• Sonuç bulunamadı

D. Sosyal Liberalizm ve Himayeci Devletler Arası İlişkiler

II. KLASİK LİBERALİZMDE İKİNCİ AYRIM: MİNARŞİZM / PİYASA

Bu bölümün ilk kısmında sosyal liberalizmin klasik liberalizmle olan ilişkisi iktisadi, siyasi yönleriyle ele alınarak, klasik liberalizmdeki “ilk ayrım” başlığı altında tartışılmaya çalışıldı. Çalışmanın bu kısmında ise klasik liberalizm 20.

yüzyılın başından itibaren özellikle Amerika ve Kıta Avrupası’nda sosyal demokrasi ile muhafazakârlık gibi devletin faaliyet alanını geniş tutan ideolojilerle ilişkilendirildiği için, felsefelerini “liberteryenizm” olarak isimlendiren düşünsel ekol ele alınacaktır. Liberteryenizmi klasik liberal düşüncenin 20. yüzyıldaki devamı olarak kabul eden görüşler (Hamowy, 2008: 296) ele alındığında, fikri devamlılığın felsefi olarak bireyciliğin, temel hak ve hürriyetlerin ve mülkiyet hakkının tavizsiz savunusu ile sağlandığı ileri sürülebilir.

Klasik liberalizm gibi liberteryenizm de ontolojik ve metodolojik olarak bireyi esas alır. Ontolojik bireycilik, Kantçı anlamda kendinde amaç olarak bireyi kastederken, metodolojik bireycilik, sosyal ve beşeri teoride incelemede birey dışındaki kolektiviteleri değil yalnızca bireyi esas almayı ifade eder. Mises (2008:

13, 44-47) herhangi bir kolektiviteye odaklanan çalışmaların dahi esasında yalnızca bireylerin tercihlerini incelemek zorunda olduğunu çünkü eylemlerin yalnızca bireyler tarafından gerçekleştiğini belirtir. Rand da (2006: 14) Mises’e yakın bir

152

ifadeyle, herhangi beşeri bir teorinin inceleme nesnesinin birey olması gerektiğini söylerken, insanın içinde yer aldığı diğer kolektivitelerin de ancak bireylerin tercihleri doğrultusunda anlaşılabileceğini iddia eder. Hayek ise (1948: 6) toplumun dışında atomize birey anlayışının olmadığı düşüncesinden hareketle sınıf, toplum ve diğer kolektivitelerin ancak birey aracılığıyla anlaşılabileceğini savunur. Mises, Hayek ve Rand bireylerin eylemde bulunduğu, hak ve sorumluluk sahibi olduğu ve tercihlerinin sorumluluğunu üstlendiği için sosyal beşeri teorinin merkezinde bireyin olması gerektiği düşüncesine sahiptir. Her üç düşünür de birey dışındaki kategorilerin yani sınıf, toplum, ulusun bireyden bağımsız amaçlarının olamayacağını, kendini özgül bir varlık olarak tasarladığında dahi, kolektivitenin genel bir amaca hizmet etmeyeceğini, ancak o komün içinde gücü elinde tutanların isteklerine hizmet edeceğini ileri sürer. Nozick ve Rothbard ise bireyi temel hak ve özgürlüklerin tek sahibi olan ahlaki varlık olarak ele alır, özellikle doğa hukuku kuramından yola çıkarak bireyin toplumsallık öncesi haklara sahip olduğunu varsayar. Yalnızca bireylerin haklarının olduğunu söyleyen Nozick (2006: 21) siyaset felsefesinin merkezine bireyin temel hak ve özgürlüklerini yerleştirerek, tüm felsefesini onları ihlal etmeden nasıl toplumsal sistem kurabileceği üzerine tartışır ve ultra minimal devletin bireysel özgürlükleri ihlal etmeden var olabilecek en ahlaki durum olarak sunar.

Rothbard bireyciliğin hiçbir şekilde çürütülemez savını doğal hukuk aracılığıyla ve insanın kendisinin sahibi olması ilkesiyle (self ownership) açıklar. Bireyin hayatını sürdürmek ve geliştirmek için seçtiği amaca ve onu bu amaca götürecek araçlara hiçbir sebeple müdahale edilemeyeceğini göstermek üzere kendinin sahibi olma ilkesini sunar (Rothbard, 2006b: 33-37). Liberteryenler temel hak ve

153

özgürlüklerin hiç bir koşul ve gerekçe altında bireyden ayrılamayacağını belirtirler.

