• Sonuç bulunamadı

Tahıl Yasalarına muhalefet, iktisadi olarak mal ve hizmetlerin serbest dolaşımın önündeki engelleri kaldırmayı, siyasi olarak da herhangi bir kişi ya da kesimin, siyasi nüfuzunu yasama ve yürütme aracılığıyla kullanarak hukuk yoluyla gasp etmesini önlemeyi hedefler. Serbest piyasa ekonomisinin en önemli unsurlarından mübadele özgürlüğü, Manchester Okulu’nun korumacı iktisadi politikalar karşısında savunduğu temel değerlerden biridir. Manchester Okul’u, iktisadi olarak korumacılık talep eden merkantilist politikalar ile birlikte feodal sistemin ayrıcalıklı sınıfın sahip olduğu siyasi imtiyazlara karşı mücadele eder. Merkantilist politikalar ve siyasi imtiyazlar, ülkenin egemen yönetici sınıfını, toprak ağalarını ve onunla işbirliği içindeki ticari aktörlerini korurken, geniş halk kitlelerini zarara uğratır.

İngiltere ile birlikte Kıta Avrupa’sına yayılan merkantilist korumacı politikalar ülkelerin sınırlarını kapatarak kalın gümrük duvarları yükseltir. İçeride koruma altına alınan genellikle toplumun geniş bir kesimi değil, yasa yapma nüfuzu olan sınırlı

87

kesimdir. Hatta Cobden, Britanya İmparatorluğunu aristokratlar için bir refah (yardım) sistemi olarak adlandırır (Ashford, 2009: 49).

Manchester Okulu’nun liderlerinden Cobden ve Bright devletin askeri harcamalarını sorgulayarak ekonomi, ticaret ve barış için işe yarayıp yaramadığını sorar, ancak üçü için de yanıt olumlu olmaz (Stringham, 2004: 106). John Bright ise 1859’da yaptığı konuşmada İngiltere’nin muhtemel bir Fransız saldırısını önlemenin yolunun her iki ülkenin ticari engelleri kaldırması olduğunu belirtir (Powel,1995:

388-89). Devletlerin askeri güçlerini geliştirerek değil, aksine devleti daha da aç bırakarak savaştan kaçınılabileceği düşüncesi desteklenir. Çünkü Manchester Okulu’na göre savaş yalnızca bir vahşet olmasının yanında gelecek kuşakları da bağlayan ekonomik sefalete neden olur (Bresiger, 1997: 49).

Woods’un (2003: 77) belirttiğine göre, Cobden özgürlük ve barış idealini bir arada ele alır; ikisi için de devletin rolünün minimal olması gerektiğini ileri sürer.

Cobdenci düşünceye göre, yeni çağda küçük hükümetler gereklidir; çünkü fazla harcama, vergi oranlarını artıracak bu da yatırımların azalması, üretim ve ticaretin sınırlandırılmasına yol açacaktır (Hammarlund, 2005: 34). Bu sebeple devlet, küçük bir kara ve deniz ordusu ve biraz da geliri olan küçük bütçeli bir organizasyon olarak kalmalıdır (Hammarlund, 2005: 29). Joseph Smith (1992:207) ise, Britanyalı liberallerin iyimser şekilde ticaretin genişlemesinin sonucunda içeride ve dışarıda devletin gücünün sınırlandırılmasına etkide bulunacağı fikrine sahip olduklarını belirtir. Hammarlund’a (2005:177) göre, Manchester Okulu’nun amaçladığı şey, göründüğünden daha karmaşık ve zordur; çünkü Cobden’in tasvir ettiği şekliyle kurtulmak istenen militarist, feodal ve aristokratik hükümetlerdir.

88

Devletin piyasadaki ilişkileri yönlendirmeye ve yönetmeye dönük yasal düzenlemelerinin olmadığı serbest piyasa düzeni, Manchester Okulu’na göre, daha adil bir düzen olacaktır. Piyasa aktörlerinden bir kısmına olumlu etkisi olsa bile teşvik ve sübvansiyonlar piyasayı yanlış sinyaller vereceği için karşı olan Manchester Okulu, kota, tarife ve gümrük uygulamaları da kendiliğinden doğan düzene müdahale olarak görür.

