• Sonuç bulunamadı

A KADIN VE SİYASAL YAŞAM / WOMEN AND POLITICAL LIFE

BATI SİYASAL DÜŞÜNCESİNİN ÇEKİNGEN KİTLELERİ: KADINLAR WITHDRAWN MASS OF WESTERN POLITICAL THOUGHTS: WOMEN

1. Antik Dönem Siyasal Düşüncesinde Kadın

Demokrasiyle anılan Antik Yunan’da, ahlak ve siyasi dünyayı sorgulayan ilk isim Sokrates olarak tarihe geçmiş ise de, felsefeci haricinde birçok şair ve oyun yazarı toplum ve siyaset hakkında önemli sorular ortaya koymuşlardır. Sofokles ve Aristofanes bunlardan iki isimdir. Bu isimlerin en önemli özellikleri çalışmalarının başrollerine kadını almaları olmuştur. Bir bireyle bir kralın karşı karşıya gelmesini, daha çok siyasal çatışmaları içeren bir edebiyat çalışması olan Antigone adlı eserde, hem krala karşı itaatsizlik varken, bir de bu başkaldırıyı yapanın kadın olması dolayısıyla, toplumun erkek-egemen düzenini tehdit eder hale gelmesi, itaatsizliğin doğasına farklı bir boyut kazanmıştır. Antik Yunan’ın erkek-egemen dünyasını daha doğrudan sorgulama çalışması olan Lysistrata adlı eserde de, biyoloji ve ya hormonların erkeklerin ve kadınların siyasete farklı yaklaşımlarının kaynakları olup olmadığını veya farklı hayat tecrübelerinin erkeklerin ve kadınların şeyleri anlama yöntemlerini açıklayıp açıklamadığını sormuş ve bu yüzden de temel karakter olarak kadın kullanılmıştır. Oyunun başında erkekler rasyonel, agresif, kavgacı

olarak gösterilmiş ve devamında erkekler zayıf, tutkularının esaretinde ve kadınlar rasyonel ve agresif olarak bu roller tersine çevrilmiş, oyun biterken de erkeklerle kadınlar arasındaki keskin ayrımlar azalmış görünmektedir. Her ne kadar din, yasa, sivil itaat gibi konular esas alınmış olsa da, bu tür oyunların dönem olarak kadın konusunu işlemesi manidardır. (Tannenbaum, Schultz, 2011; s. 51-60.

Oyun ve şiirlerde yaşanan bu durum, sadece birkaç örnekle sınırlıdır, oysaki gerçek hayatta kadınların sosyal durumu pek de öyle değildir. Antik Yunan’da kadınlar toplum içinde adeta yoklardır. Yasal olarak kadınların bağımsız ve özgür hayatlara sahip olduğunu söylemek neredeyse imkânsızdır. Kadının yeri her zaman evidir ve o, başında bir erkek koruyucu olarak adlandırılan kyriosun sorumluluğu altında olmalıdır. Koruma işlevine sahip olan kyrios, kimi zaman kadının babası, kimi zaman kocası, kimi zaman da en yakın erkek akrabasıdır. Bir diğer deyişle kadın, hayatını başka bir erkeğin sorumluluğu veya koruması altında sürdürmelidir. Kyrios kadını hem korumakla hem de onun ekonomik geçimini, tüm huzur ve mutluluğunu sağlamakla görevlidir. O, kadının kişisel/özel alanı ile toplumsal alan arasında aracı bir rol oynar. Bu dönemde mahkemelerde ifade veremeyeceklerine dair yaygın bir inanç olmasından dolayı da, kadınlar, kendi adlarına yasal işlemlerini yürütmekten men edilmişler ve her türlü kamusal düzenleme ve anlaşmalarda kyrios olmaksızın işlem yapamaz duruma getirilmişlerdir. Kyrios her adımda kadının temsilcisi olarak toplumsal alanda yer alır. Bütün bunların yanı sıra, kadınlar yurttaş (politai) sayılmadıkları gibi oy kullanma hakkına da sahip değildirler. Kadınlar hem politik hem de toplumsal alandan bedenen soyutlanarak, kendi özel alanlarına hapsedilmiştir. Üstelik bu toplumsal dışlanmışlık kadınları yalnızca bedenen değil, aynı zamanda dilseldir; yani erkeklerin onlar hakkında konuşmalarını dahi engelleyecek türdendir. Keza Perikles’in ünlü Cenaze Töreni Söylevi’ndeki sözleri de Atina toplumunda kadınlara biçilen konumun ne olduğunun açık bir göstergesi gibidir: “Sizin en büyük onurunuz doğanızdan daha aşağı bir girişimde bulunmamanız ve erdeminiz de, özellikle erkekler arasında utanç verici olsun olmasın her türden konuşmada en az anılmanız olacaktır”. Perikles’in bu sözü kadınların erkekler arasında, yani politik ve halka açık alanlarda bulunmaması, hatta erkeklerin onlar hakkında olumlu veya olumsuz konuşmasına mahal vermeyecek bir biçimde yaşam sürmeleri gerektiğini önermektedir. Kadınların polisteki yeri bu durumda ancak evleri olabilir, bu da onların erkeklerle aynı eğitimi alamayacağı ve statü olarak her zaman onlardan daha aşağıda konumlanmaları gerektiği manasına gelir. (Boyacı, s.207-208)