Rand’ın haklar öğretisi, insan doğası ile ilişkilidir (Rasmussen & Uyl, 1998:170). Bu bağlamda ilk olarak haklar, ne gruplara ne de topluma aittir; hak sahibi olan yalnızca bireydir: “Ahlaki bir ilke olarak insan doğasının gereği olarak yalnızca insana aittir;

ne topluma ne de başka bir şeye” (Rand, 2004: 425). Dolayısıyla sosyal liberalizmdeki gibi diğer insanların, toplum ya da toplumsal işbirliği için temel haklardan vazgeçmeleri beklenemez. Kuşkusuz bireyci metodoloji ve özgürlüklerin liberteryen felsefede en vazgeçilmez konusu, mülkiyet haklarıdır. Mises (2013: 31) liberalizmin yalnızca mülkiyet kavramı ile ifade edilebileceğini, mülkiyetin özgürlük gibi barışın da temeli olduğunu belirtir. Rothbard gibi Nozick ve Rand da mülkiyeti geniş anlamda ilk önce kişinin bedenine ve ürettiklerine sahip olmasını yani “kendi kendinin sahibi olması” prensibi ile başlatır. Rand (2004: 12-14) felsefi olarak yaşam hakkının kutsallığından hareket ederek, insanın aklı ve onun mülk edinme aracı olarak rasyonel olarak kullanmasının barışçıl yollarla yani üretimle gerçekleşeceğini, eğer ürettiklerine sahip olamazsa, emeğine ve hayatı konusunda da hakkının olamayacağını vurgular. Liberteryenler sadece sözleşmelere uyulmasını sağlayan, özel mülkiyeti hırsızlıktan koruyan ve barışı sağlayan minimal devleti benimser, bundan fazlasını yapan devleti meşru bulmaz (Sandel, 2013: 79). Liberteryenler klasiklerin bir adım ötesine geçerek, mülkiyet hakkını tıpkı Locke’un geniş anlamda kullandığı gibi, mülkiyet hakkını yaşam ve özgürlüğü de içine alacak şekilde kullanmaya devam ederler. Çünkü liberteryenlere göre mülkiyet insanın kendinin sahibi olması ile başlar. Mülkiyet hakkı, liberteryen düşünce gibi klasik liberalizmin de her zaman savunduğu bir değer olarak kalmıştır.

154

Machan ve Long (2008: vii) Minarşizm/Anarşizm (Minarchism/Anarchism) adlı eserlerinde Locke, Smith, Bastiat ve Amerikan kurucu babaları gibi klasik liberalizmden ilham almış Ludwig Von Mises, Isabel Paterson, Ayn Rand ve Robert Nozick’i bireylerin negatif özgürlüklerini korumak üzere yetkileri sınırlandırılmış bir anayasal hükümeti talep eden liberteryen geleneğin temsilcileri olarak adlandırır.

Sınırlı devlet taraftarı liberteryen gelenek içinde Friedrick Hayek de sayılabilir. Tıpkı çağdaşı ve hocası Mises gibi Hayek de, bireyin temel hak ve özgürlüklerini esas alan sınırlı yönetim taraftarı ve piyasa ekonomisine dair “kendiliğinden doğan düzen”

kavramı ile büyük katkıda bulunmuştur. Ancak Hayek’in devlete geniş bir faaliyet alanı sunduğuna dair iddiaların da olduğu belirtilmelidir. Hayek (2013: 81) tıpkı Nozick, Rand ve Mises gibi sosyal ve siyasal teorisinin sonucu olarak piyasa faaliyetlerinin devletle bir arada ve/veya devletin korucu şemsiyesi altına sürdürülmesini savunur. Sandel, entelektüel bir doktrin olarak liberteryenizmin refah devleti karşıtı olarak ortaya çıktığını belirtirken, Hayek ve Milton Friedman’ı yeniden dağıtımcı politikaları eleştirmeleri sebebiyle erken dönem liberteryenizmin temsilcileri olarak kabul eder.

