• Sonuç bulunamadı

Kant’ın siyaset felsefesinin hukuk, hukukun ise ahlak alanının belirlenimine tabi olduğu belirtilmelidir. Kersting (2010: 58) de Kant’ın, Ahlak’ın Metafiziği’nde yasa koyucu otonom akıl teorisini sistematik şekilde işleyerek bir maddi etik ve hukuk felsefesi geliştirdiğini belirtir. Kantçı siyasallığın ikinci kaynağı da sözleşme teorileridir. Onun özellikle Hobbes ve Rousseau’nun sözleşmelerinden etkilendiği ileri sürülmektedir (Williams & Booth, 1996: 75-76; Tuck, 2001: 208-9; Hassner, 2010: 84). Bu bakımdan siyaset felsefesi, ahlak anlayışı ile birlikte sözleşmeci düşünce ile bir arada düşünülmelidir.

63

Kant’ın koşulsuz buyruğun evrenselliği ahlak anlayışı ile sınırlı kalmaz, bireyin dışsal eylemlerinin özgürlüğünü belirleyen hukuk ilkelerine kaynaklık eder.

Bireylere ahlaki olarak rehberlik eden koşulsuz buyruk, dışsal eylemlerine de yol gösterecek hukuk ilkelerine dönüşür. Bu durumda özgürlük, sınırsız değil aksine hukuk ilkeleri ile belirlenmektedir. Kant’ın insan türü için amaçladığı siyasi düzenin en önemli unsuru, hukukun üstünlüğüdür. Tersinden ifade edecek olursak, gerek insanların birbirleriyle ilişkilerinde gerekse bir sivil yönetim altında egemenle ilişkilerinde hukukun üstünlüğü olmadığı durumda Kant için insanlık, doğa durumudur. Kantçı düşüncede hukukun hâkimiyetini en iyi ifade eden söz, “amaçlar krallığı”dır. Zira akılsal varlık olarak her bir insan, koşulsuz buyrukla evrensel bir yasalılığın gerçekleşmesine katkıda bulunur. Amaçlar krallığı ile kast edilen nesnel yasalarla birbirine bağlanmış akılsal varlıkların birliğidir (Hassner, 2010: 93).

Hukuksal düzeni amaçlar krallığı ile ifade ederken, siyasi olarak da evrensel buyruklarla herkesin özgürlüğünün sınırlandığı, aynı zamanda herkesin özgürlüklerini yaşayabildiği rejimin niteliklerini belirlemiş olur.

Kendisinden önceki sözleşme teorisyenlerinden farklı olarak Kant, insanların bir araya gelerek doğal haklarını devrettiği siyasi bir otorite oluşturmaz. Bu sebeple Kantçı sözleşmede ne doğa yasası, ne de doğal haklardan söz edilemez. Hukuksal bir moment olarak sözleşme, kökensel yani insanların akılsal ahlakı ile uzlaşı içinde toplumsal ve siyasal birliğe ulaşmasıdır. Ancak doğa durumu uygarlık durumu karşılaştırması yapılabilir. Kant, Hobbescu doğa durumuna yakın şekilde savaş tehdidi içeren bir resim çizer (Truck, 2001: 207-208). Kant’ın doğa durumu da insanların diğerlerinin varlığına tehdit oluşturacak düzeyde sınırsız bir özgürlük, kaos ve belirsizlik içindedir. Kantçı terminoloji ile ifade etmek gerekirse, bu durum,

64

insanın toplumdışı toplumsallığının yani varlığını sürdürme güdüsünün onun toplumsallığına engel olan bir çelişkisidir. Kant (1991: 46) insan türüne özgü bencilliğin ve insanın içindeki hayvani eğilimlerin toplumsallığa yönelik tehdit olduğunu belirtir. Ebedi Barış’ta “sadece tabii halde bulunan bir insan veya millet, yanımda komşunun olarak bulunması yüzünden, benim güvenliğimi tehlikeye sokar”

derken Kant (1960: 17), insanın toplumsallık içinde yaşama iradesinin başlı başına bir tehdit olduğunu vurgular. Kant toplumdışı toplumsallık probleminin çözümünü yine ahlak anlayışında bulur. Buna göre, insanın kendisine rehberlik edecek akılsal ahlak, toplumsal ve siyasal örgütlenme için hukukun ilkelerine temel oluştururken insanlar arasında kökensel sözleşme ile tescillenerek siyasi bir hüviyete kavuşur.

