• Sonuç bulunamadı

8. TELEVİZYONDA KONU VE İÇERİK OLARAK SPOR

8.1. Televizyon ve Spor Programları

Bir televizyon programı, izleyicinin bakışlarını ekrandan ayırmamasını sağlama hedefiyle düzenlenmektedir. Bakışlar zapt, zihinler ise tutsak edilmelidir. Sabit bir fon önünde sakin konuşan bir adam, televizyon ekranına yaraşır bir görüntü değildir. Ya fonda hareket olmalı, ya ışık değişmeli, bunlar sabit kalmak zorundaysa adam yerinde oturmamalı, o da olmuyorsa araya sürekli başka görüntüler girmeli, buna imkân yoksa alttan bantlar geçmeli, her an birkaç unsur birden, bizi ekrana bağlamalıdır. Eğlence programlarının, bültenlerde fonda amansız trafiğini izlediğimiz haber merkezlerinin, sanki her ayrıntısı zihnin ayrı bir parçasını meşgul etsin diye imal edilmiş dekorları, bir sürü monitörde ilgisiz bir sürü görüntü, stüdyolara anlamsızca doldurulmuş türlü eşya, haber bülteni sunucularının zaman zaman yan dönüp öbür kameraya bakması, böylece açı ve fonun değişmesi... Bunların hepsi, herhangi bir süreklilik duygusunun yaşamasına izin vermemek içindir. Hepsi birbirinin yedeğidir; birinin kaçırdığını öteki yakalayacaktır. Süreklilik tekdüzelik, tekdüzelik sıkıntı demektir. Sıkılan kaçar. Değişkenlik, şaşırtıcılık, çarpıcılık, “şok”lar, sıkılmaya meydan bırakmaz

(Kıvanç, 2001: 44). Ama unutulmamalıdır ki anlamak, izlemekle, izlemek ise süreklilikle olasıdır. Sürekli olmayanın izlenmesi ve anlaşılması olasılığı oldukça düşüktür. İfade edilen, uygulamadaki bu televizyon programı formatı spor programları için de geçerliliğini sürdürmektedir.

Türkiye’deki durumla ilgili İlker Yasin’in değerlendirmeleri ve belirlemeleri önemlidir; “Türkiye’de sporu yapan bir toplum yok, sporun dedikodusunu yapan bir toplum var. Türkiye’de sporu sadece konuşan bir toplum var, insanlar sporda alınan sonuçlarla boşalma ihtiyaçlarını karşılıyorlar” (Yasin, 1996: 274). Türk toplumundaki “sağlıklı yaşam için spor” ile birlikte spor yapma alışkanlığı göz önünde bulundurulduğunda Yasin’in bulguları geçerli olmaktadır. Sağlıklı yaşam için bile olsa sporun heyecanını ve yapılırken içine girilen psikolojiyi, pratikte uygulamadıkları için bilmeyen spor izleyicisi, taraftar, yorumcu, gazeteci kimliği her ne olursa olsun spor olaylarını değerlendirme aşamasında bazı çıkmazlar yaşamaktadır.

Bu nedenledir ki, spor yayınları başladığı noktadan itibaren çok olumlu bir gelişme göstermemiştir. TRT uzun yıllar kitleleri açık bir şekilde bilinçlendirecek bir yayın politikası gütmemiştir. Kendi elemanlarına daima dikkatli olmaları, tüm dengeleri korumaları, Fenerbahçe ile Galatasaray, Kayseri ile Trabzonspor arasındaki ayrımda çok titiz davranmaları telkin edilmiştir. Bu da Türkiye’de günümüzde de sorun olarak nitelendirilen durumun devam etmesine, yaratıcılığın gelişememesine, spor yayıncılığına yön verecek programların hazırlanamamasına (Yasin, 1996: 274–275) neden olmuştur.