Klasik liberal düşünce geleneğinde de kabul edilen bu düşüncenin liberteryenizm içinde izlerini bulmak zor değildir. Jonathan Kukathas ve Philipe Pettit’in liberteryenlere ilişkin analizine yer vermek gerekmektedir. Zira Kukathas ve Pettit devleti tamamen kaldıran liberteryenler dışındaki minimal devlet taraftarlarını ikiye ayırır. İlk grupta piyasaların daha iyi bilgi sunduğu ve insanların tercihlerine daha iyi hizmet ettikleri için pragmatik hedeflerle sınırlı devlet taraftarları vardır.

İkinci grup ise, temel ya da doğal hakların ancak sınırlı devlet tarafından korunabileceğinden hareketle sınırlı devlet yanlısı ilkesel liberteryenlerden oluşur.

155

Kukathas ve Pettit (1990: 75) Hayek’i pragmatik, Nozick’i ilkesel liberal olarak adlandırır.

Kukathas ve Pettit gibi John Tomasi de klasik liberal düşünce geleneği ile liberteryen düşüncenin iç içe geçmişliğini vurgulayan bir tahlil yapar. Thomasi klasik liberal okulu geçmişte Adam Smith ile günümüzde ise Friedrich Hayek, Milton Friedman ve Richard Epstein gibi düşünürlerin temsil ettiğini belirterek, özel mülkiyete dayalı iktisadi özgürlüklere geniş yer verdiklerini, bundan dolayı özellikle iktisadi yaşamın düzenlenmesinde devletin yasal güçlerinin katı bir şekilde sınırlandırılmasını talep ettiklerini ifade eder. Aynı şekilde Robert Nozick, Jan Narveson, Eric Mark gibi liberteyenlerin de özel mülkiyet ve iktisadi özgürlük yanlısı olduğunu, dolayısıyla sosyal ve dağıtımcı devlet karşıtlığı içinde olduğunu ileri sürer. Thomasi (2012: 53) klasik liberalizm ile liberteryenler arasındaki farkı, ilkinin sonuçsalcı ve çoğu kez pragmatik dolayısıyla da insanın mutluluğunu maksimize etmeye dayalı faydacı bir birey anlayışını gözettiğini, ikincisinin yani liberteryenlerin ise doğal hukuk geleneğinin sonucu olarak insanın kendisinin sahipliğini benimsediğini ifade ederek ortaya koyar.

Çoğu kez klasik liberal olarak sayılan düşünürlerin liberteryen düşüncenin de ilk temsilcileri olarak kabul edilmesi, klasik liberalizmin yirminci yüzyıldaki dönüşümü ile birlikte bu geleneğe en yakın entelektüel topluluğun liberteryenler olduğuna işarettir ve bu sebeple, liberteryenler klasik liberalizmin çağdaş versiyonu olarak kabul edilirler.

Klasik liberalizm ile liberteryenizm arasındaki ihtilaf noktasının olduğunu ileri sürmek zordur. Liberteryen düşünürler, tıpkı klasik liberalizmin temsilcileri gibi siyasal otoriteye temkinli yaklaşırlar, onun faaliyet alanını ve gücünü sınırlandırmaya

156

dönük ilkelere ulaşmaya çalışırlar. Diğer yandan klasik liberaller gibi liberteryenler de bazı alanlarda devletin gerekliliğini savunurlar. Yargı hizmeti ile güvenliğin son tahlilde, devlet dışındaki kurumlar tarafından yerine getirilemeyeceği düşüncesi hâkimdir. Diğer yandan da hiçbir zaman sosyal liberaller gibi yeniden dağıtımcı politikaların sahibi ve uygulayıcısı olarak kabul etmedikleri devleti katlanılması gereken bir kötülük olarak adlandırırlar.

