• Sonuç bulunamadı

Yaşam hakkının korunması gibi Hobbescu ilke ile birlikte Lockeçu mülkiyet haklarının sürdürülebilmesi için sivil yönetimi inşa eden sözleşme teorisyenleri, bu durumu aynı zamanda barış dönemi olarak da adlandırmışlardır. Bireyler için sivil yönetim, kısaca barış durumudur. Diğer yandan devletlerin birbirleriyle ilişkilerini ele aldığımızda bireyler için tasvip edilmeyen doğa durumunun devletler arasında geçerli olduğuna dair kabulle karşılaşılmaktadır. Bütün devletlerin birbirleriyle doğa durumunda olduğunu söyleyen Locke (2004: XVI/ 183) gibi Hobbes da devletler arası ilişkilerin durumunu anarşi olarak niteler. Burada dikkat çekilmesi gereken husus, her iki sözleşmecinin kendi orijinal doğa durumu varsayımından hareketle devletler arası doğa durumunu kurgulamalarıdır. Lockeçu orijinal doğa durumunda doğa yasalarını uygulayacak bir yönetimin olmaması sebebiyle barışın sürekliliği sağlanamamaktadır. Hobbes’ta ise doğa yasaları bir iyi niyet dileği sınırında kaldığı için, doğa durumu savaş durumudur. Sonuç itibariyle Hobbes’un doğa durumu Locke’a göre daha kaotik ve anarşiktir.

Küresel doğa durumunu savaş durumu olarak nitelendiren Hobbes ile savaş tehdidi altındaki barış burumu olarak niteleyen Locke, son tahlilde devletlerin küresel bir doğa durumunda olmalarını uygun bulur. Önce Locke’un devletler arası ilişkiler alanını nasıl anlamlandırdığını ele almak gerekir. Çünkü amaç, sözleşme teorisyenlerinin uluslar arası ilişkiler yaklaşımı içinde nerede durduklarına dair bir tartışma yapmak değil, bireyin özgürlüklerini koruma ve barışı arama yolunda devletin yetkilerini artırıp artırmadıklarına dair bir analiz yapmaya çalışmaktır.

Uluslar arası ilişkiler teorisi bağlamında Lockeçu doğa durumunun doğa yasalarının hâkimiyetinde olması, devletler arası küresel doğa durumunun uluslar

37

arası bir güç merkezi ya da tüm devletlerin hakemliğine başvurduğu süper üst devlet olmasa da uluslar arası kaide, gelenek ve toplumun bir hukuk sistemi ile bağlı olduğu görüşü hâkimdir. Bu yönüyle Hugo Grotius’un devletler arası hukuk nosyonunun Locke’un analizi ile uyumlu olduğu düşüncesi yaygındır (Yurdusev, 2008: 47). Diğer yandan Locke’un Grotisyen hukuk anlayışı içinde değerlendirilemeyeceğine dair görüşler de ileri sürülmektedir. Buna göre Locke’un devletler arası ilişkileri gelenek, yasa yerine hukukun dışına yani ayrıcalıklar alanına çıkardığı görüşü hâkimdir. İki İnceleme’de Locke (2004: IX/131) bireyin özgürlüklerinin tümünü ifade eden mülkiyet haklarına karşı iç ve dış olmak üzere iki tehdidin olduğunu belirtirken, içeride kanunlar dışarıya karşı ise silahlar, zenginlik ve kalabalık bir vatandaş topluluğu ile karşı koyulacağını söylemektedir. Doyle (1997: 214) de Locke’u liberal teorisyenler arasında realist teoriye en yakın olan düşünür olduğu fikrindedir.

Locke’un, içeride bireyin hak ve özgürlüklerini sivil yönetim eliyle ve yasalar tarafından korurken, devletler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde devleti sınırlandıracak, savaşma yönündeki iradesini dizginleyecek kaidelerden ziyade, devletler arası doğa durumunu öngördüğü fikrinin yaygın olduğu belirtilebilir.