Çünkü kökensel sözleşme ile insanlar her birinin diğerine karşı tehdit oluşturma potansiyelinin var olduğu doğa durumundan çıkarak, iradelerini hukuk ile sınırlar.

Koşulsuz buyruk ahlak alanında bireyin eylemlerinin ölçütü ise, toplumsal siyasal alanda da kökensel sözleşme, akılsal bir uzlaşıdır. Kantçı uygar durumda yasalar herkes için geçerlidir, yani kökensel sözleşmenin bağlayıcılığı tüm insanları kuşatır. Kant’ın sözleşmeyi doğa hukukuna değil de aklın teorisine dayandırması, ahlak felsefesinin üzerinde yükselen hukuksal ve siyasi birliğe işaret eder. Ahlak alanında kalan içsel özgür irade, siyasi birliğin ilk aşamasında dışsal özgür iradeyle açıklanır. Ahlak teorisinde içsel özgürlük olarak adlandırılan yasaya uygun davranma, toplumsallık boyutunda artık diğerlerinin özgürlüğü ile uyumluluğu da gerektirmektedir (Kant, 2010: 34). Kant’ın politik söylemine geçildiğinde akılsal ahlak felsefesinin birikimine sözleşme kuramlarının bilgisi de eklenir ve her iki düşünce yan yana ilerler. Kantçı kökensel sözleşme, insanların akılsal ahlak ile belirlenmesi ve ahlakın evrensel ilkelerinde uzlaşı sağlanmasıdır.

65

Kantçı siyaset felsefesi, içeride cumhuriyetçi yönetim dışarıda ise ebedi barış idesini hedefler (Yalvaç, 2010: 270). Kantçı normatif siyasi hedefler, hukukun nesnel ve evrensel ilkeleri ile gerçekleştirilmeyi bekler. Hukuk, ahlak alanındaki koşulsuz buyruğun yani evrensel iyinin toplumsal alandaki karşılığıdır. Temelleri ahlaki ilkeden devşirilse de Kantçı özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık ilkeleri ile şekillenir.

Ahlaki ilkelerle şekillenen Kantçı normatif siyaset felsefesi, Gray’in yönelttiği evrensel rejim reçetesi eleştirisine yani mutlakıyetçilik tehdidi ile karşı karşıyadır.

Hukuk, ölçüt olarak dış eylemlerimizin özgürlüğü hakkında kriter sunarken; siyaset, daha adil ve barışçıl toplum tasavvuru içerir. Diğer yandan hukukun uygulanmasından ibaret olduğunu ifade ettiği siyaseti ahlaki normatif öğelerle tarif eder.

Kantçı nesnel ve tarafsız hukuk düzeninin ilkeleri birey devlet ilkelerini düzenler, cumhuriyetçi yönetimin niteliğini açıklığa kavuşturur. Bunlardan ilki insan haklarıdır; birey, hiçbir şekilde bütünün aracı değildir. Kant, “Hiç kimse beni kendi mutluluk anlayışına göre mutlu olmaya zorlayamaz” (2010: 34-35) diskuruyla devletlerin paternalist eğilimle yurttaşların iyiliğini ya da mutluluğunu düşünmesine karşıdır, onları ergin olmayan yurttaş topluluğu olarak görmesini eleştirir, bunun açık şekilde despotizme varacağı tespiti ile uyarır. Yönetimlerin nötr şekilde olması düşüncesini benimserken, özellikle devlet başkanının yasaları keyfi olarak kullanmasının önüne geçmeyi amaçlar. İkinci olarak, hukuki eşitlik hem uyrukların diğerlerine göre kalıtımsal ayrıcalığının olmaması hem de yasaların egemenliği altında herkesin, kendi kendisinin efendisi olmasıdır. Hukuki eşitlik, eski rejimin ayrıcalıklı sınıflarını törpülerken, Kantçı özgürlük ve eşitlik idealini gerçekleştirir.

66

Diğer bir Kantçı yönetim ilkesi ise, eylemlerin dışsal özgürlüğü bakımından toplumdaki her bireyin eşitliğidir.