Özel televizyonların spor yayıncılığında, TRT’den farklı olarak haber anlayışından program içeriklerine birçok yapılamayanı yapması beklenirken, bu beklenti ile geride bırakılan yıllar bu sonuçların aksine; magazine, eğlenceye yönelik ve kültür düzeyi vasatı aşamayan, “rating” ölçümlerinin gölgesinde programlar doğurmuştur. Özel televizyonlarla birlikte gelen beklentiler arasında en önemlisi ise belki de çok seslilikti. Ancak; spor programlarının çoğu zaman dörtte üçünü hatta tamamını kaplayan futbol ve futbolunda dörtte üçünü hatta

bazen tamamını kaplayan Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi tek seslilikler oluşmuştur.

Özel televizyonlar için vazgeçilmez bir ölçüm aleti ve patronlar için de çalışanların işte kalıp kalmayacaklarına karar veren alet olarak nitelendirilebilecek “rating” ölçüm aletleri eş deyişle people meter’lar, “Spor programlarının içeriği nedir? Neler verilmelidir?” gibi sorulardan önce “Kaç rating alacağız?” sorusunu gündeme getirmekte ve televizyonun karşısına oturan izleyicilerin günlük stresleri daha da artmaktadır. Spor konusunda yapılması gereken ciddi araştırmalar, derlemeler ve belgeseller ise yayınlanmak bir tarafa proje olarak bile gündeme gelmemektedir.

Gelişen teknoloji de bu anlamda “kötü” kullanılmaktadır. Düşünmeye sevk eden, gerçekçi spor programları yapmak, tek seslilikten kurtularak tüm spor dallarına ve takımlarına yer vererek daha olası ve kolayken aksi uygulamalar hala devam etmektedir. Türkiye’de yapılan “2001 Erkekler Avrupa Basketbol Şampiyonası” spor dallarının televizyonlarda yer alma sıklığı ile yaygınlaşma şansının doğru orantılı olduğunu göstermiştir (Kazaz, 2002: 54).

Amatör sporları sadece naklen yayınlarla gündeme getirmek önemli değildir. Programlarla desteklenmeleri, haber bültenlerinde yer bulmaları gerekmektedir. Önemli olan bu sporların cazibesini ön plana çıkararak halka sevdirmektir. Bilgi veren, eğiten programlar çoğaldıkça spor kültürünün toplumun her kesiminde yükselmesi öngörülmektedir. Çünkü toplum neye hazırlanıyorsa, günlük olarak neyi istiyorsa, televizyonlar da onu ön plana çıkarmaktadırlar. Çünkü, bu konudaki yayınlar araştırmaya dayanmamaktadır, derinlemesine işlenmemektedir, sadece yüzeysel olarak o andaki durumu yakalamaya yöneliktir. Önemli olan izleyicinin o andaki heyecanını yakalayarak bunu ratinge çevirmektir (Yasin, 1996: 278). Çok sesli, bilgi veren, eğiten, araştırma ve incelemeye dayanan spor programları yapmak önce spor kültürü yüksek ve sporun sadece “oyun” olduğu gerçeğini kabul eden toplumlar oluşturmakla olası gözükmektedir.

Olağanüstü, beklenmedik başarılarla kimi zaman ön plana çıkan spor dalları (Basketbol, voleybol, kayak, halter vs.) aslında izleyicinin günlük ihtiyaçlarına karşılık vermek için geçici olarak “kullanılmakta” daha sonra tekrar bir kenara itilmektedir. Bu daha önce de değinilen “ortaklaştırılmış (kollektif) heyecan”ların bir an için patlamasından, içerik ve konu olarak sporun ve dallarının kitle iletişim araçlarında yer alırken kullanılan tecimsel kriterlerin gündeme gelmesinden başka bir şey değildir. Eş deyişle Halter sporunun bir Dünya şampiyonu çıkarmadan gündeme gelmesi ve televizyonda yer bulması imkânsız gibi gözükmektedir.

