• Sonuç bulunamadı

3. SPOR VE TOPLUM İLİŞKİSİ

3.4. Sporun Kültürel İşlevleri

Spor, toplumda var olan ideolojik ve kültürel yapıları anlamaksızın açıklanması olanaklı olmayan bir olgudur (Jhally, 1989: 79). Başlangıçta salt bireysel bir olgu olan spor, üretim güçlerine uygun biçimde ve üretim biçiminin belirlediği bir üst yapı kurumu olan kültürün bir bölümü olarak sınıfsal bir nitelik kazanmış ve toplumsal bir olgu olmuştur (Fişek, 1985: 28).

Sporun toplumsal bir kurum olması, aynı zamanda kültürel bir olgu olmasına ve bir dizi kültürel işlevler üstlenmesine de yol açmaktadır. Sporun kültürel işlevlerinden önce kapsayıcı bir kültür tanımının yapılması yararlı görülmektedir.

Kültür, toplumu oluşturan, o toplumsal yapı ve yaşam içinde bulunan bireylerin oluşturduğu, paylaştığı, gereksinimlerini giderdiği bir yapı ve yaşam biçimidir. Abercombie’e göre, gerek toplum gerekse de kültür olguları, “…düzenli ve sürekli yinelenen, toplumsal normlar tarafından onaylanmış ve sürdürülen, toplumsal yapı içinde büyük önem taşıyan toplumsal uygulama” olarak tanımlanan kurumlardan oluşmaktadır (Abercombie, 1984: 110).

Sporun üstlenmiş olduğu kültürel işlevlerin başında mitleri oluşturmak ve aktarmak gelmektedir. Hangi kültürel bağlamda olursa olsun toplumlar, bünyesinde mitler barındırmaktadır (Fiske, 1996: 170-Mardin, 1995: 114). İlkel toplumlarda söze dayalı kültür ile aktarılırken, günümüz çağdaş toplumlarında kitle iletişim araçları ile topluma ve kuşaklara aktarılmaktadır. Sporun bünyesinde barındırdığı kültürel mitler arasında evrensellik, eşitlik, aşkınsallık, kahramanlık, rekabetçilik, bireysel görünüm ve takım ruhu gibi değerler bulunmaktadır. Sporun bünyesinde yer alan mitlerin iş dünyası, devlet yönetimi ve ulus oluşumu gibi süreçlerde kullanılan mitler ile aynı olması oldukça ilginç ve anlamlı görülmektedir.

Açıkça ifade edilebilir ki, spor günümüz modern toplumlarının kültürünün en önemli parçalarından biridir. Spor ayrıca, bireysel ve ulusal çatışmaların meydana geldiği ve sembolik olarak da karşı karşıya geldiği bir arena olarak gözükmektedir (Godman, 1992: 73).

Spor, her şeyin maddileştiği toplumlarda bireylerin tinsel olanlara da inanma gereksinimini gidermekte, tinsel inanç açığını da doldurmaktadır. Spor bunu yaparken, öncelikle zaman ve mekândan yalıtılmış ve sınırlanmış olmasında yararlanmakta, bu özellikleri ile dünyevi olandan farklılaşmaktadır. Bu nedenle özellikle resmi niteliklere sahip spor alanları ibadet yerlerini anımsatmakta (Galeano, 1998: 251) gerçek yaşamın karmaşıklığı ve güçlüğünden farklı olarak yaratılmaya çalışılan dünyanın mükemmel olmasını sağlayacak kurallara göre yapılıyor (Huizinga, 1995: 26–27) izlenimini vermektedir.

Öte yandan içlerinde karşıt kültür öğelerini barındıran alt kültürler, egemen kültürden ayrışmalarını sağlayan kendi anlamlandırma pratiklerinin

oluşturulmasında popüler kültürden (Metin, 1994: 62–92 – Doğan, 1990: 111– 112) ve popüler kültür ürünü olan spordan yararlanmaktadır. Bu da sporun çok amaçlı kullanımına işaret etmektedir. Bunu destekler bir düşünceyi Cumhur Aslan’ın 22 Temmuz 2001 tarihli yazısında görmek olasıdır. Aslan spor mitlerinin etki ve yaygınlığını; “...Her şey gider şeklindeki mit, bir yönüyle olabildiğine sosyolojik bir olgu: müzikten edebiyata, televizyondan spora, (futbol tabii ki) her alanda kanaatleri çabuk değişen beğeni düzeyleri sürekli oynayan bir toplumsal zeminde içinde şiddet de barındıran her metin, söylem, üslup toplum tarafından yoğun bir duyarlılıkla izlenebiliyor. Kitlesele dönük popüler üretimin kaybolması diye bir şey söz konusu olamaz” (Radikal, 2001: 3) şeklinde belirtmektedir.