Kantçı politik düşünce ahlaktan ayrı düşünülemez. Kant’a göre (1960: 40) ahlaktan yoksun bir siyasetin, özgürlük ve ahlaki yasanın olmadığı tabiat mekanizmasının işleyişidir. Hukukun varlığından ibaret sivil yönetim düşüncesini benimseyen Kantçı felsefeye göre doğa durumu da hukukun olmadığı düzendir. Bu sebeple “politika ahlakın önünde diz çökmelidir” (Kant, 1960: 49). Ancak Kantçı siyaset algısı normatif özellik taşıması sebebiyle eleştiriye uğrar. Politika ile ahlak arasında teoride bir zıtlık görmeyen Kant’a (1960: 49) göre, uygulamada böyle bir zıtlık daima olacaktır, çünkü insanlar bencil eğilimlere sahiptir. Ahlak ve hukuk mekanizmasıyla donatılmış siyaseti kabul eden Kant, istisnaları olduğunun da farkındadır, yine de siyasete olumlu nitelikler atfeder. Kant (1960: 40) ahlakçı politikacıyı benimseyeceğini, aklın önümüze sunduğu tabii hukuka yaklaşmayı görev edinen yasa koyucu peşinde olduğunu belirtir. Çörekçioğlu (2010: 257) Kantçı siyaset felsefesini şöyle açıklar:

Politikanın ilkeleri, ahlak ve hukukun ilkeleridir. Bu ilkeler ahlak alanında özneyi içeriden, hukuk alanında ise dışarıdan belirleyen özgürlük, eşitlik ve bağımsızlıktır. O halde politik eylemin kaynağı da tıpkı hukuksal ve ahlaksal eylemin kaynağı gibi akıldır.

Kant’ın siyaseti hukukun uygulanmasından ibaret gören yaklaşımı, iki görüş aracılığıyla tartışılır. Buna göre eğer siyaset hukukun uygulanmasından ibaret ise, devletin nötr olduğu, tarihsel bir ereğin olmadığı da ileri sürülmüş olunur. Diğer yandan Gerhardt’ın da ( 2010: 217)belirttiği gibi siyaset ile hukuk ayrımı kabul edildiği takdirde adaletin gerçekleşmesine dönük bir ilke dile getirilmiş olunur.

67

Hukukun üstünlüğüne dayanan cumhuriyetçi yönetim, Kant’ın felsefesinde yalnızca yönetim biçimi değildir. Daha açık bir ifade ile Kant, devlet şekillerini iki bakımdan ele alır: İlki hâkimiyeti elinde tutan şahıslara yani forma imperii’ye göre belirlenir. Buna göre iktidarın tek bir kişinin elinde olması yani otokrasi, ya da birkaç kişinin iktidara sahip olduğu aristokrasi ya da toplumu oluşturan herkesin yönetime katılması olarak demokrasi şeklinde ayrılır. Devletin şekline dair ikinci ayrım ise, hükümet şekilleri bakımından yani forma regimes’e göre ayrımdır ki, Kant esas olarak bunu önemser. Hükümetin şekline göre yönetim ya cumhuriyetçi ya da istibdatçı olur (Kant, 1960: 20). Cumhuriyetçi ile istibdatçı yönetimin arasındaki farka göre, ilkinde icra kuvvetlerinin teşri yani yasama kuvvetlerinden ayrılır, ikincisinde ise yöneticinin ister tek kişi, ister azınlık ya da tüm halk olsun, kendi koyduğu kanunları istediği gibi yürütmesi yani yasama ile icranın tek elde toplanması söz konusu olur. Böylece cumhuriyetçi yönetimin hukukun üstünlüğü ile sınırlandıran ilk niteliği ortaya çıkmış olur. Bunu, katı şekilde olmasa da yönetim katında güçler ayrılığının cumhuriyetçi yönetime özgülendiği bir mekanizma olarak değerlendirmek mümkündür. Keyfiliği önlemeye dönük bu ilke, cumhuriyetçi yönetimde bireylerin kendi amaçlarının peşinde olmalarına katkı sağlayacak, birey-devlet ilişkilerinde sivil yönetimi hukuksal olarak sınırlandıracaktır. Kantçı felsefede cumhuriyetçi yönetimin ikinci niteliği ise, kökensel sözleşmeye yani herkesin aklın rehberliğinde uzlaşı sağladığı a priori ilkelere dayanmasıdır. Diğer tüm yasalar kökensel sözleşmeye uygun olarak biçimlenir. Kökensel sözleşme öncesi vahşi ve sınırsız özgürlük durumunda yaşayan insanlar “hukuksal durum altında” (Kant, 2010: 36) yaşamaya başlar. Bu durumda hak da tek tek her bireyin özgürlüğünü başka herkesin özgürlüğü ile uyum içinde sınırlandırır (Kant, 2010: 34). Böylece