Thomas Hobbes, Thucydides ve Machiavelli ile birlikte güç dengesine dayanan realist dış politika anlayışının kurucuları arasında gösterilmektedir. Egemenin iradesini içeride olduğu gibi dışarıda da tam yetkili kılar. Hobbes’un sözleşme teorisinin devletler arası politikaya dair sonuçları, literatürde zengin tartışmaya yol açmıştır. Savaşcıl tehlike, anarşi ve kaos anlamına gelen orijinal doğa durumunu hâlihazırdaki devletler arası ilişkilerle eş tutan Hobbescu realizme karşı, devletler arasındaki ilişkiler ile bireylerarasındaki ilişkilerin karşılaştırılamayacağı savının sonucu olarak orijinal doğa durumu ile küresel doğa durumunun benzetilmesini

38

uygun bulmayan görüşler de yer almaktadır. Hobbes’un realist kuramın dışında değerlendirilmesi görüşüne sahip Forsyth’ye ( 1979: 208-209) göre Hobbes, devletin doğal hukukla uyumlu sözleşme ve anlaşmalar yapabileceği argümanından yola çıkar ve devletlerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyebilecekleri kurumsallıklar oluşturabileceği fikrine yönelir. Böylece Forsyth’e göre Hobbes, Machiavelli gibi realist gelenekte değil, Pufendof ve Grotius gibi klasikler içindedir.

Mapel (1992: 186-7) Hobbes, Locke ve Rousseau’nun da içinde bulunduğu klasik sözleşmecilerin (uluslar arası etik alanında Kant da dâhil) adaletin uluslar arası durumda sağlanabileceği üzerine derin bir olumsuzluk içinde olduğunu belirtir.

Bireyin mülkiyet haklarını sürdürülebilmek için sivil yönetimi yasa ve güçler ayrılığı mekanizması ile kuran Locke’un, uluslar arası hukuk eliyle hükümetlerin işgal ve fetih gibi haksız uygulamalarına karşı olması, Hobbes’un da egemene tanıdığı yetkilerle mutlak bir süper devlet fikrine evrilmesi beklenirdi. Ancak her iki sözleşmeci de devletler arası durumun doğal anarşi durumunda kalması yanlısıdır.

Rothbard (2009b: 829) devletler arası doğa durumunu kabullenen teorisyenleri tek bir dünya devletinin gerekli olmadığı kabulünü yaparken, diğer yandan ayrı ayrı devletlere caiz vermelerinin mantıksal bir açıklamasının olmadığı fikrini ileri sürer.

Yurdusev, Hobbes’un devletler arası doğa durumunu kabul etmesini ya da uluslar arası bir Leviathan düşüncesini savunmamasının nedenini şöyle açıklar:

“Kendi iktidarını devlete veren birey, varlığını idame güvencesi kazanır; oysa iktidarını bir dünya devletine devreden devlet varlığını kaybeder” (2008: 47). Bu durumda Hobbes açısından bireyler için toplum durumu doğa durumuna tercih edilirken, devletler için doğa durumu uluslar arası toplum durumuna üstündür.

Çünkü bireyler için toplum durumu olası çatışmaların sona ermesi demek iken,

39

devletler için küresel toplum durumu devletin mutlak yok oluşu anlamına gelir.

Forde (1992: 76) ise Hobbes’un orijinal doğa durumunu küresel doğa durumu ile karşılaştırarak bir tahlil yapar; buna göre, doğa durumunun savaşçıl nitelikleri insanları toplum durumuna geçmeye zorlasa da, devletlerin kendi aralarındaki savaş durumu onları şiddetli şekilde tehdit etmez.

Locke ve Hobbes’un sözleşmeleri barışın devletli halini sunar. Arnhart (2004:

209) Hobbes’un, devletler arası doğa durumu için “istikrarlı barış” kavramını kullandığına dikkat çeker. Zira Hobbes’un anlayışında devletin olmadığı bir düzende, kargaşa tehdidini bertaraf edecek bir yönetim yoktur. Aynı şekilde Locke da doğa durumunda barışın olduğunu, ancak her an ortadan kaldırılabilme tehlikesi içerdiği için sivil yönetim ile barışın muhafazasının sağlanacağına inanıyordu. Oysa Anthony De Jasay, Hobbes’un istikrarla eşleştirdiği durumu, bedelli bir barış olarak adlandırır. Jasay’in Hobbes’la ilişkilendirdiği devletli barışa dair tespit ve eleştiriler, Locke’a da yöneltilebilir.