Devlet karşıtı pek çok unsurun bulunmasına rağmen, Hammarlund,Manchester Okulu’nun ve Cobden’in laissez-faire ekonomisi ve gece bekçisi devlet anlayışının savunucusu gibi kabul eden yaygın kanıya itiraz eder. Hamarlund’a göre Manchester Okulu ve Cobden’in savları eski rejim karşıtlığı içinde değerlendirilmelidir.

Hatırlanacağı üzere Cobden, ticari ve sanayi toplumunun aristokratik ve feodal toplum kalıntılarıyla bir arada olamayacağına dair temel bir eleştiri ile Tahıl Yasasına muhalefet etmişti. Hammarlund (2005: 89) bu noktadan hareketle ederek, monarşik ve feodal kurumlarından müteşekkil devlet anlayışının ekonomi odaklı yeni toplum anlayışıyla uyuşamayacağı için Cobden’in eleştirdiği fikrindedir.

Değişen toplumun iktisadi ve toplum gerekliliklerine uyum sağlayamadığı için Cobden’in eleştirisinin kategori olarak devleti değil, tarihsel olarak monarşik ve feodal devleti hedef aldığı iddia edilmektedir. Bu düşünce geçerliliği bir noktaya kadar sürdürmektedir çünkü Manchester Okulu ve Cobden’de eski rejim ve devlet karşıtlığı en yüksek düzeydedir, diğer yandan devletin iktisadi hayat içinde yer almaması taraftarı oldukları bilinmektedir. Hiçbir üyesi, devletin tamamen ortadan kalktığı ve pür bir şekilde piyasa ekonomisinin olduğu düzeni tasavvur etmemişlerdir. Bu tartışma içinde Manchester Okulunun klasik liberal düşünceden

89

ziyade sınırlı liberteryen düşünceye ilham verdiği ancak anarko kapitalizm ya da bu çalışmada anıldığı gibi piyasa anarşizmine varmadığı ifade edilmelidir.

Klasik liberal düşünce geleneği içinde devletin iktisadi hayatın içinde olmayacak şekilde sınırlandırması ve özgürlük ile barış arasındaki ilişkiyi ticaret kurumu aracılığıyla temellendirmesi sebebiyle, Manchester Okulu önemlidir.

Haar’ın da (2009: 95) belirttiği gibi Manchester Okulu’na göre, karşılıklı çıkar ve iktisadi bağımlılık kültürel ve politik engelleri kıracaktır. Manchester Okulu’nun iktisadi politikalarının milletlerarası ilişkilere yönelik savları tartışmaya açılabilir.

Ticari ve sanayi toplumlarının milletlerarası ilişkilerde barışı teşvik ettiğine dair Manchester Okulu savları iki grup altında toplanabilir. İlk gruptaki savlar, milletlerarasındaki ilişkilerin bireyler arasındaki ticari ilişkilerle analoji kurarak oluşturulabilir. İkinci gruptaki savlar ise uluslararası ilişkilerin aktörlerinin tek başına devlet olmasına yönelik eleştirilerin sonuçlarıdır. Böyle bir gruplandırma ile Manchester öğretisinin savları daha bütünlüklü olarak görme fırsatı sunabilir.

Manchester Okulu, ticaret hayatını bireylerin özgürlükleri için elzem görür.

Bireyler arasındaki ilişkilere yaptığı olumlu katkılar, milletlerarasındaki ilişkilere doğru genişletilir. İlk olarak, bireyler arasındaki ticari münasebetler arttıkça ihtiyaçlar karşılanır ve her iki tarafın da refahı artar. Milletler arasındaki ticaret de karşılıklı servetin değişimine dair avantajlar içerir (Haar, 2009: 95). İkinci olarak, milletler de bireyler gibi rasyonel bir şekilde, menfaatleri sürdüğü müddetçe ticari ilişkiyi devam ettirme ya da son verme iradesine sahiptirler. Diğer yandan gerek bireyler gerekse milletler, özgür irade sahibi aktörler olarak eşitler arası alışveriş yaparlar yani muhataplarına taahhüt ettiklerini yerine getirirler. Tacir bireyler ya da tacir milletler, birbirlerine karşı güç ve şiddet uygulayarak bir şey elde edemezler; bu

90

bakımdan Hammarlund’un “savaş, ticaret toplumlarıyla uyuşmaz” (2005: 14) savı geçerliliğini korur. Üçüncü olarak, birbirlerini hiç tanımayan insanları bir araya getirerek sempati yaratarak anlaşmazlıkları uzlaşmayla çözen ticaret ruhu, milletler arası ilişkilerde de karşılaşılan sorunları düşmanlıkla değil barışla çözer. Ticaretin ılımlılık ve sempati özelliğine Montesquieucu ilke olarak adlandırılabilir.