Klasik liberalizm gibi liberteryen felsefenin de sınırlı devlet taraftarı olduğu ileri sürülebilir. Diğer yandan devleti katlanılması gereken kötülük olarak tanımlayan minarşistler ile onu kaçınılması gereken kötülük olarak tanımlayan liberteryen anarşistler ayrımı önem kazanır. Klasik liberalizminin devamı olarak adlandırılan liberteryenizm içindeki bu ayrım devletin meşruiyetinin olup olmadığı tartışmasını merkezine alır. Hatırlanacağı gibi bu bölümdeki ilk ayrımın klasik liberalizm ile sosyal liberalizmin arasında olduğu iddia edilmekteydi; ikinci ayrım ise mutlaka bir siyasi otoritenin varlığını kaçınılmaz gören sınırlı devlet taraftarı liberteryenler ile bireyin sahip olamadığı hiçbir hakkın siyasi otoriteye devredilemeyeceği argümanından yola çıkarak, kuruluşu itibariyle devletin gayri ahlaki olduğu ileri sürülerek meşruiyetini reddeden anarşist liberteryenler arasındadır. Kısaca ilk grup minarşist, ikinci grup ise anarşist liberteryenler olarak adlandırılabilir.

Çalışmanın bu kısmında, klasik liberal düşüncenin çağcıl versiyonu olan sınırlı devlet taraftarı Mises, Hayek, Rand ve Nozick gibi liberteryenlerin görüşleri Rothbard, David Friedman, Walter Block gibi anarko kapitalist/piyasa anarşizmi taraftarları ile karşılaştırmalı olarak ele alınmaya çalışılacaktır. Piyasa anarşistleri /liberteryen anarşistlerle minarşist daha genel bir ifade olacaksa sınırlı devlet taraftarı liberteryenlerin fikirlerini karşılaştırırken, yalnızca anarşistlerin devletin

157

meşruiyetine dair eleştirilerine yer verilecektir. Zira bir sonraki bölümde devletsiz bir düzende piyasa kurumlarının işleyişi ve özellikle de devletin tekeline bırakılan adalet ve dış güvenlik hizmetlerinin piyasa koşullarında sağlanması durumuna ilişkin minarşistlerin eleştirilerine yer verilecektir.

Minarşist liberteryenlerle anarşistler arasındaki fikri ayrım, geçtiğimiz yüzyılda liberteryen ideoloji içinde sıklıkla yapılan tartışmaların sonucudur. Temel hak ve hürriyetlerin kutsallığı ve özellikle de mülkiyet hakkının varlığı, liberteryenlere göre, özgür iradenin ve mübadelenin bireysel tercihleri her zaman karşılayabileceği serbest piyasa ekonomisinde mümkündür. Michael Sandel, liberteryenlerin “dizginlenmemiş serbest piyasa taraftarı ve devlet müdahalesi karşıtı” (2013: 79) olduğunu belirtir.

Crocetta, sınırlı devlet taraftarı minarşist liberteryenlerle, devleti gayri ahlaki bir kurum olarak reddeden anarşist liberteryenler arasındaki farklılıklara rağmen ortaklığın serbest piyasaya daha fazla alan bırakmak olduğu konusunda devam ettiğini belirtir. Çünkü Crocetta’ya göre (2007: 217) en fazla sayıda insanın mutluluk elde etmesinin tek yolu subjektif değerlere ve hedeflere uygun bugüne kadar keşfedilen yegâne sistem olarak serbest piyasayı, hem minarşist hem de anarşistler benimser. Anarşist liberteryenizme yakın olan Dykes (2005: 79) ise bireysel özgürlüklerin anarşistlerin ve minarşistlerin ortak hedefi olduğu fikrindedir. Huebert (2010:5) devletin birey üzerindeki gücünün ister minarşistler gibi sınırlasın isterse tamamen kaldırsın liberteryen olarak değerlendirileceğini, tersine herhangi bir politika devletin gücünü ister sürdürsün isterse artırsın bunun liberteryenizm karşıtlığı olarak değerlendirileceğini ifade eder.

Bu kısımda özellikle devleti “güvenlik” ve “adalet hizmetlerinin” yürütülmesi bakımından diğer kurumlarından ayıran ve onun biricikliğini bu iki hizmet üzerinden

158

savunan düşünceye yani minarşizme yer verilecektir. Bu durumda minarşizm sınırlı/minimal devlet savunusu olup, daha genelde liberteryenizm devlet felsefesi bakımından özüdür.