Dönemin koşulları dikkate alındığında, yine kadın konusunda sorgulamalar Platon’da kendini bulur. Platon’un bu konudaki görüşleri, kadınların toplumdaki yerleriyle ilgili geleneksel bazı Antik Yunan görüşlerinden keskin çizgilerle ayrılmıştır. Platon, sınıf özelliklerine dayalı olarak, birbirine eşit olan erkek ve kadınlardan oluşan idareyi yürüten bir koruyucu sınıftan bahsetmiştir. Biyolojinin kader olmadığı ve kadınların zekâsının hükümete olumlu katkıda bulunabileceği gibi devrimci ve feminist olarak görülen bu söylemleriyle Platon, kadınları, daha alt statüde, ev işleri ve çocuklarla sınırlandırılmış bir hayat sürmekten

alıkoyarak, erkeklerle eşit statüde bir yer edinmelerinin yolunu açmıştır. Bu çerçevede, kadınların politik arenada söz hakkına sahip oldukları ve koruyucular sınıfına girmeleri sonucunda polisi erkeklerle birlikte yönetebilecekleri fikri, Platon’un, geleneksel Atina toplumunun hâkim görüşünün aksi yönünde, onları eve hapsetmeyen ve poliste görünür hâle getiren bir filozof olarak yorumlanmasına neden olmaktadır. (Boyacı, s.206). Platon’un “Devlet” adlı eserinde, çok az kişi kadın koruyucudur ve buna bağlı olarak karar alıcıdır. Platon’un esas olarak yapmak istediği şey, hem erkek hem de kadınların çoğunluğunun sürekli uyruk oldukları elitist bir toplum kurmaktadır. (Tannenbaum, Schultz, 2011; s.77).

Batı siyasal düşüncesinin gövdesini oluşturan eski felsefecilerin büyük çoğunluğu, kadınların erkeklere göre daha az rasyonel olduğuna inanmaktaydı. Ve kendi rasyonalite ideallerini de, akıllarında erkek özelliklerini ve paradigmalarını tutarak formüle etmişlerdi.

Erkeğin üstün tutuluşu, felsefe tarihinde, "düzeni, ışığı ve erkeği yaratan bir iyi ilke vardır; bir de kaosu, karanlığı ve kadını yaratan kötü ilke" dediği aktarılan Pyhtagoras'a kadar geri götürülebilir. Erkek, kadın olmayandır; rasyonalite ise, dişilliğin aşılması olarak kavranır. Dişillik yalnızca norm sayılan erilliğe göre ve onunla ilişki içinde tanımlanır, kendi içinde özerk bir varlık olarak değildir. Erkeğin düşünmeyi, aklı, kültürü ve uygarlığı temsil etmesine karşılık kadın, duyguları, bedeni, maddeyi; rasyonel olana karşılık irrasyonel olanı; bilinebilir olana karşılık bilinemez olanı; varlığa karşılık yokluğu temsil eder. (Berktay, 2010)

Atomcu öğretinin sahibi olan Demokritos’un kadınlar konusundaki düşünceleri Pyhtagoras’ın düşüncesiyle paralel gelişmiştir. Ona göre, “kadınlar, kötü düşünceler için erkekten çok daha ateşlidir” demiştir. Durum böyleyken de kadınlar az konuşmalıdır. Bu görüşlerini desteklemek için “az konuşma kadının süsüdür, süsün sadeliği de güzeldir” diyerek adeta kadınları sessizliğe mahkûm etmek istemiştir. İnsan türünün cinsiyetsiz olarak ele alındığında eşitlikçi eğilimler sergileyen bu filozof, çözümlemeye cinsiyet karıştığı anda, eşitsizliği doğallaştırmaya çalışmıştır. (Ağaoğulları, 2011,s. 67.)