Manchester Okulu, savaşın doğasındaki yabancı/düşman imgesinin ticari ilişkiler yoluyla eriyeceği, piyasanın ortaklığı sebebiyle yabancılarla yakınlaşmanın artacağı, iletişimin güçleneceği fikrine inanıyor (Bresiger, 1997: 56). Cobden serbest ticaretin iki farklı topluluğu birleştirebilecek en güçlü motivasyon olduğunu belirtiyor (Haar, 2009: 96).

İkinci tip argümanların ise, milletlerarası ilişkilerde ticaretin dışlandığı ve tek aktörün devlet olarak kabul edilmesinin sonuçlarına dayandığı belirtilmişti. Bu bakımdan pazarların genişlemesi olgusu ele alınabilir. Buna göre ticari ilişkileri yoğun olan ülkeler arasında savaşmanın maliyeti yüksek olacaktır. Savaşmak, yıkmak ve yok etmek demek olduğu için geçerliliğini yitirecektir. Bu sebeple, ticaret doğrusunda genişleyen pazarların zarar görmemesi için, devletlerin sınırlandırması ve askeri güç kullanımlarının engellenmesi gerekmektedir.

Manchester Okulu üyelerinin dış politikada reddettikleri anlayış, güç dengesine dayalı devlet ilişkileridir. Cobden (1903: 194-216) Political Writings adlı çalışmasında, güç dengesi kavramına niçin itiraz edilmelidir sorusuna yanıt arar.

Machiavelli’nin devlet kuramında benimsenen güç dengesi fikri, realist dış politika anlayışının özüdür. Buna göre devletler ancak diğer devletlere karşı maddi ve askeri anlamda güçlü oldukları takdirde varlıklarını sürdürebilirler. Güç dengesine dayalı devlet politikaları, toplumun iç işleyişinde liberal, demokratik ve ticari bakımından

91

gerilemeye yol açar (Hammarlund, 2005: 61). Cobdenci düşünce gereğince devletin iktisadi açıdan güçlü, askeri güçler bakımından kuvvetli olması gerekir. Cobden (1903: 197) İngiliz Kraliyetinin de dilinden düşürmediği güç dengesi ile sağlanan şeyin esasında, her yıl düzinelerce milyondan fazla paranın harcamanın vergiler yoluyla halkın cebinden tırtıklanması olduğunu ileri sürer. Manchester Okuluna göre, güç dengesine dayalı politikadan kazançlı çıkanlar geniş halk kitleleri değil, yalnızca vergi toplayanlar yani hükümet bürokratlarıdır (Elliott, 1988:305).

Bresiger’e (1997: 79) göre, Manchester Okulunda laissez-faire ekonomisi ve pasifist dış politika anlayışı birbirine sıkı sıkıyadır; ya ikisi bir arada olur ya da ikisi birden yok olur. John Bright ve Richard Cobden gibi Manchester Okulu’nun diğer üyelerinin de serbest ticaret ile pasifist dış politikanın ayrılmaz olduğu fikrini desteklediğine kuşku yoktur (Elliott, 1988: 305). Ticari ilişkilerin sağlayacağı barışçıl niteliğin, dış politikada da müdahale karşıtlığı ve izolasyonizm ile uyuşacağı görüşü benimsenir. Ancak Woods (2003: 85) ise, Cobden’in kesinlikle bir pasifist olmadığı kanaatindedir ve diğer klasik liberaller gibi Cobden’in de işgalcilere karşı savunma amaçlı savaşa inandığını belirtir.