Ayrıca sporun medyadaki görünümü politik, ekonomik yaşamlarımızı, sosyal ve kültürel hayatımızı anlamak ve araştırmak için çok zengin ve geniş bir yelpazede materyal birikimi de sunmaktadır (Boyle ve Haynes, 2000: 11). Spor kahramanları kültürel değerleri ve idealleri netleştirerek diğerlerine örnek olmaktadırlar. Onlar, sosyal problemlerin altını çizmekte ve umut içeren çözümler ortaya koymaktadırlar. Medyatik kahramanlar, bizlere kim olduğumuzu ve hangi yolu seçeceğimizi işaret etmektedirler. Tüm bunların yanda; Spor popüler kültürün temel formlarından biridir ve bu yüzde toplum tarafından hem çekici bulunmakta hem de yaygın olarak tüketilmektedir (De Fleur–Dennis, 2002: 152).

Spor, doğası gereği fiziksel, ruhsal ve zihinsel bütünlük içinde bedensel bir olgudur. Onun bu özelliği güç odakları (hâkim sınıflar) tarafından toplumsal ve kültürel değişmenin metaforu olarak kullanılırken, bedene ilişkin endüstrilerin farklı alanlarla eklemlenmesine olanak sağlamıştır. Bedenlerin konumlandıkları toplumsal uzam ile bu uzamın yapısını belirleyen farklı sermaye türlerinin (ekonomik ve kültürel) oluşumlarına bakmak, (Bourdieu, 1997: 41) spor/futbol dâhil iktidar alanlarının birbirleriyle olan girift ilişkilerine ve etkileşimlerine açıklık getirmektedir. Konuya bir başka açıdan bakıldığında ise; “Kültür ve Spor”a ilişkin yayınlar göstermektedir ki, sporun 60’lı yılların sonundan itibaren toplumla olan bağlantısının artması yoğun bir toplumsal değer tartışmasına da yol açmıştır. Tenis, golf, bisiklet, futbol gibi pek çok spor çeşidi insanların değişen spor gereksinimleri arasındaki yerini almıştır. Bu bağlamda spor giderek artan bir

ölçü de çevreyi bozucu bir unsur olarak yargılanmıştır. Bu noktada öne çıkan soru ise; kaç spor çeşidi çevreye zarar veriyor? olmuştur. Spor tesisleri ve çevre arasındaki ilişki, tenis ve futbolun yarattığı gürültü, kayak sporu yoluyla hayvanların ve bitkilerin yaşam alanlarının ortadan kalkması, sörfçüler, yelkenciler ve motorlu deniz taşıtlarıyla suların yaşam alanlarının daralması...(Voigt, 1998: 80) işte tüm bunlar, sporun çevre ve kültürel hayat üzerindeki etkilerini belirtmektedir.

Spor içinde bulunduğu kültürü de yansıtmaktadır. Bu kimi zaman spor yapılan mekânlarda gözlemlenebilmektedir. Ömer Güvenç Türk Milli Takımının G. Kore ile yaptığı hazırlık maçından sonraki gözlemlerini şu şekilde aktarıyor: “...gözlerime inanamadım maçtaki 3 bin G. Kore’li, kravatlısı, kazaklısı, yaşlısı, genci, kadını, erkeği ellerinde çöp torbaları, maçın oynandığı Ruhr stadındaki tribünleri temizliyorlar...” (Akşam, 2002: 17). Bu örnek, G. Kore’lilerin kültürel donanımının, çevre kirliliğini futbolun çok öncesinde bir yerlere oturttuğunu somut olarak göstermektedir. Türkiye Futbol Federasyonu’nun Temmuz 2005’de yaptırdığı bir kamuoyu araştırması da, Türk futbolunun başlıca sorunları ile ilgili soruya “spor kültürü eksikliği” cevabının verildiğini ortaya çıkarmaktadır (Sabah, 2005: 8).

