• Sonuç bulunamadı

Sınırlı devlet taraftarı minarşist yaklaşımın serbest piyasa kurumuna tam onay vermediği belirtilmişti. Sosyal liberalizmin kusurlu ve gayri adil piyasa tasavvurları bir yana bırakılırsa, minarşist liberteryenler piyasanın kendi kaideleri ile işlemesinin mümkün olmadığı tespiti üzerinden, özellikle hukuk ve yargılama ile dış güvenlik hizmetlerini sunan devleti meşrulaştırırlar. Çalışmanın bu kısmında, minarşist liberteryenlerin serbest piyasa kurumuna duydukları açık ve/veya örtük güvensizliğinin devlet eliyle nasıl aşıldığı konu edilecektir.

Önceki kısımda, Nozick’in kademeli olarak piyasa düzeninden monopole ve devamında ultra minimal devleti nasıl inşa ettiği açıklanmaya çalışıldı. Nozick’in savına göre ister çatışma ister uzlaşı yoluyla gerçekleşirse gerçekleşsin piyasadaki güvenlik hizmeti sunan acentelerde güç temerküzüne yol açacak ve böylece ultra

170

minimal devletin ilk nüvesi atılacaktır. Sıklıkla ifade edildiği gibi minarşist liberteryenler, siyasi otoriteyi, bir arada yaşamanın kaçınılmaz olumsuz sonuçlarından dolayı güvenlik ve adalet hizmeti ile donatırlar.

Rand, devletin insan haklarının ihlalcisi olarak tarih boyunca diğer ihlalcisi olan suçlulara göre günahının çok daha büyük olduğunu kabul etmekle birlikte kapitalist bir sistemde devlet kurumuna sığınır. Kapitalist bir sistemde, devlete niçin ihtiyaç duyulur sorusu, Rand’ın öğretisinde “devlete ihtiyaç vardır, zira diğerlerinin yaşam hakkına zarar verenlerin yani hak ihlalcilerinin cezalandırılmasının nasıl gerçekleşeceği sorunu ortaya çıkar” (2004: 435) şeklinde açıklanır. Objektivist öğretinin temel kaidesi olan yaşam hakkının mutlak sonucunda insanın kendisini savunma hakkı olduğunu kuşkusuz Rand (2004: 437) kabul eder, ancak hemen bunun bireysel vatandaşların tercihine bırakılamayacağı yönünde şerh düşer. Rand (2004: 438) savunma amaçlı güç kullanılırken dahi suçun tespit edilmesi için nesnel kanıtlara ihtiyaç duyacağı için devleti, tarafsız hakem konumuna yerleştirir.

Devamında da cezaları tanımlamak ve yargı sürecini işletmek için nesnel kurallar gerekir. Dolayısıyla devlet, nesnel olarak belirlenmiş kanunlara karşı konulmuş fiziksel güç kullanmanın aracıdır (Rand, 2004: 428). Suçun nesnelliğinin tespiti için şart olduğunu ifade etse de, devlet gibi şiddet kullanma tekeline sahip siyasi bir organizasyonu, bireylerin gönüllü ilişkileri yoluyla bir araya gelip kurabilecekleri bir

“örgütlü organizasyonlar”a tercih eder. Böylece tehlikeli görüldüğü anarşizmin yerine sınırlı devlet taraftarı liberteryen düşünce yer alır. Bireyci ahlaki öğreti ile temellendirdiği kapitalizm anlayışını, klasik liberal düşünceye yakınlaştırır.

Rand, bireyler arasında fiziksel güç kullanımına müsaade edildiği takdirde barışçıl bir şekilde bir arada yaşama imkânının olmayacağını ileri sürer. Sosyal

171

ilişkilerde fiziksel güç kullanma devre dışı bırakılacaksa insanların haklarını koruyan nesnel kurallar sisteminde koruma görevi taşıyan kuruma ihtiyaç vardır (Rand, 2004:

438). Bu görüş klasik liberal yazında devletin meşruiyetine dair ileri sürülen ikna edici argüman olarak Locke, Hobbes gibi düşünürlerce dile getirilmiştir. Bu noktada Rand, devleti bir kurum olarak hukukun dayandığı nesnel kurallar sistemi olarak kabul eder. Weberyen devlet anlayışına paralel olarak Rand, bir hükümeti “nesnel olarak belirlenmiş kurallara göre karşı koyma şeklindeki fiziksel güç kullanmanın aracı” (2004: 438) olduğunu söyler. Devleti, gücünü yasalardan alan robot şeklinde tasvir eden Rand’a (2004: 440) için sınırsız bir iktidar söz konusu değildir. Rand gibi Hayek de hukuk ile devlet arasında organik bir bağ kurmaktadır. Hukuk kurallarının kaynağı doğa, toplum veya ahlak olduğu kabul edilse dahi onları nesnellik ve homojenlik içinde uygulayabilecek tek merci devlet kurumudur.