68

bütün haklar yasaya dayanır; “yasasız özgürlük olmaz” şeklinde ifade edilebilecek Kantçı önerme, ancak cumhuriyetçi yönetim altında mümkün olabilecektir. Üçüncü olarak, Kantçı cumhuriyetin herkesin iradesinin ve onayının olduğu yönetim ruhudur. Yasa herkes tarafından konulmasa bile, kökensel sözleşme gibi evrensel bir yasaya aykırı olamayacağı için tüm üyelerinin birleşmiş iradesinin sonucu olduğu düşünülür. Asli mukavele fikrinden doğmuş tek esas teşkilat olan cumhuriyetçi esas teşkilat, bir milletin bütün kanunlarına temel olmalıdır.

Kantçı siyaset anlayışı bakımından demokrasi ile cumhuriyet ayrı kategoriler içinde değerlendirilmektedir. Bu bakımdan demokrasi ile cumhuriyeti karşılaştırmak uygun olmayacaktır ancak Tunçel (2010: 28) Kantçı düşünce içinde yasama ve yürütmeyi ayıran cumhuriyet yönetimine karşı demokrasilerde çoğunluğun hâkimiyetinin de keyfiliğe sürüklenebileceğini hatırlatır. Kant da cumhuriyetin aksine demokraside ortak bir iradenin olmayacağını, dolayısıyla istibdada dönüşmeye eğilimini vurgular.

Kant devletlerin siyasi düzeni ile barış arasındaki ilişkiyi ele alır. Cumhuriyet yönetimi hukukun üstünlüğü ile yönetimin keyfiliğini engellediği gibi savaş ilanı gibi halkın büyük çoğunluğunu etkileyecek kararları, yalnızca devlet başkanına bırakmadığı için de diğer yönetimlere göre barışın korunmada üstünlük sahibidir.

Böylece Kant (1960: 19-20) savaşın ilan edilmesi kararını, sonuçlarından kısa ve uzun dönemde etkilenecek olan halkın vermesi gerektiğini savunur. Halkın olumsuz etkileneceği için böyle bir karara onay vermeyeceğini de öngörür.

Kantçı hukuk siyaset geriliminin çözülmez bir düğüme ulaştığı konu, direnme ilkesi; somutlaştığı tarihsel moment ise Fransız Devrimi’dir. Çağdaşı diğer düşünürler gibi Kant’ın da devrim ve direnmeye ilişkin görüşleri olumsuzdur. Kant

69

yönetimin kökensel sözleşme ilkesi ile kurulduğu için yasa koyucunun elinin altında a priori yasa olacağını, yasa koyucunun yalnızca hukuk ilkesine dikkat edeceği için her zaman basiretli olmasa da hukuka uygun yöneteceği fikrine sahiptir. İşte bu nedenle devletin yasayı etkili kılma gücüne muhalefet edilemez (Kant, 2010: 41-42).

Böyle bir durumda insanlar kendini yasasız özgürlük olan doğa durumuna sokmuş olurlar.