Dünya Kupası veya Avrupa Kupası gibi büyük futbol olayları, Linder ve Breuer’e göre futbol sporunun alt kültürel bir katılım olmaktan çıkıp kitlesel medya eğlencesi haline dönüştüğünü en açık şekilde belgelemektedir (Linder ve Breuer’den akt. Klose, 2001: 373).

Klose tarafından yapılan bu saptama Türkiye örneğinde yazılı basın alanı için de Kaya tarafından doğrulanmıştır. Kaya’nın 1996 yılında yaptığı bir araştırmada günlük olarak yayınlanan ulusal gazetelerde işlenen spor konularının % 75’ini futbolun oluşturduğu saptanmıştır (Kaya, 1996: 262–263).

Türkiye’deki spor programları ile ilgili yapılan çalışmada, yayınlanan spor programları göz önünde bulundurulduğunda programlara katılan konukların spor yazarı, eski veya yeni yönetici, eski hakem oldukları ancak bunların içinde ağırlıklı olanın spor yazarı olduğu ve bunlarında bir futbolculuk geçmişlerinin bulunduğu belirlenmektedir. Etkin olarak futbol yaşantılarını sürdüren kişilerin programlarda konuk olarak bulunmadığı da gözlemlenmektedir. Spor programlarının, konu ve içerik olarak futbolu işledikleri görülmektedir. Futbol ile ilgili olarak da Türkiye 1. Süper Ligi karşılaşmaları ve ağırlıklı olarak da “3 Büyükler” olarak bilinen Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş takımlarının ayrıntılı haberlerine yer vermektedirler. Bu noktada rating hedefi doğrultusunda televizyon istasyonlarının kitleleri yoğun olarak peşinden sürükleyen bu üç takımı ağırlıklı olarak işlemeleri futbolun bir sektör haline geldiği ve başat spor olduğu düşüncelerini destekler niteliktedir (Kazaz, 2002: 114).

Arık’ın İngiltere ve Türkiye’deki spor programlarının karşılaştırmasını yaptığı çalışmada ise; programların ellerindeki “ayrıntılı görüntü” malzemesini kendi gazetecilik anlayışları doğrultusunda harmanlayarak yayınladıkları görülmektedir. Bu programların futbolu yansıtış biçiminin belirlenmesinde program yöneticilerinin futbol yayıncılığına yönelik yaklaşım farklılıkları ve her iki ülkenin kendine özgü bağlamsal koşulları etkili olmaktadır. İki programda da ön plana çıkan olgular farklılık göstermekteyse de günümüz endüstriyel toplumlarında var olan “medyatik futbolun” (ya da başka bir deyişle televizyon futbolunun) birçok özelliğini taşıdıkları gözlemlenmektedir (Arık, 2004).

Değişik konu başlıklarında daha öncede değinildiği gibi futbolun başat spor olma özelliği bu ve benzeri çalışmaları spor ana başlığından biraz uzaklaştırarak futbol kavramına doğru sürüklemektedir. Bu bulgunun doğurduğu sonuçlar ile çalışmanın uygulama bölümünde de karşılaşma ihtimali oldukça yüksek görülmektedir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde “Televizyonda Spor Haberleri” başlığına geçmeden önce “Televizyon Haberleri” kavramı ile, “Haber” kavramından başlayarak televizyon haber yayıncılığının gelişimi ve işlevlerini de içermek üzere, üzerinde durulması gereken konular olarak karşılaşılmaktadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TELEVİZYON HABERLERİ VE SPOR

Günümüzde çağdaş insan için temel gereksinim olan haber alma, tüm insanlık bakımından toplumsal gereksinim olma özelliğini taşımaktadır. Televizyonun haber ve bilgi vermesi üzerine kurulan iddialara göre televizyon fikirlerin ve bilginin aktığı dünyaya açılan bir pencere olarak ortaya çıkmaktadır.