Güvenlik hizmeti içeride ve dışarıda şiddet kullanımını gerekli kıldığı için minarşist liberteryenlerce cebir tekelinin devlete verilmesi zorunludur. Bu sebeple, kaçınılmaz kötülük olarak adlandırılır. Hukuk, minarşistlere göre, her bir kişiyi diğerinin şerrinden korumakla kalmayacak, devletin sınırlandırılmasına katkıda bulunacaktır. Rand, öncelikle devlete “fiziksel güç kullanma tehdidine karşı” gerekli sayar. İkinci olarak hükümete, “hakem rolü” yükleyen Rand’a göre, insanlar arasındaki anlaşmazlıkların çözüm mercii olacaktır. Oysa Rand, iki kişinin gerçeklik hakkında farklı uslamlarının sonucunun kendiliğinden ortaya çıkacağını ileri sürer:

“Eğer ben haksızsam cezasını çekerim, haklıysam mükafatlandırılırım” (2003: 468).

Oysa insanlar arasındaki anlaşmazlıkların kaynağı olarak gerçeği farklı konumlandırma probleminde hakem rol, gerçekliğin kendisi ya da zamanla ortaya çıkacak hakikat değil, hükümetin kendisidir. Üçüncü olarak devletin diğer işlevi,

172

“insanlar arasındaki gönüllü sözleşmelerin güvenliğini korumaktır” (Rand, 2004:441;

Peikoff, 1993: 365). Rand anlaşmazlıkların olduğu gibi anlaşmaların/akitlerin de güvencesi ve koruyucu olarak devleti kabul eder. Cisimleşmiş haliyle hükümetin üç temel fonksiyonu vardır: İnsanları suçlulardan korumak için polis, yabancı işgalcilerden korumak için silahlı kuvvetler, insanlar arasındaki anlaşmazlıkları nesnel kanunlara göre çözmek için hukuk mahkemeleri” (Rand, 2004: 441).

Machan da “son hüküm verici makam” olarak devleti, toplumdaki diğer tüm kurumlardan ayırt edici niteliğine vurguda bulunur. Bunu bir örnekle açıklayan Machan, pek çok futbol veya tenis müsabakasının bir gözetim ve hakem olmadan oynanabildiğini ancak Vimbledon gibi büyük turnuvaların bir hakem heyetinin gözetiminde gerçekleştiğini söyler. Bunun gibi günlük hayatta insanlar arasındaki iletişim veya anlaşma resmi kontratlara gerek duyulmaksızın yapılırken, menfaatler ve çatışmaların çapı büyüdüğünde sözleşme ve kontrat ve mahkemeler devreye girer (Machan, 2008: 63).

Minarşist liberteryenler de son kertede, devlet ile uzlaşır ve belirli sahalarda onun olmamasının, olmasından daha büyük sorunlara yol açacağını savunurlar. Buna karşın anarşist liberteryenler ise, devletin hiçbir zaman sınırlı alan içinde kalmayacağını iddia eder. Hayek yalnızca yasa uygulama ve dış düşmanlara karşı savunma gibi “gerekli” görevlerinin yanı sıra piyasanın pek çok sebepten ötürü sağla(ya)madığı yerde, hükümetin toplanan vergilerle söz konusu hizmetleri yerine getirmesini savunur. Bu sebeple Hoppe, Hayek’in sosyal demokrat olarak kabul edilmesi gerektiği görüşündedir. Çünkü Hoppe (1994: 69-71) Hayek’in piyasa ve devletin rolü hakkındaki görüşleri ile modern sosyal demokratlarınki arasında sistematik olarak ayırt edilebilir bir farklılık olmadığını iddia eder. Jasay (1991: 22)

173

de kuralsız liberal sınıfına soktuğu Hayek’i liberal başlık altında milli gelirin büyük bir bölümünün transfer harcamalarına, kamu mallarına ve hükümet hizmetlerine tahsis edilen ileri refah devleti uygulaması olarak adlandırabileceğimiz İsveç modeli gibi bir şeyi yeniden yaratmak için açık bir davette bulunduğu fikrindedir.

Sınırsız, kontrolsüz bir piyasa tasavvuru olduğu şeklindeki yaygın kanının aksine Hayek, birçok yerde devlet müdahalesinin gerekli olduğunu vurgulayarak günümüzde refah devleti ile özdeşleşen politikaların “özgür toplum” ile bağdaşabileceğini savunur (Demirel, 1997: 117). Hayek bir sosyal liberal gibi refah devletinin amaçlarını paylaşmamakla birlikte, “hükümet faaliyetinin meşru zorunluluğunun olduğu yerde …eşitsizliği azaltan usuller tercih etmesi beklenir”

(2013: 147) derken devletin düzenleyici eline olan güvenini göstermektedir.