Manchester Okulu bağlamında ticari pasifizmden kozmopolitaryanizme uzanan görüşler söz konudur. Bir yanıyla ticaretin devletler arası ilişkileri yakınlaştıracağı ve ortak piyasa kültürü içinde uyumlu hareket etmeye dönük yalnızca barışçıl politikaları teşvik edeceği ileri sürülür. Ticari pasifizmi destekleyen görüşler realist dış politikanın güç dengesi anlayışına karşıtlık başlığı altında iki etkide bulunur. İlki, milletlerarası ilişkilerde aktör olarak devletlerin güçlerinin azalmasıdır. İkinci olarak, ticaretin refah etkisinin daha yoksul ülkeleri de medeniyet olarak yükselteceği düşüncesidir. Ticari pasifizm, milletlerarası ilişkilerde aktör olarak devleti

92

küçültürken ticaretin ılımlılık, uzlaşı ve barış gibi değerleri gözeteceği varsayılan piyasa aktörlerinin alanını genişletmeyi hedefler. Ancak Manchester Okulu’nun ve ticari pasifizm görüşünün 19. yüzyılda en yüksek seviyesine çıkan emperyalizme yaklaşımını ortaya koyması gerekir.

19. yüzyılın en emperyal ülkesi olan İngiltere’nin sömürge ülkelerle ilişkilerinin Manchester Okulu tarafından nasıl değerlendirildiği önemlidir. Cobden Britanya’nın kolonilerini serbest bırakılması taraftarıdır. Bresiger (1997: 61) Cobden’in İngiliz İmparatorluğunun dağılmasını arzu ettiğini, çünkü Hindistan gibi bölgede komşuları Afganistan ve Rusya gibi Asya devletleri olmaları sebebiyle sınırlarının çok ötesindeki milletlerle çatışma riskinin sonuçlarını değerlendirdiğini ileri sürer. John Bright’a göre, İngiltere’nin sınırlarının çok ötesinde 20 milletten oluşan ülkeyi yönetmesi imkânsızdır. İngiltere, eskiden kolonisi olan Amerika’nın bağımsızlığına kavuşması ile bir kolonisini kaybetmiş ancak büyük bir ticari partner kazanmış ve her iki ülkenin de durumu eskiye göre daha iyileşmiştir (Bresiger, 1997: 61).

Manchester Okulu sömürgeciliğin emperyal ülke tarafından karşılaşılan sorunları üzerinde yoğunlaşır ve sömürge ülkeleri bir değer değil, sorumluluk olarak tanımlar.

Cobden ve Bright öncülüğünde Okul, sömürgeciliği de eski dünya düzene ait devletçi sistemin sonuçları olarak görür, yeni iktisadi düzenin sömürgeciliğe dayanamayacağı fikrini savunurlar.

Emperyal gücün sömürgeleri arasındaki ilişki ile ticari aktörler arasındaki bağımlılık ilişkisi karşılaştırılabilir. Devletin iktisadi düzen içindeki yeri sınırlandırılmadığı takdirde özel iktisadi teşebbüslerin gücü ile iktidar erkinin siyasal gücünün buluşması kaçınılmazdır ve bu durum, Montesquieu’nun ileri sürdüğü tehdidi ve tehlikeyi doğurmaktadır. Cobden (1903: 389) dünya üzerindeki tüm

93

milletlerin sahip olduklarını karşılıklı işbirliği içinde birbirleriyle değiştirebilmelerini

“evrensel bağımlılık düzeni” olarak adlandırdığı serbest ticaret düzeni olarak tarif eder. Cobden kuşkusuz serbest ticaret düzeni içinde milletlerin iktisadi olarak birbirlerine bağımlılığını vurgulamaktadır.

Michael J. Smith (1992: 231-34) ise, 19. yüzyıl Britanya liberallerinin askeri anlamda bir egemenlik ilişkisi kurduğu sömürge ülkeleri yerine ticari bağla kurulmuş, diplomatik ve sivil ilişkilere doğru geçiş taraftarı olduğu fikrindedir.

Cobden’in de içinde bulunduğu Britanya liberallerinin rasyonalist olduğunu ve evrensel kanunlara uyulduğu takdirde tüm insanlığın uyum içinde yaşayabileceği görüşünü benimsediklerini ileri sürer. Bu doğrultuda J.Smith’in savunduğu gibi emperyalist öğelerle beslenen liberal enternasyonalist görüş ile diğer yanda realist güç dengesine karşı barışçıl iktisadi ilişkileri öne çıkaran ticari pasifizm görüşü vardır. Bu tartışma özellikle laissez-faire ve barış ilişkisi doğrultusunda Manchester Okulu’ndan ziyade Adam Smith ile ilişkilendirilen ticari pasifizm düşüncesi ele alarak devam edebilir. Bilindiği gibi serbest ticaretin ve piyasa ekonomisinin en önemli temsilcisi olarak gösterilen Adam Smith’in görüşleri tartışmaya eklenmelidir.