Ünlü filozof Aristoteles'e göre ruh beden üzerinde, akıl duygu üzerinde, erkek de kadın üzerinde egemendir. Tanrısal ruh ile ilişkili olan Saf Akıl (nous), yalnızca erkeklere özgüdür ve yeryüzündeki her şeyden üstündür. Dolayısıyla erkeğin zihni, her türlü maddeden daha yüksek ve daha kutsaldır; hatta ideal erkek bedeni olan Apollonien bedenden bile üstündür. Aristoteles'in jenerik insan tipinden sapmış hilkat garibeleri ("eksik ya da sakat kalmış erkek ceninler") olarak tanımladığı kadınlar, bedensel işlevlerinin "edilgin" ve "duygusal" tutsakları oldukları için zihinsel bakımdan "etkin" ve "rasyonel" olan erkeklerden daha aşağıdırlar. (Berktay, 2010) Aristoteles’e göre karşılıklı bağımlılıkta karı ve koca eşit değildir. Erkeklerin evdeki üç rolünü (baba, koca, efendi) tanımlayan ve erkeklerin akıl bakımından üstün olduğunu düşündüğü için düşüncelerinde erkek egemenliği vardır. Koca olarak erkekler, karılarını sürekli olarak yönetmelidir. Çünkü akıl etme güçlerinden kaynaklanan doğal üstünlüklerinden dolayı, onlar yönetmeye,

kadınlar da itaat etmeye layıktırlar demiştir. Ancak kadınları, köle gibi kabul etmeyip, doğaları gereği sadece erkeklerin kullanması için yaratılmış araçlar olarak değil, erkeğin tamamlayıcısı olarak görmüştür. Köle ve kadınlarla ilgili sonuçlara, akletme yeteneğine bağlı olarak, “Aklı eksik olanlar, herkesin faydası için, hayatlarını hizmet ederek geçirirler” ifadesine dayalı olarak varmıştır. (Tannenbaum, Schultz, 2011; 90)

Bütün bu düşünceleriyle Aristoteles, birçok feministin iddiasına göre, Batı dünyasında ataerkil geleneğin kurucusu olarak görülmüştür. Yöneten ve yönetilenlerin erdemlerini, ruhun farklı bölümleri ile karşılaştırırken, “Özgür, köleyi, erkeği-kadını, adamı-çocuğu farklı yöntemlerle yönetir. Bunların her biri ruhun parçalarına sahiptir ama bu sahiplik, farklı farklıdır. Köle bu ruhun akıl kısmından yoksundur; kadın buna sahiptir ama kadının olan bölümün otoritesi yoktur; çocuğun da vardır ama gelişmemiştir” der. Kadın aklının otoritesiz olması demek, kadının aklının duygularını yönetmede çok zayıf kalması ve bu yüzden kocasının yardımına muhtaç olması anlamına gelmektedir. Ama aynı filozof biyoloji ile ilgili metinlerinde kadınların öğrenme yeteneklerinin erkeklerden daha fazla olduğunu ve daha zeki olma yönünde doğal bir eğilimleri olduğunu iddia eder. (Arnhart, 2011; s. 69) Bu durumda kadınların siyasi, ekonomik ve sosyal ortamlardan uzaklaştırılmaya çalışılması, kadınların zeka yetileriyle erkeklerle rekabete girmesinin önüne engel koymak gibi düşünülebilir.

Roma siyasi düşüncesinin filozoflarından Cicero, Platon’un başıboşluk olarak değerlendirdiği demokrasinin karşıtı olduğundan hareketle yaptığı anlatımda kadınlarla ilgili şu ifadeye yer verir: … “köleler bile hakları olmayan bir özgürlükle hareket eder; kadınların hakları kocalarınkiyle bir olur. Sonuç olarak yurttaşların duyguları öylesine incelir ve kadınsılaşır ki, en küçük bir engellemeyle karşılaşınca kızar ve buna katlanamazlar.” (Tunçay, c.1, 319) Cicero’ya göre, demokrasi kadına ve köleye hakları olmayanı verecektir, dolayısıyla bu olmaması gerekendir ve “erkek” yurttaşların duygularını kadınsılaştıracaktır.