Bazı modern liberal kuramcılar, zenginlerden elde edilecek kaynakların yoksullara transfer edilmesi gerektiğini savunur. Devlet bütçesindeki gelir giderle oynamak ya da mülkiyet haklarını yeniden düzenlemek suretiyle gerçekleştirilen hareket, bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu tedbirlerden herhangi birisi diğerlerinden üstün sayılmamaktadır. Liberalleri diğerlerinden farklı kılan şey, söz konusu zorlamanın özgürlüğü maksimum hale getirmek uygulamaya konulduğunu gösterme çabalarıdır (Jasay, 1991: 28).

Bu noktada minarşistler ile anarşistler arasındaki ihtilaf noktaları daha da belirginleştirilebilir. Machan minarşistler ile anarşistler arasındaki ayrımı hukukta objektivite başlığı altında tartışır. Buna göre, minarşistler hükümetlerin homojen bir içtihada sahip olması gerektiğinde ısrar ederken, anarşistler hükümetlerin homojenlik gerektirmeyen değişebilen kurumlar olabileceğine inanır (Machan, 1988: 244-45).

Tıpkı hocası Rand gibi Machan’ın (2008: 70) da, vatandaşlığın uzun dönemli bir

174

durum olup, sağladığı en büyük yararın öngörülebilirlik ve tarafsızlık olduğunu ve bunu karşılayan yegane ilkenin hukukun üstünlüğü olduğuna ve hukuk hizmetlerinin sağlanması için devlet monopolünün gerekliliğine inanır.

Anarşist olmayan liberteryen cenah içinde hukuk ile devlet arasındaki ilişkiyi koparan tek düşünür Ludwig Von Mises’tir. Yönetimde bulunan kişilerin zor ve baskı uyguladığı ilkelerden oluşan hukuk, devletin ayırt edici özelliğidir (Mises, 2010: 59). Hans Hermann Hoppe (2013) de Mises’in hükümeti, askeri güçler, polis, jandarma, hapishane gardiyanları ve cellâtlardan ibaret gördüğünü, hükümetlerin temel hususiyetlerinin vurma, tutuklama ve öldürmek için hükümler veren zorlayıcı güç olarak ele aldığını belirtir. Mises yasa/hukuk devlet ilişkisini şu sözlerle kırar (2010: 60):

Devletten söz eden kimse zorlama ve tazyiki kasteder. Bu konuyla ilgili bir yasa olmalı diyen birisi, hükümetin silahlı kuvvetleri insanları yapmak istedikleri bir şeyi yapmaya veya hoşlandıkları şeyi yapmamaya zorlamalı demek isterler. Bu yasa iyi uygulanmalı diyen birisi, polisin insanları bu yasaya itaat ettirmek için zor kullanmasına işaret eder. ‘Devlet Tanrıdır’ diyen birisi askeri birlikleri ve hapishaneleri tanrılaştırır. Devlete tapınma güce tapınmadır. Medeniyette yetersiz, ahlaksız ve kötü insanlardan müteşekkil bir hükümetten daha tehlikeli bir tehdit yoktur.

Diğer liberteryenlerden farklı olarak Mises, devletin meşruiyetini dışarıda diğer devletlerle ilişkilerinde, içeride ise vatandaşları arasında barışı muhafaza etmesine dayandırır. Hoppe (2007: 236) özel mülkiyet anarşizmine katkısını anmakla beraber Mises’in sarsılmaz biçimde teorik pozisyonun minimal devlet taraftarı bir liberal olduğunu belirtir.

175

Hukukun objektif bir şekilde uygulanması ve tek yargı mercii olması sebebiyle minarşist liberteryenlerin devletin meşruiyetine dair savlarını pekiştirdikleri ileri sürülebilir. Minarşistlere karşı anarşistlerin güvenlik hizmetinin ayrıcalığı ve hukukta objektivitenin sağlanması ve sonuç olarak devletin meşruiyeti problemine karşı eleştirileri sıralanabilir. Hukukun ve yargı hizmetlerinin ancak devletin yerine getirilebileceğini savunan sınırlı devlet taraftarı minarşistlere karşı anarşistler toplum içinde oluşan kuralların doğacak her anlaşmazlığı çözecek kudrete sahip olduğunu ve bu sebeple tekel olan devlete gerek olmadığını savunurlar. Minarşist liberteryenler, objektif prensiplere dayanan hukuk anlayışı sonucunda nüfusun tamamının ya da büyük çoğunluğunun adil yargılama ilkelerine tabi olacağını savunurlar, ancak Walter’a (1989: 134) göre devletin olmadığı durumda da hukukta adil ve uniform yapı olabileceği gibi bireysel farklılık ve taleplerin çeşitliliğine de hizmet edebilir.