Öncelikle Jasay’in Hobbes’un ve Locke’un teorilerini doğrulayan varsayımını açıklamak gerekir. Buna göre literatürde "mahkumlar ikilemi" olarak bilinen karar verme teorisini Hobbescu teoriye uygulayan Jasay, iki kişinin de birbirlerinin ne karar verdiğini bilmeden genel iradeye bağlanmasını model alır. Jasay (1985: 32) buna Hobbescu ikilem adını verir. Bu düşünceye göre birinin adı kırmızı, diğerinin adı mavi olan iki devlet olduğu varsayılırsa sırasıyla iyiden kötüye doğru tercihlerin şöyle olması muhtemeldir;

1. Savaşta zafer, 2. Silahsızlanma, 3. Silahlı/Bedelli barış,

40

4. Savaşta yenilgi.

Devletlerin ikisi de diğerinin tercihini bilmeden ya silahlanma ya da silahsızlanma stratejisini seçecektir.

Kırmızı ülke silahsız silahlı

silahsız

Mavi ülke silahlı

(Jasay, 1985: 41)

Mavi ülke Kırmızı’nın silahlanıp silahlanmadığını bilmediği için silahlanacak, böylece yenilgiden kaçınma ihtimalini artıracak, savaşma pahasına kazanma ihtimalini kuvvetlendirmiş olacaktır. Aynı taktiği Kırmızı ülke de uygulamaya sokacaktır, yani o da silahlanmayı tercih edecektir. Bu sonuç Jasay’in belirttiği gibi, gerçek dünyayı yansıtır. Devletler çoğu kez şekildeki gibi sağ alt köşede kalmayı tercih etmekte yani barışı ancak silahlanma maliyetine katlanarak sağlayabilecek, dolayısıyla varlıklarını ancak “bedelli barış” ile koruyabileceklerdir. Sol üst köşedeki

bedelsiz barış

Zafer

yenilgi yenilgi

zafer

bedelli barış

41

bedelsiz barış durumu olan silahsızlanma ise baştan reddedilir. Hobbes’un da istediği ya da beklediği gibi devletler çoğunlukla silahlanarak ve güçlü ordular kurarak barışa sahip olabilirler (Jasay, 1985: 34-44).

Caplan da (2014) Jasay’i destekleyerek, devletlerin güvenlik tehdidi olduğu için ordulara sahip olmadıklarını aksine güçlü orduları olduğu için güvenlik problemi yarattıklarına dikkat çekerek, alışılagelmiş düşünceyi tersine çevirir. Silahlanmak bir ülkeyi daha güvenli yapmayacak, aksine karşı saldırıda bulunma riskini yükselteceğinden daha tekinsiz bir yer haline dönüştürecektir. Caplan ayrıca tek taraflı silahsızlanmanın çevre ülkeler için tehdidi azaltacağı için, onları da silahsızlanmaya teşvik edeceğini savunur.

Jasay (1985: 44) “mahkumlar ikilemi” yoluyla da Hobbes’un küresel doğa durumunu yeniden doğruluyor gibi görünmekle beraber, esasında Hobbes ve Locke’un devlet egemenliğine yönelik teorilerine eleştiri sunar. Öncelikle Jasay devletler arasındaki ilişkilerin her zaman güce ve egemenlik kurmaya dayanacağını bir kez daha gösterir. Devletlerin olduğu her düzen zorunlu olarak savaşı, daha iyi bir ihtimalle de güçlü ordu ve silahların finanse edilmesini gerektirecektir. Sahip olduğumuz en iyi seçenekte dahi barışın maliyeti, finanse edilen ordu ve silahlardır.

Karar verme teorisinin de gösterdiği gibi, hiçbir zaman silahsızlanma yani bedelsiz bir barış ortamına kavuşmak mümkün gözükmemektedir. Jasay, böylece devletli bir küresel dünyada barışın ancak maliyetine (zorunlu askerliğin olduğu ülkelerde kölelikle beraber, askeri harcamaları karşılamak için artan vergiler) katlanıldığında kazanılabileceğini belirtir. Jasay tespiti ile birlikte, liberalizm içinde, özgürlük ve barışın elde edilmesi uğruna güvenliğin kolektif şekilde sağlanması gerektiğine dönük argümana önemli bir eleştiri getirmektedir. Bundan sonraki

42

kısımda, klasik liberal düşünce içinde hukuk aracılığıyla devletlerin birbirlerine teminat verebileceği düşüncesi ile Immanuel Kant’ı ve savaşı “adil ilkeler” sınırı ile hukuk yoluyla düzenlenebileceği fikrini sunan Hugo Grotius’un görüşleri ile tartışma genişletilmeye çalışılacaktır.

