeti konusunda çok daha cimri davrandığını göstermektedir. HDP’nin %35 oranda kadın temsiline yer verdiğini gösteren yukarıdaki tablolar (daha önce BDP idi) bu oranın muhafazakar AKP ve MHP’de

185 çok daha düşük olduğunu göstermektedir. Yine Azerbaycan’da SSCB döneminde %40’larda olan kadın temsiliyetinin bugün dünya ortalamasının altına gerilemesi de muhafazakar ve otoriter eğilimlerin kadın temsiliyetini olumsuz etkilediği görüşünü açıkça desteklemektedir. Ayrıca son seçimler söz konusu muhafazakar partilerin ve siyasal eğilimlerin bu alışkanlıklarını sürdürdüğünü göstermektedir. Örneğin, 7 Haziran 2015’te yapılacak genel seçimler için Milletvekili aday listelerinde kadın adayların oranı, AKP’de %18, CHP’de %18, MHP’de %9 ve HDP’de %48 olarak açıklanmıştır. HDP ve CHP’de kadın aday sayısı ve sıralamalardaki artış dikkat çekerken, AKP ve MHP’de kadın adaylar umduğunu bulamamıştır. AKP’de 99 kadın aday seçim listelerine girerken, CHP’de 103, MHP’de 50, HDP’de 268 kadın aday yer almıştır. Bu sayılarla HDP’nin kadın aday sayısının diğer üç partinin toplam kadın aday sayısından fazla olduğu görülmektedir (t24,2015).

SONUÇ

Kadınların erkeklerle eşit vatandaşlık hakkı ve seçme ve seçilme hakkına sahip olduklarının ileri sürüldüğü günümüzde aslında uygulamada hala çok sayıda eşitsizlikler mevcuttur. Bu eşitsizliklerin en önemlilerinden biri de kadınların erkeklere göre çok düşük oranlarda siyasette temsil edilmeleridir. Siyasetin yaşamımızın birçok alanını belirlemesi nedeniyle aslında bu siyasal eşitsizlik birçok eşitsizlik ve sorunu da doğurmakta veya beslemektedir. Bu yüzden kadınların da erkeklerle birlikte adil bir şekilde yönetime katılması demokrasi ve sosyal adalet için hayati derece önem taşımaktadır (Aktaş, 2012a: 42).

Yukarıdaki tablo ve analizlerde de açıkça görüldüğü gibi yerel ve ulusal düzeyde siyasette temsilin yanı sıra bürokrasi, üst düzey yöneticilik ve toplumda saygınlığı olan mesleklere sürekli erkeklere göre çok daha az görevlendirilmekteler. Batı ülkelerinde bu oranlar Türkiye’deki kadar kötü olmasa da yine de kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikler yukarıda saydığımız Ruanda ve İskandinav ülkeleri gibi birkaç istisna dışında bütün ülkelerde devam etmektedir. Fakat Türkiye’deki oranın dünya ortalamasının da altında olması kabul edilemez bir durumdur. Geleneksel eğitim ve öğretimin yanı sıra kadının yönetim işlerini erkeğe