Elbette televizyonun verdiği bilginin değerinin incelenmesi ve karakterinin açığa çıkarılması yararlı görülmektedir. En azından doğru ve sağlıklı haber alabilme işlevinin yerine getirilmesi ya da yönlenme, yönlendirilme veya etkilenmelerin kaynağının belirlenmesi bakımından bu incelemenin yapılması gerekli görülmektedir. Televizyon spor haberlerini konu alan bu çalışmanın dördüncü ve son bölümünde ortaya koyulacak bu incelemenin öncesinde haber kavramı, televizyon haberleri, gelişimi ve işlevleri ile ilgili konulara kısaca da olsa değinilmesi yararlı görülmektedir.

1. HABER KAVRAMI VE HABERİ TANIMLAMAK

Haberleşme, insanoğlunun var olmasıyla birlikte oluşan bir gereksinimdir. İnsanın doğasında olan “merak etme” ve buna bağlı olarak “bilme” ve “öğrenme” isteği, “haber” kavramını da beraberinde getirmiştir. Bu noktada “haber, bilginin en eski ve en temel biçimlerinden biridir” (Roshco, 1975: 9) tanımlaması yerinde olmaktadır.

Bernard Roshco; haberin kendisini yayacak bir kurumun tarih sahnesine çıkmasından çok önce de varlığını sürdürdüğünü; M.Ö. 5. yüzyılda Sophokles’in “Antigone” adlı eserinde “Hiç kimse kötü haber getireni sevmez “ cümlesinin yer aldığını, Shakespeare’in ise çeşitli oyunlarda karakterlerine haberlerle ilgili sorular sorduğunu vurgulayarak örnekliyor. Roshco, bundan yola çıkarak; “haber, sosyal değişim değeri olan bir meta olması nedeniyle sosyal iletişim ilişkileri içinde sürekli olarak arz ve talep konusu olmaktadır” (Roshco, 1975: 9) sonucuna ulaşılmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde, İlk Çağ’da, Roma’da “Acte Senetus”larla senato oturumlarının halka duyurulmasının sağlandığı, “Acta

Publica” adlı bir sayfalık bültenin ise resmi gazete işlevi gördüğü, “Acta Durne”ler ile de günlük önemli olayların duyurularının yapıldığı ortaya çıkmaktadır (İnuğur, 1988: 33). 17. yüzyılda basının ortaya çıkmasından bu yana ise haber, üzerinde en çok tartışılan ve üzerinde en çok tanım yapılan kavram olmuştur. Basının gelişimi, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren büyük bir hız kazanarak, 19. yüzyılın kara Avrupa’sında yapılan savaşları en kısa sürede duyurma tutkusu, gazeteciliğin “haber alma” ve “haber verme” işlemlerinin gelişiminde tarihsel rol oynamıştır (Gevgilili, 1988: 115). Haber kavramını tanımlamanın güçlüğünü ise John Hohenberg, “kaç adet gazeteci varsa bir o kadar da haber tanımı mevcuttur” diyerek ortaya koyarken, Garvey ve Rivers ise, “haber, önemli sayıda insanı ilgilendiren olayların, olguların ve fikirlerin zamanlı olarak bildirilmesidir” (Garvey ve Rivers: 1982: 2) diyerek haber ile ilgili tanımlamaların ortak paydası olan haberin nesnel olma zorunluluğu, çok sayıda insanın ilgisini çekmesi gerektiği ve zamanlılık öğelerini ön plana çıkarmaktadır. Arapça bir sözcük olan Haber, Türkçe’de “salık”, “duyuk” gibi karşılıklar aramış olmasına karşın bu yaygınlık kazanmamıştır. İngilizlerin “news”, Fransızların “information”, dedikleri haberin geniş bir biçimde anlamı irdelenecek olursa, “vaktinde verilen, toplumda çok kişiyi ilgilendiren ve etkileyen, anlaşılır bir dille anlatılan bir olay, fikir ya da kanı” (Gürcan ve Yüksel, 2005: 55–56) tanımı ile karşılaşırız ki o da bir önceki paragrafta yapılan haber kavramı tanımlaması ile yine aynı paydayı taşımaktadır.