II. SAVAŞIN DA HUKUKU YA DA EVRENSEL BARIŞ

Batı siyaset felsefesinde sivil yönetim, yasaların hâkimiyetinden ayrı düşünülmezken, aksi halde yasaların ya da daha genel bir ifade ile hukukun olmaması tiranlıkla eş tutulmaktaydı. Mutlak monarşiyi tiranlıktan ayıran egemenin bireyle olan ilişkilerinin yasalarca belirlenenler çerçevesinde düzenlenmesidir.

Klasik liberal düşünce geleneği içinde hukukun üstünlüğü, bireyin temel hak ve özgürlüklerini koruma ve yasa önünde eşitliği sağlamak üzere devletin faaliyetlerini sınırlandırma işlevi üstlenmektedir. Hukukun üstünlüğü, devletin sınırlandırılması ve bireyin temel hak ve hürriyetlerine devlet müdahalesini önleyici mekanizma olarak, ekseriyetle ele alınan temel değerlerin arasındadır.

Klasik liberalizmin merkezi kavramlarından olan hukukun üstünlüğü ile devlet bağlantısını ele alırken, doğal hukukçu filozof Hugo Grotius ve Alman filozof Immanuel Kant’ın felsefeleri aracılığıyla tartışma çerçevelendirilmeye çalışılacaktır.

Kuşkusuz hukukun üstünlüğü ilkesini, ilk kez ve en geniş haliyle yukarıda adları zikredilen düşünürlerce geliştirilmemiş olsa dahi, her iki düşünürün klasik liberal değerlerle ilişkisi bakımından, barış ve savaş hukuku felsefesi kapsamında ele almak mümkündür. Kantçı liberalizme dönük eleştiriler hem klasikler hem de sosyal liberaller tarafından dile getirilmektedir; ancak çalışmanın odağının dışında kalan eleştirileri yalnızca dünya yurttaşlığı ve devletler birliğine giden kozmopolitan hukuk

43

çerçevesinde yer verilecektir. Uluslararası hukuk kuramı alanı dışında tanınırlığı az olan Hugo Grotius geç dönem skolastik düşünce geleneğinin haklı savaş kuramı bağlamıyla yorumlanmaktadır ancak burada mülkiyet ve cezalandırma hakkının doğal hukuk teorisi ile bağlarını öne çıkarak liberteryenizmi de besleyen hukuk anlayışı tartışmaya açılacaktır.

Hukuk, barış dönemlerinde yurttaş ile egemenin ilişkilerini düzenleyen bir kurum olmanın ötesinde Grotius için doğa hukuku kavrayışından da ileri geldiği üzere, savaş tehdidini ve fiili savaş durumunda dahi geçerliliğini yitirmeyen kuralları ifade eder. Kant içinse savaşı bitiren ateşkes olarak değil, en üstün politik iyi durumunu temsil eden ebedi barış fikrine erişme çabasının aracıdır. Her iki düşünür de, devlet egemenliğinin diğer devletlerle ilişkilerinde hukukun üstünlüğü ile kendini bağlamayabileceği düşüncesi üzerinden hareket eder. Bu doğrultuda Grotius doğa hukukundan yola çıkarak, savaş tehdidi durumunda dahi savaş açmanın haklı nedenleri (jus ad bellium) ile birlikte savaş sırasında uyulması gereken ilkeleri (jus in bellum) tespit etmeye, Kant ise koşulsuz buyruk olarak nitelendirdiği ahlaki ilkenin hukuksal görünümü aracılığıyla devletleri ebedi barışa ulaştıracak kozmopolit hukuku oluşturmaya çalışır.

Hobbes ve Locke bireyin varlığını sürdürmesi ve toplum içinde barışçıl bir şekilde yaşayabilmesi için sivil yönetimi yeterli görüp, devletler arası durumu anarşi durumunda bırakırken, Grotius devletler arası durumu anarşiden çıkarıp, birbirilerine ihtiyaç duyan ve bu doğrultuda geliştirilen teamüller ile bir hukuksal çerçeve oluşturmaktadır. Kant ise Grotiuscu devletler arası hukuk nosyonunun ötesine geçerek, devletleri hukuksal olarak bağlayacak kozmopolit hukuk fikrine ulaşmıştır.

Bu kısımda liberalizmin hukukun üstünlüğü ilkesi doğrultusunda, Grotius ve

44

Kant’ın hukuk felsefeleri aracılığıyla devletler arası ilişkiler düzeninde savaştan kaçınma, barışa yönelme bakımından işlevinin olup olmadığı tartışmaya açılacaktır.