Sporun, toplumsal, ekonomik, politik bağlamlarının yanı sıra kültürel bir kurum haline gelmesi Bora ve Erdoğan’ın da ifade ettikleri örnekle daha iyi anlaşılabilmektedir: “Milliyetçiliğin kalıpları, örüntüleri veya millet hakkındaki telakkiler, ‘milli’ futbola da uyarlanır. Lig maçlarına ilişkin haber, yorum ve yayınlarda, sunucunun tarafgirliğini ele vermesi, yorumcunun “takımından” söz etmesi, spor basınında büyük takımlara ayrılan sayfalarda doğrudan ya da örtük bir şekilde o takımların taraftarlarına seslenilmesi gibi söylemsel öğeler bir yana bırakılırsa, takımlar ilke olarak “nesnel” ve “tarafsız” bir dille ve sadece “adlarıyla” anılırlar. Oysa aynı takımlar uluslararası maçlarında millet olarak “bizim” temsilcimiz olarak sunulurlar. “Bütün Türkiye’nin gözü” onlardadır, “milletçe” kalbimiz onlarla beraber atar. Yaşadığımız “Wembley faciaları”ndan birini televizyonda naklen anlatan sunucunun “nihayet özlediğimiz ofsayt bayrağı kalktı” gibi laflar edebilmesi, milli kimliğimizin kuruluşunda (ve yeniden

kuruluşunda) ne tür sancılar çektiğimizi, nasıl çaresizliğe düşebildiğimizi ele verir –“bu millet” bir haklı ofsayt bayrağını bile özlemiştir”! (Bora ve Erdoğan, 2001: 227–228). “Çünkü spor ulusal temsilin de bir aracıdır” (Voigt, 1998: 79). Bu nedenledir ki, ulus içindeki farklı kültürden insanları da bir araya getirme noktasında yine en etkin olgu olarak spor ile karşılaşılmaktadır. Yine Işık’ın ifadeleriyle şu örneği vermek yararlı görülmektedir; “...Türk Milli takımı Avusturya’ya tam beş gol atıp, dünya şampiyonası vizesini alıyor... Gösterinin en dramatik enstantanelerinden biri... Bu golleri İtalya’ya atmış gibi algılamaya hazır bilinçaltımız atağa kalkıp şahlanıyor... Tribünlerdeki Devlet ricalı, iş ve sanat dünyasının önde gelenleri ile birlikte daha o sabah halk ekmek büfesinde kuyruğa girmiş olması muhtemel işsiz delikanlı aynı ortak duygu ile sarmaşdolaş...” (Akşam, 2001: 17). Bu konuda Kongar’ın ifadeleri de çok açıklayıcı olmaktadır: “Dünyanın en büyük sektörlerinden biri haline gelen, bacasız sanayi futbol, aynı zamanda gizli milliyetçilik çekişmelerinin de sahaya yansıdığı dev bir arena, durumunda. Ve işte bu arenada top koşturan takımlar, kendi kültürlerini, milli karakterlerini ve hatta kendi dünya görüşlerini oynadıkları oyunla sahaya da yansıtıyorlar. Bugün, artık, sambacı Brezilyalıların oynadığı atak ve hareketli futbolunu, panzer Almanların disiplinli oyun sistemini, matador İspanyolların kıvrak futbolunu ve hatta samuray Japonların ya da Asya kaplanı Korelilerin hareketli ve oyunu hiç bırakmayan inatçı stillerini herkes yakından biliyor. İşte, bu milli karakterlerin ve kültürlerin sahaya inmesiyle birlikte farklı milliyetçilikler de ister istemez karşı karşıya gelebiliyor” (Kongar, 2002). Sporun kültürel işlevlerinin, toplumsal işlevleri ile yakın bir rota takip ettiği ve bu işlevlerden doğan ilişkilerin birbirini etkilediği, sunulan bu bilgiler ve verilen örneklerle daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Öte yandan, sporun toplumsal, ekonomik, politik, kültürel ve diğer kurumlarla işlevsel etkinlik ilişkileri genel hatlarıyla bu şekilde özetlenebilmektedir. Bu ilişkilerin örneklerle çoğaltılması olanaklı görülmekle birlikte, bu ilişkilerin sporu günümüz koşullarında nasıl bir konuma oturttuğu ne gibi etkilenmeleri de beraberinde getirdiği merak konusu olmaktadır. Bu bakımdan çalışmanın ikinci bölümüne geçmeden önce bu merakı gidermek için

“Toplumda değişen spor olgusu” ve “İzleyicinin ilgisini çekmenin yeni aracı: spor” başlıkları altında sporun toplumsal yaşamdaki yeri ve başka hangi amaçlar için “ney”in yerine ikame edildiği hakkında açıklamalarda bulunmak yararlı görülmektedir.