Direnme konusu Kant’ın eylemin dışsal özgürlüğü ile yasanın evrenselliğinin siyasetin hukuksal yapısında nasıl yerleştiğini gösterir. Kant (2010: 42) hukuk yoluyla yasa koyucu da kökensel sözleşme ile bağlar ve böylece direnmenin yolunu kapatır; eğer yasa koyucu buna rağmen kökensel sözleşmeyi çiğnerse ve despotik şekilde şiddet uygulamaya devam etse dahi direnme hakkı tanımaz. Direnmenin yolunu yasa koyucunun hukuksal düzen içinde kapatır; Nicholson (2010: 155) Kant’ın, ahlak yasası ile çatışmadığında egemene koşulsuz itaati buyurmasını, egemenin değil ahlak yasasının mutlaklığının sonucu olduğunu ileri sürer. Siyasi sistemin hukuksal ahlaki bir aracı olarak direnme ilkesinin kullanılmasına birkaç nedenle karşı çıkar. İlk olarak, hukukun hâkimiyetinin sonuçlarından biri olan hukuk önünde eşitlik gereği tüm uyruklar yasa önünde eşit ve özgürdür; ancak Kant devlet başkanlarının istisnai konumlarının olduğu şerhini de düşer. Çünkü devlet başkanı diğerlerinden farklı olarak, yasa karşısında hukuksal zorlanmadan muaftır. Kant’ın (2010: 35) siyasi anlayışının sonucu olarak devlet başkanına, kökensel sözleşmeye uymasa dahi baskı uygulanamaz, aksi takdirde devlet başkanı devletin başında kalamaz. İkinci olarak, eğer bir despotizm varsa dahi, bu uzun sürmeyecektir; zira Kant’ın düşüncesine göre, insan türü aklın evrensel ilkelerine riayet etmese dahi, doğa onu savaştan barışa doğru süreklilik içeren şekilde hukuksal cumhuriyete doğru

70

sürükleyecektir (Kant, 1960: 34; Nicholson, 2010: 157). Bu ahlaki ve siyasi sebepler, direnmenin reddine yol açar. Diğer yandan Nicholson’un hatırlattığı üzere devrim de savaş gibi tek başına değerlendirildiğinde olumsuz olsa da, sonuçları itibariyle olumlu gelişmelere hazırlığı başlatabilir. Kast edilen, tıpkı Kozmopolitan Amaca Yönelik Evrensel Tarih Anlayışı adlı çalışmasında ileri sürdüğü gibi, savaşların insanlığın en kötü tecrübesi olmasına rağmen kaçınılması gereken bir felaketi insan türüne hatırlatacağı için, devletleri barış idesiyle buluşturacak itici güç olacaktır (1991: 50-51). Aynı şekilde devrim de Kantçı tarih felsefesinin ilerlemeci ivmesini harekete geçirecek bir işlev görmektedir. İçerideki bozulma yıkıma sürüklerken aynı zamanda aydınlanma sürekli devam eder ve her devrimle daha da gelişerek bir sonraki aşamaya doğru evrilir (Kant, 1991: 52). İnsan türünün, tecrübe ettiği olumsuzlukların dahi onu daha iyi bir momente taşıyacağı yönündeki ilerlemeci anlayış, Kant’ın tarih felsefesinin en önemli unsurudur. Nicholson (2010:170) Kant’ın Fransız Devrimini tarih felsefesi bakımından tasvip edeceğini, ancak ahlak ve hukuk teorisi ile destekleyemeyeceğini ileri sürer; diğer yandan genel olarak devrimleri reddeden Kant’ın Fransız Devrimini desteklemesini çelişkili bulmaz.

Diğer sözleşmecilerden farklı olarak Kant, yalnızca bireyler arasındaki doğa durumunu değil, devletler arasındaki ilişkileri de göz önünde bulundurur. Daha açık bir ifadeyle, Kant yalnızca bir arada yaşayan toplumun değil, halkların birbirine karşı konumunu da fiili olmasa da savaş tehdidi içerdiği fikrini ileri sürer. Hobbes ya da Locke’un yaptığı gibi teorisini toplum düzeyinde bırakmaz, hâlihazırdaki fiili durumu yani devletlerin birbirine karşı gerçek olan durumunu doğa hali olarak adlandırır (Kant, 1960: 17). Diğer yandan Kant için doğa durumu Hobbes, Locke ve Rousseau’dan daha açık bir şekilde öncelikle hukuksuz bir durumdur. Bu sebeple

71

Kersting (2010: 78) uluslar arası ilişkilerin Hobbescu ve Kantçı ayrımını açıklarken Hobbes’un devletler arası anarşi durumundan hareketle terör üzerinden güç dengesi stratejisiyle savaşları önlemeyi hedeflerken, Kant’ın barışı Hobbes gibi terörle değil hukuk düzeni ile sağladığını ifade eder.