Haber kavramı ile ilgili akademisyenler tarafından yapılan tanımlamalarda ise haberi yapanların ön plana çıktığı gözlemlenmektedir. Örneğin Scudson; “haber, haberciler tarafından üretilendir” (Scudson, 1996: 141) derken, bir başka tanım “haber, olan şeyler değil, birilerinin olduğunu söylediği şeydir” (Scudson ve Manoff, 1986: 15) şeklinde oluşturulmaktadır. Haberi üreten eksenin de gelişen bu tanımlamalar Thereu’nun “haber dedikodu mu, gerçek mi, yoksa dedikodu ile gerçek arasında bir şey mi?” (Thereu’dan akt. Gürcan ve Yüksel, 2005: 56) sorusunun da belli ki kaynağını oluşturmaktadır. Girgin ise, haberin kişileri bilgilendirmesi, eğitmesi, eğlendirmesi, üzmesi ve sevindirmesi durumunu haberin gerçekle bağlantılı ya da gerçeğin ta kendisi olduğu sanılmasından

kaynaklandığını ve bunun da haberi en etkili medya içeriği (Girgin, 2000: 73) konumuna getirdiğini savunmaktadır.

Değişik bakış açıları ve yaklaşımlarla yapılan şu haber tanımlamalarına yer vermek de yerinde olacaktır: “Haber, gerçek dünyada herhangi bir yerde meydana gelen olaylar, kişiler ya da şeyler hakkındaki en son, en yeni ve ilgi çekici enformasyondur” (Dursun, 2003: 63). “Haber, olayın kendisi değil ama belli bir süreç içinde, belli kıstaslara göre seçilen ve yine belli bir süreç içinde belli kriterlere göre sunulan olgudur” (İnal, 1997: 137). “Haber güncel ve ilginç bir olayın olduğunca nesnel ve gerçeğe uygun bir biçimde sunulmasıdır. Haber ve metinde her türlü taraflı değerlendirmelerden ve söz oyunlarından uzak durulmalı ve metin kısa haber dili de yalın olmalıdır” (Schlapp, 2000: 17). Haberin öncelikle doğru ve anlaşılır olması gerekir bu doğrultuda haber, okuyucu ve dinleyici için öncelikle yeni gerçeklerle ilgili doğru ve anlaşılır olan ayrıca hedef kitle için önemli ve ilginç olduğu varsayılan bilgilerdir (Schneider ve Raue, 2000: 40).

Yer verilen ve verilmeyen bu kadar farklı haber tanımlamasından sonra şu düşünceler önem kazanmaktadır: “Haber tanımlarını çoğaltmak olasıdır, ancak önemli olan nokta, tanımlamanın tam cevabını bulabilmek için haberi talep eden kişinin, haber konusunda neyi ön plana çıkardığını tam olarak anlayabilmektir. Habere ihtiyacı olan kişinin haberde bulmak istediğinin tam olarak ne olduğunu çok iyi çözümlemek gerekmektedir” (Aslan, 2003: 17–19).

Haber kavramı ve tanımlamaları ile ilgili literatürde yer alan bilgilerin tamamına yer vermek elbette ki olası değildir. Tanımlanması konusunda tam bir görüş birliğinin oluşmadığı bir kavram ile ilgili yukarıda özetlenen bilgiler kavramı tanımlamaktan ziyade tanımak için yardımcı olmaktadır Bu arada televizyon haberi ve haberciliği ile ilgili, özellikle de bu yayıncılığın işlevleri konusunda bazı belirlemeleri yapmadan önce televizyon haber yayıncılığının dünyadaki ve Türkiye’deki gelişimine değinmek ve kamu ile özel yayıncılıkta televizyon haberciliğinin ne gibi benzerlikler ve farklılıklar gösterdiğini ortaya koymak yararlı görülmektedir.

2. TELEVİZYON HABER YAYINCILIĞI VE DÜNYA'DAKİ GELİŞİMİ