Walter gibi Rothbard da, hukukun varlığının devletle ilişkilendirilmesine karşı çıkar ve tarihsel olarak bu fikri yanlışlayan örnekler sunar. Rothbard’a (2009d: 184) göre ticari ilişkiler neticesinde kendiliğinden gelişen ticaret ve deniz yasaları ya da örfi hukuk, devlet dışında gelişen hukuk sistemleridir.

Rothbard (2009b: 891) da laissez-faire felsefesi yanlılarının toplumda tek bir mecburi zor kullanma tekelinin bir üst mahkeme gibi hukuk yoluyla sağlanmasını eleştirir. Çünkü Rothbard’a göre dünya kurulduğundan beri, ikamet edilen bütün yerlerde nihai tekil bir karar alıcı olmaksızın insanlar huzurlu bir şekilde yaşamaktadır. Rothbard (2009b: 892) milletlerin bugünkü sınırlarını tamamen tarihsel ve keyfi bulur ve bir ülkenin vatandaşları üzerinde bir tekel hükümete iki farklı ulusun vatandaşları arasındaki bir hükümette olandan daha fazla ihtiyaç olmadığını söyler. Hoppe ise piyasa aktörlerine bırakılmayan hukuk alanını ve

176

düzeni koruma görevinin cebir kullanma tekelini elinde bulunduran devlete verilmesini sorgular. Hoppe (2007: 226) özellikle sözleşme ve doğal haklar teorisinden yola çıkan klasik liberal teorinin, mülkiyet haklarını gasp eden bir kurum olarak hükümeti meşrulaştırmasını liberalizmin istikametinden uzaklaşmak olarak değerlendirir. Anarşistler, yaşam hakkının ve temel özgürlükleri koruma görevi ile meşrulaştırılan devletlerin savaşın yegane aktörleri olmaları arasında çelişkiyi göstermeye çalışırlar. Bu sebeple özgürlüğü en çok ihlal eden ve başka devletlerin de ihlal etmesi tehlikesini ortaya çıkaran devlete güvenmezler.

Anarşist liberteryenler için ister güvenlik ve adalet isterse eğitim ve sağlık isterse de gelirin yeniden dağıtımcı fonksiyonuyla olsun, devletin meşruiyetinin sağlanması arasında fark yoktur. Sınırlı devlet taraftarı liberteryenlerin tıpkı sosyal demokratlar veya sosyal liberal eğilimli düşünürler gibi belirli bir devlet düşüncesi vardır. Çünkü gerek Rand ve Nozick gerekse Mises ve Hayek anarşist liberteryenler gibi devletin her biçiminin bireyin hak ve hürriyetlerini gasp edeceğini, şiddet ve cebir uygulayacağını reddetmez. Çünkü insan topluluklarının medeniyetinin sürdürülebilmesi için devlet, katlanılması gereken bir kötüdür. Esas olarak devleti bir kez var ettikten sonra iktidarını liberal fikirler doğrultusunda sınırlama girişimleri bir şekilde iyi devlet-kötü devlet ayrımını esas kılar. Bu noktada Nozick için kaçınılması gereken devletler tıpkı Rawls’un tasvip ettiği gibi adalet dağıtma, yeniden bölüşüm yapan devlettir. Rand için de bireyin doğuştan sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri gasp eden devletler, bireyin varlığının ve üretiminin önündeki engeldir.

Rand ve Nozick’in itiraz noktalarına ilave olarak Hayek ve Mises de özellikle tanık oldukları büyük savaşlar ile birlikte büyüyen otoriter-totaliter rejimlerin keyfi, kolektivist ve planlamacı niteliklerine vurguda bulunurlar.

177

Anarşist liberteryenlere göre, devletin faaliyet alanı gibi onun gücünün de sınırlandırılmaya çalışılması beyhude bir çabadır. Rothbard ve Hoppe minimal devletin imkansızlığına dikkat çeker, çünkü minimal (asgari) devletin özünde maksimal (azami) devlet olma eğilimi vardır (Rothbard, 2009d: 183-184; Hoppe, 2007: 229). Devletin faaliyet alanı gibi gücünün de sınırlandırılması mümkün değildir. Yüzyıllardır insanlar devletin gücünü sınırlandırmaya uğraşmışlardır.

Rothbard (2009a: 46-47) başlangıçta kiliseler tarafından ilahi egemenlik yoluyla, sonrasında parlamento egemenliği ve kuvvetler ayrılığı mekanizması ile fren oluşturulmaya çalışıldığını ancak hiçbir şekilde devletin gücünün sınırlandırılamadığını aksine genişletecek mekanizmalar üretildiğini belirtir.