• Sonuç bulunamadı

Ülkelerin zenginliğini değerli maden stoku ile değerlendirdiği için diğer ülkelerden mal alımını sınırlayan ya da yasaklayan merkantilist ekonomik politikalara karşı mutlak üstünlük teorisi ile serbest piyasa ekonomisini doğal özgürlük düzeni olarak adlandıran Adam Smith, iktisadi olarak klasik liberalizmin kurucusu olarak anılır. Smith, serbest piyasa savunusu ile laissez-faire felsefesinin de öncüsü olarak adlandırılır. Cobden ve diğer üyeleri ile Manchester Okulu’nun, Adam

94

Smith’in görüşlerine referans verdiği bilinmektedir. Uluslararası ilişkiler kuramında da Smith, ticari pasifizm ekolünün temsilcisi kabul edilir. Michael Doyle (1997: 233) uluslararası politik ekonominin en eski iki mitinden birinin ödemeler dengesine ve altın stokunun varlığına dayalı politikaları devletlerarası ilişkilerde savunmayı öne çıkaran anlayışla birleştiren merkantilizm, diğerinin ise üretim ve ticarete dayalı zenginliğin doğal özgürlük sistemi yani serbest piyasa olduğunu belirtir. Doyle (1997:224) Smith’i merkantilizme karşı doğal özgürlük sisteminin ve ticari pasifizmin temsilcisi olarak gösterir.

Çalışmanın bu kısmında Adam Smith ile derinleşen tartışma, iki yönde ilerleyecektir. İlki, serbest piyasa ekonomisi savunusu yapmasına rağmen, Smith’in laissez-faire felsefesi içinde değerlendirilip değerlendirilmeyeceğidir. İkinci olarak, Doyle’nin de ileri sürdüğü gibi Smith’in iktisadi görüşleri dış politikada ticari pasifizm, hatta liberal enternasyonalizm başlığı altında tartışılabilir.

Haar (2009: 67) Adam Smith’in her ne kadar serbest ticaretin ateşli savunucusu ve doğal özgürlük sisteminin mimarı olsa dahi katıksız bir serbest ticaret savunucusu olmadığını ileri sürer. Çünkü çoğu kez iç endüstrinin avantajı uğruna dış endüstriye sınırlamalar koyarak ticaret aracılığıyla sınırlandırmasına yetki vermektedir. Walter (1996:148) ise Adam Smith’in doğal özgürlük sisteminde pek çok istisna olduğunu, yalnızca savunma ve adalet gibi kamusal işlerin yanında ticaret ve eğitimi destekleyecek kurumların olmasını, iyi yolların yapılmasını öngördüğünü, hiçbir zaman “kullanan öder” prensibinden yana olmadığını belirtir. Smithçi iktisatta devletin üzerine düşen görevleri yirmi yedi madde toplayan Kennedy (2008:247/48), piyasanın sürdürülebilirliği adına oligopolleri önlemek ya da bebek endüstrilerin korunması gibi devlet müdahalelerinin öngörüldüğünü ileri sürer.

95

Adam Smith’in doğal özgürlük sisteminin işlerliğini sürdürmesi için devlet tarafından desteklenmesi ve düzenlenmesinin laissez-faire ekonomisi ile uyuşmayacağı iddia edilir. Özellikle de güvenlik ve dış politika konusunda Smith’in ticari pasifizm görüşü yerine güç dengesine dayalı realist politikaya yakın olduğu doğrultusundadır. Adalet ve savunma hizmetleri serbest piyasa tarafından yerine getirilemez, çünkü devletin ayrıcalıklı alanına aittir.

Haar (2009: 67) ve Walter (1996: 143-44) Smith’in savunmayı refahtan üstün tuttuğu fikrinde birleşirler. Hatta Haar (2009: 72) ulusal savunma gibi yüksek politika uğruna ticari sınırlamaları haklılaştırdığı, monopollerin sayıca artırılabileceğini savunduğu için dış politikada Smith’in realist görüş içinde değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürer. Walter (1996: 144) ise Smith’in uluslar arası ilişkiler geleneği içinde liberal enternasyonalizmden ziyade realist ve merkantilist politikaya yakın olduğunu iddia eder. David Hume ve İskoç Aydınları gibi Smith de ticareti hiçbir zaman tek başına barışı sağlamak için yeterli görmez (Haar, 2009: 62-63). Ticaretin insan doğasını değiştiremeyeceği düşüncesi de hem Smith’te hem de İskoç aydınlarında egemendir. Daha fazla ticaret, Smith’e göre, uluslar arası ilişkileri askeri seviyeden sivil diplomasiye çıkarabilir ki bu durumda da ticaret çağında barış yüksek politikaya bağlı olduğu görüşünü değiştirmez.

Manchester Okulu üyelerinin özellikle de Cobden’in ticaretin milletler arasında yabancılığı azaltacağını, karşılıklı refahla beraber sempati duygusunu da artırarak, barışçıl ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunacağına dair düşünceleri Smith’in fikirlerine bağlılık olarak yorumlayan görüşler ağırlıktadır (Bresiger, 1997: 48;

Doyle, 1997: 236-37; Panke and Risse, 2007: 97). Çünkü Smith’in Ahlaki Duygular Teorisi (Theory of Moral Sentiments) adlı eserinden yola çıkarak, ahlak dünyasında

96

sempati duygusunun toplumlar ve milletlerarası ilişkilere doğru genişletilmektedirler.

Fikirsel bağ yakından izlendiğinde ticari yakınlaşmanın yabancılığı ortadan kaldıracağı, fiziki olarak yakın olan ülkelerle ticari alışverişle beraber karşılıklı güven ve barışının artacağı varsayımına dayanır. Oysa Ahlaki Duygular Teorisi’ndeki sempati ilkesi sık sık Milletlerin Zenginliği’ndeki kişisel çıkar kavramı karşılaştırılmakta, daha genel anlamda “ahlaki” insan ile “ekonomik” insan arasındaki uyuşmazlık pek çok çalışmaya konu olacak şekilde genişleyerek “Adam Smith Sorunu” olarak anılmaktadır. Burada ise kısaca sempati ilkesinin niçin piyasa gibi çoğu zaman birbirlerini tanımayan aktörler arasında geçerli olamayacağı açıklanmaya çalışılacaktır.

Sempati ilkesi ile kast edilen, bireyin içinde yaşadığı toplumun ahenkli düzenini bozacak davranışlardan kaçınması, bir arada yaşamın temel kaideleri olan adaleti ve vicdanı içinde taşımasıdır. Sempati ilkesi de tıpkı kişisel çıkar gibi insanı doğuştan mezara kadar götüren özsevginin sonucu olduğu için farklı değildir (Ekelund &

Hébert, 2004: 126). Ancak sempati ilkesinin geçerliliği birbirini tanıyan insanlar arasında yüksekken, ticari topluma transferi mümkün değildir. Walter (1996:153) da, sempatinin ve yardımseverliğin ancak bireylerin aileleri ya da komşuları ile sınırlı olduğunu belirtir. Bu sebeple sempati ilkesini, Manchester Okulu’nun sunduğu gibi birbirlerine uzak milletler arasında var olabileceğini ileri sürmek doğru olmayacaktır.

Smith’in Ahlaki Duygular Teorisi’nde sık sık vurguladığı tarafsız gözlemci (impartial spectator) kavramını ele alan Walter (1996: 161) uluslar arası işlerde kullanılabilmesi mümkün olmayan bir mekanizma olduğunu ileri sürer. Tarafsız gözlemci ilkesi de tıpkı sempati ilkesi gibi bireylerin toplumsal yaşamda yapıp ettiklerini değerlendirdikleri iç sestir yani vicdanlarının sesidir. Oysa ticari ilişkilerin

97

milletlerarası bir boyuta taşınmasıyla karmaşıklaşan ilişkilere dair bir vicdandan bahsetmek mümkün olmaz. Zira ticari toplumda karmaşıklaşan ilişkiler neticesinde tüm aşamaları takip edebilmek mümkün olmadığından, tek tek bireyler için doğru ile yanlışı ayırt edebilmek imkânsızdır. Smith’in gerek ahlaki duygular teorisinde gerekse ticari toplum anlayışında evrensellik taşıyacak adil ilkelere ulaştığı gibi sonuç çıkarılamaz.

Diğer bir konu, fiziki olarak yakın milletlerin ticarete ve barışa daha elverişli şartlara sahip olduğu yönündeki görüştür. Haar (2009: 63, 138) buna karşı çıkar, Smith’in tıpkı diğer İskoçlar gibi ticaretin her çeşit çatışmaya ve kıskançlığa sebep olma potansiyeli olduğunu belirtir. Adam Smith Milletlerin Zenginliği’nde (2006:

552) zenginlik ve nüfus bakımından ticaret için büyük potansiyellere sahip iki komşu ülke olmalarına rağmen, Büyük Britanya ile Fransa arasında, ticari ilişkilerin yerine niçin savaşların olduğunu sorar. Smith’e göre komşu olmalarına rağmen ister istemez birbirlerine düşman oldukları için birinin zenginliği ve gücü, diğerine korkunç gelmektedir. Diğer bir neden ise, her ülkenin tacir ve sanayicileri diğerlerinin rekabetinden korkmaktadır (Smith, 2006: 552-53).

Manchester liberallerinin sunduğu gibi iktisadi işbirliği yoluyla kurulan ilişkilerin eşitler arası olduğuna, her iki tarafı iktisadi bakımdan olduğu gibi medeniyet bakımından da geliştireceğine dair tezlere şüpheyle yaklaşan görüşleri daha ayrıntılı ele almak gerekir. Ticari ilişkiler ile barış arasındaki ilişkiyi kıran Barbieri’ye göre, liberal ekonomistler ticareti, rasyonel aktörlerin gönüllük ve eşitlik içinde gerçekleştiğini varsayarlar. Barbieri ilk olarak bu varsayımdaki öncülleri sorgular. Barbieri (2002: 121-123) ticari bağımlılık nispeten iktisadi kapasiteleri yakın olan ülkeler arasında değil de farkın yükseldiği asimetrik ekonomiler arasında

98

olduğunda, daha güçlü ülkenin liderleri bağımlı devleti eşit partner olarak kabul etmez. Ticari liberalizm olarak adlandırdığı barışçıl işbirliği fikrinin “liberal bir illizyon” olduğunu belirtir. Bu sebeple, ticari bağımlılık, barış değil, çatışma ve savaşa yol açabilir.

Manchester liberallerinin sömürgeciliği eski rejime ait bir ilişki biçimi olarak gördüğü ve ticari toplumda sömürge ülkelerin emperyal ülke için yük olarak görüldüğü ifade edilmişti. Adam Smith de sömürgeci ilişki biçimini savunmadığı gibi, doğal özgürlük sisteminin düşmanı olarak görür. Çünkü Smithçi ahlak anlayışı ile bir arada değerlendirildiğinde hem sömürge hem de sömürgeleştiren için durum gayri adildir (Haar, 2009: 68). Adam Smith Avrupalı milletler ile diğerleri arasında, bir nitelik farkı belirtmediği gibi onları eğitme ve geliştirme gibi tarihi bir rol de biçmez.